• Sonuç bulunamadı

I

bn Rüşd'ün eserlerinde, çeşitli varlık tür ve kategorilerini ifade etmek üzere, sözgelimi öncesiz

(ezeli) 121,

sonradan yaratılmış

(muhdes) 122,

zorunlu

(vacib, zaruri) 123,

mümkin124, basit125, birleşik126, duyulur varo­

lan

(el-mevcudü'l-mahsus) l27,

doğal varolan

(el-mevcudü't-tabi'iyye) 128,

somut cevher/nesne

(eşhasü'l-cevher) 129,

gösterilebilir nesne

(eş-şahsü'l­

muşaru ileyh) 130

ve daha başka terimleri kullandığını görmekteyiz. Bu­

nunla birlikte o, en açık ve anlaşılır varlık tasnifini

Faslü'l-makafde

orta­

ya koymuş bulunmaktadır. Buna göre üç farklı varlık sınıfı söz konusudur:

a. Varlığı kendinden olup, kendisi dışında bir başka şeyden ve bir baş­

ka şey tarafından olmayan, zamanla ilişkisi bulunmayan "sebepsiz ve öncesiz"

(kadim)

varlık ki, bu, Allah'tır.

b. Bir başka şey tarafından ve bir başka şeyden meydarıa getirilen, za­

man ile ilişkili olan " sebepli ve sonradan yaratılmış"

(muhdes)

var­

lıklardır ki, bunlar, oluş süreci

(tekevvün)

duyular tarafından algı­

lanabilen cisimlerdir.

c. Bu iki varlık türü arasında kalan, bir şeyden olmayarı ve zamanla ilişkisi bulunmayarı, fakat bir fail tarafından meydarıa getirilen var­

lıktır ki bu, İbn Rüşd'e göre, bütünü itibariyle filemdir.131

121 Tefsir, I, 239, 447; il, 1200; III, 1490, 1579, 1609; Tehdfüt, 1, 124, 374.

122 Tefsir, il,

732;

Tehdfüt, I, 33, 89,121.

123 Tefsir, il, 520,

589;

Tehdfüt, 1, 124, 374.

124 Tefsir, il, 532,

591,

1 141, 1 144; Tehdfüt, 1, 86, 105.

125 Tefsir, il, 1016,1113, 1227, 1603, 1686; Tehdfüt, 1, 140, 243.

126 Tefsir, 1, 29, 83; il, 501; Tehdfüt, I, 152, 368; il, 433.

127 Telhis, s. 33, 38, 40.

128 A.g.e., s. 37.

129 A.g.e., s. 37, 42.

130 A.g.e., s. 40, 42.

131 Faslü'l-maktil, s. 84-85.

___ll2 l b n R ii ş d F e l s e f e s i

Düşünürümüzün, din felsefesi bağlamında "kadim" ve "rnuhdes"

şeklinde isimlendirip iki uç olarak değerlendirdiği iki varlık türünü, var­

lık felsefesi (metafizik) açısından "zorunlu varlık" ve "rnürnkin varlık"

olarak adlandırmak mümkündür; zira ona göre en genel kavram olan varlık, zorunlu ve rnürnkin olmak üzere ikiye ayrılır. 132

1. Zorunlu Varlık

(el-mevcadü'z-zarilri)

Metafizik ve ontolojideki ismiyle "Zorunlu Varlık", farklı disiplinler­

de daha başka adlarla da anılmakta, sözgelirni ona, varlıkları hareket ve değişme açısından inceleyen fizikte, hareket ve değişmenin ilk prensibi olması itibariyle "ilk hareket ettirici"

(el-muharrikü'l-evve[),

teolojide daha bir kutsallık kazanarak Tanrı

(ilah),

epistemolojide Salt Akıl

(el­

'Aklü'l-mahz)

denilmektedir. Metafizik'te ise "Zorunlu Varlık"tan başka tık tıke

(el-Evvel, el-Mebde'ü'l-evve[),

tık Fail

(el-Fa'ilü'l-evve[) ,

tık Sebep

(el- 'llletü'l-Ctla)

denildiği de olur. Varlık tasnifi açısından isimlendirilme­

sine gelince, bu konuda Gazzali, rneşşfü filozofların kullandığı Zorunlu Varlık

( Vacibü'l-vücCtd)

yerine Sebepsiz Varlık

(la 'illete leh)

denilmesi gerektiğini ileri sürerken, İbn Rüşd, onun adlandırılması yahut nitelen­

dirilmesi konusunda olumlu nitelikler ile olumsuz nitelikler arasında herhangi bir fark bulunmadığı kanaatindedir. O, "zorunlu varlığın zo­

runluluğunun, sebepsiz olmanın zorunlu bir niteliği (sıfat-ı lazirne) ol­

duğu"nu, bu yüzden de gerçek anlamda "Zorunlu Varolan"

(el-mevcCt­

dü'z-zarCtrf)

kastedilmek şartıyla133, "Zorunlu Varlık"

(Vacibü'l-vücCtd)

dernekle "Sebepsiz Varlık"

(la 'illete leh)

dernek arasında hiçbir fark bu­

lunmadığını savunrnaktadır. 134

İbn Rüşd, Zorunlu Varlık'ın mevcudiyetinin gerekli ve zorunlu oldu­

ğu fikrini temellendirirken, rnürnkin varlıklar aleminde geçerli olan "se­

beplilik"

(illiyet)

ile "hareket" ve "etkin"

(fain

kavramlarından yola çık­

maktadır. Buna göre:

a. Her hangi bir şeyin varlığından söz edilirken onun ya rnürnkin ya da zorunlu olduğu söylenebilir. Eğer o şeyin mümkün olduğu söy­

lenecek olursa, bu durumda onun bir sebebi var dernektir; bu

se-132 Tehıifüt, I, 331.

133 A.g.e., il, 635.

134 A.g.e., il, 584-585, 610, 614-615.

V a r l ı k T ü r l e r i 11L

bebin de bir mümkin varlık olması halinde yine aynı şey gerekecek ve bir sonsuzca gidiş

(teselsül)

gündeme gelecektir. Bir başka söy­

leyişle, mümkin varlıklar, kendi cins ve türlerinden olan diğer var­

lıklarla sebep-sebepli

( 'illet

-

ma'lu[)

ilişkisi içindedirler. Bir insan başka bir insandan, bir hayvan kendi cinsinden olan başka bir hay­

vandan, bir bitki yine kendi cinsinden başka bir bitkiden meydana gelmektedir. Cansız varlıklar için de durum farklı değildir. En son sebepliden başlayarak geriye doğru gidildiğinde, kendisi de sebep­

li olan sonsuz sayıda sebeplerden oluşan bir zincir ortaya çıkacak­

tır. İnsan aklı böyle bir sonsuzca gidişi kabul edemeyeceğinden135, bu sebepler zincirinin, kendisi bir sebep olduğu halde sebepli ol­

mayan, başka bir deyişle bir sebebe dayanmaksızın özü gereği var olan bir zorunlu varlıkta son bulması kaçınılmazdır. 136

b. Başka bir açıdan bakıldığında, özü gereği varlığı mümkin olanın imkan

(kuvve)

halinden fiil alanına çıkması, yani hareket etmesi için, kendisi hareket etmeyen/ değişmeyen ve daima fiil halinde olan bir varlık bulunmalıdır. 137

c. Biraz önce varlıklar arasındaki sebep-sebepli ilişkisinden söz edil­

mişti. Tabiatıyla bir varlığın bir başka varlık için sebep olması onun etkin

(fa'i[),

sebepli olması ise edilgin

(münfa'i[)

olması demektir.

Bu iki nitelik birbirinin zıddı olduğu için bir varlığın etkin ve edil­

gin olmasını sağlayanın ayrı şeyler olması gerekir. Öyleyse bu iki zıddın birbirini izler bir şekilde üzerinde bulunduğu varlık, biri kuvve

(madde)

diğeri fiil halinde olan

(suret)

iki cevherin birleşimi olmalıdır. 138 Bu iki cevher yani madde ve suret, ister karşılıklı ola­

rak birbirlerini gerektirsin veya gerektirmesin, isterse sadece biri ötekini gerektirsin, her üç halde de hiçbiri birleşmenin

(terkfb)

se­

bebi

(illet)

olamaz. Aynı şekilde birleşme de kendi kendisinin sebe­

bi olamayacağından, bu birleşmenin birleştirici bir fail tarafından gerçekleştirilmiş olması zorunludur. 139

Mümkin varlıklardan yola çıkarak, bunlann ötesinde bir de Zorunlu Varlık olduğunu bu şekilde ortaya koyan İbn Rüşd, Zorunlu Varlık derken

. . .

135 A.g.e., 1, 89-90.

136 A.g.e., I, 351-352, il, 581.

137 A.g.e., il, 600-602.

138 A.g.e., il, 655.

139 A.g.e., il, 518.

__lM l b n R ü ş d F e l s e f e s i

hiçbir şekilde sebep ve faili bulunmayan varlığı kastettiğini açıkça ifade etmektedir.140 Ona göre Zorunlu Varlık, sebepli-mümkin varlıklarınkin­

den tamamen farklı ve asla varlığından ayrı düşünülemeyecek bir mahi­

yete sahiptir.141 Özü dolayısıyla zorunlu, sebepsiz ve failsiz bir varlığın birleşik veya cisim olması, dolayısıyla da madde ve sfıret gibi unsurlara ayrılması, cinsinden ve faslından söz edilmesi, bütün bunların sonucu olarak da tanımlanması mümkün değildir.142 Demek oluyor ki Zorunlu Varlık mutlak anlamda "basit" tir; çünkü onun hakkında ne sebep-sebep­

li, ne varlık-mahiyet, ne cins-tür, ne kuwe-fiil ve ne de madde-suret iki­

liğinden söz edilebilir.143 Cinsi bulunmayan Zorunlu Varlık'a "mevcud"

denilmesi ise cinse iştirak bakımından değil, sadece öncelik-sonralık açı­

sındandır; çünkü sebep, varolma itibariyle sebepliden daima öncedir.144 Ayrıı şekilde hiçbir zaman kuwe ve imkan halinden söz edilemeyen Zo­

runlu Varlık, sııf fiil

(el-fi'lü'l-mahz)

olduğu için "akıl", cevherlerin nihai ilkesi olması itibariyle de "cevher" adına en çok layık olandır.145 Bunun­

la beraber İbn Rüşd'e göre, daima fiil halinde oluşundan kalkarak Zorun­

lu Varlık'a "sfıret" demek doğru değildir; çünkü suret, kuwe halindeki maddeden ayrı ve bağımsız düşünülemez.146 Dolayısıyla O, kendi özü itibariyle "var", "yetkin", "tek" ve "ezeli"dir.147

2. Mümkin Varlık (el-mevcadü'l-mümkin)

Konuya girmeden önce, İbn Rüşd'ün "mümkin" kavramına ilişkin olarak üzerinde durduğu bir hususa açıklık getirmek durumundayız. Fi­

lozofumuz, özellikle İbn Sina'nın varlık tasnifinde "zorunlu varlık" ile

"mümkin varlık" arasında "özünde mümkin başkasıyla zorunlu"

(müm­

kin bi-zlitihi vlicib bi-ğayrihf)

şeklinde nitelendirdiği üçüncü bir katego­

riden söz etmesini doğru bulmadığını açıkça belirtmektedir. Bu arada o, bir varlık kategorisine "gerçek mümkin"

(el-mümkinü'l-hakfkf)

kastedil­

mek şartıyla ancak "mümkin" adının verilebileceğini vurgulamakta148,

140 A.g.e., II, 610.

141 A.g.e., II, 559, 617.

142 A.g.e., I, 319; II, 566, 617, 618, 637.

143 A.g.e., I, 335.

144 A.g. e., II, 573.

145 A.g.e., II, 556-558, 601-602.

146 Telhis, s. 71.

147 Tehıifüt, ll, 464, 466-467, 515, 592-593.

148 Tehıifüt, l, 333; II, 449-450, 635-636.

V a r l ı k T ii r l e r i 11L

fakat "gerçek mürnkin"in ne olduğunu açıkça ortaya koymamaktadır. Şu halde öncelikle yapılması gereken şey, çok dağınık ve kısa bilgileri bir araya getirmek sfiretiyle İbn Rüşd' e göre gerçek mümkinin ne olduğunu tespit etmektir.

Hem bir "kabul edilen"e

(makbul, fiil)

hem de "kabul eden"e

(kabil)

"mümkin" denildiğine dikkat çeken düşünürümüze göre, kabul eden şe­

yin ismi olan "mümkin"in zıddı "imkansız"

(mümteni'),

kabul edileni ifa­

de eden "mürnkin"in zıddı ise "zorunlu"dur

(zarurf) .

İmkansızın zıddı olan mürnkin, "varolma"ya yahut "varolmama"ya yatkın olan "yok"tan

(ma'dum)

ibarettir. Bu durumdaki "yok"tan maksat, önce mutlak anlam­

da yok iken sonradan varlık kazanan yok değil, kuvve halinden fiil haline geçmeye hazır durumda bulunan "yok"tur.149 Bu yaklaşımıyla, bir yan­

dan "yok"u bir tür cevher olarak gören Mu'tezile kelamcıları gibi imkan haline bir şekilde realite tanıma eğiliminde olan İbn Rüşd, diğer yandan da alemin ezeliliği-sonradanlığı meselesinde çözüm olarak önerdiği "sü­

rekli yaratma" kuramına zemin hazırladığı izlenimi vermektedir.

"İmkan"ın külli bir kavram oluşundan hareketle yine aynı sonuca ula­

şan filozofumuza göre, sadece zihinde fiil halinde varolan tümeller, zihin dışında da kuvve halinde bulunmaktadırlar. Eğer tümeller dış dünyada bir şekilde varolmasalardı, birtakım boş ve düzmece kavramlar olmaktan öteye gidemezler, bu durumda da bilgi

(akıl)

ile kuruntu

(vehim)

arasın­

da hiçbir fark kalmazdı. 150 Şu halde tümel bir kavram olan "imkan" da zihin dışında bir tür varlığa sahip demektir. Gerçek imkanın araz olarak tikel

(cüz'f),

öz

(zat)

itibariyle tümel

(küllf)

bir tabiat151 olduğunu söyle­

yen İbn Rüşd, "zorunluluk" gibi onun da cinse eklenerek farklı türleri be­

lirleyen bir fasıl ve bir nitelik olmadığını vurgulamaktadır. 152

Gerçek imkan halinde kesinlikle "birleşiklik" söz konusu olduğunu, bunun da sebep-sebepli ilişkisinden ileri geldiğini 153 söyleyen İbn Rüşd, varlığı mürnkin olan her şeyin sonradan varolduğunu ve öncesiz olama­

yacağınıl54, ayrıca sonu olan bir şeyin bir başlangıcının da

bulunduğu-. bulunduğu-. bulunduğu-. bulunduğu-. bulunduğu-. bulunduğu-.

149 Ag.e., l, 195-196.

150 A.g.e., ı, 204-205, 207-209.

151 A.g.e., l, 205.

152 A.g.e., l, 332.

153 A.g.e., ı. 337; Il, 602.

154 A.g.e., l, 387-388.

---11.6. l b n R ü ş d F e l s e f e s i

nul55, başlangıcı olan her şeyin de mürnkin varlık olduğunul56 açıkça belirtmektedir.

Bütün bunlardan hareketle, İbn Rüşd'ün "gerçek mürnkin" dediği şe­

yin, hiçbir sebebi bulunmayan "zorunlu"nun aksine, sebepli, dolayısıyla da birleşik varlık olduğunu söyleyebiliriz.157 Böyle bir varlığın ise "yok­

luk" dışında kendisinden kaynaklanan bir kavramı bulunmadığı için, onu ilk bakışta "yok" saymak gerektiği açıktır; çünkü sebep varsa o var­

dır, sebep yoksa o da yoktur. 158 Bir başka açıdan, sebeplinin sebepten sonra gelmesi mantıki olduğu kadar ontolojik bir zorunluluk da olduğu­

na göre, "mürnkin"i yaratılmış saymak gerekmektedir.159 Aynı şekilde imkan yahut kuwe halinden fiil alanına çıkması bir hareket olduğu için, mürnkin varlık, "hareketli" ve dolayısıyla "zamanla ilişkili"dir. Her hare­

ketin bir muharriki şart koştuğu dikkate alındığında, mümkin varlığın kendiliğinden varolamayacağı yani yaratılmış olduğu anlaşılmakta­

dır.160 Cinsi, faslı, genel ve özel sfireti bulunan, aynı zamanda tanırnla­

nabilen161 mümkin varlık, birleşik olması sebebiyle oluş ve bozuluşun konusul62, edilginlik ve etkinlik gibi niteliklere sahip olması itibariyle ise bir bakıma sebepli bir bakıma da sebep konumundadır. 163

155 A.g.e., I, 217-218.

156 A.g.e., I, 220.

157 A.g.e., il, 464,636; Faslü'l-makiil, s. 85.

158 Tehdfüt, 1, 332-333.

159 A.g.e., I, 145-146; il, 573, 592.

160 A.g.e., 1, 142-143; il, 600.

161 A.g.e., il, 566.

162 A.g.e., il, 575-576.

163 A.g.e., il, 619-620, 654-655.