• Sonuç bulunamadı

Batı Düşüncesinde Metafizik

Bir Felse fi Disiplini Olarak Metafizik

1. Batı Düşüncesinde Metafizik

Kısaca dile getirildiği şekilde "metafizik" adını almış olan bu temel felsefe disiplini, sistematiğine her ne kadar Aristo'da kavuşmuşsa da onun konusu durumundaki problemlerin çoğu daha önceki filozofların gündeminde de yer almaktaydı. Nitekim bilinen en eski felsefe okulunu oluşturan Miletli filozofların üzerinde durduğu en önemli konu, varlığın

"ilke"si (arkhe) sorunudur. Probleme monist bir anlayışla çözüm getir­

meye çalışan Thales'e göre (m.ö.

624-546)

varlığın arkhesi "su", Anaxi­

mandros'a göre (m.ö.

610-545)

belirlenimsiz cevher anlamında olmak üzere "apeiron", Anaximenes'e (m.ö.

584-524)

göre ise "hava"dır. Daha sonra gelen düşünürler bir yandan ilk ilkenin ne olduğunu araştırırken diğer yandan da onun "varlık" ve "çokluk"la olan ilişkisi yani "oluş"

problemine yönelmişlerdir. tık ilkenin ne olduğu sorusuna "ateş" cevabı­

nı veren Herakleitos (m.ö.

544-484),

aynı zamanda "değişmezlik" yerine

"sürekli akış" yahut "değişme"yi koymuş ve bu sürekli akış içinde, ilke dahi olsa değişmeden kalan herhangi bir şeyden söz etmenin yanılgı ola­

cağını ileri sürmüştür. Elea okulunun kurucusu olarak kabul edilen Par­

manides' e (m.ö.

570-470)

göre ise "var olan vardır ve düşünülebilir, var olmayan yoktur ve düşünülemez." Ona göre değişmeyip sabit kalan te­

mel varlık ve ilke "bir" ve "bir olan" dır. Buna karşılık çokluk, bize duyu­

ların verdiği şey olup bir yanılsamadan ibarettir. Görüldüğü gibi Herak-12 lbn Sina, Tis'u resıiil, Mısır 1908, s. 3, 104-106.

13 Bkz. Kaya, M., a.g.e., s. 204.

_llZ l b n R ii ş d F e l s e f e s i

leitos'un "sürekli değişme ve akış" fikrine karşı "değişmeyen bir"i koyarı Parmanides, böylece bir bakıma salt düşünceye dayalı bir varlık anlayışı­

nı gündeme getirmiş; önceki düşünürlerin ilk ilkeye ilişkin olarak hep maddi bir şeyi esas almalarına karşılık varlığın ilkesi olarak sayıları öne çıkaran Pythagoras, Parmarıides'le başlayan bu soyuta yönelişe yeni bir açılım getirmiştir.

Pre-sokratik filozofların üzerinde durdukları başlıca sorun olan "varlı­

ğın ilkesi" problemini "varlık olarak varlık" şeklinde ortaya koyarı Aristo, bu konuyu inceleyecek özel bir disiplinin bulunması gerektiğini, bunun da ilk felsefe olduğu sonucuna ulaşmıştır.14 llk felsefenin iki temel konusu ve kavramı vardır: a)

Hareket etmeyen ezeli varlık:

Bu anlamda Tanrı konusu­

nu da incelediğinden dolayı "teoloji" ile içiçe olan metafizik, Aristo için fel­

sefenin en yüksek ve en değerli disiplinidir. b)

Varlık olarak varlık:

Mutlak anlamda varlık ile onun türlerini ele alan metafizik, bu yönüyle bir "genel varlık teorisi" olarak kendini göstermekte ve "ontoloji" olarak değerlendi­

rilmektedir. IS Bu iki boyutlu metafizik anlayışı, İslam filozoflarınca büyük ölçüde benimsenmiş ve bir gelenek halinde sürdürülmüştür.

Hellenistik dönemde kimi zaman inkar (Epikürcülük), kimi zaman şüphe (Septikler) ile karşılanan metafizik disiplini, Ortaçağ-Skolastik dö­

nemi boyunca teolojik yönü ağır basarak hep ön planda olmuştur. Yeni­

çağ ile birlikte Hıristiyan dogmalarının sorgulanıp tartışılmaya başlan­

ması, bir bakıma bu dogmalara akli bir temel bulmada araç olarak kulla­

nılan metafiziğin de sorgulanması ve eleştirilmesini beraberinde getir­

miş oldu. Francis Bacon'ın (ö.

1626)

her türden otoriteye karşı çıkma tav­

rının bir parçası olarak spekülatif felsefenin bir tarafa bırakılıp tabiata ve deneye yönelmenin gerektiği şeklindeki yaklaşımı, daha önce bazı istis­

nalar dışında felsefenin en üst disiplini olarak kabul edilmiş olan metafi­

ziği yeniden tartışma zeminine çekmiştir. Bacon'ın bu yaklaşımı daha sonra Hobbes (ö.

1679)

tarafındarı materyalizme kadar götürülmüştür.

Ona göre felsefe doğru düşünmedir; düşünme ise bir kavramı bir başka kavrama katma ya da iki kavramı birbirinden ayırma işlemidir. Başka bir söyleyişle doğru düşünme yani felsefe, birleştirilmesi gerekeni birleştir­

me, ayrılması gerekeni ayırmadır. Öyleyse felsefenin birleşebilen ve ayrı­

labilen şeylerden yani cisimlerden, maddi nesnelerden başka konusu yoktur. Ruhlar, melekler ve Tanrı gibi manevi-soyut şeyler

düşünülemez-. düşünülemez-. düşünülemez-. düşünülemez-. düşünülemez-. düşünülemez-.

14 Tefsir, I, 713.

15 Kaya, M., a.g.e., s. 207-208; Bolay, S.H., Aristo Metafiziği ile Gazzali Metafiziğinin Kar­

şıla.ştırılma.sı, İstanbul 1980, s. 30; Arslan, A., "Önsöz", Aıistoteles, Metafizik, s. VII.

B i r F e l s e f e D i s i p l i n i O l a r a k M e t a f i z i k HL

ler ve felsefenin konusu olamazlar; bu tür şeyler ancak inancın ve teolo­

jinin konusu olabilir. Bu durumda Hobbes'un ileri sürdüğü şey, teoloji­

den bütünüyle arındırılmış materyalist bir felsefe olmaktadır.

Leibniz'in (ö.

1716)

eleştirilerine de muhatap olan Locke (ö.

1704)

ap­

riori bilgi anlayışının hfila devam ediyor olmasının sorumluluğunu me­

tafizik, ahlak ve dini gerçeklerin bize doğuştan geldiği şeklindeki -ona gö­

re yanlış- kabulde bulmakta, buna karşı bütün fikirlerin duyular kanalıy­

la ve deney sonucunda kazanılmış olduğunun kanıtlanması gerektiğini savunmaktadır. Dış ve iç deneyin sağladıkları dışında bizim herhangi bir şeyi bilmemize imkan yoktur. O halde felsefe; cevher, öz, mahiyet gibi aş­

kın kavram ve sorunlar ile bunları konu edinen metafizikten, dolayısıyla da gözlem, deney ve endüksiyon dışındaki her türlü yöntemi bir tarafa bırakmalıdır.

Hume (ö.

1776),

"eşyanın özünün sözde bilimi" olarak nitelendirdiği metafizik yerine "eleştiri"nin konulması gerektiğini öne sürer. Hume'a göre insan zihni analiz edilerek onun, metafiziğin uğraştığı soyut ve aş­

kın problemleri çözüme kavuşturma kabiliyetinde olmadığı ortaya ko­

nulmalıdır. Bir bakıma metafiziğe başka bir yön ve konu verilmesi gerek­

tiğini savunan Hume, metafiziğin sonu gelmez spekülasyon ve teoriler­

den kurtarılarak deneyin sağlam ve pozitif alanı üzerine kurulması ge­

rektiğini söyler. Hume'un etkisi altında ve onun bıraktığı yerden alarak sürdürdüğü eleştiri ve kritik sonunda Kant (ö.

1804),

metafiziğin kaynağı olan teorik aklı pratik akla tabi kılmakla kalmamış, pratik aklın monizmi­

ni ilan etme noktasına varmıştır.

Kendisine gelinceye kadar metafiziği eleştirenler, ona yeni bir yön, konu ve metot verme düşüncesiyle bunu yapmışlarken, Auguste Com­

te'un (ö.

1857)

savunduğu pozitivizmin metafiziğe bütünüyle düşman olduğunu ve onun yerine bilimi koymaya çalıştığını görüyoruz. Ona göre insan zihninin teolojik, metafizik ve pozitivist olmak üzere üç düşünce ve felsefe yapma devresi vardır. Bunlardan ilk ikisi sona ermiş ve üçüncüsü başlamış bulunmaktadır. Teoloji ile içiçe olan metafiziğin Ortaçağ sonu­

na kadar süren egemenliği, Yeniçağ'da ortaya çıkan nominalizm-realizm tartışmasıyla sarsılmış ve pozitivist devrin zemini oluşmaya başlamıştır.

Bu dönemden başlayarak gelişen pozitif araştırmalar, adım adım teolojik ve metafizik açıklamaların yerini alacak olan sonuçları ortaya koymuş­

tur. Bu durumda, ona göre, metafiziğin egemenliği sona ermiştir. Bu da onun hiçbir zaman bilim olmamasından, her türlü sağlamlıktan yoksun hipotezlere dayanmasından, kendisinden kaynaklanan sistemlerin bile

__lA! l b n R ii ş d F e l s e f e s i

onun dayandığı temeller hakkında sürekli tartışmalarından ileri gelmiş­

tir. Bütün bunlara rağmen metafizik, Comte için, şerefli bir görevi, dini yıkmak suretiyle pozitivizme zemin hazırlama görevini yerine getirmiş ve devrini tamamlamıştır.16

Kısaca dile getirilen bu yaklaşım ve tenkitlerin de etkisiyle olsa gerek, XVIII. yüzyıla gelindiğinde, felsefenin en temel disiplini olan metafizik ye­

rine "varlık felsefesi/ilmi" anlamında olmak üzere ve teolojik yönü saf dı­

şı edilerek

ontoloji

isminin kullanılmaya başlandığı görülüyor. C. Wolff (ö.

1754)

böyle bir disiplin için,

"philosophia prima sive ontologia"

adını kul­

lanır. Daha sonraları mesela N. Hartmann (ö.

1950),

L. Lavelle (ö.

1951)

ve M. Heidegger (ö.

1976)

gibi düşünürler, ontolojinin konusunu, sınırlarını ve yöntemini kendilerine göre yeni baştan belirleme yoluna gitmişler­

dir.17 Ontolojiyi metafizik yerine ikame etmeye çalışanlara göre metafi­

zik, varlığın temel tarz ve yapısının, sadece varolanların özünü/mahiyeti­

ni ifade eden kavramların çözümlenmesiyle kavranabileceği iddiasında­

dır. Halbuki metafiziğin bu kavramlarla sınırlandırılması, onun gelişme­

sini engellemiştir. Öyleyse izlenmesi gereken yol, bütün kavramların fe­

nomenlerle karşılaştırılması ve yapılan analizlerin doğrudan doğruya gösterilebilen somut şeylere, olgu ve olaylara dayandırılmasıdır. 18

Görüldüğü gibi "metafizik" terimi etimolojik açıdan olduğu kadar, felsefe tarihinde kullanılışıyla da "fizik ötesi", "tabiat ötesi" yani tabiat ilimlerinin inceleyip açıklayamadığı ilke ve problemlerin ilmi olarak de­

ğerlendirilmiş; bu haliyle ilimleri aşan konularla uğraşmış olması yüzün­

den, ilmi metotlara dayandırılmasının güçlüğü ortaya çıkmıştır. Bu du­

rum giderek, daima en üstün felsefe disiplini olduğu iddia edilip savunu­

lan metafiziğe karşı duyulan güvenin sarsılması sonucunu doğurmuş, ayrıca metafizik karşıtı tutumların da en önemli kozunu teşkil etmiştir.19

2.

İslam Düşüncesinde Metafizik

Batı'daki serüvenini kısaca ele aldığımız metafizik disiplini, İslam dü­

şüncesi tarihinde de yine iki ayrı yaklaşıma konu olmuştur. tık İslam

filo-. filo-. filo-. filo-. filo-. filo-.

16 Bkz. L. Levy-Bruhl, Auguste Comte-Felsefesi ve Sosyolojisi (çev. Z.F. Fındıkoğlu), İs­

tanbul 1970.

17 Heimsoeth, Heinz, Felsefenin Temel Disiplinleri (çev. T. Mengüşoğlu), İstanbul 1986, s. 31; Ülken, H. Z., a.g.e., s. 125.

18 Heimsoeth, H., a.g.e., s. 109-1 10.

19 Ülken, H. Z., a.g.e., s. 123.

B i r F e l s e f e D i s i p l i n i O l a r a k M e t a f i z i k li5_

zofu olan Kindi (ö.

873)

felsefeyi

"insan sanatlarının deger ve mertebe ba­

kımından en üstünü"

olarak nitelendirip

"felsefe, insanın gücü ölçüsünde varlıgın hakikatini bilmesidir''20

şeklinde tarif ederken, "(

... ) Felsefenin en degerlisi ve mertebe bakımından en yücesi 'ilk Felsefe'dir; bununla, her ger­

çegin sebebi olan 'ilk Gerçek'in bilgisini kastediyorum

( ... )"21 dernek sure­

tiyle metafiziğin aynı zamanda teolojiyi de içerdiğini vurgulamıştır.

İslam dünyasında ortaya çıkan felsefe ekollerinden Tabi'iyyQn (Tabi­

atçılar) akımının kurucusu ve en başarılı temsilcisi olan Ebu Bekir er-Ra­

zi (ö.

925),

kaleme aldığı felsefi eserlerinden bir kısmının metafizikle ilgi­

li olduğunu, bunlardan birinin "el-İlrnü'l-ilfilıi" adını taşıdığını belirtir­

ken22, onun hayatı ve eserleri konusunda yazdığı risalesinde Biruni, er­

Razi'nin metafizikle ilgili altı eseri bulunduğundan söz eder.23 Filozofun felsefi eserlerinden günümüze ulaşan ve neşredilenlerden biri

Makale fi mdba'de't-tabf'a24,

bir diğeri de

el-llmü'l-ildhf25

adını taşımaktadır.

Felsefeyi "kendisinde hiçbir değişmenin söz konusu olmadığı, her şe­

yin etkin sebebi, hikmet, adalet ve cömertliği ile aleme düzen veren, Bir ve yüce Yaratıcı'yı bilme" hedefine yönelik bir disiplin, filozofu ise, gücü nisbetinde bu bilgiyi elde ederek "Yaratıcı'ya benzemeyi" amaçlayan ki­

şi26 şeklinde tanımlayan Farabi için metafizik

(el-ilmü'l-ildhi),

gerek ko­

nusu, gerek ilke ve delilleri, gerekse sağladığı yarar bakımından en üstün ilim ve en değerli felsefe disiplinidir.27

Kindi okuluna mensup bir düşünür olan Amiri de (ö.

992)

metafiziği, varlıkların nedenlerini araştıran ve özellikle en son gaye, ilk ve tek gerçek varlık olan Allah hakkında her türlü şüpheden arınmış kesin bilgiye ulaş­

mayı amaçlayan ve ilkesi salt akıl olan teorik bir ilim olarak görür. Elde

. . .

20 Kindi, Felsefi Risaleler, s. 139.

21 Kindi, a.g.y.

22 Ebu Bekir er-Razi, es-Siretü'l-felsefiyye, s. 101, 109; ayr. bkz. a.mlf., "Filozofça Yaşa­

ma", (çev. M. Kaya), Felsefe Arkivi, İstanbul 1990, sy. 27, s. 199.

23 Biruni, Risale fi fihristi kütübi Muhammed ibn Zekeriya er-Rdzi (nşr. P. Kraus), Paris 1936.

24 Ebu Bekr er-Razi, Resailüfelsefiyye (Beyrut 1982), s. 1 13-134.

25 A.g.e .. içinde s. 165- 190.

26 Farabi, Risale fimd yenbeği en yukaddeme kable te'allümi'l-felsefe (es-Semeratu'l­

mardiyye içinde, nşr. F. Dieterici, Leiden 1890), s. 53; ayr. bkz. a.mlf .. "Felsefe Öğ­

reniminden Önce Bilinmesi Gereken Konular" (çev. M. Kaya), Felsefe Arkivi, İstan­

bul 1987, sy.26,s. 190.

27 Farabi, Risalefifazileti'l-uliı.m ve's-sınd'dt, Haydarabad 1948, s. 1.

_H6 l b n R ii ş d F e l s e f e s i

edilmesi ebedi mutluluğun kazanılmasıyla aynı anlama gelen metafizik bilgiye ulaşmanın kolay bir iş olmadığını, ona basamak olma işlevini ye­

rine getirecek ön bilgilere ihtiyaç olduğunu belirten Amiri, metafizik bil­

giden mahrum olan bir kimsenin filozof sayılamayacağı kanaatindedir.

Ona göre aynı amaca yönelmiş olan metafizik ile din arasında herhangi bir çatışma ve zıtlık söz konusu değildir.28

lbn Sina'ya gelince, ona göre de felsefe, gücü ölçüsünde insana Zo­

runlu Varlık'ın (Tann) ve bütünüyle varlığın bilgisini kazandırmak sure­

tiyle insan ruhunun ve aklının olgunlaşıp yücelmesini sağlayan ve onu en son mutluluğa hazırlayan bir disiplindir.29

Bununla beraber İslam dünyasında, başlangıcından beri genel an­

lamda felsefe, özellikle metafizik aleyhine tavır takınan bazı düşünürler de eksik olmamıştır. Bu konuda en çarpıcı örnek Gazzali' dir (ö.

1 1 1 1) .

Fi­

lozofların metafizik konulara ilişkin görüşlerini değerlendirmek amacıy­

la kaleme aldığı

Tehdfütü'l-feltisife

ile otobiyografisi mahiyetindeki

el­

Munkız mine'd-daliil

adlı eserinde açıkça görüldüğü üzere Gazzali, bu eleştirisirıi dini ve sosyal olduğu kadar epistemolojik, psikolojik ve meto­

dolojik anlam ve değer taşıyan gerekçelere dayandırmıştır. Felsefe üst başlığı altında toplanan ilimleri kendi amacı ve yöntemi doğrultusunda matematik

(riyazi),

mantık, fizik

(tabi'i)

metafizik

(ilahi),

siyasi ve ahlaki ilimler şeklinde altı başlıkta ele alan ünlü düşünüre göre bunlardan ma­

tematik, mantık ve -büyük ölçüde de- fizik ispata dayalı/burhani bilgi üretmeleri itibariyle epistemolojik açıdan güvenilir olmaları yanında di­

ni meselelerle olumlu yahut olumsuz doğrudan ilişkili bulunmayan ilim­

lerdir. Bu durum karşısında söz konusu ilimlere din adına karşı çıkılma­

sı ve bunların eleştiri konusu yapılması gerekmediği içirı, aksine bir tu­

tum faydadan çok zarar getirir. Filozofların, siyaset ve ahlak alanındaki düşüncelerini büyük oranda peygamberler ile din büyüklerine borçlu ol­

duklarını savunan Gazzali'ye göre bunların da din açısından sakıncalı ol­

madıkları meydandır. Şu halde filozofların dini ilkelere ters düştükleri ve yanlışa sürüklendikleri alan metafizik ile fizik kapsamında incelenmekle beraber metafizik boyutu da olan sebeplilik (causalite, determinizm) ve nefis problemidir. Gazzali, bu bağlamda incelediği yirmi meseleden on yedisine dair görüşlerini hatalı ve tutarsız gördüğü filozofların alemirı ezeliliği, Allah'ın cüz'ileri bilmediği ve ahiretin ruhaniliği yolundaki

yak-. yak-. yak-. yak-. yak-. yak-.

28 Amiri, el-/'tam, s. 93; ayr. bkz., Turhan, K., Amiri ve Felsefesi, İstanbul 1992, s. 65.

29 lbn Sina, Tis'u resiiil, s. 3, 104-105.

B i r F e l s e f e D i s i p l i n i O l a r a k M e t a f i z i k HL_

laşımlarıyla dini inanç ilkelerine bütünüyle ters düştükleri sonucuna ulaşmış ve bunun küfür olduğunu belirtmiştir.30

İbn Teyrniyye (ö.

1328)

hem filozofları ve felsefeyi hem de kelamcıla­

eleştirmiş, felsefecilerin yanlış, gerçekten uzak ve çelişkili düşünce ve görüşlerinin kelamcılardan daha fazla olduğunu belirmiştir.31 Eleştirile­

rine felsefenin tanımından başlayan lbn Teyrniyye, Farabi ve İbn Si­

na'nın da benimsediği "insanın gücü nisbetinde Tanrı'ya benzemesi"

şeklindeki felsefe tanımını doğru bulmaz.32 Kur'an ve Sünnet'e ters dü­

şen görüşleri bakımından felsefecilerin, İslam inançları ve müslümanlar için Yahudi ve Hıristiyanlardan daha zararlı

(şerfr)

olduklarını ileri sürer.

Bu yüzden felsefi kıyastan şiddetle kaçınılarak Allah'a sığınılması gerek­

tiğini33 söyleyen İbn Teyrniyye, aynı zamanda filozofları yöntem ve ilim anlayışı bakımından en sapkın ve en bilgisiz insanlar olarak görür.34 Ba­

zen

"burhiln-ı bahir'

olarak dayandıkları bir delili bile bir başka yer ve konuda aklın kabul edemeyeceği bir şey diye nitelendirmekten çekin­

meyerek çelişkiye düştüklerini, bunun da Kitap ve Sünnet'e muhalefetin bir sonucu olduğunu savunur.35 İbn Teyrniyye'nin bu kanaate varması­

nın sebebi, filozofların -özellikle Aristo felsefesindeki- kainattan kopuk pasif Tanrı anlayışı36, alemin sonradan yaratılmış olduğunu kabul etme­

meleri37, nübüwetle ilgili düşünceleri38 ve dini de ilgilendiren daha baş­

ka hususlara dair görüşleridir. Buna rağmen İbn Teyrniyye, aslında felse­

fecilerin amacının varlığın bilgisine ve hakikatine ulaşmak olduğunu, ancak bir takım şüphe ve vesveseler yüzünden yanlış sonuçlara vardık­

larını da söylemeden edemez.39 Bütün bunlardan anlaşıldığına göre İbn Teyrniyye, felsefenin temelde zararlı bir disiplin olmadığı, fakat filozof taslağı

(mütefelsi/J

olarak nitelendirdiği, görüşlerini sağlam temellere

. . .

30 Gazzali, el-Münkızu mine'd-da/al (Mecmu'atü Resd'il içinde), VII, 38, 40-44; a.ınlf.

Tehdfütü'l-feldsife (thk. S. Dünya), Kahire 1957, s. 78-79, 83-85.

31 lbn Teymiyye, Der'u te'drudi'l-akl ve'n-nakl (thk. Muhammed Reşad Salim), Riyad 1979, ıx. 252.

__li8 l b n R ü ş d F e l s e f e s i

oturtamayan bazı kişilerin birtakım sakıncaların doğmasına yol açtıkla­

rını vurgulamak ister gibidir.

lbn Haldun (ö.

1406),

ilimler tasnifinde akli ilimler başlığı altında sıra­

ladığı dört ilimden matematik, mantık ve fizike

(tabiiyyat)

olumlu bakar­

ken, "ilahiyyat ilmi" dediği metafizik konusunda tutumunu değiştirir. Ke­

lamla metafiziğin adeta bir tek ilim gibi ele alınmasını doğru bulmayan düşünüre göre, kelilmın konusu vahiy ile sabit olan dini ilke ve hakikatle­

rin akıl ve mantık yoluyla temellendirilmesi, bunlar hakkında ortaya atı­

lan bazı soru ve tereddütlerin bir metot dahilinde cevaplandırılması, ls­

lam' a sokulmak istenen bidatların bertaraf edilmesidir. Dolayısıyla ke­

lamcıların yabancı kültürlerden esinlenerek yeni bir sistem kurmak gibi bir düşünceleri olmamalıdır. Hal böyle olunca, ele aldığı problemler di­

nin inanç ilkeleriyle doğrudan bir ilişkilisi olmayan tabiat ilimleri ve me­

tafiziğin kelam ilmiyle de bir alakasının bulunmaması gerekir� lbn Hal­

dun, felsefe-kelam karmaşasının, felsefe-tasavvuf konusunda da ortaya çıktığını, halbuki kelilm gibi tasavvuf ilminin de konu, yöntem ve delille­

ri itibariyle felsefeden bütünüyle farklı bir ilim olduğuna dikkat çeker.40 Bir yandan konu, yöntem ve amaçları bakımından kelam, tasavvuf ve felsefenin ayrı disiplinler olduğunu ısrarla vurgulayan lbn Haldun, bir yandan da haklı olarak felsefenin özgür bir düşünce alanı olduğunu, do­

layısıyla ileri sürdüğü teorilerin dini hakikatlere aykırı unsurlar içerebile­

ceğini, fakat her şeye rağmen bir zihin jimnastiği olarak insan düşünce­

sini keskinleştirdiğini, geliştirip zenginleştirdiğini de kabul eder. Bu ara­

da, felsefeyle uğraşacak olanların daha önce lsiami bilgilerle iyi donan­

mış olmalarının gerekliliğine dikkat çeken düşünür, aksi takdirde bun­

dan yoksun olanların birtakım felsefi spekülasyonlar karşısında bocala­

yacağı, filozofların son tahlilde birer teori olan felsefi görüşlerini bir teori olarak değil de genel-geçer bilimsel hakikatler olarak görme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklarına işaret eder.41

Meseleye farklı bir açıdan yaklaşan ve İslam dünyasının birçok ba­

kımdan bunalımlı olduğu bir dönemde yaşayan filozof Ebü'l-Hasan el­

.Amiri, felsefe karşıtı tutumların temelinde birtakım siyasi entrikaların yanı sıra bazı dindar çevrelerin lslam'ın esprisini anlayamamış olmaları gerçeğinin yattığını belirtir ve filozofların zındıklıkla suçlanmalarından

. . .

40 İbn Haldun, Mukaddime (çev. Z. K. Ugan), İstanbul 1988,

il,

606-609; bu konuda ay­

nntılı bir tahlil için bkz. Arslan, A., lbn Haldun, Ankara 1997, s. 429-437, 458-468.

41 İbn Haldun, a.g.e., III, l 12.

B i r F e l s e f e D i s i p l i n i O l a r a k M e t a f i z i k li9._

şikayet eder. Bu noktada M. Kaya'nın şu tespitine hak vermemek müm­

kün değildir:

"( ... ) Ne var ki halkın bu tepkisi, gerçekte felsefeye ve filozoflara karşı değil din ile felsefenin aynı kaynaktan geldiğini, ikisinin de aynı ama­

cı güttüğünü, fakat felsefe sadece seçkin ve kültürlü kimselere hitap ederken dinin cahil halk kitleleri için gerekli olduğunu savunanlara karşı haklı bir tepki idi. Bu konuda göz ardı edilmemesi gereken önemli bir husus da o dönemde, felsefeyi istismar vesilesi yaparak sünni müslümanlığı yıkmak isteyen Batıni-lsmaili hareketin giderek güç kazandığı gerçeğidir. Nitekim Amiri'nin ölümünden yedi yıl son­

ra, sünni olan Samani Devleti yıkılmış, böylece Şii Büveyhiler büyük bir güç kazanmıştır."42

Çünkü, İslam öncesi İran' da yaygın olan Manişeist düşüncenin bir devamı niteliğinde olan Batıniliğin, İslam dünyasında ortaya çıktığı gün­

den beri felsefeyi istismar ederek Manişeist akideyi yaşatmak ve yaymak amacını güttüğü bilinen tarihi bir gerçektir. Bu gibi art niyetlerden dola­

yı daha başlangıcından itibaren lslam toplumunun felsefeye sıcak bak­

mayışını, gerek felsefe ve gerekse İslam dünyası açısından bir talihsizlik saymak gerekir.

3.

İbn Rüşd'ün Metafiziğe Bakışı

Daha önce belirtildiği üzere ilimler sınıflamasını, varolanlann üç farklı alan oluşturduğu anlayışına dayandıran İbn Rüşd, bunlardan mad­

di olanlann fizik, hem maddeye bağlı hem de soyut olanların matematik, bu iki alanın dışında ve ötesinde olup belirli hal ve niceliği bulunmayan gayr-i maddi varlık alanının ise metafizik tarafından incelendiği kana­

atindedir.43 Metafizik, öğretim açısından fizikten sonra geliyorsa da

"varlığı" bir bütün olarak incelediği için konu, gaye ve değer itibariyle "ilk felsefe" olma imtiyazına sahiptir.44

Aristo'nun fizik ve metafiziğin sınırlannı net bir şekilde ortaya koy­

madığını45 düşünen İbn Rüşd, onun Metafizika'sına yazdığı büyük

tef-. tef-. tef-. tef-. tef-. tef-.

42 Kaya, M., "Amiri, Ebü'l-Hasen", DlA, III, 69-70.

43 Telhis, s. 2-3.

44 A.g.e., s. 7; Tefsir,

il,

710-711, 714 45 Tricot, "Giriş", Aristoteles, Metafizik, I, 48.