• Sonuç bulunamadı

B

uraya kadar ele alınmış bulunan değişim, sebep, hareket, mekan ve zaman kavramlarının ontolojik anlamda kendisine bağlı bulunduğu şey, hiç şüphesiz cisim kavramıdır. lbn Rüşd'e göre en, boy ve derinlik­

ten ibaret olan üç boyutu dışında bir başka boyutu bulunmayan, özü iti­

bariyle bir, bütün ve kesintisiz bir nicelik olan cisimler, "basit" ve "birle­

şik" olmak üzere iki sınıfa ayrılır.6

1.

Basit Cisimler

(el-ecsamü'l-basita)

Esas itibariyle biri, zıddı olmadığı için değişikliğe uğramayan, fakat yön ve boyutları bulunan gök cisimleri, diğeri madde ve suretin birleş­

mesiyle meydana gelen dört unsur olmak üzere iki tür basit cisimden söz eden lbn Rüşd, tanım bakımından bütünü ile parçası arasında bir fark bulunmadığı için, dört unsurun oluşturduğu birleşik cisimlerin de bir bakıma basit sayılabileceği görüşündedir.7

a.

Gök Cisimleri

(el-ecramü's-semaviyye): Alemi ay-altı ve ay-üstü di­

ye ikiye ayırarak değerlendiren Aristo, ay-üstü alemdeki cisimlerin, ay­

altı alemdeki basit veya birleşik bütün cisimlerden farklı bir mahiyeti olan "esir" den

(aithera)

oluştuğu, dolayısıyla zıddı bulunmadığı için de­

ğişime uğramadıkları görüşündedir. En mükemmel hareket türü olan devri hareketi gerçekleştiren gök cisimleri, Aristo için Tanrı'dan sonra ikinci derecede kutsal varlıklardır. tik ve Ortaçağın bilgin ve filozofları maddenin çekim kanununu bilmedikleri için, gök cisimlerinin devri ha­

reketindeki düzeni bunların ruh sahibi birer canlı ve akıllı varlık olmala­

rıyla açıklıyor ve onların ay-altı alemdeki varlıklardan çok daha mükem­

mel oldukları şeklinde yorumluyorlardı. Göklerin kutsallığı inancına ve astrolojiye yol açan bu teori, Yeniçağdan (Kopernik ve Galileo) itibaren

. . .

6 es-Sema' ve'l- 'alem, s. 3-4.

7 Tehafüt, I, 397-398; es-Sema' ve'l-'alem, s. 3; el-Kevn ve'l-fesiid, s. 2.

_.511 l b n R ü ş d F e l s e f e s i

astronomi ilmindeki gelişmeyle geçerliliğini yitirmiştir. Gerçi bu teori Ortaçağ İslam dünyasında başta Gazzali olmak üzere birçok düşünür ta­

rafından eleştirilmiş, fakat bunlar Aristo ve Batlamyus teorilerine karşı kozmik varlığı bütünüyle yorumlayan yeni bir doktrin ortaya konmadığı için ay-üstü filem ile ay-altı alemdeki varlıkların yapı olarak birbirinden farklı olmadıklannı açıkça vurgulama düzeyine ulaşamayan münferit çı­

kışlar olarak kalmıştır. Bu yüzden yukanda sözü edilen gökler teorisi uzun süre gündemdeki yerini korumuştur.

İslam dünyasında Aristo geleneğini sürdüren meşşfil filozoflann ilki olan Kindi'ye göre de gök cisimleri zıt niteliklerden uzak olduklan için oluş ve bozuluşa uğramazlar. Bunların hareketlerinin etkisiyle ay-altı alemde birtakım değişimler meydana gelir. Şu var ki yapı ve büyüklük iti­

bariyle birbirinden farklı olan gök cisimleri ay-altı alemdeki oluş ve bo­

zuluşa etkileri bakımından da aynı durumda değildirler. Kindi açısından gök cisimleri, oluşun yakın sebebi olduğu gibi ay-altı alemdeki varlıklar da gök cisimlerinin en yakın eseridir. Kindi de gök cisimlerinin canlı ol­

duğu görüşündedir ve bunu iki şekilde ispatlamaya çalışır. Birincisi, Kur'an' da onların Allah'a secde ettiklerini bildiren ayetin yorumunu ya­

parken ortaya koyduğu ispat tarzıdır. Ona göre secde, eksiklikten mü­

kemmele gidişi veya bir emre uymayı ifade eden itaat anlamındadır. Gök cisimleri için oluş, bozuluş ve değişme söz konusu olmadığına göre, on­

ların itaati mükemmele gidiş anlamında değil, emre uyma anlamında ol­

malıdır. Emre uyma iradeyi, irade ise yetkin bir nefsi gerektirir. Buna gö­

re Allah'a itaat eden gök cisimleri canlı ve düşünen varlıklar olmalıdır.

İkinci ispat şeklinde ise Kindi, gök cisimlerinin ay-altı alemdeki oluş ve bozuluşun yakın etkin sebebi olduğu anlayışından hareket eder. Oluş ve bozuluşa konu olan cisimler canlı veya cansız olabilir. Eğer oluşan ci­

sim canlı bir varlıksa, onun yakın etkin sebebi olan gök cisminin de can­

lı olması kaçınılmazdır; zira sebep sebepliden üstün olmalıdır.8 Bu konu­

da Kindi'nin Aristo'dan ayrıldığı önemli bir husus vardır: İslam filozofu­

na göre tümüyle evren yoktan yaratılmıştır ve yok olacaktır. Ne var ki bu yok oluşta gök cisimleri, Allah'ın takdir ettiği bir zamana kadar varlıkları­

nı herhangi bir değişime uğramadan sürdüreceklerdir. Farabi ve İbn Si­

na gibi filozoflann ise ay-üstü filemi Yeni-Eflatunculuktan esinlenerek geliştirdikleri sudur teorisi çerçevesinde açıkladıkları bilinmektedir.

8 Bkz. Kindi, Felsefi Risaleler (çev. M. Kaya), İstanbul 2002, s. 236-238.

C i s i m v e T ii r l e r i .51_

İbn Rüşd' e gelince, ona göre de diğer bütün cisimlerin aksine madde ve suretten meydana gelmeyen gök cisimleri basit cisimler olup, onlar hakkında devri hareket dışındaki hiçbir değişimden söz edilemez.9 Basit olmaları itibariyle ortak bir cins teşkil etmeyen gök cisimleri aynı türden varlıklardır. 10 Aynı şekilde dört basit unsurun sahip olduğu zıt nitelikler­

den ve zıtları kabul etmekten uzak olup, ağır veya hafif şeklinde nitelen­

dirilemeyen 1 1 gök cisimlerinin, en azından, ay-altı alemdeki cisimlerin gelip geçici olmaları anlamında oluşan ve bozulan cisimler olmadığı bi­

linmelidir. 12

Bütün bu özellikleriyle gök cisimleri, lbn Rüşd' e göre, ay-altı alemde­

ki dört unsura etki ederek onların birleşme, dönüşüm ve karışımı sonu­

cunda birleşik cisimlerin oluşmasını sağlayan uzak etkin sebeplerdir. l3 Ay-altı alemde sürekli bir şekilde cereyan eden oluş ve bozuluş, gök ci­

simlerinin devri hareketlerinin etkisiyle meydana geldiği için, bu hare­

ketlerden herhangi birinin durması yahut aksaması, alemde var olan tertip ve düzenin bozulmasına yol açar. 14 Devri hareket dışında başka herhangi bir değişikliğe uğramayan gök cisimlerinin, sözgelimi nicelik­

lerinde ortaya çıkacak bir değişme onların etkin ve edilgin olma durum­

larına yansıyacağından, bundan ay-altı alemdeki tertip ve düzen de et­

kilenecektir. 15

Ay-altı alemdeki varlıkların sebebi konumunda olan gök cisimlerinin kendileri de sebepli varlıklardır. lbn Rüşd, onların sebep ve ilkesinin, ay­

nı zamanda tümüyle filemi kuşatan cisimlerin de ilkesi sayılacağı için, ci­

sim veya cisimde bulunan bir güç olamayacağı görüşündedir. Kaldı ki ci­

simler, kendilerinde bulunan güçlerin varlık şartı olup, cisim gibi cisim­

de bulunan güçler de sonludur ve cismin bölünmesiyle bölünür. Dolayı­

sıyla gök cisimlerinin sebep ve ilkesinin bu nitelikteki bir şey olması dü­

şünülemez. 16 Gök cisimleri için hem suret hem de yetkinlik teşkil eden devri hareket, son tahlilde, bütünüyle maddeden soyut bir hareket ettiri­

ci ilkeden kaynaklanır ki bu etkin ilke, tümüyle alemin bir ve bütün

ha-9 Tehıifüt, l, 244, 398: II, 437-439, 476.

10 A.g.e., I, 409-410.

1 1 A.g.e., I, 1 13, 391, 394.

12 A.g.e., I, 353-354.

13 A.g.e., I, 353-354; II, 633-634; Telhis, s. 48.

14 Tehıifüt, l, 1 16-1 17.

15 A.g.e., I, 131, 229.

16 A.g.e., I, 335.

--52. l b n R ii ş d F e l s e f e s i

!inde varlığının da ilkesi olan Allah'tır.17 Gök cisimlerinin bu hareketi, 11-ke'ye yönelik "sevgi" ve O'nun "emrine itaat"in bir sonucu olarak gerçek­

leşir; başka bir açıdan bakıldığında ise gök cisimleri, kendilerine özgü ha­

reketleri gerçekleştirmeleri için yaratılmışlardır.18

Ay-altı alemdeki varlıklara bakıldığında onlardan bir kısmının belli amaçlarla belli işlevleri yerine getirdikleri görülür ki bunlar canlı ve bilgi­

li varlıklardır. lbn Rüşd bu tespitten kalkarak, aynı durumun gök cisimle­

ri için de geçerli olması gerektiği, belli bir amaca yani ay-altı alemdeki nesnelerin var olması ve varlıklarını sürdürmesini sağlamaya yönelik olarak son derece düzenli hareketleri bulunduğuna göre onların da can­

lı ve bilgili varlıklar olabilecekleri sonucuna ulaşır. 19 Gök cisimlerindeki düzenli hareketin nefis değil de tabiattan kaynaklandığının düşünülebi­

leceğini, fakat bu cisimlerin birbirine karşıt iki tür hareketi bulunduğu, bunun ise tabiatla açıklanamayacağını belirten fılozofumuz20, her biri­

nin belli ölçüsü ve şekli bulunan gök cisimlerinin bu düzenli hareketleri­

nin onların nefis sahibi oldukları anlamına geldiği konusunda ısrarlı gö­

rünmekle21 birlikte, bu canlılığın, ay-altı alemdeki türden bir canlılık şeklinde düşünülmemesi gerektiğini de önemle vurgulamaktadır. 22

b. Dört

Unsur

(el-andsıru'l-erba'a):

Ay-altı alemde bulunan ve toprak, su, hava ve ateşten ibaret olan dört basit cisim ilk madde

(heyula)

ile ilk zıtların birleşmesiyle meydana gelmiştir. İbn Rüşd ilk zıtlar olarak sıcak­

lık, soğukluk, yaşlık, kuruluk, ağırlık ve hafiflik olmak üzere altı nitelikten söz ediyorsa da ağırlık ve hafifliğin kurucu unsur sayılmadıklarını belir­

tir. 23 Çünkü ağırlık ve hafiflik, birleşik varlıkların oluşmasını sağlayan ka­

rışımın

(ihtilat)

gerçekleşmesi bakımından bir unsurda bulunması gere­

ken etkin veya edilgin olma özelliğinden yoksundur.24 Buna karşılık basit cisimlerin unsuru durumundaki sıcaklık ile soğukluk etkin, yaşlık ile ku­

ruluk ise edilgindir.25 Sıcaklık, aynı türden ve mütecanis (homojen) ci­

simlerin toplanmasını

(cemt

aynı türden ve mütecanis olmayanların da

. . .

C i s i m v e T ü r l e r i .5.3_

(heterojen) ayrılmasını

(temyiz)

sağlamakla beraber, ilki onun asli diğeri ise ikinci derecede işlevidir. Etkin bir nitelik olan soğukluk da hem müte­

canis, hem de mütecanis olmayan cisimlerin toplanmasını sağlar ki bu durumu soğuğun etkisiyle donan cisimlerde açıkça görmek mümkündür.

Edilgin bir nitelik olan yaşlık

(er-rutııbe)

başka bir şeyin dağılmasını

(in­

hisar)

kolaylaştırma özelliğine rağmen özü bakımından zor dağılırken, yi­

ne bir edilgin nitelik olan kuruluk

(el-yubüse)

yaşlığın tam tersi özellikler taşır.26 Basit cisimlerin her birinde bu dört zıt nitelikten yalnızca ikisinin bulunduğunu belirten İbn Rüşd' e göre, böyle değil de dört zıt nitelikten her biri birer basit cisimde bulunmuş olsaydı, birleşik cisimler meydana gelemezdi; çünkü o takdirde dört unsur arasında bir yakınlaşma olama­

yacağı gibi, zıtlar bir arada bulunamayacağı için herhangi bir karışım ve eşleşme de

(müzdvicat)

söz konusu olamazdı. Buna göre her basit cisim­

de soğuk-kuru, soğuk-yaş, sıcak-yaş, sıcak-kuru şeklinde birbirinin zıddı olmayan biri etkin diğeri edilgin olmak üzere ikişer nitelik bulunabileceği için, basit cisimlerin sayısı dört olmuştur.27 Bütün birleşik cisimlerin un­

suru

(ustukus)

durumundaki basit cisimler arasında en temel konuma sa­

hip olanı topraktır. Temel unsur olarak bütün birleşiklerin terkibinde yer almakla birlikte tabiatı gereği kuru olan toprağın kendiliğinden toplan­

ması, dağılması ve şekle bürünmesi mümkün değildir. Dolayısıyla onun değişmesi ve şekil alması, kuruluğun zıddı olan yaşlık niteliği ağır basan su ile karışımı sayesinde gerçekleşir. Öyleyse bütün birleşik cisimlerde toprak ve su unsurunun bulunması zorunludur. Bu durumda birleşikte bulunması gereken dengenin

(et-te'ddün

sağlanabilmesi ve zıt nitelikler arasında bir orta

(el-mütevassıt)

halin gerçekleşebilmesi için, diğer iki ba­

sit unsur olan ateş ile havanın da birleşime katılması gereklidir.28 Basit cisimlerin birbirlerinden oluşmaları ya da birbirlerine dönüş­

melerinin söz konusu olduğunu belirten İbn Rüşd, bunun üç şekilde ger­

çekleştiğini söyler: En kolay gerçekleşen birinci şekil, toprağın suya, su­

yun havaya, havanın ateşe dönüşmesi -bunun tersi de mümkündür- şek­

linde birbirine yakın

(mücavir)

unsurlar arasında görülür. Sözgelimi top­

rağın kuruluk vasfının bozulmasıyla yaşlık ortaya çıkar ve soğukluk artar;

böylece toprak suya dönüşür.29 Dikkat edilirse burada yalnızca bir nite­

liğin değişmesi dönüşüm için yeterli olmaktadır. En zor gerçekleşen

ikin-. ikin-. ikin-. ikin-. ikin-. ikin-.

26 A.g.e., s. 17-18.

27 A.g.e., s. 18, 19.

28 A.g.e., s. 20.

29 A.g.e., s. 23

_M l b n R ü ş d F e l s e f e s i

ci şekil ise, ateşin suya dönüşmesinde olduğu gibi, karşılıklı olarak iki zıt niteliğe sahip ve birbirine uzak olan basit cisimler arasında söz konusu­

dur. Burada dönüşümün gerçekleşebilmesi için iki niteliğin birden de­

ğişmesi gerekmektedir. Mesela hem sıcaklık hem de kuruluk niteliği bo­

zulup soğukluk ve yaşlık ortaya çıkmadan ateşin suya dönüşmesi müm­

kün değildir. Havanın toprağa ya da toprağın havaya dönüşmesi de an­

cak bu ikinci şekilde olabilir.30 Üçüncü şekilde ise iki basit cisimden bi­

rer nitelik değişir ve ikisi bir üçüncü basit cismi oluştururlar ki ateş ile su­

dan hava ve toprağın oluşması bu şekilde gerçekleşir. Hava ateşin kuru­

luğu ile suyun soğukluğunun bozulup kalan iki niteliğin yani sıcaklık ile yaşlığın terkibinden meydana gelirken toprak, ateşin sıcaklığı ile suyun yaşlığının ortadan kalkmasıyla oluşur.3 1 Bu üçüncü şekil birinciden zor, ikinciden ise daha kolaydır.

2.

Birleşik Cisimler

(el-ecsdmü'l-mürekkebe)

lbn Rüşd, herhangi bir varlığın nicelik-nitelik, cevher-araz, zat-sıfat, cins-fasıl ya da -doğru anlamında varlık anlaşılmak şartıyla- varlık-ma­

hiyet açısından bölünebileceğine dikkat çeker ki bu aynı zamanda birle­

şik olan bir şeyin çokluk özelliği taşıdığı anlamına da gelmektedir.32 Filo­

zofumuza göre birleşiklik

(et-terkfb)

iki şekilde ortaya çıkabilir: tık olarak birleşiklik, birleşik varolanın

(el-mevcudü'l-mürekkeb)

varlığına eklen­

miş bir kavramdan ibaret olup33, bir bakıma hareketlilik gibi, varolanın özüne eklenmiş edilgin bir niteliktir. Dolayısıyla bu tür birleşiklikle nite­

lenen varolanları "özü sebebiyle birleşik" ve "başkası sebebiyle birleşik"

diye sınıflandırmak mümkün olmadığı gibi, geriye doğru gidildiğinde öncesiz bir birleşikte durulması da gerekmez.34 ikinci tür birleşiklikte ise, -madde-suret ilişkisinde olduğu gibi- birleşik şeylerin varlıkları orılann birleşikliği demektir; bir başka deyişle buradaki birleşiklik birleşik şeyin varlık şartıdır. Bu durumda o birleşiğin varlığının birleşiklikten önce gel­

mesi düşünülemez. Filozofumuza göre bu niteliği taşıyan birleşiklik, se­

bep ile sebeplinin birlikte bulunmasını gerektiren bir etkin sebebe ihti­

yaç duyar.35 Bu tür birleşikliğin gerçekleşmesi konusunda üç ihtimalden

. . .

30 Ag.e., s. 23-24.

31 A.g.e., s. 24.

32 Tehdfüt, il, 475-480.

33 A.g.e .. I, 261.

34 A.g.e., il, 516-517.

35 Ag.e., I, 261; il, 495, 738.

C i s i m v e T ü r l e r i ll_

söz edilebileceğini söyleyen İbn Rüşd bunları şöyle açıklar: Ya birleşecek olan parçalardan her biri diğerinin varlık şartı olarak birbirlerini gerekti­

rir veya parçalardan hiçbiri diğerinin varlık şartı değildir ve onu gerektir­

mez yahut da yalnızca biri ötekinin varlık şartıdır ve onu gerektirir. Aris­

to gibi İbn Rüşd'e göre de birinci ihtimalde gündeme geldiği şekilde par­

çaların birbirlerinin varlık şartı olmaları ve karşılıklı olarak birbirlerini gerektirmeleri, birleşikliğin gerçekleşmesi için yeterli değildir. Zira par­

çalar da fiili varlıklarını ancak birleşiklik sonucunda kazanacağı için, bir­

leşikliğin yeter sebebi olamazlar. Birleşiklik de kendi kendisinin sebebi olamayacağına göre, bu durumda hem parçaların hem de birleşik varo­

lanın yokluktan varlığa çıkmasını, daha doğrusu birleşikliği, gerçekleşti­

recek olan bir etkin sebebin bulunması gerekmektedir.36 Birinci ihtimal­

de bile birleşikliğin kendiliğinden gerçekleşmesi mümkün olmadığına göre ikinci ve üçüncü durumlarda da mümkün olmayacağı açıktır. O hal­

de birleşik bir şeyin kendi özü dolayısıyla var olması mümkün değildir.37 Bu noktada birleşikliği ve dolayısıyla birleşik şeylerin var olmasını sağlayan etkin sebebin ne olduğu sorusunun gündeme geleceğine dikkat çeken İbn Rüşd'ün bu soruya vereceği cevabı, onun düşünce sisteminde ortaya çıkan farklı varlık türleri ve mertebeleri açısından ayrı ayrı değer­

lendirmek ve bulmak gerekir. Ancak filozofun etkin sebep konusunda yaptığı yakın ve uzak etkin sebepler ayırımından yola çıkarak, bütün var­

lık kategorilerinin ortak ve en uzak etkin sebebinin tık tlke olduğunu söy­

leme imkanına sahibiz.

Daha sonra hem oluş ve bozuluşun sebepleri hem de varlık ilkeleri konusunu işlerken ele alınacak olan dört sebep teorisinden yola çıkan İbn Rüşd, birleşik cisimlerin madde sebebinin dört unsur olduğunu38;

suretlerini ise gök cisimlerinin devri hareketi ile aralarındaki etkileşim­

den aldıklarını söyler.39 Yukarıda değinildiği üzere gerek dört unsurun oluşması ile kendi aralarındaki değişme ve dönüşmede, gerekse ilk birle­

şiklerin oluşmasında yakın etkin sebep işlevi gören gök cisimleriyle bun­

ların hareketlerinin, ay-altı alemin işleyişinde de önemli etkisi vardır. Bu­

nunla beraber birleşik cisimlerin kendi aralarında da sebep ve sebepli ilişkisi söz konusudur. Bu itibarla birleşik bir cisim maddi sebep

olabildi-36 A.g.e .. 1, 262; il, 518.

37 A.g.e., il, 495, 518-519.

38 Telhis, s. 48.

39 Teluifüt, I, 300-301.

_56 l b n R ii ş d F e l s e f e s i

ği gibi etkin sebep de olabilir. Nitekim her birleşik varolan kendisiyle ay­

nı tür ve mahiyetteki bir başka birleşik varolandan meydana gelir. Sözge­

limi insanın bir başka insandan, atın bir diğer attan meydana gelmesi, et­

kin sebep ile eserin tür bakımından bir ve benzer oluşuna; katırın eşek­

ten doğması ise bunların cinste bir fakat türde benzer ve uygun oluşla­

rına birer örnektir.4° Kendiliğinden meydana gelen hayvan ve bitkilerin failinin ne olduğu konusunda Aristo'yla aynı görüşü paylaşan İbn Rüşd'e göre, basit cisimler gibi onların failleri de gök cisimlerinin hareketleri olup, Farabi ve İbn Sina'nın ileri sürdüğü gibi "fa'fil akıl" değildir. Zira birleşik cisimlerin failinin doğrudan cisim olmasa bile en azından cisim­

de bulunan bir şey olması gerekir.41 Birleşik cisimler içerisinde ayrı bir yeri olan canlılara canlılığı verenin bir başka ilke olması gerektiğini savu­

nan İbn Rüşd, bu ilkeye farklı isimlerin verildiğinden söz ederek, sözgeli­

mi Galen "sil.retlendiren güç"

(el-kuvvetü'l-musavvire)

derken bazıları­

nın onun ayrık bir ilke, akıl, nefis, gök cismi olduğunu ileri sürdüklerini bazılarının ise İlk İlke olarak gördüklerini belirtmekte ve kendisi de bu son görüşe katılmaktadır.42

Birleşik cisimlerin belli başlı niteliklerine gelince, her şeyden önce onlar "değişim"e tabidirler ki bu aynı zamanda onların oluşan ve bozu­

lan, hareketli, dolayısıyla mekan ve zaman ile ilişkili oldukları anlamına gelmektedir. 43

40 A.g.e., I, 351-352; II, 619; Telhis, s. 46.

41 A.g.e., s. 47.

42 Tehafüt, l, 352-353.

43 A.g.e., I, 141-142, 295-296, 353; II, 739; Telhis, s. 62, 67-68; Telhisü Kitabi'n-Nefs, s. 3-4.

Değişim ve Türleri

I

bn Rüşd organik ve inorganik her türden varolanda görülen değişim

(teğayyür)

olgusunu, Aristo'da olduğu gibi, "yer değiştirme"

(en-nuk­

le),

"artma-eksilme"

(en-nümuvv ve'n-naks),

"dönüşüm"

(el-istihale)

ile

"oluş ve bozuluş"ta

(el-kevn ve'l-fesad)

dahil olmak üzere dört kategori­

de ele almakla44 beraber, bunlardan ilk üçünü tereddütsüz "hareket"

olarak değerlendirirken "oluş ve bozuluş"u bunlardan ayrı tutma eğili­

mindedir. Hareket olarak değerlendirilen değişim türlerinin hepsinde, başlangıcından bitimine kadar değişimin üzerinde gerçekleştiği somut ve fiilen var olan bir nesne bulunmaktadır. Nitekim hareket, kendisinde kuvve hali bulunmakla birlikte fiilen mevcut olan bir nesne üzerinde ve belli bir süre içinde gerçekleşen bir olgu ve kuvve halinde bir yetkinlik­

tir.45 Dikkat edilecek olursa burada sözü edilen kuvve hali, salt kuvve halinden farklı olarak, fiil halindeki bir varolanda bulunan kuvve halidir.

Buna göre mutlak kuvve halindeki "ilk madde"nin

(heyula)

bir "sfıret"e bürünerek fiil alanına çıkmasıyla basit cisimlerin "oluş"ması gibi, bun­

ların birleşmesiyle var olan nesnelerin "oluş"ması da biraz önce tanım­

lanan hareketten farklıdır. Her ne kadar birleşik cisimlerin "oluş"unda, basit unsur bile olsa, değişime konu olan fiili bir nesnenin bulunduğu düşünülebilirse de diğer değişim türlerinde onların üzerinde geçekleşti­

ği "öz" yahut "cevher" değil, o öze ait bir "araz" olan "nicelik", "nitelik"

ve "yer" de bir değişme söz konusudur. Oysa oluş ve bozuluşta bir cev­

her "oluş"urken başka bir cevher "bozuluş"a uğramaktadır.46 Şu halde lbn Rüşd'e göre birer değişim olan oluş ve bozuluş ile hareketi birbirin­

den ayrı tutmak gerekmektedir.

44 A.g.e., s. 12; Telhis, s. 32; Tefsir, III, 1437-38; Tehdfüt, !, 65-66.

45 es-Semd'u't-tabf'I, s. 58.

46 A.g.e., s. 58.

_.5.1 l b n R ii ş d F e l s e f e s i