• Sonuç bulunamadı

1.3. Geçmişten Günümüze İslamofobiyi Besleyen Nedenler

1.3.7. Trajik Olaylar: Terör Eylemleri

Trajik olaylar ifadesinden kasıt, bombalı saldırılar, intihar eylemleri gibi terör eylemleridir. Özellikle Avrupa’da son yıllarda artan terör eylemlerinin arkasında imzası bulunan El-Kaide53, DAEŞ54, gibi İslami(!) terör örgütlerinin yaptığı terör eylemleri ve saldırılar, İslam dinine mal edilmektedir. Bazen dinle ilgisi olmayan kişi ve gruplar terör eylemlerine kötü niyetli ya da kasıtlı olarak

53 Gürbüz, 1980’lerin sonunda Amerika, Suudi Arabistan ve Avrupalı devletlerin yönettiği Afgan

cihadında verilen mücadele sırasında ortaya çıkan El-Kaide’nin, etnik bölünmeleri aşma, Müslümanları baskıya karşı savunacak ‘uluslararası bir ordu’ yaratma gibi bir amaçla kurulduğunu (2008:125) ifade etmektedir. Radikal İslamcı gruplarla bağlantılı olan ve bu gruplar tarafından sürekli desteklenen El-Kaide, dünya genelinde hücre yapılanmasına sahiptir. 2001 yılı sonlarında (koalisyon güçleri Taliban'ı iktidardan indirene kadar), El-Kaide’nin merkezi Afganistan'da bulunmaktaydı. Fakat 2001’den sonra EI-Kaide küçük gruplar halinde Güney Asya, Güneydoğu Asya ve Ortadoğu’ya yayılmışlar (Katman, 2012:66), özellikle bu bölgelerde Amerikan hedeflerine yönelik olarak terörist saldırılar gerçekleştirmeye başlamışlardır.

54 DAEŞ olarak adlandırılan örgüt, dönem dönem farklı isimler kullanmıştır. Günümüzde medya ve

siyasette DEAŞ, IŞİD gibi farklı şekillerde de telaffuz edilen örgüt, dünyada da ISI, ISIS, Daesh olarak da kullanılmaktadır. Örgütün farklı isimlerinin olması, kendilerinin yaptıkları isim değişikliğinden kaynaklanmaktadır. Günümüzde Türkiye’de örgüte medya ve siyasette genellikle DAEŞ dendiğinden, bundan sonraki kısımda da DAEŞ olarak kullanılacaktır.

Kökeni ilk olarak 1999 yılında Afganistan’da, Ebu Musab el-Zerkavi tarafından atılan DAEŞ, 2004 yılında El-Kaide ile bağlantılı hale gelmiş ve Irak El-Kaidesi ismini almıştır (Zelin, 2014:2). 2007’den itibaren, ABD’nin etkisi ile gücünü kaybetmeye başlayan örgütün, 2010 yılında liderinin öldürülmesiyle, yerine Ebu Bekir el-Bağdadi geçmiştir. DAEŞ, 2011 yılında Amerika’nın Irak’tan çekilmesinden sonra yeniden güçlenmeye başlamıştır (Erdoğan ve Deligöz, 2015:6). Örgütün asıl amacı, Irak’ın Sünni çoğunluğunu kapsayan aşırılıkçı ideolojiyi temel alan bir devlet kurmaktı (UN Report, 2014:35). Nitekim liderleri El-Bağdadi 8 Nisan 2013 tarihinde, Irak ve Şam İslam Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiş olmasına rağmen, bu karar El-Kaide tarafından tanınmamış ve böylece DAEŞ’in El-Kaide ile bağlantısı kopmuştur (Erdoğan ve Deligöz, 2015:6). Bağdadi, 29 Haziran 2014’te ise halifeliği ve İslam Devletini kurduğunu ilan etmiştir (Clarion Project, 2014:6). Birleşmiş Milletler’in 2014’te yayınladığı rapora göre DAEŞ’ta, 80’den fazla ülkeden yaklaşık 15 bin yabancı savaşçının son dönemde Irak ve Suriye’ye giderek El Kaide ile bağlantılı grupların saflarına katıldığı belirtmektedir (UN, 2014:8). DAEŞ’in eylemlerine bakıldığında ise, bilindiği üzere, Müslüman veya gayri-Müslim olsun onlarca ülkede farklı terör saldırıları düzenlemiştir ve düzenlemeye de devam etmektedir.

katılırken, bazı cahil Müslümanlar da köktenci İslam aldatmacalarına kanmakta ve teröre destek vermektedirler. Bu cihad gruplarının gerçekleştirdiği terör olayları ve saldırılar, yalnız Batı’yı değil tüm dünyayı etkilediği gibi, İslam ve Müslümanlara zarar vermektedir.

Burada vurgulanması gereken bir nokta, “Din” ve “terör” kavramlarının birlikte telaffuz edilmesi her ne kadar gerçekleştirilen eylemlerin niteliğini “dinin terörü beslediği”ne dair kanaatleri güçlendiriyor gibi görünse de aslında “beslemek” ya da “desteklemek”ten çok “besler gibi göründüğü” şeklinde yorumlamanın daha doğru olduğudur. Diğer bir deyişle dini terör, bir dine mensup kişi veya grupların uyguladıkları şiddeti meşrulaştırmada dini araç olarak kullanmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa genel kabul gören görüşe göre dinler, toplumda terör ortamının oluşmasına destek vermediği gibi, birleştirici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle “dinî terör” ya da İslami terör yerine “dinî motifli terör” demek daha doğru olacaktır (Aydın ve Türkoğlu, 2007:164). Yani bu kavram, “dinin motive ettiği” anlamında değil, “dinî görünümlü” terör anlamında kullanılacaktır.

Kelime anlamı itibariyle; dehşete düşürme, korkutma, şaşırtma, kafasını karıştırma gibi anlamlara gelen terör kavramının en kapsamlı tanımı; “saldırılan veya korkutulan sivil ve masum kurbanlar aracılığıyla, hedeflenenden daha büyük bir kitleyi yıldırıp, korkutarak yasa-dışı stratejik ve siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için bir grubun ya da devletin, bilinçli ve planlı bir biçimde şiddet kullanması veya kullanma tehdidinde bulunması” (Ergil, 1991:171) olarak tanımlanabilir. Terörün pek çok nedeni vardır. Sosyal varlık alanında gerçekleşen olay, olgu ve süreçleri tayin eden belirlenim ilkeleri, zaman, mekân-coğrafi çevre, din, ekonomi, eğitim, zihniyet dünyası, sosyokültürel normların yanı sıra, tüm bunlara nüfus ve tabakalaşma faktörleri de eklenebilir (Aydınalp, 2011:75). Dolayısıyla, terörizm denen olgu, tüm bu etmenler altında şekillenmektedir.

Terör, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürge mücadeleleri, rehin alma, adam kaçırma, tehcir, bombalama, intihar saldırısı ve hava saldırısı gibi yöntemlerle biçim değiştirmiştir. Bu dönüşümle terör, çağdaş terör olarak adlandırılmaya

başlanmıştır.55 Herhangi bir hedef, zaman, mekân ya da metot gözetmeyen çağdaş terörün, çoğu kez vatanı ve sınırları da yoktur. Büyük ölçüde, siyasi ve diplomatik olarak görece ulaşılamayan, bölgesel olarak akıcı şebekeler şeklinde işlemektedir (Smelser ve Mitchell, 2011:11). Çağdaş terör tartışmaları, daha çok dini/kutsal terör üzerinden işlemekte ve terörist grupların temel belirleyici özelliği gibi sunulmaktadır. ‘Dini terör’, “dini inancın onayladığı, emrettiği ya da ilahi bir emirle gelmiş bir amacı yerine getirmek maksadıyla gerçekleştirilen şiddet” faaliyeti (Aydınalp, 2011:67) anlamına gelmektedir.

Bruce Hoffmann’a göre, dini motifli terörizmde şiddet, öncelikle bazı teolojik istekler ya da zorunluluklara doğrudan tepki olarak yürütülen ‘kutsal bir eylem’ ya da ‘ilahi bir görev’ olarak telakki edilmektedir. Terörizm, böylece aşkın bir boyut kazanmaktadır. Dini görünümlü terörün, seküler terörden daha ölümcül bir tür olduğunu ifade eden Hoffmann bunun gerekçesini, dini terörün değerler sistemi, moralite anlayışları, meşrulaştırma yöntemleri ve alternatif dünya görüşlerinin farklı olmasına bağlamaktadır (1998:94). Dini terör grupları, geniş bir şekilde tanımlanmış bir düşmanın ortadan kaldırılmasını istemektedirler (McAllister ve Schmid, 2014:73).

Dini terör bağlamında Batı, son yıllarda “İslami terör” kavramını geliştirmiştir. Böylece, Müslümanların ve İslam’ın Batı tarafından “terör ve şiddet” kavramlarıyla beraber anılmaya başlanması, terörün yayılmasına ve küreselleşmesine neden olmuştur. Özellikle ABD’deki 11 Eylül saldırıları sonrası, El-Kaide ve müttefiklerinin İslamcı kutsal savaş anlamına gelen ‘Cihad’ ile kâfirlere (gayri-Müslimlere) karşı şiddet eylemleri başlatması, dünyada büyük değişikliğe neden olmuştur. Bu durum, İslam’ı ve İslam dünyasını bir güvenlik ve istikrar krizine sürüklerken, Batı’da ve başka yerlerde de laik demokratik ulusların gelecekteki güvenliğine karşı bir tehdit oluşturmaktadır (Khan, 2009:1). Bütün

55 Tanımından türlerine, sebeplerinden kuramlarına kadar çok geniş bir konu olan terörün; ‘devlet

terörü’, ‘devlete karşı terör’, ‘iç terör’, ‘uluslararası terör’ gibi türleri bulunmaktadır (Aydınalp, 2011:56). İsrail’in Filistin halkına karşı dönem dönem dozunu yükselttiği saldırı ve şiddet eylemleri devlet terörünün en açık kanıtı durumundadır. Birmanya’da Budist toplulukların Arakan Müslümanlarına yaptıkları ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Hristiyan Anti -Balaka örgütünün Müslümanlara yönelik terörü de aşıp soykırıma varan şiddet eylemleri gerçekleştirmeleri yine devlet terörünün en bariz örnekleri arasında gösterilebilir. Ancak, özellikle Batı medyasında şiddet ve terörle ilişkilendirilen tek dinin İslam olduğu görülmektedir (Ergül, 2015:313).

dinler, barışı, adaleti, kardeşliği, sevgiyi ve yardımlaşmayı önermektedir. Ne var ki gerek geçmişte gerekse günümüzde hemen hemen tüm dinlerin mensupları arasında dini bir kılıfla gayri meşru şiddete başvuranlar ortaya çıkmaktadır (Ergül, 2015:313). Özellikle son yıllarda dini terör örgütü adıyla haberlere konu olan bazı örgütlerin yaptıkları eylemler, saldırılar, katliamlar artmıştır. Bu durum, insanların zihinlerinde teröristlerin birlikte anıldığı dinlerin de yanlış veya olumsuz anlaşılmasına neden olduğu gibi (Cereci, 2015:6), din ile şiddetin birlikte anılmasına da yol açmaktadır.

Şüphesiz, dinler arasında geçmişten gelen birbirlerine karşı getirdikleri imajlar vardır. Toplumlar, kendilerini başka toplumlara tanıtmada çaba göstermektedir ve bu çaba içerisinde İslam; kan, ölüm, fanatizm, şiddet ve baskıcı bir din şeklinde kurgulanmıştır. İslam, yayılması kılıçla temin edilen ve günümüzde de İslami uyanışın, şiddet ve baskı rejimlerini de beraberinde getireceği gibi suçlamalara hedef olmuştur (Avşar, 2010:153). Bu bağlamda, geçmişte Haçlı edebiyatında ve sanatında İslam’ın, bir “kılıç dini” olduğu miti yayılırken, günümüzde bu mit “terörist Müslüman/Müslüman terörist” imajına dönüştürülmüş (Samur, 2016:304), dolayısıyla İslamofobik algının en önemli argümanlarından biri haline gelmiştir. Hiç şüphesiz bu imajın oluşturulmasında en büyük yardımcı mecra, medyadır. Batı medyasında, eylem yapan failler İslamcı terörist, aşırı İslamcı, köktendinci Müslüman, Müslüman terörist ve cihadist gibi kavramlarla betimlenmektedir. Bu betimlemeler dünyada herhangi Müslüman bir toplumdan çıkan failler için geçerli olmaktadır. Bu kavramlaştırmalar bir yandan tüm Müslümanları yaralayıp, onları incitme ve yaşadıkları toplumdan dışlanma hissine neden olurken; diğer yandan İslam’ı ve Müslümanları tanımayan Batılılarda İslamofobik olarak nitelendirilen önyargı, kin, nefret söylemi ve şiddet eylemlerini artırmaktadır (Ergül, 2015:302). 1993 yılının Kasım ayında İngiliz The

International Herald Tribune gazetesi İslami terör ile ilgili şu ifadeleri yazmıştır: “İslami köktencilik56 hızlı bir şekilde küresel barışın ve güvenliğin en büyük tehdidi

56 Köktencilik, Latince kökenli fundamentum kelimesinden türemiş olup, ilk defa Amerika

Protestanlığı içinde 20. yüzyılda kullanılmıştır. Köktencilik kavramı, bir hayli tartışmalıdır. Genellikle esneklikten yoksunluk, dogmatizm, otoriteryanizm ve hatta şiddet ile birlikte ele alınmıştır. Köktencilik, yalnızca kutsal metinlerin tam hakikat olma niteliği iddia etmekten ibaret olmayan bir dini-siyasi hareket veya proje fikrinin taşıyıcısı olma avantajına sahip olmaktadır. Dini

haline gelmekte ve aynı zamanda terörizm yoluyla ortaya çıkan ulusal ve bölgesel rahatsızlıkların da sebebi olmaktadır. İslami köktencilik, 1930’larda Nazizm ve faşizmin, daha sonraları da 1950’lerde Komünizmin sergilediği tehdidin bir benzeridir...” (Uzun, 2012:57-58). Bu türden söylemler ve yayınlar, Batılıların

İslam’a yönelik var olan endişe ve kaygılarını artırmaktadır. Bu söylemlerin yanı sıra Batılı entelektüeller tarafından ortaya atılan Medeniyetler Çatışması, yeni Haçlı

Seferleri, Eurabia gibi ifadeler, Avrupalılardaki mevcut endişeyi tırmandırmaktadır

(Qureshi ve Sells, 2003:5).

11 Eylül ve sonrasındaki terör saldırıları, İslam’a ve Müslümanlara yönelik olumsuz algının gerekçelerini de değiştirmiştir. Firestone, İslamofobinin son birkaç on yılda artmasının nedeninin, Batı’da ekonomik ve sosyal problemlerden ve özellikle de 1960’lardan sonra Batıya olan Müslüman göçün gözle görülür oranda artmasına bağlamaktadır. Buna göre, İslamofobideki en büyük artış, 11 Eylül saldırıları ve daha sonra Londra ve Madrid’deki terör saldırıları ile olmuş ve İslamofobi, Batılı liderlerin bu saldırılara verdikleri tepkilerin doğasına göre şekillenmiştir. Bu çirkin olaylar her ne kadar olağanüstü şok etkisi yaratsa ve dehşet verici olsalar da İslamofobinin nedeni değildir. Onlar, aslında, İslamofobiyi en son tetikleyen unsurlardır (2010:48). İslamofobi, hepsinin aynı şekilde, İslam’ın bir

korku ya da fobisi olan bir ideolojik çekirdeğin ortaya çıkardığını ileri sürerek, her

çeşit söylem, konuşma ve eylem biçimlerini bir araya getirmektedir (Maussen, 2006:100). Bu bağlamda İslamofobik algıdaki nedenler 1990’lı yıllarda, göçmen ve azınlık katılım politikaları, kültürel asimilasyon gibi sosyo-ekonomik temelli iken, 2000’li yıllarda sorunun neredeyse tamamı terör ve güvenlik meselesi üzerinden inşa edilmiştir (Cesari, 2009:1-2).

11 Eylül saldırılarıyla başlayan ve Avrupa’da da devam eden terör saldırılarında pek çok sivil hayatını kaybetmiştir57. Terör saldırılarına suikastlar da

köktencilik, din ile siyaset arasındaki ayrımı reddetmekte ve buna göre siyaset, aslında din olmaktadır. Dolayısıyla köktenci eğilimler, dünyadaki Hristiyanlık, İslamiyet, Hinduizm, Yahudilik, Budizm, Sihizm gibi belli başlı bütün dinlerde görülebilmektedir. Fakat, dini köktenciliğin bazı biçimleri, hedefleri sınırlı ve özgül olduğu için çoğulculukla birlikte yaşayabilmesine rağmen, dini köktenciliğin özellikle İslami köktencilik gibi diğer biçimleri, devletin dini ilkeleri esasına göre yeniden inşa edildiği ve siyasi pozisyonun kişinin dini hiyerarşi içindeki yerine bağlı bulunduğu bir teokrasi kurma amacı nedeniyle devrimcidir (Heywood, 2016:321).

eklenmiş ve 2 Kasım 2004’te Hollandalı film yönetmeni Theo van Gogh, Faslı bir göçmen tarafından öldürülmüştü. 2004 yılında kurulan ve çoğunlukla Suriye ve Irak’ta faal olan DAEŞ terör örgütü sık sık katliamlar yapmakta, bu katliamları şova çevirerek tüm dünya medyasıyla paylaşmakta ve insanların dayanamayacağı ölçüde vicdanlarını rahatsız eden görüntülerle korku salmaktadır (Cereci, 2015:2). DAEŞ, son yıllarda Avrupa’da yaptığı saldırılar ile, kıta Avrupası için bir tehdit haline gelmiştir. Özellikle Fransa, DAEŞ’in yoğun terör saldırılarına maruz kalmış, 7 Ocak 2015 tarihinde Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıda 12 kişi hayatını kaybederken, 13 Kasım 2015’te Paris’te bir restoran ve konser salonuna yapılan eş zamanlı saldırıda 129 kişi hayatını kaybetmişti. 14 Temmuz 2016’da Nice şehrinde kamyonla gerçekleştirilen terör saldırısında ise 84 kişi yaşamını yitirmişti. DAEŞ’in bu eylemleri Avrupa’da var olan İslam korkusunu yeniden canlandırmıştır. Hiçbir gerekçe bu katliamları meşru kılmasa da Batı’da Müslümanlara yönelik tahriklerin de bu saldırıların gerçekleştirilmesinde zemin olduğu söylenebilir. Bunlardan bazılarına bakıldığında özellikle 30 Eylül 2005’te bir Danimarka gazetesinde yayınlanan Hz. Muhammed ile ilgili karikatürler, Müslümanlar arasında büyük bir infiale yol açmıştır. Bu karikatürleri, 7 Ocak 2006’da İsveç, Norveç ve Belçika gazeteleri, 2 Şubat 2006’da Amerika, İsviçre, Macaristan ve Portekiz gazeteleri destek amacıyla tekrar yayınlamıştı (Uzun, 2012:32-35). Diplomatik olarak da büyük krizlere neden olan bu karikatür meselesi, dünya kamuoyunu yaklaşık beş ay gibi bir süre meşgul etmişti. 2009 yılının sonunda İsviçre’de yapılan referandumla halkın %57’si minare yasağına dair oy kullanmış ve bu durum bir krize dönüşmüştü. 2011 yılında Fransa’da burkanın yasaklanması, 2012’de Müslümanları aşağılayan ‘Innosence of Muslims’ (Müslümanların Masumiyeti) adlı filmin fragmanının yayınlanması ve son olarak 2014’ün Aralık ve 2015’in Ocak döneminde Almanya’da açılımı “Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar” olan Pegida eylemleri Müslümanlara karşı tahrik edici bazı olaylardandır.

Casablanca’da 33 kişi, 12 Mayıs ve 8 Kasım 2003-Riad’da 43 kişi, 15 ve 20 Kasım 2003- İstanbul’da, 57 kişi, 6 Şubat 2004-Moskova’da 41 kişi, 11 Mart 2004-Madrit’te 191 kişi, 1 Eylül 2004-Beslan’da 330 kişi ve 7 Temmuz 2005-Londra’da 50 kişi bombalama eylemlerinde hayatını kaybetmiştir (Kaya, 2015:49).

Ne var ki son dönemlerde eylemlerini İslam adına yaptığını iddia eden DAEŞ’in yanı sıra birçok terör grubu vardır. El-Kaide kökenli Taliban hareketi,58 El-Nusra59 ile Afrika ülkelerinde eylemlerde bulunan Eş-Şebap60 ve Boko Haram61 gibi terör örgütleri de İslam dinine büyük zararlar vermektedir. Bu örgütlerin

58 Taliban, 1990’ların başında, ABD Merkez İstihbarat Teşkilatı CIA ve onun Pakistan Hizmetler

Arası İstihbaratın gizli desteğiyle, Afganistan’ın Sovyet işgaline (1979-89) direnenlerin bir Afgan fraksiyonu olarak İslam savaşçıları tarafından İslamabat’ta kurulduğu (Laub, 2014:4) ifade edilmektedir. Taliban’ın kuruluşunda Pakistan ve ABD’nin yanı sıra, İngiltere, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi birçok yabancı ülkenin de etkisi olduğu (Begzad, 2014:69-71) vurgulanmaktadır.

Amerika’nın kendi çıkarı için en başından itibaren Taliban’ı desteklediği, fakat, ABD desteğiyle Afganistan’da istikrarı sağlayan Taliban yönetimi lideri Molla Ömer’in, ülkelerle politik ilişkisi ümmet perspektifine dayandırdığı (Kuyucu, 2007:40) belirtilmektedir. Taliban’ın içtihatları, Peştun’un İslam öncesi kabile kanunlarından ve Suudilerin katı Vahhabi öğretilerinden alınarak yorumlanmıştır. Kadınların başını kapatmak için burka giyme zorunluluğu, müzik dinleme ve televizyon izleme yasağı ve erkeklerin sakallarının öngörülenden kısa olması halinde bir haftalık hapis cezası verilmesi gibi kurallar vardı (Laub, 2014:5).

11 Eylül’den sonra kendi topraklarında terörist saldırılara maruz kalan Amerika, mağdur psikolojisinin meydana getirdiği uluslararası ortamdan yararlanarak, önce Afganistan’a, ardından Irak’a girmiş (Akbaş, 2011:3), böylece Amerika, 11 Eylül’ün sorumlusu olarak gördükleri Taliban’ı 2001’de devirmiştir. Uzmanlara göre rejimin devrilmesinden önce ülkenin yüzde 90’ını kontrol ettiği belirtilmektedir (Laub, 2014:4).

59 Suriye’de 2011 Mart ayında halk hareketleri şeklinde başlayan olaylar kısa sürede şiddetlenerek

iç savaşa doğru bir seyir izlemiş ve sonuçta komşu Irak’taki istikrarsızlığın da etkisiyle çok boyutlu, çok aktörlü bir sorun ortaya çıkmıştır. Ülkedeki aktörlerden bir tanesi de El Kaide’nin Suriye kolu olarak faaliyet gösteren El Nusra Cephesi’dir (Terkan vd., 2015:39). İlk olarak 2012 yılının Aralık ayında ortaya çıkan El Nusra Cephesi, Sünni İslam yanlısı İslamcı mücahit bir silahlı grup olarak bilinmektedir. 2011 yılında Şam’da birçok intihar saldırısında bulun El Nusra’nın lideri Ebu Muhammed Culani’nin yayınlan ses kaydında, El Nusra’nın kurulma sebebinin “Allah’ın dinini yüceltmek, dökülen Müslüman kanlarının öcünü almak, dul kadınlar ve çocukların yüzlerine gülücük çizmek olduğu” ifadesini kullanmıştır (Harmoon Çağdaş Araştırmalar Merkezi, 2016:5). Örgüt kuruluş ilanıyla beraber Esad rejimine karşı bir dizi saldırıyı üstlenmiştir (Acun vd., 2017).

60 Eş-Şebab’ın ortaya çıktığı Somali, 1991 yılında Siad Barre rejiminin düşmesinden bu yana

yoksulluk, kötü yönetim, kuraklık ve iç savaş gibi birçok zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Siyasal sistemin başarısızlığı ülkede hem Eş-Şebab gibi yeni radikal terörist örgütlerin doğuşuna hem de kabileler arası çatışmaların ortaya çıkmasına yol açmıştır. (Sıradağ, 2015:16).

Eş-Şebab’ın başlıca amacı Geçici Federal Hükümeti devirmek, ülkenin tamamının kontrolünü ele geçirmek, Kenya ve Etiyopya’da Somalilerin yaşadığı bölgelerle birleşmek ve bir İslam devleti kurmaktır (Sıradağ, 2015:16).

61 Boko Haram, 2002 yılında Nijerya’nın Mayduguri kentinde Muhammed Yusuf tarafından

kurulmuştur. Boko Haram yerel dil olan Haus’ta; “Batı eğitiminin günah olduğu” anlamına gelmektedir. Örgüt üyeleri Müslümanların herhangi bir siyasi, toplumsal ve eğitim faaliyetlerinde bulunmasını “haram” olarak görmekte ve yasaklamaktadır (Demirci, 2017:202).

2013 yılından itibaren Boko Haram, eylemlerini sınırdaki Çad, Nijer ve Kamerun gibi diğer bölgelere doğru genişletmiştir. 2014 yılında DAEŞ’in desteği ile Nijerya’nın kuzeydoğusunda halifelik ilan eden Boko Haram, Mart 2015 yılında DAEŞ’e olan biatını duyurmuş ve “İslam Devletinin Batı Afrika Eyaleti” adını almıştır (Demirci, 2017:203). 23 Mayıs 2014 yılında Nijerya’nın isteği üzerine Birleşmiş Milletler’in terör örgütü listesine alınmıştır (Sıradağ, 2015:9).

eylemleri sonucu İslam, terör ile özdeşleştirilmiş62 ve bu dine karşı nefret kampanyaları yürütülmeye başlanmıştır. Oysa İslam, şiddeti ve haksız yere adam öldürmeyi yasaklayan ayetler 63 ve hadisler 64 içermektedir. Dolayısıyla bu saldırıları yapanlar Müslüman dahi olsa, Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı hareket etmektedirler.

Günümüzde başta DAEŞ olmak üzere dini motifli terör örgütlerine dünyanın farklı coğrafyalarından birçok kişi katılmakta, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Müslüman olmayan/yeni Müslüman olan gençler hızla terör örgütlerine katılmaktadır. Bu gençleri örgüte katılmaya iten saiklerin neler olduğu konusu çok yönlü bir tartışmayı beraberinde getirmektedir. Ancak bu saiklerden “cihad etme” ile ilgili, siyasal İslam üzerine araştırmalar yapan Oliver Roy bazı tespitlerde bulunmaktadır. Roy’a göre, 1980’den günümüze cihad etme amacında olanların profili çok değişmiştir. Roy, 1980’lerde Afganistan’da (bizzat karşılaştığı) savaşçıların gerçekten cihad için uğraştıklarını, Batılıları sevmediklerini ama terörist de olmadıklarını, Ruslara karşı savaştıklarını ancak Rus sivillere zarar vermediklerini, doğru bir İslami devlet kurulabileceği ideali etrafında birleştiklerini ifade etmektedir. Oysa günümüzde, özellikle dinlerinin rencide edilmesine bir tepki olarak İslam adına cihad edenlerin şiddete yöneldiği fikrine karşı çıkan Roy’a göre, bu kişiler başından beri bir kopuş içinde olan ve şiddet arayışında olan gençlerdir. Teröristlerin şiddetten büyülendiğini belirten Roy, radikalizmin ve terörizmin