• Sonuç bulunamadı

1.3. Geçmişten Günümüze İslamofobiyi Besleyen Nedenler

2.1.2. Bireysel Kimlikten Kolektif Kimliğe

Kimlik, bir toplumun yapı taşı olan bireyin, kendisini tanımlaması ve konumlandırmasının yanı sıra toplulukların ve toplumların da kendilerini ifade etmede, ortak duygu ve düşünce oluşturmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bireysel düzeyde yaşanan, sevinç, öfke, acı vb. duyguların, toplumsal düzeyde kolektif kimlikler üzerinden inşa edildiği söylenebilir. Dolayısıyla bu çalışmanın özneleri olan İslam ve Batı arasındaki ilişki, kolektif kimlik bağlamında Müslüman kimliği ve Avrupa/Batı kimliği ekseninde ele alınabilir. Fakat buna geçmeden önce bireysel kimliklerin kolektif kimliğe nasıl evrildiğini ele almak yerinde olacaktır.

Kimliğin toplumsal bir arka plana dayanması nedeniyle sosyolojik bir perspektifle ele alınmasında, insanın tarihselliği ile ilişkili olmasının yanı sıra, insanların birbirileriyle ya da bir arada sundukları yaşam pratiklerinin de etkisi vardır. Herhangi bir birey ya da topluluk, tarihselliği ve toplumsallığı olmadan düşünülemez. Bireyin toplumsallaşması, bir toplumun içine doğması ve tarihin her anında farklı bir yapıyı türetebilme kapasitesi nedeniyle; soyut, ütopik ve ahistorik bir bireyden söz edilemez (Yanık, 2013:226). Bireyin tüm bu özellikleri birlikte değerlendirildiğinde kimlik şekillenmesi ya da oluşumu karşımıza çıkmaktadır ki sosyolojik bağlamda kimlik, sosyal bir süreç içerisinde inşa edilmektedir. Bir kez inşa edilip somutlaştığında, sosyal ilişkiler aracılığıyla devamlılığı sağlanmakta, değiştirilebilmekte veya tekrar inşa edilebilmektedir (Özdil, 2017:386).

Postmodern toplum kuramının önermelerinde kimlik, bütünlüklü ve sabit olmayan, parçalı, çelişkili ve çoklu bir yapı olarak görülmektedir. Araştırmaların odak noktası, kendilerini “oldukları haliyle” meydana getiren tekil birey ya da gruplardan, belli bir durumdaki “çoklu” kimlik olasılıklarına kaymıştır. Bu bakış açısı sosyal grup ve kategorilere yaklaşımı da değiştirmiştir (Varol, 2016:157). Bu bağlamda kimlikler gerek kapsamı gerekse kalıcılığı ve etki gücü açısından tekil ve çoğul olmak üzere farklı türlere sahiptir. Tekil bir kimlik olarak bireysel/kişisel kimlikler, kişiyi ötekilerden ayırmakta; isteğe göre seçilip değiştirilebildiği için sorun yaratmamaktadır. Asıl kimlik sorunu, kişi, grup ve toplulukların resmî-ulusal (millî) ve tarihî-kültürel kimliklerinde ortaya çıkmaktadır. Önemli olan da bu içerikteki kimlik oluşumları ve bütünleşmeleridir (Yıldız, 2007:10). Sosyal bütünleşme ile toplum içinde yer alan dar anlamdaki “biz” duygusu ve aidiyeti, büyük toplumsal gruptaki “biz” duygusuna taşınmaktadır. Böylece birey, dar anlamdaki mensubiyet duygusunu aşarak, ait olduğu milli toplumsal yapının şuuruna varmaktadır (Erkal, 2006:268). Bir başka ifadeyle birey, bireysel kimliğini kolektif kimliğe aktarmaktadır. Günümüzde başta ırk ve din olmak üzere mensubiyet içerikli tüm olgular, kolektif kimliğin bir ürünüdür.

Madde gibi “doğuştan gelen ilkeler” e dayanmayan kimlik, kutsal ve medeni hukukun koyduğu kurallarla ve özellikle bireysel kimliğin, kolektif kimliğe dönüştüğü özel alanla karşı karşıyadır (Arowitz, 1992:92). Yani, bireysel kimliğin oluşum sürecinden sonra toplumsal kimlik, grup kimliğinin oluşumu başlamaktadır. İnsanın, ontolojik olarak bireysel bir varlık olduğu kadar bir grup-varlık olduğunu ifade eden Göka’ya göre insan, hep bir topluluğun ve topluluk yaşantısının içerisindedir. Bir topluluk içerisinde aidiyet ve mensubiyet unsurları olmadan bütünleşmiş bir kimliğin ayrılmaz bir parçası olan tutunum çerçevesi sağlanamamakla birlikte bireysel kimlik kırılgan bir hale gelmektedir. Mensubiyet ve aidiyet hisleri olmadığında, bireyin, kendisini topluluk içerisinde tarif etmesi mümkün olamamakta ve böylece bireyin yaşayacağı yalnızlık hissi, onun bireysel kimliğine de olumsuz etki etmektedir (2006:310).

Habermas’a göre birey, kişi olarak kimliğini yalnız kolektif kimliğin mahiyetiyle özdeşleşmeye veya onları içselleştirmeye borçludur (2001:484).

Dolayısıyla kimlikler, bireysel ve kolektif olmaları bakımından bireyin bir bütüne aidiyetinde zayıf veya güçlü bağlarına gönderme yapmaktadır. Kolektif kimlikler bir bütüne bağlanma yönüyle sağlamlıklarıyla beton gibiyken; özellikle postmodern dönemde bireysel kimlikler esnek, kırılgan ve sürekli olarak inşa edilebilen bir yapıya sahiptir (Özdil, 2017:387). Ancak burada hatırlatılması gereken bir nokta; kimlik kavramı altında yukarıda tartışılan sosyal kimliğin, kolektif kimlikten farklı olduğudur. Sosyal kimliğin oluşumu; sosyalleşme, özdeşleşme yani bir kimlik inşa etme sürecidir. Etnisite, sınıf, cinsiyet, ideoloji, meslek, rol, vb. faktörler, toplumu farklı sosyal kimlikler arasındaki benzerlik ve farklılıklardan, uzlaşı ve çatışmalardan soyutlamaktadır. Sosyal kimlik bireye kendisini sosyal hayatta konumlandırması amacıyla bir sınır çizmektedir. Böylece sosyal kimlik, anlam ya da lojistik destek sunan bir aynılaşma veya benzeşme ufku olup, benzeştirdiği kadar farklılaştırmakta, birleştirdiği kadar bölmektedir (Altunoğlu, 2009:49). Yani bireye bir mensubiyet ve aidiyet ya da tersi bir durum kazandırmaktadır. Sosyal kimlik sürecindeki etkin yönün mensubiyet ve aidiyet ikilisi doğrultusunda ele alınması, bireysel kimliğin artık toplumsal rabıtası içerisinde değerlendirilecek kolektif kimlik kurgusuna kapı aralamaktadır. Sosyal kimlik, bireyin psikolojik özelliklerini aşan bir yapıya dönüşmekte; böylece topluluk ve toplum temelli kendini tanımlama süreci aktif hale gelirken, bu süreçte kolektiflik de etken bir hale gelmektedir. Birey, kolektif bir yapı içerisinde, bireysel özelliklerinden arınarak toplumsal yapıda bir yer edinmeye çalışmaktadır. Bu nedenle sosyal kimlikteki asıl vurgu ya da etmen kolektif olmasına yöneliktir (Yanık, 2013:228-229).

Kolektif kimlikte kültürün sahip olduğu değer, norm ve kontrol unsurları gibi topluma has özellikler, kolektif bilinç/bilinçaltı bakımından benimsenerek o topluma özgü bir kimlik oluşturmaktadır (Tural, 1988:62). Bir başka deyişle kolektif kimlikler, geleneksel toplum yapısını şekillendirmekte ve toplumsal bütünleşmeyi sağlayan kültürel benzerlikleri tesis etmede önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle bireyselliğin daha fazla ön plana çıkarıldığı modern toplumlarda bireysel kimlikler birincil konumda iken, dini cemaati oluşturan kolektif kimlikler geleneksel toplumda daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu arada, kolektif kimlikler modern dönem ve sonrasında önemini korusa da değişen

konjonktürle birlikte birtakım değişimlere uğramıştır. Modern ve sonrası dönemde ortaya çıkan aşırı bireyciliğin kutsanması, ortak şuurun oluşmasına engel olmuş ve bütüncül kimliklere olan ihtiyacı zedelemiştir (Özdil, 2017:387-395). Fakat Touraine, küreselleşmenin yükselişe geçtiği günümüzde insanların kendilerini yurttaş, çalışan gibi bireysel kimlik bağlamında tanımlamasının güçleştiğini, bu nedenle insanların kendilerini yeniden din, töre, ırk, etnisite gibi kolektif kimlikler ekseninde tanımlama eğilimi göstermeye başladıklarını (2002:49) ifade etmektedir.

Avrupa kıtası ölçeğinde, Avrupa kimliğinin, kolektif kimlik türü olarak değerlendirilen milli, ulusal gibi kimliklerin üzerinde, yani bu kimlikleri kapsayıcı bir kolektif kimlik olduğu söylenebilir. Bu bağlamda kolektif kimlikte grup aidiyetinin temellerini genellikle geçmiş üzerinden inşa ettiği göz önüne alındığında, Avrupa kimliğinin -kolektif bellekten hareketle- geçmişten gelen değerleri canlı tutmaya çalıştığı söylenebilir. Önemli bir görevi de insanları harekete geçirmek olan kimliğin, ortak geçmiş üzerinden nasıl inşa edildiği, bireylerin bunu nasıl devam ettirdiği Avrupa kimliği ve Müslüman kimliği üzerinden aşağıda daha detaylı ele alınacaktır.