• Sonuç bulunamadı

3.2. Haber Söyleminde ve Avrupa Basınında Kimliklerin Temsili

3.2.2. Avrupa Basınında Müslüman Kimliği

Müslüman ve Hristiyanlar, karşılaştıkları ilk günden itibaren şüphesiz, birbirleriyle ilgili bir izlenime sahip olmuştur. Din gibi kutsal bir aidiyetliğin getirisi olarak her iki taraf da karşıdakini olumsuzlamış ve öteki olarak görmüştür. Geçmişten günümüze yaşananlar, sonraki nesillere aktarılarak, toplumsal bellek canlı tutulmuş ve tutulmaya devam etmektedir. Günümüzde, Avrupa ülkelerinde yaşayan farklı din ve etnisitelere mensup kimlikler içerisinde özellikle -Avrupa’da en büyük ikinci dinin mensubu olan- Müslümanların, Avrupa basınında olumsuz ya da eksik temsil edildiği görülmektedir.

Çalışmanın ilk bölümünde hatırlanacağı üzere gerek oryantalistlerce gerekse Avrupalı Hristiyan din adamları veya filozoflarınca, Müslümanlarla ve

İslam dini ile ilgili olarak çoğu olumsuz olmak üzere birçok eser yazılmıştır. Bu durum, 20. yüzyılın başlarından itibaren daha da artmış, pek çok Avrupalı yazar İslam’ı kötü göstermek amacıyla tartışmalı yazılar kaleme almışlardır. Bu yazılanlar genelde İslam’ın inançlarına aykırı olarak onun gerçekdışı doğasını yansıtmaya çalışmıştır (Uluç, 2009:335). 20. yüzyılda kaleme alınan Müslümanlarla ilgili bu menfi yazıların bu kadar artış göstermesinde, o dönem sayıları gitgide artan gazetelerin etkisinin olduğu söylenebilir. Geleneksel kitle iletişim teknolojilerine, yeni iletişim teknolojilerinin de eklenmesiyle günümüz Avrupa basınında, İslam ve Müslüman kimliği hakkında olumsuz algı oluşturacak yazılar kaleme alınmaya devam etmektedir. Avrupa basınının bu tutumunun, Avrupa’da İslam karşıtlığının yükselmesinde önemli bir etkiye sahip olduğu (Gökçe ve Gökçe, 2015:51), son zamanlarda sıkça vurgulanmaktadır.

Avrupa basınında hâkim olan İslam imajını, oryantalizmin devamı olarak görmek mümkündür. İslam ve Batı arasındaki bilgi akışını oryantalistler sağlamış olsa da Orta çağda ve medyanın bu kadar gelişmediği 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar İslam, belli oranda geniş halk kitleleri tarafından bilinmeyen bir din olarak varlığını devam ettirmiştir. Modern çağda medya organlarının yaygınlaşmasıyla, toplumdaki insanlar bütün bir bilgiye ulaşır hale gelmiştir. Buna rağmen öteki hakkında bilgisi ve algısı genelde önyargıların oluşturduğu kurgusal oryantalist imgelere dayanmaktadır (Ertuğrul, 2014:93). Oryantalist bakışın bir yansıması olarak Avrupa kamuoyunda yerleşik bir algı olan, cinsiyetçi stereotipler de haberlerde sıklıkla kullanılmaktadır. Öyle ki “İslam”, “Müslüman” veya “Ortadoğulu” kavramları salt bir dini, o dinin mensuplarını ya da coğrafi bir bölgeyi tanımlamamasına rağmen, şiddet ve tehlikeye dair tahayyüllere davetiye çıkarmakta olan insanların ve mekanların coğrafi tahayyüllerini kurgulamakta, temsil etmekte ve süreklilik sağlamaktadır (Culcasi ve Gökmen, 2012:63). Uluç’un da ifade ettiği gibi mesela -coğrafi açıdan- medyada Orta Doğu’nun bilindik görsel argümanları kullanılarak, Filistin şallarıyla maskelenen erkeklerin bir prototip imgesi sunulmaktadır. Doğu’nun; çekici, ayartıcı ve kurtarılabilir, ıslah olunabilir kadınının aksine, Doğu erkeği düzeltilemez, asimile edilemez bir kimlik olarak temsil edilmektedir. Bu temsilde Doğulu erkek, Müslüman erkek ile eş anlamlı hale

gelmektedir. Yabancı, garip ve farklı olan bu maskeli Müslüman erkek, gerçek “öteki”dir. Bu figürlerin çağdaş Amerikan filmlerinde geçen “siyah maskeli Doğulular layıklarını buldular” repliğindeki “hainler” olduğunu ifade eden Uluç’a göre oryantal mitlerin güçlü ve baştan çıkarıcı nitelikteki fonksiyonu sinemada, haber söyleminde, imgeleme mantığında görülmektedir (2009:360-361).

Doğulu erkeklerin basında temsilinin benzeri ve hatta daha fazlası, İslam’da kadın konusu ele alınırken yapılmaktadır. Öyle ki olumsuz özelliklerle stereotipleştirilen kadınlar genellikle; özgür olmayan, aile bağımlı/yönetimli, eğitimsiz ve geri kalmış olarak temsil edilmektedir. Müslüman kadın Avrupa basınında, örtünün altına sıkıştırılmış ya da gizlenmiş bir varlık olarak algılanmakta ve gösterilmektedir. Örtülü kadın ya da sadece “örtü”, Avrupa basınındaki İslam’ın sunumunda iki şekilde gerçekleşmektedir. İlkinde ve genellikle Müslüman kadının ezilmişliğine vurgu yapılırken; ikincisinde ise Müslüman kadının ya da kadının üzerinden İslam’ın tehlikeli olduğu ve tehdit içerdiğine gönderme yapılmaktadır (Tosun, 2016:263). Fakat, genel olarak Avrupa’daki Müslümanların temsiline bakıldığında bir sorun çıkmaktadır. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ne etnik ne de kültürel açıdan türdeş sayılmaktadır. Batılı olmayan Müslüman nüfus, kendi içerisinde farklı etnik ve kültürel referanslara sahiptir. Öyle ki bu çeşitlilik, içerisinde Arap, Türk, İranlı ya da Berberi vb. etnik bileşenleri taşımanın yanı sıra, politik ayrışmaları da içine almaktadır. Ayrıca, geçmişte Batı’nın sömürgesi olan veya bu deneyimi hiç yaşamamış ülkelerden gelen göçmenlerin hayat tarzları da dikkat çekici bir dinsel referans kümesine sahiptir (Subaşı, 2008:145). Göçmenlerin büyük bir çoğunluğunun ekonomik açıdan gerekçelendirilmiş bir statü arayışının halen belirleyici olduğu da unutulmamalıdır.

Avrupa basınında yerleşik algılardan birisi, Göle’nin de ifade ettiği gibi, Müslümanların yaşamalarını çevreleyen gelenek ve kuralları tanımlayan “şeriat” kavramıdır ve sürekli kullanılmaktadır. Kavramın, basitleştirilerek yani indirgemeci bir şekilde kullanıldığını ve siyasallaştırıldığını belirten Göle, halbuki şeriatın kaynaklarını, Kuran, hadis ve İslam hukukundan (fıkıh) aldığını ve bu bağlamda şeriatın, Müslümanların din, toplumsal ilişkiler, hukuk gibi alanlarda uymaları gereken kuralların toplamını ifade ettiğini (2015:179) vurgulamaktadır.

Fakat Avrupa basınında şeriat, sözde İslami terör örgütlerinin istediği yönetim şekli olup, bu yönetim şekline geçilinceye kadar cihad adı altında masum insanları öldürmeleriyle, yani terör eylemlerinin bir nedeni şeklinde kullanılmaktadır. Bu nedenle, Avrupalıların belleklerine yer eden en yaygın algı, şeriatla birlikte Müslüman kimliğine yönelik “terörist” etiketidir. Kasıtlı ve bilinçli bir şekilde Batı’da gündemde tutulan “İslamcı teröristler”, “kan içici köktenci Müslümanlar”, “terör dini”, “katil Muhammed” gibi sloganlar (Çetinkaya, 2010:71), Avrupa basınında sürekli tekrarlanmakta ve böylece basın tarafından son dönemde dünya genelinde yaşanılan terör olayları, Batılı insanların apartmanlarında, mahallelerinde ve şehirlerinde normal ve legal bir şekilde yaşayan bütün Müslümanlarla ilişkilendirebilecek bir tarzda sunulmaktadır. Bu durum Müslümanların karıştığı söylenen terör olaylarının yerelleşerek, Batı ülkeleri başta olmak üzere azınlık halinde yaşadıkları dünyadaki bütün Müslümanlar hakkında yaygın bir endişenin oluşturulmasına yol açmaktadır (Korkut, 2008:51). Ahmed’e göre İslam’a yönelik istihza ve antipatinin nedenini yalnızca Avrupa basınına yüklemek, bir kısmı tarihten, bir kısmı çağımızdan gelen birçok nedeni göz ardı etmek olacaktır. Ahmed, mesela Petrol krizinin suçunun Müslümanlara yüklenmesinin, Haçlı Seferlerinin anısının, aşırı Batı milliyetçiliğinin, Komünist devletlerin çöküşüyle Hristiyanlık mirasının dirilişinin, anti-semitizmin ya da Müslümanların kendilerini etkin bir biçimde ifade edememeleri gibi nedenlerin, Batı’nın İslam’ın yeni bir düşman olarak seçmesinde etkili olduğu (1995:54) görüşündedir. Fakat günümüzde basının/medyanın, bu düşmanlığın belirgin hale gelmesinde belirleyici olduğunun altı çizilmelidir.

Avrupa medyasının, uluslararası kitle iletişim araçları üzerinde kurduğu hegemonya ve tekelinin varlığı birçok dezavantajı beraberinde getirmektedir. Avrupa medyası hem bir yandan farklı kültür, din, ırk vb. dair yanlış ya da eksik bir imaj çizmekte, hem de Batı-dışı toplumları veya toplumsal grupları marjinal bir hale getirmektedir. Bu bağlamda haberlerde; Müslümanların az gelişmiş durumu, bazı Müslümanlara atfedilen terörist eylemler ve şiddet yansıtılarak genellikle Müslümanların en kötü halleri normal durum olarak gösterilmektedir. Böylelikle önyargılı Batılı medya haberlerinde, Müslüman dünyasında olumlu bir şey

görmemekte, ne olduğuyla ilgili rasyonel veya kabul edilebilir açıklamalar yapmamaktadır (Gamal, 2007:372). Öte yandan Avrupa’nın, İslamla ilgili yapılan tanımlamalarının aşağılayıcı olması sonucu kışkırtılan Müslümanlar, buna karşı koyduklarında yarıştıklarında ya da kızdırıldıklarında durum daha da biçimsiz hale gelmektedir (Said, 2000:26).

Geisser, İslam’ın basında/medyada bu şekilde sunulmasındaki amacın, “tek bir düşünceyi hâkim kılmak” olmadığını, daha çok medyanın mücadele ve değerlerini tek bir saplantının hizmetinde araçsallaştırma eğilimi olduğunu ifade etmektedir (2010:46). Bu bağlamda Batı basını, İslam hakkındaki haberleri yaparken, onu kamuoyunda artık kurumsal hale gelen konularla irtibatlandırarak ele almaktadır. Kurumsallaşan ve artık çağrışım alanları belirli olan konular arasında İslami terör (!), uyum, çatışma, fanatizm, işsizlik, terör, tehdit, dinler arası diyalog, şiddet, Ortadoğu, medeniyetler çatışması, Türkiye’nin AB üyeliği, cami inşası, Türkiye tartışması, kadınlara baskı gibi konular sayılabilir (Gökçe, 2010:97). Bu gibi yerleşik konuların, genellikle haberlerde güncel konularla genellikle ilişkilendirerek işlenmesi ve sunması bir strateji olarak değerlendirilebilir. Bu stratejileri Uluç; aşırılıkçıların görüntülerine yoğun bir şekilde yer verilmesi, araştırılan problemlere dair dar bir bakış açısının olması, genelde İslam’a ve İslami fundamentalizme ilişkin problemlerin çözümü için genel geçer çözümler önerilmesi, yanlış anlayışları engelleyebilecek ve olayları en iyi şekilde değerlendirebilecek “gerçek İslam uzmanlarının” bulunmaması (2009:353) şeklinde sıralamaktadır. Fakat burada temel mesele, gerçek İslam uzmanlarının bulun(a)maması değil, Batı medyasının İslam uzmanlarını kendilerinden seçmesidir. Buna göre, Müslümanlar hakkında görüşleri alınan, Afrika veya Asya doğumlu yerliler ya da Üçüncü Dünyalı Bilim insanları olan bu uzmanlar ya gayrimüslimdir ya da ismen Müslümandırlar (Ahmed, 1995:56). Geisser bu uzmanlara “Medyatik entelektüel” adını vermektedir. Geisser, medyatik entelektüellerin, gerçek Müslümanların yerine hayali olarak tekrar tekrar inşa edilen “İslami tehdit” ile ilgilendiklerini belirtmektedir. Bir başka deyişle, medyatik entelektüellerin anlattıkları İslam, Avrupa’da kendi halinde yaşayan Müslümanların İslam’ı değildir. Onların bu anlattıkları, Avrupa’nın geleceği ile

ilgili kıyamet senaryoları yazanların bakış açısının bir ürünü olarak “hayali İslam”dır. Medyatik entelektüeller, esasında bir şey icat etmemiş, yalnızca 11 Eylül’den sonra güçlenen korkunun yeni uzmanlarının güvenlik eksenli söylemlerini yeniden üreterek, tekrar kullanıma hazır hale getirmişlerdir (2010:49- 63). Böylelikle, genelde Müslümanlar özelde Araplar hakkında bilgi sahibi oldukları varsayılan “uzmanlar” ya da “medyatik entelektüeller”, eski Orta Doğu bilgilerini dolaşıma sokmakta, korku senaryoları yazmaktadırlar. Bu eski bilgiler ışığında Araplar, sadece kuvvetten anlayan, kaba kuvvet ve şiddete başvuran tipler olarak sunulurken; İslam dini ise hoşgörüsüz, ayrımcı, Orta çağdan kalma, fanatik, zalim, kadın karşıtı bir din olarak lanse edilmektedir. Her türlü tartışmada bağlam, çerçeve ve ortam bu fikirlerle sınırlandırılmış, daha doğrusu dondurulmuştur (Uluç, 2009: 369).

Fransız sosyolog Bruno Etienne (2003), bu İslam uzmanlarının da katkısıyla, farklılıkları abartan, indirgemeci ve ayrımcı basmakalıp ifadelerle “medyatik Müslüman” tipi inşa edildiğini ve bu tipin sistematik olarak aynı duruş sergilediği görüşündedir. Etienne’ye göre, arkadan görüntülenmiş namaz kılan Müminler, tehdit sloganları ve çığlıklar atan sıkışık topluluklar, örtülü kadınlar, sakallı, ağzı açık gözleri fal taşı gibi açılmış, kendi dünyasından kopuk tipler olarak sunulmaktadır (Aktrn: Geisser, 2010:30). Burada Göle’nin Avrupa’da namazın görsel ve medyatik temsilinde bilhassa bütün Müslümanların aynı istikamete dönerek secde etmelerine odaklanılmasına yönelik çarpıcı tespitine değinmek yerinde olacaktır. Göle’ye göre (2015:86) bu görüntü, aynı imanı paylaşan bir topluluğun, bir ümmetin, kolektif teslimiyeti olarak algılanırken; Batı bu görüntüyü seküler toplumlarına has bireycilikle bir tezatlık oluşturabilmek için özellikle vurgulamaktadır.

Avrupa medyasında/basınında, oryantalizmin, Avrupa kimliğinin ve Avrupamerkezci bakış açısının etkilerini görmek mümkündür. Basında farklı kimliklerin Avrupamerkezci bir eksende temsil edilmesi, Avrupa’nın öteki ya da yabancı olanı nasıl gördüğü hakkında da bize ipucu vermektedir. Bu farklı kimliğin öznesi Müslümanlar olduğunda, Doğu’nun mistik ve fantastik ögeleriyle karışık içerisinde kadın, şiddet, terör, namaz kılan cemaat, sarıklı erkek gibi birçok

argümanla harmanlanarak temsil edilmektedir. Avrupa basının bu temsili, bir coğrafya olarak Doğu, bir din olarak İslam ve bu dinin mensupları olarak Müslümanlar hakkında okuyucuların/izleyicilerin ne tasavvur etmeleri gerektiğini dolaylı yoldan söylemektedir.