• Sonuç bulunamadı

1.3. Geçmişten Günümüze İslamofobiyi Besleyen Nedenler

2.1.4. Avrupalı Kimliğinden Avrupamerkezci Bakışa

Avrupa kimliği, “biz” ve “onlar” arasındaki ayrımın nasıl yapıldığıyla ve “biz” olanın içine kimlerin dahil edilip, kimlerin dışarıda bırakılacağı ile yakından ilişkilidir. Oryantalizm olarak adlandırılan söylemsel evren, bir taraftan hayali bir coğrafi bütünlük kurarken diğer taraftan hayali bir özdeşleşmeyi mümkün kılmaktadır. Avrupa kimliğinin farklı dönemlerdeki kurgularına bakıldığında, Avrupa’yla ilgili oluşturulan birliğin, daima bir dışlamayla kurulduğu görülmektedir (Yeğenoğlu, 2014:58-59). Ayrıca, Avrupa kimliğinin bileşenlerinin aynı zamanda Avrupamerkezciliğin içeriğini oluşturduğunun ve kavrama işlerlik kazandırıldığının altı çizilmelidir (Kurt, 2012:7).

Avrupamerkezcilik, tüm toplumsal olgular gibi, gündelik dışavurumlarının çeşitliliği içinde kolayca sezilebilen fakat kesin olarak tanımlanamayan bir olgudur. Fakat gerçek anlamda bir kuram olmamakla birlikte, Batılıların başkaları hakkındaki önyargılarının, bilgisizliklerinin ve umursamazlıklarının bir toplamından ibaret de değildir (Sayyid, 2000:111-113). Avrupamerkezcilik, genellikle kendi etnik gruplarının veya toplumunun diğer gruplardan daha üstün olması şeklinde tanımlanan ırkçılığın, özel bir örneğidir. Irkçılığın, kendi

gruplarının değerlendirme standartları açısından diğer grupları değerlendirmesi gibi Avrupamerkezci bakış da Avrupalı olmayan toplumları, Avrupalıların kültürel varsayımları ve önyargıları çerçevesinde değerlendirmektedir (Alatas, 2007:270). Dolayısıyla Avrupalılık kimliği ve Hristiyanlıkla birlikte meşrulaştırılan Avrupamerkezcilik, ırkçılıktan (etnosentrizm) farklı veya fazla bir şey olmadığı fikrine dayanmaktadır (Sayyid, 2000:175).

Avrupamerkezcilik ilk olarak, Avrupalı güçlerin dünyanın çoğunda hegemonyasını artırdığı sömürgeciliğin söylemsel bir mantığı olarak ortaya çıkmıştır. Sömürgeci, emperyalist ve ırkçı söylemin ortak ideolojik bir alt yapısı olarak Avrupamerkezcilik, sömürgeciliğin resmen sona ermesinden sonra bile temsillere nüfuz eden ve onları yapılandıran bir düşünce biçimidir (Shohat ve Stam, 2014:2). Bu yapılandırma sürecinde -Avrupamerkezci bakışa göre- diğer kültürlerin Avrupa’nın modern gelişimini tek taraflı olarak takip etmesi gerekmektedir (Dussel, 1993:67). Ayrıca dünya için siyasi ve kültürel bir öneme sahip Avrupamerkezcilik söylemi, Batılı küresel güç ağını bir arada tutmada da önemli rol oynamaktadır. Batı’nın, kendisinin dışındakileri yöneten ve onlar üzerinde egemenlik kurmasını sağlayan araçların çözülmesiyle Avrupamerkezcilik mantığının “Batı’nın haricindekileri” yerinde saydıran bir mantık olduğu düşünülmektedir (Sayyid, 2000:169). Avrupa’nın üstünlük ve özgünlük temasında Avrupa kimliğinin bilinçaltında “Aryan ırkının üstün olduğu” varsayımı bulunmakta ve bu görüş, etkilerini halen sürdürmektedir (Şenay, 2002:140). Burada önemli olan nokta; etnik anlayışın dinî üstünlük anlayışını destekliyor olmasıdır.

Avrupamerkezciliği çok başlı bir ejderhaya benzeten ve savaşılması gerektiğini ifade eden Wallerstain’e göre Avrupamerkezciliği neyin oluşturduğuna dikkat edilmelidir (1997:22). Öyle ki Avrupamerkezci ideolojinin oluşma ve yayılma sürecinde birtakım düşünceler önemli bir rol oynamıştır. Bunlardan birisi Avrupa’nın “özgünlüğü” ve “üstünlüğü” temasıdır. Batı uygarlığının, başka uygarlıklardan etkilenmediği, onlardan herhangi bir alıntı yapmadığı düşüncesi yayılarak tarihsel süreklilik inkâr edilmiş, ırkçı-merkezci bir söylem üretilmiştir (Başkaya, 2015:21). Bir başka deyişle, Batı ve Doğu’nun neredeyse her zaman ayrı ve farklı yapılar olduğunu düşünen Avrupamerkezci bakışın özünde, Batı’nın Doğu

karşısında üstün olduğu iddiası yer almaktadır. Bu iddiaya göre özerk ve “eski” Batı, modern dünyanın oluşumuna önderlik etmiş, Batı’nın eşsiz rasyonalitesi, demokratik ve ilerlemeci niteliklerinden dolayı uygarlığın zirvesine çıkmış, bütün dünyayı modernitenin aydınlık parlak dünyasıyla tanıştırmış bundan dolayı da gerek geçmişte gerek günümüzde dünyanın merkezinde bulunmayı hak etmiştir (Yüksel, 2014:193). Fakat Hobson, Avrupa’nın bu “üstünlük” iddiasını eleştirmektedir. Hobson’a göre, M.S. 500-1800 yılları arasındaki dönemde Doğu; Batı’dan daha ileridir ve modern Batı medeniyetinin gelişiminde önemli rol oynamıştır (2015:18).

Avrupamerkezci ideolojinin bir diğer bileşeni ve en önemlilerinden birisi de Hristiyanlıktır. Amin’e göre Avrupalılığın temelinde üstü kapalı bir biçimde Hristiyanlığın seçilmesi, genelde toplum kuramının, özelde Avrupamerkezci kurgulamanın önüne çetrefilli sorunlar çıkarmıştır. Hristiyanlığın Kudüs’te yani Doğu’da ortaya çıkması, onun Batıcı erekbilimle (teleoloji) bütünleştirilmesini gerektirmiştir. Bir taraftan Mısırlı ve Suriyeli önde gelen Doğulu Hristiyan teologların zorunlu bir şekilde Avrupalı sayıldığını belirten Amin, öte yandan Hristiyan olmayan Antik Yunanistan’ın da Avrupa’nın ataları arasına katıldığını, bunun için de onun ile uygarlığını paylaştığı eski Doğu dünyası arasındaki karşıtlığın vurgulandığını ifade etmektedir. Amin, uygar Yunanlılar ile o dönemin Avrupalılarını düşünce bazında birleştirebilecek bir topluluk oluşturmak gerektiğini ve böylece genetik ırkçılığın temellerinin sağlam bir şekilde kaldığı görüşündedir. Amin ayrıca, Batı’nın üstün ve başkalarına egemen olmaya başladığı noktaya dikkati çekmek için de Hristiyanlığın kullanıldığını ve onun özgünlüğünün yüceltilerek, özel ve eşsiz olduğunun vurgulandığını ifade etmektedir ki böylelikle Avrupamerkezci kurgulama, tüm dini temellerin (fundamentalizmin) yorumu sayılması gereken bir din anlayışına dayanmıştır (1993:106). Fakat ne olursa olsun Batı, kendini Hristiyan olarak algılamış ve tanımlamıştır. Daha önce de bahsedilen Avrupa’nın “dış belirlenimli” kimliğinin alt yapısı, bu kurguyla inşa edilmiştir.

Batı kavramının merkezini teşkil eden Avrupa’ya bir bütün olarak yaklaşıldığı zaman tek bir kimlik ortaya çıkmaktadır ki bu kimliğin en önemli göstergeleri; tek din, beyaz ırk, sanayileşme ve kapitalizm gibi olgulardır (Çaycı,

2015:96). Burada, kapitalist ideolojinin temel bir boyutu söz konusuysa, bu ideolojinin dünya kapitalist sisteminin merkezi açısından ayırt edici olan özellikleridir. Buna göre söz konusu merkez, günümüzde Batı Avrupa, Kuzey Amerika, Japonya ve Avusturalya, Yeni Zelanda, İsrail gibi bazı diğer devletleri kapsarken; bunların çevresindeki Latin Amerika, Antiller ve Afrika ile Asya’nın Japonya dışındaki komünist olmayan ülkeleri, merkez olan Avrupa’nın karşıtı konumundadır (Amin, 1993:31).

Avrupamerkezcilik, -Bassam Tibi’ye göre (1997)- üç anlama gönderme yapmaktadır. İlk iki anlam, yukarıda açıklanmaya çalışılanların bir özeti gibidir. Bu anlamlardan birincisi, Avrupa’nın son beş yüz yıldır gözlenebilir bir şekilde gelişme gösterdiği ve bunun bir ideoloji değil, tarihsel bir gerçek olduğu tezidir. Fakat, Avrupa’nın bu genişlemesi, dünyayı Batılı değerlere göre biçimlendirmeye dayanan evrensel bir ideoloji ekseninde meşrulaştırmıştır. Bu bakış açısı, dünyayı yeniden şekillendirme isteğini vurgulamaktadır ki “Dünyanın Batılılaştırılması” ifadesi de Avrupamerkezciliğe ait günümüzü tanımlayan bir kavramdır. Tibi’ye göre ikinci anlamı, Batılı olmayan uygarlıklara karşı “Avrupa kibri ve kara cahilliğinin” birleşimi olarak ortaya çıkmasıdır. Avrupamerkezciliğin üçüncü ve son anlamı ise Avrupa’da oluşan ve evrenselleşme sonucu bütün dünyaya yayılan ve insanlığa mâl olan öğretilerdir (Aktrn., Alver, 2003:131). Avrupalıların bu öğretilerle diğer uluslar karşısındaki üstünlükleri, bir taraftan onları dünyada tek insan türü haline getirirken; öte yandan Tanrı’yı da sadece kendi Tanrıları olarak sunarak, bunu bir ırk üstünlüğüne çevirerek insanlığın evrensel bir özelliğine dönüştürmektedir (Kanar, 2016:177). Tabi burada kendi dinleri bağlamında Hristiyanlık dini ve kültürü yüceltilmektedir. Öte yandan İslam dini de Avrupamerkezci literatürde -ki sosyal bilimlere egemendir71- İslam dünyası genelde tamamen ayrı ve kendine has bir dünya gibi görülmekte, toplumsal değişmenin genel yönelimlerinin dışında kalan birtakım kurallara göre işleyen bir

71 Bu öğretilerin yayılmasında sosyal bilimlerden çokça faydalanmışlardır. Öyle ki sosyal bilimler,

modern dünya sisteminin bir ürünüdür ve kurumsal bir yapı olarak büyük ölçüde Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimler alanındaki çalışmalarda 1945’e kadar Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve ABD olmak üzere sadece beş ülke çok etkin olmuşlardır. Küresel olarak yayılmasına rağmen günümüzde bile dünya çapındaki sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu Avrupalıdır (Wallerstein, 1997:21).

yapı ve kültüre sahip, farklı bir coğrafi bölge olarak ele alınmaktadır (Gülalp, 2003: 10). Ne var ki kendilerini İslamcı olarak tanımlayan hareket ve grupların artmasıyla, sabit Avrupamerkezci bakışı kendisini eskisi kadar etkin bir şekilde yönetip kontrol edememektedir. İslamcılar, Batılı kimliği ve bu kimlik hakkındaki Batılı söylem ve ifadeleri reddetmekte; böylece İslamcıları yalnızca jeopolitik bir düzenin değil, aynı zamanda yaklaşık son üç asırdan bu yana süregelen episteme’in yıkıcıları olarak inşa etmektedir. İslamcıların bu tavrı, “oryantalizm”e ve Batı egemenliğine bir meydan okuma olarak görülmektedir. Bu nedenle son zamanlarda meydana gelen olaylarda radikal öteki olarak İslam imajını sürdürmeye hizmet etmektedir (Sayyid, 2000:203-206).

Sonuç olarak kolektif kimlik, bireyin mensup olduğu bir toplulukta kendisini konumlandırmasıdır. Postmodern çağda toplum içerisinde pek çok kimliğe sahip olan birey, bu sosyal kimliklerini bir üste, onun da bir üstüne taşımaktadır. Kolektif kimlik denen ve bir nevi çatı işlevi gören bu üst kimliklerden birisi de Avrupa kimliğidir. Bu kimliğin her ne kadar kıtaya has bir marşı ya da bayrağı -Avrupa Birliği bayrağı sayılmazsa- yoksa da bunlara sahip olan ulus- devletlerin de üzerinde bir kimliktir. Avrupa kimliğinin en önemli özelliklerinden birisi, girişte de bahsedildiği üzere dinamik bir yapıya sahip olması ve her dönemde konjonktürün gerekliliklerine uyum sağlamasıdır. Bu dinamik yapı, Avrupa’nın hem benimsediği hem de ötekileştirdiği şeylere gönderme yapmaktadır. Avrupa kimliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Avrupamerkezci bakış açısı, Avrupa’nın içerisinde bulunduğu konjonktürle de paralellik göstermektedir. Avrupamerkezci bakışın, Avrupa kimliğinden ayrılan en önemli yanı, dünyayı Avrupa gözüyle anlamlandırmasıdır. Bu bakış açısı ile Avrupa, kendi dışındaki toplumların sahip olduğu değerleri Avrupa değerleri çerçevesinde yorumlamakta, kendi standartlarına sahip olmayanları Avrupa standartlarına getirmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de dışarıda bir “öteki” oluşturmakta ve kendine de bu “öteki”nin ıslah edilmesi gereken bir şey olduğu telkinini vermektedir. Avrupa’nın en önemli ve kadim “ötekisi”nin Müslümanlar olduğu söylenebilir. Ne var ki dinamik bir kimlik anlayışı olması sayesinde Avrupa, Müslümanlar karşısında mesela bir dönem oryantalizmi kullanırken, bugün ise kendini Avrupamerkezcilik ekseninde inşa

ederek Avrupalı olmayanları dışarıda bırakmaktadır.