• Sonuç bulunamadı

2.4. Avrupa’da Ayrımcılık, Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı

3.1.2. Haberde Gerçek ve Temsil

Medya, dünyada meydana gelen olayları daima kendi söylemleri çerçevesinde yansıtmaktadır. Haber söylemlerinde de -her zaman bilinçli bir şekilde yapılmasa da- olay ve haberde aktarılan gerçeklikler birbirinden farklılık göstermektedir.

Eleştirellerin en çok dile getirdiği önermelerden birisi “Haberin gerçek dünyayı olduğu gibi yansıtmadığı, gerçekliği kuran/inşa eden bir metin olduğu”dur. Bu önermede eleştirilen nokta, gerçekliğin orada bir yerlerde bulunduğu ve gazetecinin/muhabirin bunu bir türlü yakala(ya)maması değildir. Temel sorun, haber üretiminin kurumsallaşarak bu yapının işleyiş mantığının dünyayla ilişkin bilgi türü olan haberi, yani dünyamızı belirlemesidir (Dursun, 2004:40). Çünkü haber medyasında bilginin stratejik denetimi, kısıtlı başlık seçimi ve daha genel anlamda toplumsal ve siyasal gerçekliklerin yeniden özgül inşaları yoluyla uygulanmaktadır. Bu sürecin kendi -çeşitli seçkin aktörlerin, kişilerin, grupların, sınıfların, kurumların, ulusların veya dünya bölgelerinin çıkarlarına önem verilme eğiliminde olan- haber ve haber değeri hakkındaki mesleki ideolojiler sistemi tarafından yönetilmektedir. İster olumlu ister olumsuz olsun, haber aktörlerinin tercihe dayalı erişimleri ve sunumları toplumsal iktidarın kitlesel dolayımından

geçerek yeniden üretilmektedir (van Dijk, 2005:326). Böylelikle aslında haberde kabul ettirilmek istenen gerçeklik, sadece yeniden üretilmekle kalmamakta, ayrıca yeniden tanımlanmaktadır. Gerçeklik tanımları, bütün bir dilsel pratikler aracılığı ile desteklenip üretilmekte ve bu dilsel pratikler aracılığıyla “gerçeğin” seçilmiş tanımları temsil edilmektedir (Hall, 2005a:84). Bu bağlamda haber medyası, toplumsal olayları bize yansıtan -ya da toplumsal olayları temsil eden- araçlar değil, toplumsal gücün/iktidarın kurulduğu, inşa edildiği ve anlamlandırdığı araçlardır (İnal, 1996:75).

17. yüzyıldan beri tartışılan bir kavram olan temsil, günümüzde sadece felsefe ve psikoloji alanlarında değil, sanat, antropoloji, film ve medya çalışmaları, dilbilim, matematik ve bilgisayar bilimleri gibi disiplinlerde de kullanılmaktadır (Yeo, 2008:1). Peki temsil derken ne kastedilmekte, bir şey nasıl temsil ya da inşa edilmektedir? Kavramın değerlendirmesine geçmeden önce, gündelik hayatta sıkça kullanılan ve belki de Pitkin’in de Temsil Kavramı kitabında ifade ettiği gibi temsil kavramının ya verili bir terim gibi düşünülmesi (2014:7) ya da Saussure’ün göstergebiliminden Foucault’nun söylemine kadar karmaşık bir yapı içerisinde olması, temsil ile ilgili kuramsal çalışmalarda niceliksel eksikliklere yol açmıştır. Fakat, özellikle Kültürel Çalışmalar içerisinde önemli bir yeri olan temsil, Kültürel çalışmaların en önde gelen kuramcılarından biri olan Stuart Hall tarafından derinlemesine ele alınmıştır. Medyada temsille ilgili yapılan çalışmalara genel olarak bakıldığında temsil kavramı ve teorileri üzerinde Stuart Hall’un etkisinin açık bir şekilde görüldüğü söylenebilir.

Temsil kelimesinin etimolojik kökeninde geçen re-presentation, yeniden var kılma halidir. Genel olarak temsil kavramı, bir şeyin o anda ya da durumda var olmamasına rağmen bir şekilde var kılmaktır. Bu durumda bir şeyin aynı anda hem var hem yok olması paradoks bir durum ortaya çıkarsa da temsil hususunda; kelime anlamı açısından var olmayan bir şeyin, mecazi anlamda var olduğu kabul edilmektedir. Şekli ve türü, tamamen nasıl anlaşıldığıyla ilgili olan temsil (Pitkin, 2014:12); yaygın olarak “Bir şey hakkında anlamlı bir şey söylemek ya da dünyayı diğer insanlara anlamlı bir şekilde tasvir etmek için dilin kullanılması” tanımlanmaktadır. Fakat temsil kavramı için Hall şunları eklemektedir: “Temsil,

anlamın üretildiği ve bir kültürün üyeleri arasında değiş-tokuş edildiği sürecin temel parçasıdır. Şeyleri simgeleyen ya da tasvir eden dil, işaretler ve görüntülerin kullanılmasını içermektedir.” (2017a:23). Temsil’in ancak anlamın somut anlamlandırma, okuma ve yorumlama pratiklerinde üstlendiği güncel formlarla ilişkili olarak uygun bir biçimde analiz edilebildiğini ifade eden Hall’a göre bu formlar, sembolik anlamın dolaşıma sokulduğu güncel işaretler, semboller, figürler, görüntüler, anlatılar, kelimeler ve seslerin analizini gerektirmektedir (2017a:18). Bu bağlamda Pitkin’in de ifade ettiği gibi temsil, insanın ürettiği bir fikir olduğu için, bazıları tarafından var kabul edilip savunulurken, diğerleri tarafından sorgulanabilmektedir (2014:13).

Temsilin anlam üretimindeki işlevinin fark edilmesiyle, iletişim ve kültür ile ilgili araştırmalarda temsil kavramına geniş yer ayrılmış ve kavramın anlamlandırma süreçleri ile bağlantısı tartışılmaya başlanmıştır (Varol, 2014:303). Bu bağlamda temsil sürecinde anlam ve dilin kültürle ilişki kurmasında, dilin dünyayı tasvir etmekte kullandığı bir dizi teori bulunmasına rağmen, Hall temelde üç farklı yaklaşım ekseninde gerçekleştiğini belirtmektedir. Bunlar; yansıtıcı,

kasıtlı ve inşacı yaklaşımlardır (2017a:23). Yansıtıcı yaklaşımda; anlamın gerçek

dünyadaki nesne, kişi, fikir ve hatta olayda yattığı, dilin bir ayna işlevi görerek dünyada zaten mevcut olan gerçek anlamı yansıttığı düşünülmektedir. Diğer bir teori olan kasıtlı yaklaşımda; konuşan veya yazan kişinin, dünyaya ilişkin kendine özgü yorumunu dil yoluyla empoze etmeye çalışmaktadır. Hall, yansıtıcı yaklaşımda olduğu gibi kasıtlı yaklaşımı da kusurlu bulmaktadır. Çünkü, baştan başa bir sosyal sistem olan dilde, tek ya da benzersiz anlam kaynağı olamayacağını ifade etmektedir. Bir diğer teori olan inşacı yaklaşım ne şeylerin ne de bireysel kullanıcıların kendi başlarına dilde anlamı sabitleyeceğini kabul etmektedir. Hall’e göre şeylerin anlamı yoktur, temsil sistemlerini kavramlar ve işaretler kullanarak biz inşa ederiz. İnşacılar, materyal dünyanın varlığını kabul etse de anlamı aktaran materyal dünya değildir. Bir başka ifadeyle inşacı yaklaşım, kelimeler ve şeylerin işaretler olarak işlev gördüğü hayatın sembolik alanını, sosyal hayatın tam merkezine yerleştirmektedir (Hall, 2017a:36-41).

Foucault’dan beslenmektedir. Hall’a göre Saussure, dile ve temsile sosyal inşacı yaklaşım açısından bakmaktadır. Saussure’ün, dil tarafında kullanılan ifade formları (gösteren) ile onlarla ilişkili zihinsel kavramlar (gösterilen) arasındaki kodların bağlantı sağladığını belirten Hall, Saussure’ün böylece bu iki temsil sistemi arasındaki ilişkili işaretleri ortaya çıkardığını ifade etmektedir. Hall, Barthes’ın, 1960’lardaki çalışmalarında Saussure’ün dilbilimsel modelini, fotoğraf, reklamcılık, seyahat modası gibi çok kapsamlı işaret ve temsillere uygulayarak geliştirmesine vurgu yapmaktadır ki buna göre Saussure’ün temellerini attığı göstergebilimsel yaklaşımda sadece kelimelerin ve görüntülerin değil, nesnelerin kendisinin de anlam üretiminde gösterenler olarak işlev görebilmesi önemlidir. Ayrıca söylemi bir temsil sistemi olarak gören Foucault’dan da etkilenen Hall’e göre Foucault, anlam ve anlamlı pratiğin söylemler içinde inşa edildiğini yani “söylemin dışında hiçbir şeyin anlamlı olamayacağını” savunmaktadır (2017a:42- 60).

Temsille ilgili kısıtlı bir teorik çerçeve çizdikten sonra, temsil ve haberlerdeki kullanımına bakıldığında, temsil teorilerinden en çok inşacı yaklaşım çerçevesinde haberlerin oluşturulduğu söylenebilir. Çünkü haberlerdeki temsil, ne Liberal paradigmanın savunduğu gibi gerçekleri yansıtıcı, ne de haberde yer alan ifadelerin tümü kasıtlıdır. Hall’ün de ifade ettiği gibi konuları, insan tiplerini, olayları, durumları vb. temsil eden medya, ekrandaki görüntülerle veya bir sayfadaki kelimelerle tasvir ettiği şeylere bir şekilde anlam vermektedir (Hall, 2005b:6) ki bu anlam müspet veya menfi olabilmektedir. Hall’a göre, görsel anlatıda kavram ve işaret arasındaki ilişkinin oldukça basit göründüğü durumlarda bile, mesele basit olmaktan uzaktır. Kelimeler gibi ses çıkaran bir anlatının yanı sıra ses çıkarmayan işaretler olduğunu belirten Hall’a göre, bunlar görsel işaretlerdir ve ikonik işaretler olarak adlandırılmaktadır. Yani, kendi formlarında, başvurdukları nesneye, kişiye veya olaya belirli bir benzerlik taşımaktadırlar. Bu bağlamda Hall, yazılı veya sözlü işaretlerin dizinsel olarak adlandırılan şeyler olduğu, fakat mesela bir ağacın fotoğrafının görsel algımızın gerçek işaretlerinden bazılarını görsel bir tabelada üretildiği görüşündedir (1997:20). Bu nedenle haberde temsillerle ilgili yapılan çalışmalarda ne yansıtma gibi çok iyi bir niyet, ne de her şeyi kasıtlı bulacak

bir kötü niyet vardır. Aynı kişi, olay, kimlik ya da durum farklı şekillerde inşa edilebilmektedir.

Haberde gerçekliğin inşa edilmesiyle ilgili ilk kapsamlı çalışmayı Gaye Tuchman “Making News: A Study in the Construction of Reality” adlı eseriyle yapmıştır. Tuchman, gazetelerin ve televizyonların iş yapma stratejilerini belirleyen kaçınılmaz bazı süreçler olduğunu; haber üretim sürecinde profesyonellikten kaynaklandığı düşünülen bazı kararların verilişini de etkileyen faktörlerin tamamen haber kuruluşlarının kaygıları olduğunu ifade etmektedir. Tuchman’a göre “haber, bize kendisini, bir uzlaşımlar dizgesi tarafından yönlendirilen işaretler ve simgeler olarak değil, gerçek temsiller olarak sunmaktadır.” (1978, Aktrn: Dursun, 2004.40).

Haberin sunduğu gerçeklik temsilleri, gerçek/dış dünyaya dair kişisel tutum ve davranışlarımızı büyük ölçüde belirlemektedir. Bu anlamda özellikle kimliklere etkisi büyüktür. Bireylerin kimlik algılarını şekillendiren temsiller, bireylerin kimlik algılarını da şekillendirmektedir. Burton’a göre insanlar, farklı medya mecralarında belirli şekillerde temsil edilmekte ve bu temsiller, belirli insanların belirli gruplara dâhil olduğu düşüncesinin yaratılmasına yardımcı olmaktadır. Böylelikle, medya çıktılarının insan kategorilerinin ve belli insanların niçin belli kategorilere dâhil olması gerektiğine dair anlayışımızı düzenlediğini ifade eden Burton, bu kategorilerin medyada olduğu kadar gerçek hayatta da insanları değerlendirmek için kullandığımız düşünme sürecimizin bir parçası haline geldiğini savunmaktadır. Burton’a göre, bu gibi kategoriler algısal kümeler olarak adlandırılmakta, yani insanların medyadaki temsilleri bu algısal kümelerin inşa edilmesine ve sürdürülmesine yardımcı olmaktadır (1995:111). Genel olarak medyanın bu temsilleri, özellikle dezavantajlı durumda olan gruplar söz konusu olduğu zaman, egemen söylemlerin bir neticesi olarak ortaya çıkmaktadır. Genel olarak denmesinin nedeni, anaakım medyanın hedefi sadece daha çok gazete satmak ya da reyting almak değildir. Çeşitli çıkar gruplarına dahil olan kitlelerin temel hedefi aynı zamanda hem kendilerinin medyada olumlu temsil edilmesi hem de çatışma içinde bulundukları alternatif grupların medyada olumsuz imajlarla sunulması için gerekli zemini sağlamaktır (Arsan, 2004:160). Dolayısıyla medya temsilleri ve egemen ideolojik yapılanmalar arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır.

Hemen hemen bütün medya çıktılarında bu durum görülse de bir medya ürünü olarak haberde daha belirgin bir hale gelmektedir. Bu bağlamda problematik bir hale gelen haberin gerçeği yansıtma düzeyi, hangi ideolojik süzgeçlerden geçtiği ile yakından ilişkilidir. Diğer taraftan özellikle fenomenolojik yaklaşımın önemle üzerinde durduğu gibi haber, toplumsal gerçekliğin inşasında önemli bir rol oynamaktadır (Göker ve Keskin, 2015.234). Çünkü bu yaklaşımın temel felsefesi inşacı ilkelerdir. Buna göre insan, faillerinin toplumsal olguları şekillendirirken, onu nasıl tarif edeceklerine dair fikir birliğine vararak/uzlaşarak bu şekillendirmeyi yapabilmektedir. Bu bağlamda da medya ile ilgili çalışmalarda fenomenolojik yaklaşım; haber kuruluşlarının işleyiş mekanizmalarının, haber çerçevelerinin oluşumunu belirlediğini; uzlaşmayla oluşturulan bu çerçevelerin ise toplumsal anlamın dolaşımını sınırlandırdığını savunmaktadır. Öyle ki bu sınırlandırılmış anlamlar toplumsal gerçekliğin inşasına yol açmaktadır (Dursun, 2004: 43-55).

Sonuç olarak, medyada ve haberlerde gerçek, temsiller aracılığıyla sunulmaktadır. Temsiller gerçeğin bir yansıması olmayıp, -bazen çarpıtılarak- tekrar tekrar inşa edilmektedir. Fakat temsilin inşa etme görevini değerlendirmenin bir yolu olarak “gerçekliğe” başvurmada Gledhill’in ifade ettiği gibi pratik sorunlarla karşılaşılmakta, temsilin gerçekleri yansıtıp yansıtmadığı, gerçeği yansıttığında bile “kimin gerçekliği?”, “hangi gerçeklik?” ve “kime göre?” gibi sorular ortaya çıkmaktadır (2017:452-453). Özellikle bu sorular habercilikte daha anlamlı hale gelmektedir. Gerek medya/basın kuruşunun egemen ideolojisi, gerek medya profesyonellerinin bakış açısı bu gerçeği inşa etmede belirleyici olmaktadır. Bu belirlenim, medya ürünlerini tüketen bireylerin kendilerine sunulan temsiller üzerinden yeni bir kimliğin yanı sıra bir tutum veya davranış biçimi geliştirebilmesinde önemli rol oynamaktadır. Medyanın özellikle toplumda ayrımcılık türlerinden herhangi birine maruz kalan zayıf toplulukları temsil etme biçimleri, onların gündelik yaşam pratiklerine fazlasıyla olumsuz etki etmektedir.