• Sonuç bulunamadı

Trabzon Kent Tarihine Kısa Bir Bakış

BİRİNCİ BÖLÜM 1. İNSAN, KÜLTÜR VE COĞRAFYA İLİŞKİSİ

2.1. Trabzon Kent Tarihine Kısa Bir Bakış

Doğu Karadeniz Bölgesi’nin önemli bir merkezi olan Trabzon hakkında yapılan çalışmalar kentin tarihini ilk çağlara kadar dayandırmaktadır. Antik Çağlardan beri Avrasya ekseninde etkin olmak isteyen bütün siyasal güçlerin ilgi sahası içinde olan Trabzon; doğu batı arasında geçiş bölgesi olması, İpek Yolu’nun ana güzergâhlarından biri üzerinde olması sebebiyle bölgenin maddi ve kültürel zenginliğini yansıtan önemli bir merkezdir.

Kent adının kökeni hakkında bir görüş birliği sağlanmamış olsa da İlk Çağ kaynaklarında Trapezus, Trapeza olarak, Batılı kaynaklarda Trebizonde, Trapezunt, Trebisond olarak yer aldığı, İslami kaynaklarda ise Atrabezun, Trabezude olarak yer aldığı görülmektedir. Bu adlandırmaların kökeninde ise kente deniz yoluyla gelen Miletoslu kolonicilerin kenti uzaktan baktıklarında bir sofraya benzetmeleri ve Antik Yunanca’da sofra anlamına gelen Trapeze kelimesinden kentin adını türettikleri bir görüştür. Evliya Çelebi, kente adını verenin Fatih Sultan Mehmet olduğunu ve fetihten sonra kenti güzelliğinden ötürü Tarb-ı Efzun şeklinde nitelendirdiği görüşündedir (Tekindağ, 1979: 456-457; Usta, 1999: 14). Dede Korkut metinlerinde önemli bir yer tutan kent, bu metinlerde Turabuzon şeklinde yer almıştır. Ayrıca kentin adının “tuğra bozan” şeklinden türetildiğine dair anlatılar da sözlü kültür ürünleri arasında yer almaktadır.

Tarihi kaynaklara bakıldığında Türk kökenli kavimlerin Anadolu'ya yerleştiği ilk bölgelerden birisi Doğu Karadeniz Bölgesi’dir. Helen kolonizasyon döneminden evvel bölgeye Karadeniz’in kuzeyinden İskit ve Kimmer atlı göçebe topluluklarının girdiği ve bu toplulukların bölgenin otoktan halkları üzerinde göç dalgalanmaları yarattığı bilinmektedir (Özsait, 1999: 36-37; Tellioğlu, 2007: 15-34; Bilgin, 2010: 20-32). M.Ö. VIII-VII. yüzyıllarda yürütülen kolonileşme sürecinde Karadeniz kıyılarına gelen Ionialı ve Miletoslu Helenler bölgede Makronlar, Kolkhlar, Driller, Mossynoikler, Khalypler, Tibarenler vb. yerli kavimlerle karşılaşmışlardır. Bölgede yaşayan bu yerli halklarla ilgili ilk bilgiler Ksenophon’un “Anabasis” adlı eserinde Anadolu’da “satraplık” adı verilen valiliklerden bağımsız yaşayan halklar şeklinde bilinmektedir. (2011: 336-365). Helenlerin bu bölgeye yaptıkları akınların amaçlarının başında ise köle ticareti ve bölgenin sahip olduğu maden rezervleri gelmektedir (Bilgin, 2010: 32-48; Emir, 2011: 87-90). İlerleyen dönemlerde Bizans İmparatorluğu da benzer bir

21

siyaset güderek bölgedeki yerli halkı Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine gitmiş ve böylece bölgeyi kontrol altında tutmak istemiştir. Araştırmacılar tarafından bölgede tespit edilen Avar, Hazar, Bulgar, Kıpçak, Kuman soylu isim ve motifler bölgedeki Türk soylu kavimlerin otoktan halkla yıllar içinde kaynaştığının en büyük göstergesidir.4

Kara ve deniz ticaret yollarının önemli bir kesişim merkezi olması dolayısıyla pek çok istila gören Trabzon kenti ilerleyen yıllar boyunca yine pek çok farklı yönetim tarafından idare edilemiştir. MÖ. 4. yüzyıla kadar Anadolu üzerindeki Pers istilasından etkilenen kent ilerleyen yüzyılda ise İskender’in Doğu seferleri neticesinde el değiştirmiş, MÖ. 280’li yıllarda Mithridat ailesi egemenliğindeki Pontus Krallığı topraklarına katılmıştır. MÖ. 63 yılına gelindiğinde ise Roma tarafından işgal edilen kent Roma İmparatorluğu için önemli bir istihkam mevki olma özelliği kazanacaktır. İmparator Hadrian’ın doğu topraklarına yaptığı iki sefer sonucu Trabzon bölgede önemli bir merkez olmuştur. İmparatorun emriyle kente limanlar yaptırılmış ve güneyden gelip denizle birleşen ticaret yolları sağlamlaştırılmıştır (Özsait, 1999: 38; Lowry ve Emecen, 2012: 296). Böylece Trabzon ordu iaşe merkezi konumunda olmasının etkisiyle deniz ve kara ticaret hayatının son derece canlı bir merkezi olmuştur (Umar, 2000: 60; Miller, 2007: 8).

Roma İmparatorluğu’nun bölünmesi neticesinde Bizans olarak adlandırılan Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyet alanında kalan Trabzon, VIII. yüzyıldan itibarense Müslüman Araplar ve İslamiyet’i kabul etmiş Türk akıncıları tarafından bir müddet ele geçirildiyse de Bizans ordusu komutanı Leon tarafından tekrar geri alınmıştır. Ancak bu tarihten itibaren şehir surlarının hemen dışında yer alan Müslüman Türk varlığı kendisini Trabzon’un fethine kadar aralıksız devam ettirmiştir (Öksüz, 2006: 25).

IV. Haçlı Seferi neticesinde İstanbul’un Latin orduları tarafından yağmalanması üzerine ailesiyle birlikte Trabzon’a gelen imparator I. Andronikos’un torunları Alexios ve David 1204 yılında Trabzon ve çevresinde Gürcü Kraliçe Tamara’nın da yardımlarıyla Komnenos Krallığı’nı kurmuşlardır. Bölgedeki Türk varlığı, Komnenos hanedanının egemenlik sürdüğü yıllarda iyice artış göstermiştir. Bunun başlıca sebebi siyasal ve askeri anlamda kendini muhafaza etmekte güçlük çeken krallığın bölgede düzeni sağlayacak askeri bir güce ihtiyaç duymasıdır. Bu sebepten Kraliçe Tamara sınır güvenliğini sağlayabilmek adına bölgeye Karadeniz’in kuzeyinden, Kafkasya ve İran yaylası üzerinden gelen Kıpçak-Kuman kökenli Hristiyanlaştırılmış Türk boylarını yerleştirmiştir. Bölgede Eski Anadolu Türkçesi söz varlığının yanı sıra Eski Türkçe ve Kıpçakça unsurların mevcudu; yalnızca İslamiyet’i kabul ettikten sonra 1071 Malazgirt, 1176 Miryokefalon zaferleriyle Anadolu’daki varlıkları artık iyice sağlamlaşan Türk akıncı boylarından Çepni kolunun, Hacıemiroğulları ve Taceddinoğulları beyliklerinin bölgede ikamet etmediğini, umum Türk

4 Bizans İmparatorluğu’nun Hristiyanlık öğretileriyle Rumlaştırmaya çalıştığı Türk soylu kavimler hakkında detaylı bilgi için bk. (Şükürov, 2016).

22

boylarının kozmopolit bir yapıda bölgede bir arada olduklarının göstergesidir (Bilgin, 2010: 106; Üçüncü, 2007a: 128; 2007b: 171).5 Yalnız bu dönemlerde yazılı kaynakların ağırlıkla imparatorluk ve kilise kayıtlarından biliniyor oluşu, imparatorluğun etnik yapıyı bir arada tutabilmek adına Grekçe’yi resmî dil ve Hristiyanlığı ise resmî din olarak kabul ettirmesi gibi bir siyaset benimsemesine neden olmuştur. Komnenler her ne kadar surlar dışında siyasi anlamda pek bir hakimiyet sağlayamasa da bu sebepten bölgede varlığı kesin olarak bilinen Gayrimüslim Türk tebaanın Grek kökenli olarak algılanması, yer adlarının Grek veya Pontus Romenikası kökenli olduğu inancı uzun yıllardır devam eden bir yanlışlıktır (Tellioğlu, 2004: 2).

1243 Kösedağ Savaşı’nda Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğollara yenilmesi Anadolu’da siyasi bir boşluk ortamı oluşmasına neden olmuştur. Ancak Alaeddin Keykubat döneminden itibaren Doğu Karadeniz Bölgesine yerleştirilen Çepni boyları, Trabzon’un dağlık güney kısımlarını doğu batı eksenli yurt olarak edinmişler ve Komnen hanedanı Trabzon Rum İmparatorluğu’na karşı sürekli bir mücadele halinde olmuşlardır (Bryer, 1980: 140-41; Çelik, 1999: 15-26; Çelik, 2002: 312-323). İmparatorluğun bu ve takip eden yıllarda kendisine karşı düzenlenen akınları akrabalık ilişkileri oluşturmak suretiyle bertaraf etme yöntemi seçtiği görülmektedir (Uspenski, 2003: 89). Nitekim 1458 yılına gelindiğinde İmparator IV. Yuhannes Komnenos’un kızı Theodora’yı Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’la evlendirdiği kayıtlarda yer almaktadır (Bryer, 1980: 135-36). Ancak imparatorluğu ayakta tutmak için girişilen tüm faaliyetler sonuçsuz kalmış ve Trabzon 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir. Fetihte şüphesiz dikkat çeken önemli hususlardan bir tanesi bölgede artık uzun yıllardır ikamet eden Çepnilerin Osmanlı ordusuna yardım etmeleridir. Fetihten sonra ise kendilerine yardımlarından ötürü tımar tahsis edilmiştir (İnan, 2003: 73). Böylelikle Trabzon’da 1916 yılındaki Rus işgaline kadar Osmanlı hakimiyeti başlamıştır.

I. Dünya Savaşı’nda tüm Anadolu’da olduğu gibi büyük zorluklarla karşılaşan Trabzon kenti ayrıca 15 Nisan 1916 yılında Rus işgaliyle karşı karşıya kalmıştır. Başta Of, Akçaabat, Maçka gibi kentin pek çok noktasında Ruslara karşı direniş hareketi gerçekleşse de denizden yapılan bombardıman neticesinde kent merkezi büyük hasar görmüştür. Bunun üzerine kenti iki gün içerisinde yanına alabildikleri eşyalarıyla terk eden halk, hafızalardan uzun yıllar silinemeyecek muhacirlik günlerine başlamıştır. Panik içerisinde nereye gideceğini tam olarak bilemeyen insanlar genellikle batı yönünde kentten uzaklaşmayı tercih etmiş; maddi durumu iyi olanlar deniz yoluyla, maddi durumu son derece kötü olan pek çok sakin ise yanlarına bulabildikleri hayvanlarla yayan olacak şekilde köy ve yayla yollarını kullanarak kaçmışlardır. Kentte kalan yerli Rumlar ise Ruslara

5 Bölgedeki Kıpçak varlığının ne derece üst seviyede olduğunun en büyük göstergesi Kıpçakların Komnenos hanedanında yönetimde dahi kendilerine yer bulmalarından kolayca anlaşılabilmektedir. Kıpçak soylu olduğu bilinen Maçkalı George Amiroutzes’in 1438-1439’da Komnenosları temsilen Ferrara-Floransa konsiline katıldığı, 1449’da Cenevizlilere elçi olarak gittiği ve daha sonra IV. Yuhannes tarafından devlet hazinedarlığı görevine getirildiği kaynaklarda yer almaktadır (Bryer, 1988: 83-84; Tellioğlu, 2009: 131, 132).