• Sonuç bulunamadı

Görücülük ve Kız İsteme

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. GELENEKSEL HALK BİLGİSİ

3.2. Halk İnanışları

3.3.1. Hayatın Geçiş Törenleri

3.3.1.3.4. Görücülük ve Kız İsteme

Orta ve Doğu Anadolu'da gelin, damadın evine gelince kaynana ile karşılıklı oynatılır. Kaynana ekmek takılı bir oklavayı iki ucundan tutup gençlere verir. Bu ekmekten yiyen bekârların kısmetlerinin açılacağına inanılır. Anadolu, Suriye ve Irak Türkmenleri “saçı saçma”nın hayır ve bereketine inanırlar. Geline yapılan saçıyı saklayan bekârların kısmetlerinin açılacağına inanırlar (Kalafat, 2000: 109). Bayır – Bucak Türkmenlerinde gelinin duvak telinden alan genç kızların bunları saklayarak kendi kısmetlerinin de açılacağı yönünde inanışları vardır. İstanbul'da Telli Baba ziyaretine giden bekarlar burayı ziyaret eden gelinlerin bıraktıkları duvak telini kısmetleri açılsın diye alırlar. Bu sırada dua edilirken “Bahtım, bahtım, altın tahtım, geldi çattı, gelin olacak vaktim.” denir (Kalafat, 2000:123). Irak ve Suriye Türklerinde genç kızlar gelinin ayakkabısına buğday koyarlar. Anadolu'da gelinin pabucunun altına kızlar isimlerini yazarlar, böylece kısmetlerinin açılacağına inanırlar (Kalafat, 2000:212).

3.3.1.3.4. Görücülük ve Kız İsteme

Görücülük, toplumumuzda evlenecek gence kız bakmak için başvurulan bir adettir. Bu gelenek halk arasında, “ağız arama”, “dünür düşme”, “dünür gezme”, “dünür gitme”, “el basma”, “elçilik”, “görücülük”, “görücüye çıkma”, “kız arama”, “kız bakma”, “kız beğenme”, “kız sarraflama”, “kız isteme”, “söz taşlama” gibi deyişlerle anılır. Bu iş için erkek tarafının yakın çevresinden orta yaşlı bir ya da birkaç kadın tercih edilir. Bu kadınlar, arabulucu, aracı, saye kılgan, büyük dünür, dilekçi, düğür, dünür, tüngür, dünürcü başı, dünürbaşı, görücü, elçi, kılavuz gibi adlarla bilinir (Kaya 1996: 148–157). Örnek’e göre, geleneksel kesimde evlenme işine girişme; kız bakma, kız arama, kız soruşturma ile başlar. Oğullarını evlendirmek isteyen aileler, önce akrabalarından, komşularından ve yakın çevrelerinden başlayarak kız aramaya çıkarlar. Bu geleneğe görücülük, görücüye çıkma adları verilir. Evlenecek delikanlının ya da ailesinin, daha önceden bildikleri biri varsa, önce o adayın evine gidilir. Olumsuz cevap alındığı veya alınacağının sezildiği durumlarda başka adaylar düşünülmeye başlanır. Görücüye çıkma, kız bakma Türkiye’nin değişik bölgelerinde bazı farklılıklar gösterse de yine de bu usul ana çizgileri bakımından aynıdır (Örnek, 1977: 190-191).

110

Geleneksel kültürümüzün yaşatıldığı yörelerde, evliliğin ilk adımı ailelerin oğullarına uygun bir gelin aramasıyla atılır. Köy çevresinde, görücülük ve kız isteme törenleri birbiri içindedir. Aynı köyde veya aynı mahallelerde yaşayan aileler ve çocukları birbirlerini yakından tanıdıkları için görücülüğe gitmek yerine, doğrudan kız istemeye gidilir. Erkek tarafının kadınları, gelin adayı genç kızın güzelliğine; beceriklilik, büyüklere saygılılık vb. hoşa giden davranışlarına önem verir. Kanlı Kocaoğlu Kanturalı Hikâyesi’nde Kanturalı babasına evlenmek istediği kızın özelliklerini şu sözlerle anlatır “Ben yerimden doğrulmadan o kalkmış, ayağa dikilmiş olmalı, ben Karakoç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış, bana baş getirmiş olmalı.” (Gökyay, 1976: 133).

Arabulucu kadınlar, gelin adayı olarak bir genç kızda karar kıldıktan sonra genç kızın ailesini soruştururlar. Halk arasında ‘her şey dengi dengine’, ‘her ot kökünde biter’ sözleri bu durumu anlatmak için kullanılan deyişlerdendir (Aksoy, 1984: 89). Bu esnada kız tarafına da düşünme süresi tanınmış olur. Kız tarafı bu süre zarfında, damat adayının mesleğini, iyi ve kötü huylarını, ailesini araştırır. İki tarafın da birbirlerine onay vermesiyle görücülerin işi sona erer (Boratav, 1984: 173). Görücü kadınların görevlerinin bitmesinin ardından erkek tarafı kız istemeye gider. Bu törende evlenecek gencin ailesinin erkekleri ön plandadır. Erkek tarafından yaşça en büyük ve itibarlı olanı “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle” kızı aile büyüklerinden ister (Artun, 2005: 153).

“Trabzon’da kızı isteme görenekleri daha çok görücü usulüyle, işte erkek tarafının oğlu evlenecek yaşa geldiği zaman tabi gız istemek için etrafa sorup soruşturuyler. Çocuğun da istediği gızlar oluy, bazı yerde felan gızı ben istiyorum. Tabi bazen ailesi istemiy oni. O ailenin gızıni biz isyip evimize almazuk. Ondan vazgeç diyorlar ona. Sevdalaniy o da ona. Tabi o çocuk da ailesinin baskısıyla gızdan vazgeçiyor ama yine de seviyor onu. Sonradan işte felan yerde bizim aileye uygun bi gız var, ben onu gördüm diyor annesi. Ben sana onu alacağım. İşte senin istediğin kızın ailesini, kendisini biz istemiyoruz. Çocuk da yok ben onu istemem, isterim diyken yine ailesinin dediği olur. Kakayler tabi annesinin, babasının dediği gızı istemeye gidiyorlar. Çocuk da onu istemeye mecbur galıy. Mecbur galdığı için iki üç kişi ailesinden, annesinden, babasından kızı istemeye gidiyorlar. Gızın evine gidiyorlar tabi. Kızın evine önce söylemiyorlar ki tabi biz senin gızını istemeye gelecez. İlk de gızı görecekler, takip edecekler. Misafirliğe gidiyorlar, tabi bakıyorlar gız nası bişe. Boyuna posuna huyuna işte güzelliğine işte her şeyine bakıyolar tabi. Çocuğuna da diyler işte biz onu ailece beğendik, çocuk da gabul ediy. Tamam diy onlara, sizin istediğinizi ben de isterim diy mecbur galarak. Kakıp evlenecek çocuğun annesi babası gidiyolar gızın evine, gızın evinde oturuyorlar. İşte sizin gızınızı istemeye geldik. Onlar da işte bizim gidecek gızımız var ama biz de gızımıza, akrabalara soracağız. Tabi verirseler, herkes sizin aileye layık görürseler, oğlun gabul ederse olur deniyor. Gızlan oğlanı görüştürürler, gonuşturmazdılar eskiden, uzaktan gösterirdiler veya gız tabi köy içinden olduğu için görürdüler birbirini. Öyle görücü usulü olurdu. Bi daha gene erkek tarafının annesi, babası, akrabaları gızın evine giderdi. Gız tarafı akrabalarına sormuş olurdu. Kimi vermek isterdi, kimi istemezdi tabi. Böyle bigaç sefer giderdi. İşte son anda gız tarafı karar alırdi, işte derdi

111

ki verelim bura bize uygundur diye. Erkek tarafı gız tarafına haber gönderirdi ne zaman gelelim diye. Onlar da işte üç beş akşam sonra felan gelin derdiler. Erkek tarafı da annesi, babası, ailesi giderdi. Otururdiler, hoş geldin sefa geldin derdiler. Erkek tarafının babası derdi ki biz Allah’ın emri, peygamberim kavliyle gızınızı istemeye geldik. Gızın babası da ben gızıma sordum, akrabalarıma sordum, size vermeye layık gördük gızımızı, verdik gitti gızı reva gördük size. Ondan sora söz verilirdi, gız elleri öpmeye gelirdi. Ellerini öptükten sonra kahve getirirdi, kahve tutardı işte büyüklere. Kahveyi içerdiler sonra sohbet ederdiler. Kaynatası işte kızın nüfus kağıdını isterdi. Gızın nüfus kâğıdını kızın küçük kardeşi veya yengesi, abisi bişesi işte o evde kimi varise tepsinin üstünden örtü sererdiler, örtünün üstüne de nüfus kağıdı gorduler. Getirir kaynatanın önüne gördüler, gaynata da nüfus kâğıdını alır cebine gordi. Cebinden bir miktar parayı göstermeden örtünün altına gordi. Gızın tarafından abisi, kardeşi alırdi tepsiyi. İçeri geçerdi, gıza hediye bu para verilirdi. Sonra konuşulurdi. Masalar kurulurdi, erkek tarafına yemekler yedirilirdi. Sonra takılara sıra gelirdi işte. Biz takılan takıları gonuşalım gız tarafı derdi. Ben gızıma ancak çeyizini yapabilirim, erkek tarafı hep evin eşyasını yapardı, altınları yapardı. Düğününü yapardı. Eskiden bi yatak odası yapılırdı. Derdi ki gız tarafı ben gızıma şunu isterim, misal bi gordon, beşi bi yerde. Altı tane çift bilezik falan… Erkek tarafı da işte derdi ki bu kadar çoktur, borcumuz var bu kadar yapamayız diye. Gızın tarafı da inerdi onu. Bu bi listeye yazılırdı. Sonra gızın ağırlığı yapılırdı. Bakır tencereler, sahanlar, kazan, gügüm yapılırdi. Bunlar hep bakırdan yapılırdi illa, erkek tarafı yapardi. Tabi sonra gonuşurlardi ne zaman nişan yapılacak diye. Sora kakar giderdiler evlerine. Böylece kız isteme biterdi.” (K.K. Zülfiye Nazlı, Maçka)

Evlenecek kız ve erkekte birtakım özellikler aranmaktadır. Yaş, fiziksel özellik, karakter, beceri, eğitim durumu bunlardan bazılarıdır. Gelin olarak seçilecek kızın huyunun bilinmesi çok önemsenen bir konudur. Kayseri’de gelin seçiminde hamamlar önemli bir yer tutar. Orada kızın vücudu, huyu, bohçasının içindekilerden marifetleri, araştırılır. Damat adayının seçiminde, damat olacak erkeğin çirkin, hasta ve işe yaramaz olmaması yeterli olup, diğer olumlu özellikleri soruşturulur (Türkten, 1996: 227). Kutadgu Bilig’te evliliğin nasıl yapılması gerektiği özetle şöyle anlatılmaktadır: Evlenirken çok dikkatli olmalı ve iyi bir kız aranmalıdır. İyi bir kız, soyu sopu belli, iyi bir aileye mensup, iyi bir Müslüman, hayâ sahibi ve temizdir. Erkek yüzü görmemiş, bakire bir kız olursa karşılaştırma yapamayacağı için kocasını sevecektir. Erkek kendinden aşağı bir kızla evlendirilmelidir. Kız kocasından yüksek aileye mensup olursa erkek ona esir olur. Yüz güzelliği yerine huy güzelliği tercih edilmelidir (Günay, 2000: 6-7).

Anadolu’da görücülükle ilgili çeşitli uygulamalar vardır. Görücü gidilmeden önce kız evinin “ağız araması” yapılır. Kız istemeye bir yün çorap sökülerek gidilirse kız evinin zorluk çıkarmayacağına inanılır. Görücüler birkaç defa gidip kızı alamadıkları takdirde, son gidişlerinde içlerinden birisi çorabını ters giyer. Bu şekilde kız evinin “evet” diyeceğine inanılır (Kalafat, 2000: 192). Makedonya'nın İştip şehrinde yaşayan Türkler, kız istemeye veya söz kesmeye pazar veya cuma akşamları gitmektedirler. Düğünler de perşembe veya cuma günü başlar. Kızın çeyizi pazartesi

112

ya da perşembe günü götürülür (Ercan, 2006:81). Kazakistan’da erkek tarafının kızı ailesinden istemesine “dünürlük söyleşmesi” denir. Kızın ailesi olumlu cevap verdiği takdirde, kız tarafına verilen hediyeye “karğıbav” denir. Böylece söz kesilmiş olur. Sözden sonra her iki taraf birbirlerine “kuda”, kadınlarına “kudağiy” diye hitap ederler (Altay, 1998: 154).

3.3.1.3.5. Söz Kesme

“Söz kesimi” dünürcülük, yani kız isteme aşamasından sonra gelmektedir. Dünürcülük yoluyla anlaşan ailelerin, bu anlaşmalarını daha geniş bir çağrılı huzurunda sözle iyice pekiştirmelerine “söz kesimi” ya da “söz kesme” denmektedir. Söz kesiminde başlık ve hediyeler de konuşulur, söze bağlanır (Örnek, 1977: 191, Karakaş, 2005: 44).

Kalın, yani başlık adetinin kökeni 1500 yıl önceye dayanmakta; Türkistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan hat üzerinden tarih içerisindeki bütün Türk boy ve oymaklarda varlığını sürdürmektedir. Ege, Akdeniz, İç Anadolu’nun birçok yerindeki Yörükler, Türkmenler arasında; Gaziantep, Yozgat, Tunceli, Muş, Kayseri, Malatya, Karaman, Sivas, Çanakkale, İzmir, Konya illerinde; Orta Asya’daki Türk boyları arasında “kalın” inin tatbikinde “ortak” olan hususlar, duygu ve düşünceler aynıdır (Turan, 1991: 40). Başlık parası, evlilikte istikrarı sağlamak, mevcut tabakalaşmayı korumak, çok eş evliliğini önlemek, zor durumda yardımcılık, kadına güven sağlamak gibi işlevlere sahiptir. Başlık parasının alınış nedeni, bir gelenek, çeyiz telafisi, süt hakkı, bekaretin korunması, baba hakkı, kızın giderlerinin karşılanması, velâyet hakkının devri, işgücü kaybının telâfisi, soyun sürekliliğini sağlama gibi nedenlere bağlanmaktadır (Tezcan, 2000: 40).

Orta Asya Türkleri arasında, özellikle kırsal alanda kalın ödeyerek evlenme geleneği varlığını sürdürmektedir. Kırgızlarda evliliğin yapılabilmesi için “kalın”ın (başlık parasının) verilmesi en önemli koşuldur. Kalın kelimesi bütün Türk dillerinde müşterek ve çok eski bir kelimedir (Aynakulova, 2006:97). Bayır – Bucak Türkmenlerinde kız istenirken “mehr”in ne kadar olacağı da belirlenir. Yüzükler iki aile arasında küçük bir eğlence ile takılır. İkinci bir nişan merasimi pek yapılmaz, düğün hazırlığı başlar (Kalafat, 2000: 128).

Özbekistan Türklerinde kız istemeye ilk gelişlerinde erkek tarafına “Takdir bilir” denir. İkinci gelişinde erkek tarafının getirdiği hediyeleri kızın ailesi kabul ederse, cevaplarının müspet olduğu anlamına gelir. Bu esnada erkek kıza çiçek, tatlı türünden hediyeler verir, kız bunları alırsa “rızası var” anlamına gelir. “Söz kesimi”nden sonra toyun şartlarının görüşülmesine geçilir. Buna “Fatiha Kılma” denir (Kalafat, 2000:193). Gagauzlarda erkek tarafı beğendiği kızın ailesine aracı kadın gönderir. Kız tarafının cevabı olumlu olursa, erkek tarafı kız tarafına bir altın gönderir. Bazı bölgelerde altın yerine “baba hakkı” denilen bir meblağ belirlenir. Baba hakkının ödenmesine “söz” veya “küçük nişan” denir (Güngör ve Argunşah, 2002: 104-105).

113

3.3.1.3.6. Nişanlılık

Nişan töreninden düğüne kadar geçe süreye nişanlılık dönemi denir. Nişanlılık bir ara dönemdir. Bu dönemde genç kız ve genç erkek kurulacak yeni yuva için psikolojik ve sosyal açıdan kendilerini hazırlar (Başçetinçelik, 1998: 147). Nişanlılığın amacı verilen sözü sosyal çevreye duyurmak, çiftlerin hazırlık yapmalarına imkân vermektir.

Nişan töreni, iki genci evliliğe bir adım daha yaklaştırır. Bu dönem içerisinde de aileler birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı bulurlar; ancak toplumumuzdaki kültürel değişimden bu törenler de etkilenmiştir. Artık nişanlı gençler bu dönemde rahatça görüşebilmektedirler. Nişan töreni kız tarafının evinde ya da ailesinin uygun gördüğü bir yerde yapılır. Nişan töreninde hem erkek hem de kız tarafının onayladığı bir kişi tarafından çiftin yüzükleri takılır. Nişanda kız ve erkek tarafı da geline takılar takarlar. Kırsal kesimde nişan töreninde kadın erkek ayrı eğlenirken, salonda yapılan törenlerde birlikte eğlenmektedirler. Nişanlar mevlitli ya da çalgılı olabilmektedir (Artun, 2005: 155). Nişan kararlaştırıldığı biçimde yemekli, davullu, eş, dost, komşu ve akrabalar çağırılarak “toy” denilen bir yemek ve eğlenceyle yapılır. Oğlan evinin kız için aldığı çeyiz ve takılar misafirlerin duyabilecekleri şekilde ilan edilir. Adına “kırkım” denir. Nişanda bu tören yapılır ve evlenecek çifte para, eşya, takı vb. verilerek yardımda bulunulur (Artun, 2001: 108). Kültürümüzde nişan ve nişan töreninde yüzük takılmasının önemli bir yeri vardır. Erkek ile kız arasında, erkeğin ailesi ile kızın ailesinin arasında yapılan anlaşmanın somutlaştırılması görevini nişan yüzüğü üstlenmektedir. Nişan yüzüğünde dikkat çeken bir diğer nokta ise altın olmasıdır. Altın kullanılması toplumda hayırlı ve kutsal bir iş olarak görülen nişan töreninin madenler içerisinde en değerli olarak kabul edilen altın ile taçlandırması anlamına gelmektedir (Gönen, 2006: 64). Dede Korkut Hikâyeleri'nde Bamsı Beyrek'in Banu Çiçek'le nişanlanmasında da altın yüzük kullanılmaktadır. Av sırasında Banu Çiçek ile karşılaşan Beyrek, onunla ok atar, at koşturur, güreş tutar. Her birisinde Banu Çiçek'i yenen Beyrek, onun Banu Çiçek olduğunu anlar. “Düğün kutlu olsun han kızı” diyerek parmağından altın yüzüğü çıkarıp kızın parmağına takar. “Aramızda bu nişan olsun han kızı.” (Ergin, 2006: 64) der.

“Kız istendikten sonra kararlaştırıldığı gün nişan yapılırdi. Oğlan sabahtan gelirdi. Gız tarafının evinden alırdi gızı. Giderdiler bi mağazadan elbisesini alırdiler. İlkin de yüzüğü alınırdi. Takılacak altınları alınırdi. Ondan sonra nişanda giyilecek elbise alınırdi. Erkek tarafı geline, gız tarafı da erkeğe elbisesini alırdi. Nişan günü sabahtan kalkılırdı. Erkek tarafı gız tarafına gelirdi. Damat gızı alırdi, kuaföre gidilirdi. Saçı yaptırılırdi, elbisesini giydirirlerdi. Resimciye gidilirdi hatıra fotoğraf çektirmek için. Sonra eve gidilirdi. Evde akrabalar, komşular toplanmış olurdi. Şarkılar, türküler söylenirdi, oyunlar oynanurdi. Erkek tarafı getirirdi şeker dağıtırdi. Erkek tarafı getirdiği şekeri millete dağıtırdi. Şekerler dağıtılır, oyunlar oynanırdi. Sonra gelin ortaya gelirdi. Gelinle damata yüzük takılırdi. Ondan sonra takılar takılırdi. Bu takılanları gelin alırdi. Eskiden öyleydi, takılanlari gız tarafi alırdi. Oğlan tarafı eli boş dönerdi. Oğlan tarafına yemek yedirilirdi ki demesinler bizi ağırlamadılar diye. Bi seneye de düğünleri yapılırdi, o zamana kadar birbirlerinin evine girip

114

çıkardılar. En çok erkek tarafı giderdi ki iş yıkıldı demesinler. Oğlan tarafından kızın annesine bazı yerlerde süt hakkı adı verilen belli bir giyecek hediyesi verilir.” (K.K. Seyran Gücesan, Tonya)

3.3.1.3.7. Kına

Örnek’e göre, ülkemizde evlenmeyle ilgili yaygın geleneklerden birisi de “kına gecesi”dir. Kına gecesi, gerdekten bir gün önce kadınlar arasında kız evinde yapılır. Kız kınası kadar yaygın olmamakla beraber, günümüzde damada da kına yakıldığı bilinmektedir. Erkek evinde toplananların düzenledikleri gecede kız evinden bir tepsi içinde gelen kına sağdıcı tarafından erkeğin eline yakılır. Gerek kızın gerekse erkeğin eline kına yakma gelenekselliğin ağırlığını duyurduğu yerlerde uygulanmaktadır (Örnek, 1977: 194). Soylu’ya göre, kına yakılması, köy düğün geleneğinde, nikâh kadar önemli ve etkili bir olaydır. Bundan dolayı herhangi bir sebeple, düğün süresi kısaltılarak tek güne indirilse bile, kına mutlaka yakılır. Eline kına yakılan gelin için, geriye dönüş yoktur. Kına yaktıran gelin, evlenme konusunda, mutabakatını da bildirmiş olur. İmam, nikâh kıyarken, gelini değil, maddi hususları görüşmek üzere babası veya bir başkasını vekil olarak çağırır. Zira kına yakılmış, gelin zaten evet demiştir (Soylu, 1973: 367-368).

Toplumuzda kına adeti çok yaygındır. Türk inançlarında seçilmiş, adak edilmiş olanı gösterme inancına göre kına işaretini taşıyan canlı ve cansız tüm varlıkların kutsallığına inanılır, onlara dokunulmaz. Bunlara dokunana uğursuzluk geleceği inancı yaygındır. Bunlar adanmışlar, bir tür koruma altına alınmışlardır (Kalafat, 1995: 51). Halk hekimliğinde tedavi ve güzellik malzemesi, halk türküsünde konu, halk şairinde ilham kaynağı olan ve düğün geleneğimizin kına gecelerine adını veren kına, aynı zamanda folklorumuzun en eski ürünlerinden biridir. Halk arasında “Cennet sıvası” olarak kabul edildiği ve sevap sayıldığı için yakılmaktadır. Kına, Türk halk sufizminde bir adama olayıdır. Ahirete adanan yaşlı anaya hacdan kına getirilir. Allah'a adanan kurbanlık koça kınası besmele ile yakılır. Yeni ocağına eşine “adanan” geline kına yakılır. “Peygamber ocağı” olan askere gönderilen Mehmetçiğe kına yakılır (Kalafat, 2000: 128).

Kına geceleri, çoğunlukla düğünden bir gece önce yalnız kadınlar arasında yaşanan eğlence geceleridir. Gelinin ya da kız tarafından bir akrabanın evinde yapılan kına gecelerinde gecesi gelin, kırmızı yöresel bir kıyafet giyer. Son yıllarda düğün salonu vb. gibi yerlerde de kına geceleri tertip edilmektedir. Ev dışında yapılan kına gecelerinde gelinin, yöresel kına kıyafeti dışında abiye kıyafet de giydiği görülür. Kına gecesinde, oğlan evinden getirilen kına yoğrulur, oğlan evinden getirilen çerezler, gelen konuklara dağıtılır. Bu arada, kimi bölgelerde aynı gün, kimi bölgelerde de kız kınasından bir gün önce, oğlan evinde erkekler arasında da kına yapılır. Oğlanın serçe parmağına kına yakılır, türküler söylenir, oyunlar oynanır. Kimi zaman içeride kadınlar eğlenirken, dışarıda da erkekler eğlenir (Başçetinçelik, 1998: 180).

115

Kına gecesinde özellikle gelin ve akrabalarında hem sevinç hem de hüzün hissedilir. Kıza kına yakılması, daha doğrusu kınaya razı göstermesi bu evliliğe de rıza göstermesi anlamına gelir. Yani elinde kına yakılan kız artık anası evinde bir gecelik misafirdir.

“Kına gecesi düğünde bir gün önce olur. Düğünde bir gün önce kız, kızın varsa kız kardeşleri, yengeleri; oğlan, oğlanın kız kardeşleri, yengeleri toplanırdı. Önce kuaföre gidilirdi. Gelinin saçları yaptırılırdı, gelenler saçlarını yaptırırdı. Damat da gider tıraşını olurdu. Sonra herkes fotoğrafçıya gider, fotoğraf çektirirdi. Fotoğraf işi bitince akşam olur, kızın evine gidilirdi. Köydeki millet çağrılırdı, özellikle de kadınlar gelirdi. Damat gelini eve getirdikten sonra kendi giderdi, evde durmazdı. Kına evinde erkek durması hoş karşılanmazdı. Orada kadınlar şarkılar, türküler söyler, oyunlar oynardı. Oyunlar oynandıktan sonra gelin ortaya getirilir, orta yapılırdı geline kına yakılacak diye. Maniler, türküler söylenir kız ağlatılırdı. Gelin annesinin evinde son akşamını geçireceği için duygulanır, annesiyle birlikte ağlardı, üzülürdü herkes. Kına yakıldıktan sonra tabancalarla mermi atılır, kutlamalar yapılırdı. Güğümün dibine vurularak çalınırdı. Türküler söylenirdi.” (K.K. Neriman Kandaz, Akçaabat)

“Kınanın hazırlanmasında ve kızın eline konulması esnasında dul ve başından iki evlilik geçirmiş kadınlar, uzak tutulur. Gelinin kınasını yenge karar ve kınayı yine yenge yakar. Kına yakılırken kardeşi avucunun ortasına para koyar. Kına yakılırken kız avucunu açmaz. Kızın avucunu açması için kardeşi uğraşır. Kına konurken mâni çevrilir, gelin ağlatılır, gelin ağlamazsa kocaya gidecek diye sevindi derler. Gelinin kınası koyulana kadar gelin ağlar. Geline kına konduktan sonra kına orada bulunan herkese dağıtılır. Gelin, elleri kınalı ve bağlı olarak, duvağı çıkarılmadan bir yere yaslanıp sabaha kadar bekler.” (K.K. Yıldız Çolakoğlu, Ortahisar)