• Sonuç bulunamadı

Coğrafya ve Kültür İlişkisi

BİRİNCİ BÖLÜM 1. İNSAN, KÜLTÜR VE COĞRAFYA İLİŞKİSİ

1.3. Coğrafya ve Kültür İlişkisi

korumaya yönelik sınıflama, anlamlandırma, teknik açıdan değerlendirme, stil olarak analiz etme gibi daha çok eser üzerine odaklansa da sonraları el sanatlarının sosyal kullanımı ve kültürel anlamı, etkileşimsel ve iletişimsel boyutu da incelenmeye başlanmıştır (Babcock, 1992: 204, 211). El sanatları onları yapan ve kullananların kimliklerinin somutlaşması olarak görülmüştür. Bu sanatlar ele alınırken sadece esere odaklanılmamış; onun sosyal ve teknik bağlamında üretilmesi, kullanılması ve yorumlanması sürecine de önem verilmiştir (Chilton, 1999: 1; Glassie, 1986: 11).

Maddi kültür ürünlerinin temel olarak insana zevk vermesi, estetik bir değer taşıması ve işlevsel olması özelliklerine sahip olduğu görülür. El sanatı bir zevk alma ve verme amacını ifade etme boyutunda sanattır. Geleneksel ve egzotik (gizemli, çekici) boyutta da halk sanatı olarak değerlendirilmektedir. Bir halk sanatının sanat doğası, faydacı doğasına göre genellikle ikinci planda kalmaktadır. Ancak estetik duygulara başvurmadan yapılan sanatın içinde olmadığı hiçbir halk sanatı yoktur. Halk sanatçısı pratik ve estetiğin sentezini bütünleştirerek var olmaktadır (Glassie, 1972: 168-276). Yukarıda zikredildiği üzere geleneksel halk bilgisiyle ortaya konan her eser esasında üreticisinin ve onu kullanacak olan yaşatıcısının birlikteliğidir. Örneğin; geleneksel dokuma ürünlerinden “Tonya ipi” olarak bilinen dırmaç, üzerinde farklı renkleri barındıran sağlam bir yük taşıma ipidir. Fonksiyonel anlamda ipten beklenen şey günlük hayatta taşınması istenen ağırlığı kaldırabilecek derecede sağlam olmasıdır. Ancak ürünün sağlam olması beklentisi üründe tercih edilen farklı renklerin kullanımına bir engel teşkil etmez. Bu bağlamda talep ve beğeni birbirini tamamlayıcı niteliktedir.

1.3. Coğrafya ve Kültür İlişkisi

On dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında, insan ve çevre arasındaki etkileşim konusunda coğrafi ilginin çevreci determinizm (belirlenimcilik) ve posibilizm (olanakçılık) olmak üzere iki ana konu üzerinde odaklanmaya başladığı görülür (Özgüç ve Tümertekin, 2000: 196). Çevreci determinizm üzerinde çalışmalarını yoğunlaştıran Friedrich Ratzel, “Antropogeographie” isimli eserinde çevrenin insanları yönlendirmekte etkili olduğunu; “Politische Geographie”de ise “lebensraum” denilen içinde canlı organizmaların geliştiği alanlarda, çevrenin insanları ve devletleri şekillendirdiğini savunmuştur (Tümertekin, 1990: 26). Ellen Churchil Semple, Ratzel’in görüşlerini geliştirerek çevreci determinizmin insanı ve kültürünü sınırlayan, etkileyen temel faktör olduğunu belirtmiştir: İnsan yeryüzünün sunduğu bir üründür. Bu, insanın yeryüzünün sadece bir çocuğu olduğu anlamında değil, aynı zamanda yerin ona bir annelik yaptığı, onu beslediği, ona görevler verdiği, düşüncelerini yönlendirdiği, ona vücudunu ve aklını güçlendirecek zorluklar verdiği, ona denizlerde seyahat ve yeryüzünde sulama gibi problemleri ve zaman zaman da bunların çözümü için ipuçları verdiği anlamındadır. Yeryüzü, insanın canına, kanına, hatta ruhuna işlemiştir (Arı, 2005a: 23).

14

Posiblist araştırmacılar, deterministlerden farklı olarak insan-çevre ilişkisinde insanın konumunun daha önemli olduğunu düşünmüşlerdir. İnsanın çevreyi değiştirmeye olan gücü ve doğal çevresel faktörlerin rolü kıyaslandığında, insanın rolünün çok daha etkili olduğunu ileri sürmüşlerdir (Doğanay, 2005: 21). On sekizinci yüzyıl başlarına gelindiğinde ise Carl Ritter, determinizm ve posibilizmin coğrafyayı tek başına açıklamakta yeterli olmayacağını düşünerek çalışmalarını beşerî coğrafya üzerine yöneltmiştir.

Coğrafyacılar bir yandan doğal çevre faktörlerinin toplumların kültürel özelliklerini nasıl etkilediğini anlamaya çalışırken, diğer yandan kültürel farklılıkların mekânın organizasyonunda ve doğal kaynaklardan yararlanma biçimlerinde ne gibi değişikliklere yol açtığını açıklama çabasına girmişlerdir. Bu çabaların bir sonucu olarak XX. yüzyılın başlarında “Kültürel Coğrafya” adı altında yeni bir disiplin ortaya çıkmıştır (Akpınar, 2012: 254). Kültürel coğrafya çalışmaları ABD’de 1920’li ve 1930’lu yıllarda Kaliforniya Üniversitesi’nde Carl Ortwin Sauer tarafından Berkeley Okulu ile başlatılmıştır1. Sauer, yüzyılın başlarında “Geography as Human Ecology” isimli eserinde “çevrenin insana yaptığı etkiden ziyade insanın kendini çevreye uyarlaması açısından bakmaları gerektiğini” öneren Harlan H. Barrows’un fikirlerini ilerletmiştir (Kayserili, 2014: 32). Bu görüşler doğrultusunda kültürel coğrafyanın, insanın üretimlerinin ve çevre üzerindeki değişikliklerinin kültürel ve antropolojik bir bakış açısıyla değerlendirilmesi temelinde oluştuğu düşünülebilmektedir. 1925’te yayımlanan “The Morphology of Landscape (Peyzajın Morfolojisi)” isimli çalışmasında Sauer, görüşlerini şu şekilde açıklamıştır: “Tasvirin bir sisteme indirgenmesine coğrafyacıların büyük çoğunluğu haklı olarak karşı çıkmıştır. Bu bir kere gerçekleşirse bir coğrafyacı, yapmakta olduğu her türlü bölgesel çalışmayı bu sınırlar içerisinde tutmak zorunda kalacaktır. Ancak bunun aksi olduğu takdirde coğrafyacı serbest hareket edebilir. Burada coğrafyayı bir sanat olarak düşünmüyoruz. Bir bilim olarak coğrafya elde ettiği verileri sınıflandırmak için bütün imkânlarını kullanmalıdır” (Arı, 2005a: 67).

Sauer, kültürel peyzaj ve kültürel coğrafya çalışmalarında kültür tarihi ve maddi kültür öğeleri gibi hususları da dikkate almaktadır. “Ona göre insan ve mekân etkileşimini açıklayıcı iki araç vardır. Bunlardan birisi fiziki coğrafya diğeri ise fiziki coğrafya üzerinde kendi kültürel özelliklerini yansıtan toplumsal kültürdür” (Kayserili, 2014: 34). Ayrıca “insan, dünya yüzeyini değiştirmekteki en son etkendir ve toplumların genel yaşam şekillerinin en son ilave edicisidir” (Kayserili, 2014: 34). Coğrafya ilmi üzerinde, fiziki mekânın etkisinin her şeyden fazla olduğunu iddia eden deterministlere karşı ortaya çıkmış ve gelişimini insan temelli olan kültür olgusu üzerine yoğunlaştırmıştır. Dolayısıyla, insanoğlunun üretimlerinden oluşan kültür olgusu ve bu olgunun bünyesinde

1 Berkeley Okulu’nun en önemli çalışmaları, Sauer’in 1925’te “The Morphology of Landscape (Peyzajın Morfolojisi)”, 1927’de “Geography of Pennyroyal (Penniroyal’ın Coğrafyası)”, 1941’de “A Foreword to Historical Geography (Tarihi Coğrafyaya Giriş)”, 1952’de “Origins and Dispersals –Tarımın Anavatanları ve Yayılması”, William L. Thomas’ın 1955’te “Man’s Role in Changing the Face of the Earth-Yeryüzünü Değiştirmede İnsanın Rolü” isimli kitaplarıdır (Arı, 2005b: 320; Kayserili, 33-36). J. B. Jackson’ın 1951 yılında kurduğu Landscape dergisi de kültürel coğrafya çalışmaları için önemli bir yayın olmuştur.

15

barındırdığı her şey Kültürel Coğrafya’nın inceleme konuları içerisinde yer almaktadır (Kayserili, 2014: 23). Sermayenin yayılması kapsamında, çağdaş mekânların yapılandırılma süreci, konumlarının anlamlandırılması ve uygulamaları, kültürel coğrafyanın yaygın temalarındandır (Kayserili, 2014: 38). Ramazan Özey ise, kültürel coğrafyanın elemanlarını, sosyal organizasyon, örf, adet, gelenek ve görenekler, eğitim, diller, barınaklar, konutlar, giyim-kuşam, moda, sanat, edebiyat, dinler, değerler, iklim, hükümet şekilleri, kanunlar, rekreasyon, eğlence, ekonomik sistemler olarak listelemektedir (2014: XI).

Alperen Kayserili, araştırmalarını kültürel coğrafya üzerine sürdüren pek çok ismin, insanın habitatı değiştirici bir rolü olduğunu vurguladığını, “değiştirici olarak-insan düşünce” ekolünün çevresel determinizmin karşıtı olduğunu belirtmektedir (2014: 37). Buna karşılık olarak fiziksel çevre üzerinde insanın etkisi üzerine çalışan araştırmacılar ise insanın doğaya şekil verdiğini savunmaktadır. 1970’li yıllara gelindiğinde ise “maddi kültür öğelerinin betimsel analizini içeren geleneksel peyzaj çalışmalarından, peyzajın anlamını ve şehirlerin kültürel durumunu inceleyen yeni peyzaj çalışmalarına geçilmiştir” (Arı, 2005b: 328).

1980’li yıllarda Peter Jackson, Denis Cosgrove gibi araştırmacılar kültürel coğrafyanın tanımını yeniden yapmışlardır. Jackson, kültürel çalışmaların özel katılımlarına değinirken Cosgrove sembolik üretimin anlaşılacağı bir tanım üzerinde durmaktadır. Bu çalışmalarla birlikte mekânın sosyolojik bağlamı incelenmiştir. Feminist görüşler doğrultusunda yapılan çalışmalarla “modernleşme sonrasının ve sömürgecilik sonrasının teorileri kültürel coğrafyacıların araştırmalarının kültürel boyutunu değiştirmiştir” (Kayserili, 2014: 37). Bu yeni kültürel coğrafya anlayışında şehirler ve XX. yüzyılın modern toplumları önem kazanmış; “maddi kültür öğeleri yerine kimlik (identity), temsil (representation), sembolleştirme (symbolism), anlam (meaning) ve tasavvur (imagination) edebilmek” (Arı, 2005b: 329) boyutunda incelemeler yapılmıştır.

Kültürel coğrafya üzerine yapılan yeni tarihli araştırmalarda Berkeley Okulu’nun ve geleneksel anlayışın eleştirildiği kimi hususlar bulunmaktadır. Denis Cosgrove, kültürün geleneksel yapıdaki algısına karşı çıkarak peyzaj çalışmalarında insanların etkisinin dikkate alınmamasını savunmaktadır (Arı, 2005b: 332). Ayrıca Johnston, Berkeley Okulu’nun çalışmalarında maddi kültür öğelerinin ön plana çıkartılarak “iş bölümü, sosyal organizasyonlar, suç, hastalık ve eğitim gibi davranışlar, dil ve yer adları, politik süreçler, yiyecek elde etme, müzik ve eğlence, spor ve oyunlar, yer algılaması, cinsiyetlerin sosyal mekânları, efsaneler, cenaze ve düğün adetleri” (Arı, 2005b: 332-333) gibi maddi olmayan kültür unsurlarına gereken değerin verilmemesini tenkit etmektedir.

Philip Wagner ve Marvin Mikesel, kültürün coğrafyanın sorunlarına uygulanması hususunda birbiriyle ilişkili “kültür”, “kültür alanı”, “kültürel coğrafi görünüm ya da kültürel mekân”, “kültür tarihi” ve “kültürel ekoloji” gibi beş ana konu başlığı tespit etmişlerdir. Bu doğrultuda Erol Tümertekin ve Nazmiye Özgüç de kültürel coğrafyaya “kültürel yayılma”, “kültürel ekoloji”,

16

“kültürel bütünleşme”, “kültürel mekân”, “kültürel coğrafi geçmiş ve kültür bölgeleri” kapsamında yaklaşmak gerektiğini belirtmektedir (2009: 98). Bu bağlamda öncelikle kültür bölgesinin sınırlarını belirlemek gerekmektedir. Bunun için sorulması lazım soruları Yılmaz Arı ve Abdullah Köse şu şekilde sıralamıştır: “Kültürler coğrafi olarak nasıl gruplaşmış veya düzenlenmiştir? Yerler, neden ve nasıl birbirine benzer veya birbirinden farklıdır? Mekânsal ilişkilerin seyrinde bu farklı yerler nasıl etkileşir? Orada oturanlar o bölgeyi nasıl algılar ve kendini onlarla nasıl özdeşleştirir?” (2005: 55).

Kültür temelli yapılacak coğrafi araştırmalarda “kültür bölgesi” adı verilen coğrafi alanın tüm hatlarıyla çok iyi bilinmesi gerekir. Kültür bölgesi, kültür özellikleri ve işlevlerine dayanan coğrafi bir bilim olup kültürlerin coğrafi olarak nasıl gruplaştıkları veya düzenlendikleri sorusuna yanıt arar. Bir coğrafi mekânda ikamet eden sakinler, o bölgeyi nasıl algılar ve kendilerini bu bağlamda hangi noktada görür? Bu sorulara yanıt arayan kültürel coğrafya; fikirlerin, tekniklerin, aletlerin vb. unsurların bir kültür bölgesinden başka sahalara nasıl yayıldıkları ile ilgilenir. Bu noktada yalnızca nesneler değil fikirler de kültür coğrafyasının alanını tayin etmektedir (Tümertekin ve Özgüç, 2009: 98). Kültür bölgesini sınırlamakta harita ve diyagramlar büyük önem taşımaktadır. Carl Ortwin Sauer, bölgede sürekli olarak kullanılan uğraşıları gösteren haritalar için “kültürel harita” terimini kullanmıştır (Kayserili, 2010: 180). Kültürel haritalara hem araştırma bölgesini sınırlamak hem söz konusu alanın başka kültür bölgeleri ile etkileşimi olup olmadığını anlamak için başvurulmaktadır.

Kültürel coğrafya çalışmalarında tespit edilmesi gereken hususlardan bir diğeri kültürel yayılmadır. Kültürel unsurların bir bölgeden diğer bölgelere yayıldığını inceleyen bu temayı Carl Ortwin Sauer, “Agricultural Origins and Dispersals (Tarımın Kökenleri ve Yayılmaları)” adlı eserinde şu şekilde açıklamaktadır: “Arkeologların kürekleri sayesinde herhangi bir zamanda tohum bitkilerinin yayılışlarının ortaya çıkması şüphesiz ki uzakta bulunan alanlar ile kurulmuş olan zengin bir iletişim ağının olduğunu gösterir” (Kayserili, 2010: 183). Alperen Kayserili ve Namık Tanfer Altaş, kültürel yayılmanın “beslenme şekli, giyim-kuşam, dil, mimari tarzı, müzik, edebiyat, sosyal hayat” gibi hususları kapsadığını belirtmektedir (2010: 6). Kültürel yayılma insanların taşınmasını da kapsamaktadır. Örneğin; “İbadet yerleri hacı olmak isteyenlerin hedefi halindedir ve bunlar kültürel yayılmada rol oynarlarken, büyük miktarlarda ziyaretçiyi de kendilerine çekerler” (Yılmaz A., 2018: 125). Bir kültürün oluştuğu, doğduğu yerden çıkıp başka kültürlere, toplumlara yayılmasının incelenmesiyle, “coğrafyacı, kültürün mekânsal kalıplarının nasıl bir gelişme izlediğini anlayabilir” (Tümertekin ve Özgüç, 2009: 99).

Kültürler ve fiziki çevrenin etkileşiminin, aralarındaki neden-sonuç ilişkisinin incelendiği kültürel ekoloji, “kültür içindeki mekânsal değişimleri anlamak için” araştırılmaktadır (Arı-Köse, 2005:57). Butzer, kültürel ekoloji çalışmalarında hem kültür ile ilgili konularda hem doğal bilimlerden birini seçip temel prensiplerinde uzmanlaşmanın gerektiğini savunmaktadır (Arı, 2003: 77). Kültürel ekolojinin aslının insanın fiziki çevreyi kullanırken, çevrenin kendi düzeni içinde

17

yenilemesine ve mevcut ekolojik dengesini sürdürmesinin sağlanması olduğunu belirtilmektedir (Korkmaz ve Gürbüz, 2008: 3). İnsanın ekosistem üzerinde kültürel ögeleri vasıtasıyla yarattığı etkileri inceleyen kültürel ekoloji, dünya üzerinde yer alan geleneksel bilgilerin kayıt altına alınması ve doğal çevreyle kültürel ögelerin etkileşimini çok yönlü olarak inceler (Haviland, 2002: 317).

Kültürel ekolojiyle benzer konuları inceleyen ekolojik antropolojinin çalışma sahası da insan topluluklarıyla çevre arasındaki ilişkilerdir. İnsan toplulukları kendilerine has kültürel yapı içinde, toplumsal olarak örgütlenmiş bir biçimde coğrafya, iklim, bitki örtüsü, hayvanlar ve diğer insan topluluklarıyla sürekli iletişim ve etkileşim içerisindedir. Topluluklar bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde çevrelerinde sürekli bir değişim yaratırlar ve bu sayede ekonomik hayattan siyasi iradeye kadar her türlü etkende değişkenliğe sebep olurlar. Ekolojik antropoloji bu noktada bu noktada dikkati çeker. Ekolojik antropologların uzlaştıkları belli noktalar vardır. Buna göre herhangi bir topluluk kendisini kuşatan çevrenin tamamıyla değil, ancak içinde yaşadığı ve ulaşabildiği etki sınırları içerisinde bir etkileşime sahiptir. Bu durumu habitatlar arasında kendine özgü olan, fiziksel bütünlük taşıyan yer veya alan niş olarak adlandırmak mümkündür. Her topluluk geniş bir çevre içinde kendine özgü bir gelişim sürecine sahiptir. Bunlar çevrelerindeki bitki, hayvan ve eşyalar, besin elde etmedeki ve barınmadaki pratikleri vb. konulardaki kendilerine has bilgi birikimleri sayesinde başarılır. Bu süreçte diğer toplulukların gelişimlerinden ve onların şekillendirdiği toplumsal çevreden de etkilenirler (Emiroğlu ve Aydın, 2003: 251).

Ekolojik antropoloji 1960 sonrasında Franz Boas’ın öğrencisi Julian Steward tarafından geliştirilmiş ve Steward’ın uygarlıkların evriminde getirdiği tekdüze ilerleyişten ziyade çok hatlı sistem çevrenin toplumsal sistemler üzerindeki etkisini vurgulamasıyla büyük bir değişime yol açmıştır. Ekolojik antropolojinin üç evresi olarak adlandırılan bu dönem Leslie White ve Julian Steward tarafından belirlenen ilk evredir. Her iki araştırmacı da kültürler arasındaki benzerliklerin benzer çevre koşullarıyla açıklanabileceği görüşünü savunmakla birlikte bu kültürel bir evrilme ve gerileme sürecini ifade etmektedir. Bu noktada White23 temel dinamik olarak enerjinin denetim altına

2 Leslie White, 1943 yılında yayımladığı “Energy and the Evolution of Culture” adlı eserinde kültürle ilgili görüşlerini ortaya koyar. White için teknolojik gelişmeler (teknoloji) insanın hayatta kalma problemine dair bir denemedir. Bu deneme sonuçta yeterli enerjiyi elde etmek ve bunu insanlığın ihtiyacı doğrultusunda yönlendirmek amacı taşır. Enerjiyi kontrol edip yönlendiren toplumlar evrimsel anlamda avantajlıdır. White’a göre kültür ona has özellikleriyle çok daha karmaşık bir yönde ilerler. Bu da enerjiyi kontrol altında tutup yönlendirme ile gerçekleşir. Teknolojik ilerlemenin kültürel ilerlemeyle doğrudan kesin bir ilişki içinde olduğu görüşünü savunur. Teknolojiyi düşük seviyede kullanan bir toplum yüksek seviyede bir kültürel karmaşıklığa sahip olamaz.

3 White 1949 yılında yayımladığı The Science of Culture adlı eserinde artık insan ve kültürle ilgili düşüncelerini bir formüle dönüştürme çabası içindedir. Leslie White teoremi olarak bilinen kültür formülü ise şu şekildedir: E x T x V = P

E → Energy (Bir yıl içerisinde tüketilen kişi başı enerji)

E = H x N → Human and nonhuman components of energy factor (Enerji etmenlerinin insan ve insan dışı bileşenleri) T → Tool, technology (Kontrol altına alınan enerjinin kullanımının etkinliğinin ölçütü)

P → Quantity of human goods and resources (Üretilen ürün açısından kültürel gelişmenin derecesi) V → Environmental Factors (Çevresel Etmenler)

18

alınması tabirini kullanırken Steward kültürel çekirdekten söz etmektedir. Steward’ın bahsettiği kültürel çekirdek; takım, kabile, şeflik ve devlet kategorilerini oluşturan bir yapıyı arz eder. Steward’da aynı ya da benzer çevre koşulları, benzer teknolojik buluşlara yol açtığı gibi bunun da benzer siyasal, kültürel, toplumsal yapılara neden olduğu görüşü hâkimdir. Geçim pratikleriyle ilgili en yakın ilişkili kültürel özellikler kültürel çekirdektir ve aynı ya da benzer çekirdek özellikler aynı kültür tipine aittir. Bu kültür tiplerini belirli bir düzen ve hiyerarşi içine koyan toplum içtimai yapı sayesinde devlet olma bilincine erişir (Emiroğlu ve Aydın, 2003: 252).

Julian Steward’ın belirli insan kültürlerinin çevreleriyle etkileşimi adını verdiği kültürel ekoloji için geliştirdiği bazı ilkeleri bu noktada zikretmek yerinde olacaktır:

- Kültür teknolojisi ve çevresi arasındaki karşılıklı ilişki iyi irdelenmeli ve kültürün insanların yiyecek ve barınak sağlamaya ne ölçüde katkı sağlayacağı sorusu sorulmalıdır.

- Kültür teknolojisiyle buna bağlı gelişen davranış modelleri irdelenmeli ve bu bağlamda kültür üyelerinin yaşamlarını sürdürmek için ne tür işler yaptıkları sorusu sorulmalıdır.

- Bu davranış modelleriyle kültürün geriye kalan öğeleri arasındaki ilişki irdelenmeli ve bu bağlamda insanların yaşamak için yapmak zorunda oldukları işlerin onların gelen tutumlarına nasıl yansıdığı sorusu sorulmalıdır (Haviland, 2002: 207).

Farklı toplumların birbirlerinin kültürlerine etki etmeleri ve ondan etkilenmeleri olarak tanımlanabilen kültürel yayılma, beraberinde kültürel etkileşimi getirmektedir. Alperen Kayserili, dini inançların toplumların beslenme, alışveriş vb. sosyal hayata dair alışkanlıklarını etkilediğini belirterek şu şekilde örneklemektedir: “Hindistan’ın çoğunluk dini olan geleneksel Hinduizm, insanları kast olarak adlandırılan sosyal sınıflara ayırır ve her birisi için belirlenmiş geçim şekillerini tarif eder. Mormon inancı ise alkollü içecekleri, tütün, kafein ve diğer bazı ürünleri yasaklar ve böylece inananlarının beslenme ve alışveriş kalıpları etkilenir. Kültürün bir yönü diğer yönlerini birçok şekilde etkiler. Coğrafyacı, aynı kültür içindeki nedensel güçlerin, kültürün diğer yönlerinde nasıl farklılaşmalara neden olduğunu incelemek zorundadır” (Kayserili, 2014: 43).

Kültürel etkileşim, insan gelişiminin veya belli coğrafi alanlarda gelişmemenin nedenlerini araştırmaktadır. Kültür, bütün yönleriyle sistematik bir ilişki içinde olup mekândan bağımsız düşünülemez. Kültürel etkileşim, bir yerde başlayan kültürel farklılığın zamanla nasıl yayıldığı ve başlayan değişimin hangi noktada hangi bölgeyi etkilediğinin nedenlerine eğilir. Değişen koşullar altında değişim gösteren kültür bir coğrafyadan bir diğerine geçişi tanımlayan kültürel yayılmanın bir neticesidir (Arı ve Köse, 2005: 56).

Kültürel coğrafya içerisinde incelenen temaların sonuncusu olan kültürel peyzaj, insanın fiziki peyzajı şekillendirmesi, üzerinde değişiklikler yapması ve “kendi karakterini yansıtacak şekilde işlemesi” sonucu oluşmaktadır (Arı, 2005b: 314). Toplumların fiziki çevre üzerinde yarattıkları

19

değişimlerin görünür olması kültürel peyzaja, söz konusu temalar arasında gözle görünür ve somut bir mahiyet kazandırmaktadır. Carl Ortwin Sauer kültürel peyzajın, doğal peyzajın kültürel bir grup tarafından değiştirilmesiyle oluştuğunu belirtmektedir. Bu durumda “kültür, işi yapan asıl etmen; doğal peyzaj bir araç ve kültürel peyzaj da bir sonuçtur” (Kayserili, 2014: 45). Kültürel peyzaj, kültür gruplarının yeryüzünde yarattıkları görünür maddi kültür ögeleri üzerine yoğunlaşır. Kültür, doğayı işleyerek kendi sistematiği içinde dönüşüm başlatır ve her kültür, bulunduğu coğrafi koşulları kendi lehine çevirmek üzere bir uğraş içerisine girer. İnsanın en temel hayati gayesi olan doğa karşısında üstün gelme ve doğanın gücünden istifade etme kültürel peyzajın inceleme alanıdır. Sahada inceleme fırsatı bulunan etnografik malzeme bu noktada kültür araştırmacılarına o bölgedeki toplumlar hakkında derin bilgiler verir. Arazi şekilleri, bitki örtüsü, toprak yapısı vb. fiziki unsurlar insanların doğa karşısındaki kazanımlarını belirleyen unsurlar arasındadır. Yağ yapımında kullanılan yayıkların orman arazisi bakımından zengin Karadeniz Bölgesi’nde tahtadan yapılmasına karşın bitki örtüsü bakımından görece zayıf olan Akdeniz Bölgesi’nde, Toroslar üzerinde hareketli bir yaşam süren Yörükler arasında tulumdan yapılıyor olması doğal koşulların kültürel peyzajı nasıl etkilediğine temel bir örnek teşkil eder.

İKİNCİ BÖLÜM

2. ARAŞTIRMA SAHASININ TARİHİ, COĞRAFİ VE SOSYOEKONOMİK