• Sonuç bulunamadı

Bebeklik ve Çocukluk Dönemi

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. GELENEKSEL HALK BİLGİSİ

3.2. Halk İnanışları

3.3.1. Hayatın Geçiş Törenleri

3.3.1.1.8. Bebeklik ve Çocukluk Dönemi

Çocuğun ilk dişinin çıkmasından bir iki gün sonra çocuğun dişinin sağlam ve kolay çıkması için “hedik” pişirilir. Anadolu’nun birçok yöresinde yapılan bu uygulamanın yöremizdeki yaygın adı “diş hediği” dir (Bülbül, 2006: 38). Artun’a göre, diş hediği törenlerinin kökeninde, hediğin ilk kez Hz. Muhammed’in ilk dişini çıkardığı zaman annesi tarafından yapılması olduğudur (Artun, 2001: 29). Çocuğun ilk dişinin çıkmasının ardından bazı adet ve inanışlar uygulanmaktadır. Çocuğun diş çıkarmasının ardından aile fertleri, akrabalar, aile dostları, komşular vb. toplanır. Hediyeler götürülür, çocuk tepsi içine konup başına biraz hedik dökülür. Çocuğun karşısına iğne, ayna, makas, bıçak, kalem konulur. Çocuk eline hangisine atarsa mesleğini seçmiş olur (Örnek, 1977:162-163). Diş hediği ise, çocuğun ilk dişinin çıkmasıyla birlikte bulgurun kaynatılması ve komşulara dağıtılıp yenilmesidir. Hediğin içine değişik yörelerde nohut, fasulye gibi baklagiller de konulur. Kaynatılan bulgur çocuğun başından dökülür, çocuğun önüne birkaç eşya konulup seçtirilir, eve gelenler çocuğa hediye getirir (Gürbüz, 1995:81; Kalafat, 2000:51).

Doğu Anadolu’da sık görülen “diş hediği” töreni Karaçay-Malkar Türklerinde de görülür ve bu âdete “tiş cırna” denilir. Buğday, mısır, kuru fasulye, nohut pişirilir, sonra buna kuru üzüm katılır. Tıpkı Anadolu’da olduğu gibi akraba ve komşular eve davet edilir. Çocuğun anne ve babası “Dişlerin de böyle çıksın.” diyerek çocuğun başından bir avuç mısır dökerler (Kalafat, 1998b: 114). Bursa’da hedik yendikten sonra odanın ortasına örtü serilir. Ortaya büyük bir tepsi konularak, çocuk tepsiye oturtulur ve başından aşağıya diş buğdayı dökülür. Çocuk eğer diş buğdayından avucuna ve ağzına fazla buğday alabilirse o derece kısmetli olacağına inanılmaktadır (Taş, 2002: 495–496). Benzer örneği Isparta’da da görmek mümkündür (Kılıç, 1998: 117–118). Amasya’da “çocuğun dişleri iri çıkmasın” diye diş hediğinde nohut kullanılmaz. Hedik şeker ve çeşitli kuruyemişle süslenerek misafirlere ikram edilir. Bir kısmı da çocuğun başından aşağıya serpilir (Gürbüz, 1995: 81-82).

Diş hediği kutlamasının özünde Sedat Veyis Örnek’in (1977: 162) belirttiklerine göre yiyeceği kutsama çocuğun rızkını arttırma, bereketini çoğaltma gibi dilekleriyle birlikte çocuğun sağlam dişlere sahip olması isteği de yer alır. Bu törenlere, Anadolu’da “buğday dirlimesi”, “dirgit dökme”, “dişaşı”, “diş börtmesi”, “diş bulguru”, “diş dilgiti”, “diş dirgiti”, “dişedi”, “dişemiş”, “diş günü”, “dişlik”, “diş göllesi”, “diş hediği”, “diş mısırı”, “diş tohumu”, “duzlama”, “gölle pişirme”, “hedik dişi”, “kolya” gibi adlar verilmektedir. Bu törenin Bulgaristan’daki adı “dişkediği”, Orta Asya’daki bilinen adı ise “diş toyu”dur. (Tacemen 1995:309). Güney Harezm Özbeklerinde, o gün kurban olarak koç kesilir. Koçun kellesinden özel çorba yapılır, bu çorbaya da “kalla şurva” denir. Kelleyi temizleyip kuruladıktan sonra kelle alt ve üst çenelerden tutularak çocuğun başının üstünde ayrılır. Kellenin dişleri çocuğa doğru çevrilir. Böylelikle, çocuğun diğer dişlerinin kolay çıkacağına inanılır (Tacemen, 1995: 308).

98

Çocuğun ilk tırnağının kesilmesinde bazı adet ve inanışlar uygulanmaktadır. Çocuğun eli, tırnakları kesildikten sonra, içinde altın paralar bulunan bir keseye sokturulur; oradan aldığı paralar, erkekse büyüdüğü zaman tutacağı işin sermayesine, kızsa çeyizine "maya" olarak saklanır (Boratav 1984: 155). Anadolu’da çocuğun tırnağı kesilmeden önce, elinin babasının cebine sokulur ve para alması sağlanır. Böylece çocuğun gelecekte rızıklı olacağına inanılır (Kalafat, 2000:46). Kandıra Türklerinde ise bu uygulamayla çocuğun hırsız olmayacağı düşünülmektedir

(Altun, 2004: 207).

Geçmişte bebeklerin tırnakları bir yaşını doldurmadan kesilmezdi. Çünkü bir yaşına gelmemiş bebeğin tırnaklarının kesilmesi ömrünün de kesilmesi, yani ömrünün kısalması demektir.

Tırnağın kesilmesi ile ilgili uygulamalar, Anadolu ve Türk Dünyası’nın pek çok noktasında görülmektedir. Kıbrıs’ta çocuğun tırnaklarının altı aylık oluncaya kadar kesilmezken (Saracoğlu, 1987: 338); Bursa’da, çocuğun tırnağı altı ayını doldurmadan kesilmemektedir (Taş, 2002: 496). Isparta’da, çocuğun ilk el ve ayak tırnaklarının Cuma veya Pazartesi kesilmektedir. Bu işlemi anneden ziyade hala ve teyze gibi yakın akrabalar yapmaktadır (Kılıç, 1998: 118). Bulgaristan’da, çocuğun tırnakları, çocuk uzanıp bir yerden bir şey alıncaya, tutuncaya kadar kesilmemektedir. Eğer bundan önce kesilirse hırsız olacağına inanılmaktadır (Tacemen, 1995: 307). Gaziantep’te çocuk yedinci aya basınca sağ eli babasının, dedesinin ya da aile büyüğünün kesesine sokulur. Keseden çıkardığı para ile bebeğe bir hediye alınır. Çocuğun elini keseye sokmasından sonra tırnak kesilir (Güzelbey, 1982: 31). Isparta’da, kesilen tırnağı çocuğun annesi, bir kâğıda veya beze sararak cami damına veya yüksek bir evin damına atar ya da duvar oyuğuna sokar. Çocuğun tırnağı sokağa atılırsa ya da tavuklar yerse çocuğun ve ailenin dertten kurtulamayacağına inanılır. Eğer kesilen tırnak ateşe atılırsa ailecek sara hastalığına tutulacağına inanılmaktadır (Kılıç, 1998: 118).

Türk-İslam geleneğinde “akika” uygulaması vardır. Akika, yeni doğan çocuğun yedinci gününde saçının kesilmesi ve saçın ağırlığınca altın veya gümüşün sadaka olarak verilmesidir. Çocuk için kesilen kurbana da “akika kurbanı” denir. Saç veya kurban kesimi doğumun on dördüncü veya yirmi birinci gününde de yapılabilir (Kibar, 2005:28-29). Azerbaycan’da bebeğin ilk saçı bir yıl olmadan kesilmemektedir. Anne de hamileliği boyunca saçını kesmez. Eğer keserse çocuğun ömrünün kısalacağına inanılır. Bebeği tıraş eden kimseye hediye alınır. Çocuğun saçının kesilmesinden dolayı ev halkına yemek verilir. İlk saç çöpe veya ayak altına atılmaz. Böyle yapan annenin işlerinin kötü gideceğine inanılmaktadır (Kalafat, 2000: 125). Ana saçı, Anadolu’da bir yaşında, Quba’da ise kırkının çıkmasından sonraki ilk nevruz bayramında kesilmektedir (Balıkçı 1999: 13). Erzurum’da ise, çocuğun ilk saçı gümüşle tartılarak kesilmekte ve kesilen saçın karşılığının bir fakire verildiği vurgulanmaktadır (Karataş, 1995: 153). Hazara Türklerinde de saçın kesilmesinden dolayı şenlik yapılmakta ve adına “saç toyu” denilmektedir (Salih ve Kalafat, 2000: 34–35).

99

Zamanında memeden kesilmeyen bebekler için anne, göğüs ucuna salça sürer ve bebek salçanın ekşimsi tadından tiksinince kendiliğinden bırakır. Başka bir uygulamada anne, göğüs ucuna kül veya kırmızı biber sürer ve bu sayede çocuk meme emmek istemez ve bırakır.

Çocuklar bir, bir buçuk yaşlarında ilk adımlarını atmaya, yürümeye başlamaktadırlar. Vaktinde yürüyemeyen çocuklar için aileler çeşitli pratikler uygulamaktadır. Yürümesi için, "köstek kesme" ya da "köstek kırma" adı verilen işlem yapılır (Başçetinçelik 1998: 94). Köstek, bazı bölgelerde Cuma namazından çıkan bir kimseye kestirilir (Binbaşıoğlu, 1998:41).31

3.3.1.2. Sünnet

Arapça kökenli bir kelime olan sünnet, Türkçe Sözlük’te “Hz. Muhammed'in Müslümanlarca uyulması gerekli sayılan davranışları ve herhangi bir konuda söylemiş olduğu söz”, “işlek yol ve tanrı yolu” ya da “insanın âdet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranış” olarak geçmektedir (2011: 527). İslam dininde Hz. Muhammed’in yaptığı ya da yapmayı öğütlediği davranışlara uymaya "sünnet" denir. Erkek çocukların erkeklik organlarının ucundaki deriyi kesip alma işlemi halk dilinde bu sebepten bu deyimle adlandırılır (Boratav, 1978: 194). Esasen uygulamanın kökeni İslamiyet’ten çok daha eskilere dayanmakla birlikte kültürel bir öğe olarak günümüzde İslam’la bütünleşmiştir. Sünnet zorunluluğu İslamiyet’in kutsal kitabında açıkça belirtilmemiş olmasına rağmen “İbrahim Peygamberin bu husustaki şeriatına tabii ol” ayeti genel bir kural olarak kabul edilmiştir. Çocuk sünnet yoluyla İslam topluluğuna katılmakta, Müslüman olmayan çocuklardan ayrılmaktadır. Bir Müslüman kadınla evlenen yabancı erkekten öncelikle sünnet olması istenmektedir. Bu durumda sünnet dinselliği belirten bir işaret olmaktadır. Toplumumuzda yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmamış kimselere kınayıcı yakıştırmalar yapılmaktadır (Örnek, 1977:170-172).

Sünnetin özellikle geleneksel toplumlarda yaygın olduğunu söylenirken, dini anlamda da Yahudiler ve Müslümanlarca kabul gören, daha doğrusu yapılması zorunlu olan bir sosyal olay şeklinde görülmektedir (Aksoy, 1997: 45). Nogay Türklerinde 5 ile 7 yaşlarında sünnet olan çocuk için “Şimdi tam Müslüman oldu.” denilmektedir (Kalafat, 2002: 134–135). Nogay ve Hazara Türkleri arasında sünnet bir “toy”a dönüşmekte ve bu eğlencelere yakın akrabalar ve komşular çağrılmaktadır. Sünnet merasiminde çocuğa hediyeler verilir ve Kur’an okunur, yenilir, içilir ve eğlenilir (Kalafat, 2002: 134–135). Kayseri’de yaşayan Uygur ve Kazak Türklerinde sünnet genellikle Nisan ayında, “Abdallar” tarafından yapılmaktadır. Sünnet olacak çocuk, kendini sünnet edecek sünnetçiyi elinden tutarak evine getirmektedir (Güngör, 1992: 7).

31 Yürüyemeyen ve konuşamayan çocuklara yapılan tedaviler hakkında detaylı bilgi geleneksel halk hekimliği başlığı altında verileceğinden şimdilik konuyu burada noktalandırılmaktadır.

100

Ülkemizde sünnet geleneği yüz yıllardır kesin bir biçimde yerine getirilmektedir. Sünnet geleneğinin yaptırımı, bu konuda bir karşı koyuşa ve tartışmaya meydan vermeyecek kadar güçlüdür (Örnek, 1977: 170). Toplumumuzda sünnetli erkeğin, sünnetsiz olmayandan daha temiz olduğu inancı yaygındır. Çocuğun sünnet edilmesi geciktiğinde çocuğun ailesi toplum tarafından kınanır, ayıplanır (Örnek, 1977: 170-174).

Ülkemizde aileler, çocuklarının sünnet merasimini yemekli, eğlenceli bir etkinlik olarak planlarlar. Sünnet törenleri genellikle, çocukların okuldan geri kalmamaları için yaz aylarında yapılır. Sünnet günü olarak eskiden, cuma günlerinin tatil olması sebebiyle daha çok perşembe günleri yapılırdı. Günümüzde ise sünnet törenleri genellikle hafta sonu yapılmaktadır. Sünnet edilecek çocuğun ailesi, tören gününü belirledikten sonra konuklara “okuyucu”, “elçi” çıkartarak ya da davetiye bastırarak haber verir. Daha çok köylerde uygulanan “okuyucu” çıkartma usulünde, okuyucu: “Ahmet Bey selam söyledi, filanca gün çocuklarını sünnet ettirecekler, sünnet düğününe buyursun dedi” çağrısını çağrılılara duyurur. “Okuyucu” kimi yerlerde çağrısının karşılığında hediye alır (Örnek, 1977: 175). Sünnet olacak çocuklar törenden birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya, otomobile bindirilerek dolaştırılmakta; bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır. Böylece sünnetin olacağı, bu gezintiyle halka duyurulmuş olur (Artun, 2005: 143).

Sünnet adeti, beraberinde kirvelik kavramını getirir. Kirvelik, sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması gelişen dostluğu ifade eder. Kirve, çocuğun akrabalarından seçilmez. Çünkü çocuğun fiziksel acı çekmesine dayanamayan amca, dayı, enişte vb. çocuğun ellerini bırakabilir. Sünnetçinin elindeki usturanın başka yerlere değmesiyle ortaya çocuk için zararlı durumlar çıkabilir. O yüzden kirve olarak, aile dışından biri seçilir. Kirve ve ailesi, sünnet olan çocuk için ikinci aile konumundadır. Kirve, çocuğun ilerleyen yaşamında, evlenmesinde vb. önemli işlevlere sahip olacaktır. Sünnet birkaç günlük olaydır, fakat kirvelik ömür boyu sürmektedir (Tezcan, 1997:90).

Kirvelik olgusu Trabzon ili genelinde yaygın olmamakla birlikte çocukların dayı veya amcaları sünnet olacak çocukların sünnetten korkmamaları için yanlarında bulunurlar. Bununla birlikte sünnetler günümüzde yemekli düğün şeklinde yapılabilmektedir. Bazı sünnetlerde mevlüt okutulmaktadır. Sünnet olacak çocuklara “Maşallah” yazılı kemerler, kırmızı ve beyaz renkli sünnet kıyafeti giydirilmekte, başlarına taç ve ellerine küçük bir süslü asa verilmektedir. Sünnet olacak çocuk sünnetten önce balonlar ve konfetilerle süslenen bir arabayla gezdirilmekte ve böylece sünnete alıştırılarak korkmaması sağlanmaktadır. Geçmişte sünnet genellikle çocuğun 3-5-7 gibi tek yaşlarda olmasına dikkat edilse de günümüzde aileler sağlık vb. durumlardan ötürü sünneti yeni doğan bebeğe, henüz hastaneden çıkmadan da uygulatabilmektedir.

Trabzon’un ilçelerine bakıldığında sünnet törenlerinde değişik uygulamalar görülebilmektedir. Çaykara’da sünnet edilen çocuk yatağa yatırıldığında örtünün çocuğa değmemesi için yorgan veya

101

örtünün ucu bir iple büzülerek tavana çakılan bir çiviye tutturulur. Bunun haricinde çocuğun törenden önce yaktığı şapka yine yaranın üzerine kapatılabilir. Ayrıca sünnetten üç dört gün sonra ayağa kalkan çocuğa nazar değmemesi amacıyla kırk yamadan bir fistan dikilir ve çocuk bir müddet bununla gezdirilir.

Sürmene ilçesinde sünnet töreni yapılan çocuğun hayırlı bir evlat olması için sünnetin yapılacağı yere Arapça duaların bulunduğu tabelalar asılabilmektedir. Bunun haricinde merkezde yapılan törenlerde çocukların eğlenebilmesi ve sünnetten korkmamaları için çeşitli müzik aletleri eşliğinde törenler düzenlenebilmektedir. Geçmişte sünnet işlemi, işinin ehli ve çoğunlukla sağlık personeli olmayan, “sünnetçi” denilen kişiler tarafından yapılmıştır. Bu sünnetçilere sünnet işlemi bittikten sonra yemek ikram edilir. Giderken yanlarına sabun ve havlu hediye edilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ilçelere göre sünnet işlemi sonrası yapılan uygulamalardadır. Sürmene ilçesinde sünnet işlemi sonrası arta kalan deriye “huduş” adı verilmektedir. Vakfıkebir’de ise geçmişte sünnetçiler işlem bittikten sonra yaranın üzerine hayvan dışkısını yakarak kül haline getirip yaranın mikrop kapmaması için üzerine sürmüştür. Daha sonra artık deriyi sünnet edilen çocuğa gösterip bunu duvarın deliğine soktuğunu, bir an önce iyileşip kalktığında bunu bulması gerektiğini söylemektedir (Canalioğlu, 2001: 100, 120). Ancak günümüzde hijyenik olmaması ve sağlığı tehdit edebilecek muhtemel durumlardan ötürü Sağlık Bakanlığı tarafından belirtilen kıstaslar doğrultusunda sünnet işlemleri hastanelerde doktor nezdinde yapılmaktadır.

3.3.1.3. Evlenme

Temelde aile olarak tanımlanan birimi oluşturmak ve türün üremesini düzenli, toplumca kabul edilen yasalar çerçevesinde temin etmeye yarayan eşler arasındaki cinsel ve ekonomik birlik evliliği oluşturmaktadır. Evlilik kurumunun temel işlevleri vardır. Temel bir düzenleme olarak insanın fizyolojik ihtiyacı olan cinsel ihtiyacının giderilmesi, anne ve yeni doğan çocuğun bakım esnasında hayatını maddi olarak idame ettirebilmesi için türün üyelerine biyolojik ve toplumsal olarak uyarlanma, eşler arasındaki maddi ve manevi karşılıklı emek yararlanması ve toplumsal yaşam için gerekli ittifaklar ve toplumu oluşturan bireyler arasındaki mübadele (başlık parası, çeyiz, nafaka vb. uygulamalar) olarak çeşitli işlevlere sahiptir (Emiroğlu ve Aydın, 2003: 293-295). Toplumsal yapının temelini oluşturan ve evlilikle doğan aile, akrabalıkların, dayanışmanın, kültürel değerlerin yeni kuşaklara aşılanmasında ve iletilmesinde büyük sorumluluk taşımaktadır. Aile, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve psikolojik bir birikimdir (Güvenç, 1999: 106).

Bir kadın ve bir erkeğin hayatını birleştirmesiyle gerçekleşen evlilik, insan yaşamının doğumdan sonraki ikinci dönemi olarak kabul edilir. Evlilikle kurulacak aile, bir toplumun temel kurumlarından birisidir. Evlilikle gelin ve damat artık eş ve karı koca, evli barklı olmuş, anne ve baba olmak için toplumun ilk olarak öne sürdüğü şartı yerine getirmişlerdir. İki gencin yaşam kaderlerini birleştirmeleri açısından bireylik davranışları, yeni bir hısımlık bağlantısının kurulması yönüyle

102

aileler arası ilişkileri, iki tarafın akraba, dost, komşu çevrelerinin katılmasını yasa kıldığına göre de toplumluluk gösterileri içine alır (Altun, 2004: 89). Evlenmelerle ortaya çıkan aile, kültürünün bir parçası olan toplumsal örgütün temel birimi olarak görevler üstlenir. Akrabalık ise, her toplumda böylesi görevleri ve işlevleri olan ailenin evrenselliğinin nesnel ve çürütülmez biçiminde kanıtlayıcısıdır (Balaman, 2002:27).

Türk toplumu ve İslam dini evliliğe büyük önem vermiş, gençleri evliliği teşvik etmiştir. Ziya Gökalp, Eski Türklerde evliliğin endogamik olduğunu bildirir. Endogami, Eski Türklerde kadın-erkek eşitliğinin temeli ve kanıtı sayılmaktadır (Gökalp, 1995:142). Ayrıca iki kişinin bir eve sahip olmasını sağlayan “evlenme” kelimesi sadece Türklerde vardır. Eskiden beri çekirdek aile tipinin yaygın olduğu Orta Asya ve Anadolu'da evlilik; bir erkekle bir kadının dini inançlara, yasalara, töre ve geleneklere göre herhangi bir sakıncası olmayan, toplumun bütün katlarınca uygunluk gösteren bir biçimde bir araya gelip birlikte yaşaması ve kutsal kabul edilen aile müessesesini kurmalarıdır. Toplum yapımızın temeli sayılan ailenin oluşmasında önce ortaya çıkan dünür gezme, söz kesme, nişan, çeyiz alma, kına gecesi, düğün, gerdek gecesi, duvak gibi geleneklerin uygulanmasında ebeveynler en etkin rolleri üstlenirler. Düğünler asırlardır Türk Milleti'nin sosyal hayatını renklendiren İslami motiflerle ve İslamiyet öncesi geleneklerle dopdoludur (Korkmaz, 1999:92). Evlenme töreninin hemen her safhasında kullanılan, insan yaratıcılığının, tasarım gücünün ve anlam yükleme yeteneğinin göstergesi olan semboller, her toplumda geçerli olan davranış ve tutumları oluşturarak, olaylara o topluma özgü olma vasfı kazandırır. Evlenme geleneğinde uygulanan ritüellerin hepsinin ortak amacı, yeni kurulan aileye saadet, bolluk, bereket, refah getirmek, soyun sürmesini sağlamak, her türlü olumsuzluk ve kötülüklerden korumaktır (Öğüt Eker, 2000: 93-99). Türk kültüründe “Allah evlenen ve ev alana yardım eder” şeklinde bir deyiş vardır. Atalarımız evliliğe büyük önem vermiş; “iyi” veya “uğur” sayılan birçok uygulamayı gelenek haline getirirken; “kötü” yahut “uğursuz” sayılan aktivitelerden kaçınmışlar ve bunların, olağanüstü güçlerinin olduğuna inanılan iyi ve kötü ruhlar tarafından gerçekleştirildiğine inanmışlardır. Böylece, birtakım sosyal normlar kural olarak yerleşmiş, uygulanmaması kavgalara, kötü olaylara yol açmıştır (Şimşek, 2003: 135-136).