• Sonuç bulunamadı

Hamile Kalma, Kısırlığın Giderilmesi, Hamilelikten Korunma

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. GELENEKSEL HALK BİLGİSİ

3.2. Halk İnanışları

3.3.1. Hayatın Geçiş Törenleri

3.3.1.1.2. Hamile Kalma, Kısırlığın Giderilmesi, Hamilelikten Korunma

Dede Korkut Hikâyelerinde Dirse Han’ın oğlu olmadığı için kara çadıra oturtulmasından ve Bayındır Han’ın sohbetine katılan Pay Püre’nin çocuğu olmadığı için ağlamasından çocuksuzluğun eski zamanlardan beri var olduğunu ve toplumda iyi karşılanan bir durum olmadığını anlamak mümkündür (Ergin, 2006: 21, 58). Bu durum yalnızca kadını değil Türk toplumunda erkeği de manevi olarak aynı derecede zedeler. Nitekim kısır kadın çocuk sahibi olamadığı için, çevresi tarafından ne kadar hor görülür ve bunun acısını çekerse, erkek de aynı şekilde küçümsenmenin ve “erkek yerine konmama” nın toplumsal ve psikolojik baskısı altında ezilmektedir (Örnek, 1966: 55-56). “Kısırlığın bir aile için korkulan bir durum olduğunu ve kısırlığın bütün Türk topluluklarında, Tanrıdan gönderilmiş bir felaket hastalık olarak bakıldığına inanılmaktadır” (Tacemen, 1995:127). Aile için korkulan durum ise, gelinin kısır olmasıdır. Toplumumuzda sadece kadına özgü düşünülen bu olguda kadın, eksiktir, yetersizdir. Çocuk sahibi olamayan kadın horlanır, kusurlu ve "kısır, tutuk, zürriyetsiz, sonsuz, meyvesiz ağaç, eremik" muamelesi görür (Acıpayamlı 1974: 13). Bu görüş günümüz modern tıp uygulamalarına erişimin son derece yaygınlaşmasıyla birlikte büyük ölçü de kaybolmaya yüz tutsa da tam olarak kaybolmadığı da bir gerçektir.

79

Çocuk sahibi olmayan kişilerin toplum tarafından hor görülmesinin bir örneği, Dede Korkut Hikâyeleri’nden Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde karşımıza çıkmaktadır. Çocuğu olmayan Dirse Han, Bayındır Han’ın çadırında altına kara keçe konulup, kara otağa oturtulur. Yemek olarak da kara koyun yahnisinden getirilip önünü konulur. Dirse Han bunun sebebini sorduğunda, Bayındır Han’ın emri olduğu söylenerek, “Oğlu kızı olmayanı yüce Tanrı hor görmüştür, biz de hor görürüz.” denilmiştir (Ergin, 1997: 78–79). Ögel, çocuğu olmayan Manas’ın babasının karısından, elma ağacının dibinde yuvarlanmadığı için şikâyet ettiğini söylemektedir (2002: 485). İnan ise, çocuğu olmayan Yakut kadınlarının çocuklarının olması için mukaddes bir ağacın dibinde, ak boz at derisi üzerinde, ağlayarak dua ettiklerini belirtmektedir (2000: 167).

Kadının, gebe kalmak, çocuk doğurabilmek için başvurduğu çareler, ana çizgileri bakımından aynı olmakla beraber, yöresel ayrımlar içerir. Bu türden çareleri Örnek (1977: 132) başlıca üç grupta toplamıştır:

1. Dinsel-büyüsel nitelikte olanlar 2. Halk hekimliği kapsamına girenler 3. Tıbbi sağaltma alanına girenler

Ulu kabirlerden çocuk edinme inancı, Kamizm dönemi Türk halk inanç sisteminin bir ürünüdür. İslamiyet’te “Veli Kültü” olarak devamlılık göstermiştir. Türklerde çok yaygın olan bu inanca göre, Allah’ın halis kullarının Allah indinde itibarlı yeri vardır. Bu şahıslar dileğin Allah’a ulaşmasına yardımcı olurlar (Kalafat, 2000: 61-69). Ayrıca şifalı su inancı ve şifalı suyun çocuk sahibi olma itibariyle kullanış biçimleri Türk soylu halklar arasında çok yaygındır. Bu inançların merkezinde su kültü vardır (Kalafat, 2000: 49).28

Eski Türkler, çocuk sahibi olmak için, kutlu olduğunu kabul ettikleri akarsu başlarında Tanrı’ya yakarır, buralarda yatarlardı. Bu tür mekânlara “Elmalı Yerler” denirdi (Kalafat, 2000:16). Çocuğu olmayan kişilerin, çocuklarının olması için ağaçlara ve çalılara çaput vb. bağlaması, türbe ziyaretlerinde bulunması gibi çabalarının temellerinde Türk inancının parçalarının olduğuna inanılmaktadır (Tacemen, 1995: 124). Ergun (2000: 23), bu durumu mitolojik dönem Türk düşüncesine bağlamaktadır. Ona göre, kutsal sayılan ağaç Tanrı’ya ulaşmanın yoludur. Ağacın, Tanrı ile insan arasında bir vasıta olduğu düşüncesi hâkimdir. Çocuk sahibi bir kadının avucundan su içmek, doğum sancısı çeken kadının ısırdığı elmayı yemek, yeni doğum yapmış bir kadının

28 Altaylarda çocuğu olmayan kişi “arjan su” denilen kaynak sularına dolunaydan önce gider, orada oturur ve bu sudan içerek tanrıya, çocuk vermesi için dua eder. Altay Türkleri arasında çocuğu olmayan Altay kişi “kutay vermiyor” der ve ondan kendisine çocuk vermesini ister. Altay dağlarında tıbben ve inanç itibarıyla kutsal sayılan yararlı sular vardır. Ruslar bu sulara itibar etmezler. Sadece Altay kişi bu suların yerini bilir ve bunlar yabancılara gösterilmez. Bunlara “arjan su” denir ve bu sulara her zaman gidilmez. Dolunaydan evvel gidilmesi gerekir. Çocuğu olmayan Altay kişi, burada yatar ve oturur. Bu esnada bir tek şey düşünür: “Altay Kutay bana bala ver” diyerek dua eder. Bu sular kaynak sularıdır. Bunlardan bazıları sabah, bazıları öğle, bazıları da akşam içilir. Hangi suyun ne zaman içileceğini kam tayin eder (Kalafat, 2004: 86-87).

80

çocuğunun eşi üzerine sıcağı sıcağına oturmak gibi döl verme yeteneği olanların gücünü kısır olana geçirme ilkesine dayanan yöntemlere de başvurulur (Boratav, 1984: 144).

Türklerde üreme ve çocukları koruma görevi “Umay” a verilmiştir. İnan’dan öğrendiğimiz bilgilere göre, Yakut kadınları Umay’a saygı göstermekte, Kırgız-Kazak kadınları da ona önem vermektedir (2000: 36). Anadolu’da ve Türk dünyasında, erkek çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar çeşitli çarelere başvurmaktadırlar. Altay Türkleri kadınlarının erkek çocuk vermesi için gökyüzünün beşinci katında bulunan ve erkek çocuk gönderdiğine inanılan, “Dıayuçihan” adlı tanrısala başvurmaktadır. Ona daha yakın olan dağ başlarında, kurbanlar keserek, erkek çocuk göndermesi için dua ederler (Tacemen, 1995: 195). Yakutlar Tanrıdan erkek çocuk isterlerken ak şamana başvururlar, Ak şaman Ayısıt’a veya ak at sürüleri sahibi olan Tanrı’ya dua eder (İnan, 2000:167).

Uygur Türeyiş destanı ve Oğuz destanı Türklerin ağaçtan türeme kaynaklı dünyaya gelişlerinin tipik örneklerindendir. Türeyiş destanında iki ağacın arasına düşen ışıkta doğan çocukların yanı sıra Oğuz Kağan da çevresi sarp dağlarla çevrili, küçük bir adada bulunan ağaç kovuğu içinde doğmuştur. Ayrıca Oğuz Kağan karısını yine bir ağaç kovuğunun içinde bulmuştur (Ögel 2002: 466). Ağaç burada görüldüğü üzere bir nevi annelik görevini üstlenmektedir. Ağaç gökyüzü ile yeryüzü arasında bağlantıyı sağlayan, gökyüzünde bulunan ruhu yeryüzünde doğuran bir anne görevini üstlenir. Dolayısıyla İslamiyet’i kabul ettikten sonra bile Türklerin ağaçlara karşı tutumları sıradan bir tavırdan daha ziyade kutsallık atfedilmiş haldedir. Ağaç artık isteklere ulaşmada bir nevi aracı rol oynamaktadır.

Ağaçlara bez bağlama geleneğinin proto-Türk inanışlarına kadar indiğini görmek mümkündür. Başkurt Türklerinde “Her kabilenin ormanda kutlu bir ağacı vardır. Her kabilenin kutlu ağacının üzerinde, kabilenin ‘tözü’ sayılan bir kuş tüner”; “ağaçlara bez bağlama” geleneği de: “Ağaçlara bağlanan paçavra, kıl, tüy gibi nezirelerde bu fetişlerdendir” (İnan, 2000:174). Türk inanç sisteminde “Bay Terek”, “Temir Kavak”, “Hayat Ağacı” veya “Evliya Ağaç” gibi adlarla anılan kutsal ağaçlar, Gök Tanrı’nın simgeleri arasındadırlar. Bu ağaçlar da bazı kutsal dağlarda olduğu gibi gökte bulunan ve Tanrı’nın yaşadığına inanılan cennete kadar yükselmektedir. Ulu ağaçların Tanrı ile ilişki içinde olduğu inancı, onlara Tanrı’yı sembolize etme hakkı tanımıştır. Ancak Tanrı’yı sembolize eden veya Tanrısal niteliklere sahip ağaçlarda bazı özellikler aranmıştır. Bu ağaçlar, genellikle tek, diğer ağaçlara nazaran eşsiz ve hep canlıdırlar (Beydili, 2005: 25-26).

Trabzon bölgesinde kısırlığın giderilmesinde yine benzer uygulamalar görülmektedir. Hamile kalmak için modern tıp uygulamalarının yanı sıra hocaya gidilir ve muska yaptırılır. Muska yaptıran kadın hamile kalana kadar muskasını üstünden ayırmaz. Hamile kalıp bebek doğduktan sonra hoca tarafından takılan muskanın bebeğe takıldığı da bilinmektedir.

81

Kısırlığın giderilmesinde bir başka uygulama rahim ağzının ters döndüğü düşünülen durumda yapılır. Bu durum tarla, bahçe işlerinde çalışan kadınlarda ortaya çıkmaktadır. Ağır iş yükünden ötürü rahim ağzının ters döndüğüne inanılır ve bu sebepten döllenme kanallarının işlevini yitirdiği düşünülür. Bu durumu gidermek amacıyla hamile kalmak isteyen kadın kaynamış süt ve su buharına oturtulur. Sıcak buharın etkisiyle vücuttaki anormalliğin giderileceğine inanılır.

Kısırlığın giderilmesi ve hamile kalmak için yapılan bir diğer uygulamada kadın bir kapı eşiğine oturtulur. Bu noktada kadının başında bir mum eritildiği, kurşun döküldüğü veya başından aşağıya temiz olduğuna inanılan bir miktar suyun döküldüğü bilinmektedir. Bu su, tercihen enginliği sebebiyle temiz olduğuna inanılan deniz suyudur ve baştan aşağı genel itibariyle kırk bir kez tekrarlanarak dökülür. Yapılan bu uygulamaların en dikkat çekici yanı ise kapı eşiğinde icra ediliyor olmalarıdır. Kapı eşiği hayatın geçiş törenleri bölümünün girişinde yer aldığı gibi bir bakıma bir dünyadan diğerine açılan bir eşik vazifesi görmektedir. Bu noktaya bir sıkıntı sonucunda gelen aday kişi yapılan uygulamalar neticesinde bir başka dünyaya kabul töreni gerçekleştirmiş sayılır ve eşikten geçtikten sonra artık içine dahil olduğu yeni düzenin bir parçasıdır. Bu sebepten kapı eşiklerinde yapılan uygulamalar son derece dikkat çekicidir. Kapı eşiklerine genellikle bu özellikleri itibariyle dile getirilmese de bir bakıma din dışı bir biçimde kutsallık atfedilir. Eşiğe oturmak, eşiğe basmak, eşikte süpürge bırakmak bu sebepten hep evin bereketini kaçıracağına inanılan eylemler arasında yer alır. Çocuk sahibi olmak isteyen kişilere kapı eşiklerinde yapılan bu uygulamaların temelinde ise hamile kalmak isteyen kadına nazar değdiği, basıklık yediği, basıldığı vb. şekilde ifade edilen inanış gelmektedir. Bu sebepten kadın eşikten geçerken başından dökülen sularla, eritilen mumlarla ona rahatsızlık veren kötü enerjinin (ruhun) onu rahat bırakacağına inanılmaktadır.

Hamile kalmak isteyip de bu isteğini gerçekleştiremeyen anne adaylarına uygulanan diğer uygulamalar ise kadını cenaze evinde ölünün yattığı tabutun altından geçirmek, uğurlu ve hayırlı olduğuna inanılan bir kimsenin ilk doğan çocuğuyla birlikte bir dikenliğin altından geçirmektir. Bu uygulamalarda yine şüphesiz eşiksellik göze çarpmaktadır. Ölü kişi henüz gömülmediğinden içinde bulunduğu tabut bir araf ortamı yaratmakta ve sıkıntısıyla birlikte onun altından geçen kişi yaptığı bu doğaüstü yolculukla yanında taşıdığı sıkıntıyı bu noktada bırakıp diğer tarafa manevi olarak temizlenmiş bir biçimde geçmektedir. Yine dikenliklerin normalde düzgün bir geçişe izin vermemesi, doğayı bir nevi sarıp bulundukları bölgeyi izole etmesi, doğada yarattıkları olağan dışı ortam sebebiyle eşikselliği oluşturmada başvurulan bir araçtır.

Hamile kalabilmek adına yapılan bir diğer uygulamada annenin başından aşağı baba adayı veya yine yukarıdaki örnekte olduğu gibi uğurlu olduğuna inanılan bir kimsenin doğan ilk çocuğunun yumurta kırmasıdır. Uygulamalarda yer ala çocuğun henüz buluğ çağına ermemiş olması dikkat edilmesi gereken özelliklerdendir. Zira buluğ çağına eren çocuk çoğu toplumda olduğu gibi artık günahsız olduğu kabul edilen dünyadan ayrılmış ve yetişkinlerin dünyasına adım atmıştır.

82

Hamile kalmak isteyen kadının yeni doğum yapan bir kadının yanına getirilmesiyle hamile kalacağına inanılmaktadır. Hamile kalabilmek için yapılan tüm bu uygulamalarda çeşitli dualar okunur ve niyet dile getirilir.

İstenmeyen hamileliği sona erdirmek için “zifin” adıyla geçen zehirli sarı orman gülünün sapı kırılarak kadının rahmine konduğu bilinmektedir. Zifin çiçeğinin kaynatıldıktan sonra birkaç gün süreyle kadının rahim ağzına konarak bekletildiği de yapılan uygulamalar arasındadır. Ayrıca kadına ağır yük kaldırıldığı bilinmektedir ancak bu tip uygulamalar sağlık açısından son derece zararlı olduğundan barındırdığı tehlikeler sebebiyle günümüzde uygulanmamaktadır. Modern tıbbın ilerlemesi ve ulaşım koşullarının iyileşmesiyle günümüz koşullarında köy ve şehir hayatı arasında “tıbbi” anlamda pek farkın kalmadığı söylenebilir. İnsan hayatını tehlikeye sokacak bu vb. durumlar artık başvurulacak yöntemler arasında tercih edilmemektedir.