• Sonuç bulunamadı

Kutlama Törenleri 1. Acısu

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. GELENEKSEL HALK BİLGİSİ

3.2. Halk İnanışları

3.3.3. Kutlama Törenleri 1. Acısu

Akarsu, Kırantaş ve Bakımlı köylerinde kutlanan özel gün bir gün vardır. Bu günün adı “Acısu ziyareti” olup, yazın sıcak günlerinden birinde bu köylerden gelen grupların Akarsu ile Gümüşhane sınırı üzerindeki Acısu Yaylası’nda bulunan maden suyunu ziyarete gitmeleridir. Bu maden suyuna yörede “Acısu” adı verilmekle birlikte bölge de bu adla tanınmaktadır.

Temmuz, ağustos ayının sıcak günlerinde gruplar, kemençe ve türküler eşliğinde suya varırlar. Yolculuk esnasında ve suyun yanına vardıkları zaman şenlikler düzenlenir. Suyun etrafında bir süre mola verdikten sonra maden suyundan içilir, getirilen yemekler yenir. Suyun bazı hastalıklara karşı şifalı olduğu yörede eskiden beri yaygın bir kanıdır. 1871 yılına ait vilayet salnamesinde, Trabzon sancağında olan maden suyu ve kaplıcalar başlığı altında şifalı oldukları söylenen bu sulardan bahsedilmiş olup, Hamsiköy civarındaki Yerköprü olarak anılan mahalde kaynar bir acı su bulunduğu ve kullanımının kaşınma hastalıklarına iyi geldiği belirtilmiştir (TVS, 1993: 323).

139

3.3.3.2. Ayeser

Ayeser; dernek, panayır, eğlence amacı gösteren özel bir yıllık gün şenliğidir. Her yılın yaz mevsiminde, ağustos ayının on beşinci gününde Zigana Dağları’nda bulunan Ayeser düzlüğüne çıkılır. Yöre halkı tarafından hazırlıklar haftalar önce başlar. Ağustos ayının on dördüncü gününde kadınlı erkekli gruplar halinde yola çıkılır, gece yöreye bağlı yaylalarda geçirilir. On beşinci gün, sabahın erken saatlerinde yaylalardan yola giren gruplar diğerleriyle birleşir ve kalabalık bir şekilde Ayeser düzlüğüne doğru yola çıkılır.

Yolculuk esnasında kemençeler, davullar ve zurnalar çalınır; türküler söylenir ve silahlar atılarak kutlamalar yapılır. Yolculuk boyunca Ayeser’le ilgili çeşitli maniler söylenmektedir:

Ayeser’den bu yana Turnagöl’ün kapanı Konuşmayalım e gız

Bekleyiler adamı (K.K. Emine Kahraman, Akçaabat)

Ayeser yok deyiler Nedur habu donanma Oyle bir güne gelduk

Babana da inanma (K.K. Nedime Yılmaz, Esiroğlu)

Oy Ayeser Ayeser Güz gelur dağlar eser Sevdali günlerumda

Ettiler beni asker (K.K. Asiye Dalkıran, Akçaabat)

Öğle vakitlerine doğru Ayeser düzlüğüne yaklaşıldığında çeşitli yörelerden gelen gruplar düzlüğe horon teperek girerler. Bu giriş seyri, etkinliğin en heyecanlı anlarıdır. Başta kemençe olmak üzere davul ve zurnayla uzun horonlar kurulur. Bölgeye gelen seyyar satıcılar tarafından kurulan tezgâhlarda yöresel ürünlerin yanı sıra türlü yiyecek ve içecek satılır. Ayrıca gelenler de kendi getirdikleri yiyecek ve içecekleri ortaya çıkarır, başkalarıyla paylaşır ve tam bir festival havası yaşanır. Sözlü kaynaklardan edinilen bilgiye göre 1970 öncesine kadar kadınlar çeşitli dertlerinden kurtulabilmek için düzlüğün batı yönündeki tepenin üzerindeki kiliseye giderek burada dua etmişlerdir.

140

3.3.3.3. Hıdırellez

Hıdırellez, kocakarı takviminde April (Nisan) ayının 22’sine denk gelmektedir. Miladî takvimde ise mayıs ayının 6’sında kutlanmaktadır. Hıdırellez’de Hızır ve İlyas peygamberlerin tekrar bir araya geldiklerine inanılır. Hızır Peygamber karada, İlyas Peygamber ise denizde darda kalanların yardımcısıdır. Esasen Anadolu’da kış mevsiminden sonraki bahar canlanmasının temsilcilerindendir. Hıdırellez öncesinde evlerde temizlik yapılır ve güzel yemekler pişirilir. Hıdırellez günü herkes gönlünden geçen dileği bir kâğıda yazar veya şeklen çizer, bu kâğıt bir gül ağacının altına gömülür. Dileklerin bir gül fidanıyla birlikte toprağa dikildiği de bilinmektedir. Şayet dikilen bu fidan tutar ve gül büyürse dileğin gerçekleşeceğine inanılmaktadır.

Hıdırellez günü Trabzon’da belli başlı kaçınmalar yaygın olarak görülmektedir. Böyle kutsal kabul edilen günler özellikle hamileler, lohusalar ve çocuklar açısından tehlike arz etmektedir. Nitekim onlar halk arasında kötü ruhlar tarafından en kolay ele geçirilecek zayıf varlıklar arasında kabul edilmektedir. Hıdırellez günü de hamile kadınların yayık çalkalamalarına izin verilmez. Anahtar tutmalarına, kapı açmalarına izin verilmez. Çalı kırıp süpürge yapmalarına izin verilmez. Bunların doğacak çocukları özürlü yapacağı inancı bulunmaktadır. Hıdırellez’in getirebileceği uğursuzlukları def edebilmek adına tuz eritilip kişideki eğrilikleri de alıp götürmesi adına evden dışarı dökülür. Yine aynı şekilde tarlaya, bahçeye kabak dikilir. Dikilen kabak uzadıkça yine kişinin sahip olduğu yanlış davranışları alıp götüreceğine inanılır (Değer, 2004: 110).

3.3.3.4. Kalandar / Galandar

Ocak (Kalandar) ayının on üçünü on dördüne bağlayan gece Kalandar gecesi olarak kutlanır. Bu gecede üç beş kişilik gruplar köy hanelerini gezerler. İçlerinden biri at şekline bürünür. Kapı önlerinde “Atım arpa saman ister.” diye çağırır. Kapılar açıldığı takdirde, ipe takılı olan çantalar eve atılır. Kapı açılmadığı takdirde ise, zil takılı çanta iple beraber evin bacasından içeri sarkıtılır. Ev sahibi çantaya fındık, ceviz, fasulye ya da bir miktar para koymak zorundadır. Eğer çanta geriye boş olarak dönerse ev sahibinin bacasından içeri kar atılarak “Ocağın sönsün!” diye kargışlanır. Bazen ev sahipleri eğlenceyi daha da arttırmak adına eve atılan çantanın içerisine kedi koyarlar. Çanta açıldığında içinden fırlayan kedi şaşkınlıkla birlikte sağa sola kaçışır. Şüphesiz bu durum büyük bir sevinç yaratır (Canalioğlu, 2001: 80-81). (Bk. Ekler, Kalandar Kutlaması).

Kalandar’da çantaya fındık, meyve haricinde mısır koyulduğu da bilinmektedir. Yenebilen bu meyve sebzenin haricinde ise külden yoğrularak yapılan helva veya köz de muzırlık amaçlı çantalara konabilmektedir. Bunu gören çocuklar galeyana gelmekte ve ev sahibiyle aralarında tatlı bir çekişme yaşanmaktadır (Değer, 2004: 109).

141

“Bizum ayca kalandar geldi mi, kalandarun birinci akşamı gelurdi çeluk çecuk… Erkekler de çande ataydiler kapıdan içeri. Bizim da o zamanlar bişe yoğidi, misir pişirirduk atarduk misiri çandenin içine geçerdi. Sabahusi da kalkarduk, kalandari kim kuracasa ya koyun korduk içeri ya hağoyle bilduğumuz adam, misliman adam gorduk içeri kurardi kalandari, oğurli gelmesi içun.” (K.K. Emine Erdoğan, Arsin)

“Geçmişte çok çeşitli usulleri var idi yaşlilarumuzun. Meselâ şimdi Ocak ayi deduğumuz, Ocağun on uçunde Rumi kalandar oluyi. Ocağun on uç ve on dördünci güni… Yaşli kadunlar ekin fazla olsun diye bir adam seçerdiler, kendilerine göra evun kadun reisi, komşilarından kimdur bana oğurli gelen meselâ diyelum Fadime, Fadime'yi gider çağrurdi sabahlan erkenden, bu gün Kalandar bir aybaşidur gel gir eve da bereket çok olsun, senun oğurun eyi geluyi bana derdi. Çağırurdi Fadimeyi meselâ getururdi işte o oğuri gelen ona kadun kimi kabul ederdisa veyahut çocuk koyardi eve işte ekinun bol olsun, siğırlaruna bişe olmasun, ineklerine…” (K.K. Hamdi Uzun, Tonya)

“Kalandar akşami köyün çocuklari toplanurdi oyle grup grup halinda olurdiler. Uç kişi beş kişi, köyün mahallelerini taksim ederdiler aralarinda. Uc kişi beş kişi meselâ diyelum bizum mahalleye, iki, uç kişi başka bi mahalleye uç beş kişi başka bi mahalleye, her mahalleye böyle bi grup çocuk dağılurdi. Mahallede her kabuda bi istekte bulunurler. Ev sahiplari işte yaşli kadunlar bunlari severek işte bunlara kuru meyva, hoşaf, elma, funduk, çeviz bu gibi şeyler verurler hediye olarak. Çocuklar bunlari alur giderler belirli bi yerde toplanurler, kendi aralarinda kendilerine göre muhabet ederek bunlari yerler içerler.” (K.K. Asiye Dalkıran, Akçaabat)

“Çocuklar gittuktan sora evlerde yaşli kişiler sohbet yaparler. Bu sohbet arasinda Ocak ayinun birinci güni Rumi yılbaşi kabul ettukleri Kalandar dedukleri keçe, çevizleri kırarler içini çıkarurdi kadunlar, o yaşli kadunlar içlerine tükürerek ocağun kenarina koyarler. Kara ateşun kenarina koyar, eğer o tükürük taşarsa o ay hava bozuk gider. Her ceviz kabuğuna bir ay verurler. Eğer kurursa taşmasa o tükürük, ateşte katnayup da taşmasa havanun kurak gideceğini kabul ederler. Senenun oniki ayini o kalandar akşami bu ceviz kabuklariyle bi deneme yaparler. Meselâ yaz aylarinda Orak ayi dedukleri ay, Haziran ayi ki buğday biçin zamani çayır biçme zamani yane bu ayi bilhassa çok dikat ederler ki bu ceviz kabuğu bu ayda taşayi mi taşmayi mi. Eğer taşarsa çayir ve buğday biçin zamani işlerun çok zor olacağıni kabul ederdiler. Havalanın bozuk gidişi rencberluğu zorlaşturuyi. Her on iki ayi bu şekilde yorum yaparler.” (K.K. Fatma Yılmaz, Akçaabat)

“Aylari baktukten sora hamur yoğurduk, ocağa bide korduk, pişerdi ekmek olurdi, oreye boncuk katarduk yahut bara. Hamurina katarduk. Oni kim bulurdisa oğurli o idi. Asisbori o yapacayidi. Asisbor da bi avuç misir alurduk ekinden iki, uç gün ence toprağa kadarduk asisbor ona derduk.” (K.K. Fatma Yılmaz, Akçaabat)

142

“Kalandar sabahı kalkarduk, alurduk elumuze boğda giderduk suya, o boğdalari korduk suyun yanlarina, suyi kutlarduk, ordan alurduk su, gelurduk eve onunlan başumuzi yikarduk ki saçlarumuz beyisun. Hiç kimse almadan sudan, o boğdalari orda görudiler anlardiler ki bu sudan biri aidi başka çoşmeye giderdi ebi arkadaşlar. Hepumuz işte köyliler oyle alurduk başlarumuzi yikarduk, bebekleri yikarduk çok beyisunler. Başumuzi yikarduk ondan sora tekrar elumuze boğda alurduk ağaçlanın istindeyena atarduk çok meyva versunler. Kalandar güni ibleri güzlerduk ki yılanlari görmeyelum.” (K.K. Zülfiye Nazlı, Maçka)

3.3.3.5. Kardeşlik Düğünü

Yörede kardeşlik düğünü adıyla bilinen, birbirleriyle samimi olan gençler arasında yapılan bir kutlama vardır. Hazırlıklar şu şekilde yapılır: Bu gecede samimi olan gençlerin parmağından kan alınır. Bu kanlar kan kardeşi olacak kişilere karıştırılarak içirilir. Eğlenceye katılan kalabalığa da birer bardak şerbet ikram edilir. Eğlenceler düzenlenir, kemençe çalınır, horon oynanır, türküler söylenir. Gecenin masrafları kan kardeşi olacak kişiler tarafından karşılanır. Kardeşlik düğünleri yalnız erkekler arasında değil, kadınlar arasında da yapılmaktadır. Kan kardeşi olan kişiler birbirlerine ömür boyu kardeşlik bağıyla bağlanırlar.

3.3.3.6. Mayıs Yedisi

Türk düşünce dünyası, tarihteki tüm medeniyetler gibi suyu merkezi bir unsur olarak kabul etmiş, uygulama ve anlatmalar su etrafında teşekkül etmiştir. Kâinatın var oluşundan itibaren kozmogoniye konu olan inanışlar başta olmak üzere suyun Türk kültür tarihinde mukaddes bir varlık olarak kabul gördüğü söylenebilir (İnan, 1998: 401-405).

Su, varoluşun esası ve tüm kâinatı içinde barındırmasıyla insanlığın ve de cismani tüm varlık âleminin içinden geçtiği merhaleleri ve tekrar rücû edeceği başlangıç noktasını temsil eder. Zira su, tüm gelişmelerin başlangıcı ve medeniyet kavramı etrafında insanlığın gelişim tarihinde bir temel taşıdır. Antik Yunan’dan Mısır’a, kutsal Hint metinleri ve uygulamalarından İslamiyet’te abdest ile suyla temas eden insanın arınacağı inancına, Hristiyanlıktaki vaftiz törenlerine kadar su tüm inanışlarda kutsal bir araç olarak karşımıza çıkmaktadır. Suyla temas eden birey ilk şekle döner, şekilsizlikten tekrar meydana geldiği ilk cismani hale dönüş yapar, yeniden doğar (Üçüncü, 2012a: 301).

Suyla temas etme, bireyi arındırdığı gibi yeniden doğuş ve tekillikten çoğula doğru süregelen bir merhaleyi ihsan eder. Suyla temas yeniden doğuştur, hayatın verimliliğinin artması, doğanın bereketlenmesidir. Ölünün yeniden doğuşu; insan, hayvan ve bitkinin üreme ve çoğalmasının aracıdır. Bu özellikleri bakımından evrenin simgesi olarak kabul görür ve kutsal büyülerden tıbba kadar uzanan sürede tedavinin ana kaynağını teşkil eder (Üçüncü, 2012a: 302-303).

143

Suyun psikolojik olarak iyileştirici gücü, su kenarlarının insanlar tarafından kültür mekânları olarak tescil edilmesine neden olmuştur. Suya bağlı inanç ve gelenekler etrafında gelişen tekâmüller günümüzde birer şenlik kisvesine bürünseler de temellerinde kültürel bellekten gelen inanç bütünlüğü yer almaktadır. Doğu Karadeniz sahil şeridi boyunca Mayıs yedisi adı altında kutlanan şenliklerin temelinde de bu inanç bütünlüğü yatmaktadır. Her yıl mayıs ayının yirmisinde -ki Rumî takvime göre ayın yedisine tekabül eder- başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere insanlar oturdukları bölgeden deniz kenarına gelerek suyla temas eder. Hem günahlarından arınır hem de fiziki ve ruhani manada tedavi gördüğüne inanılır. Giresun Aksu şenliklerinde her yıl düzenli olarak kutlanan mayıs yedisi, belirli kurallar çerçevesinde yerleşik bir kutlama olarak gözükse de uygulama açısından bakıldığında Doğu Karadeniz sahil hattı boyunca uygulamanın benzer şekillerde yaşatıldığı görülmektedir.

Trabzon’da günümüzde aktif anlamda kutlamalar yapılmasa da yerleşik halk arasında mayıs yedisi hakkında geçmişe dönük bilgi halen mevcuttur. Toplumdaki egemen anlayış erkeklerin İslâmiyet’e aykırı gördükleri bu uygulamaya sıcak bakmadıkları ve bu sebepten kadınlar arasında yaygın olduğu şeklindedir. Kadınlar içinse bir araya gelip sosyalleşmek, özellikle ulaşımın henüz günümüz koşulları kadar yaygınlaşmadığı zamanlarda gündelik hayatın meşgalelerinden bir günlüğüne de olsa kaçabilmek ve en önemlisi şehre gidebilecek olmanın göstergesidir. Giresun Aksu’daki sacayağından geçme uygulaması Maçka’da yer almamaktadır ancak bu uygulamanın yerini yeni doğan çocukların “miras kalburu” adı verilen benzer bir çemberden geçirilmesi uygulamasına bıraktığı görülmektedir.

Mayıs yedisi uygulamalarından denize inme ve suyla arınıp tedavi olma inancı her ne kadar kaybolmuş gibi gözükse de yine bu tarihte yapılan bir uygulama vardır ki konu itibarıyla halk hekimliğine de dâhil olmaktadır. Bu günde elde edilen tereyağından ilaç olarak merhem yapılır. Tereyağı, balmumu ve reçinenin karıştırılmasıyla elde edilen karışım başta iltihaplı yaralar olmak üzere pek çok yarayı tedavi etmede kullanılmaktadır (Durmuş, 2011: 97).

“Gocagari ayina göre mayisin yedisinde köydeki hastalukli garilar ener buradan denize gider, orda şifa bulmak için girerdiler denize. Ona mayis yedisi derler.” (K.K. Sebahat Öztürk, Beşikdüzü)

3.3.3.7. Mayıs Gecesi

Mayıs gecesi, mayıs yedisi gibi kutlanmaktadır. Esasen mayıs gecesi bir kutlamadan çok yine bir sakınma ifade eden günlerdendir. Mayıs gecesi mayıs yedisi gibi deniz kenarlarında değil karada geçen bir hadisedir. Zira mayıs ayının aybaşında evlere cazıların (cadı) dadanacağına inanılmaktadır. Cazıları evden uzak tutabilmek için kapıların girişlerine, özellikle ahırdaki hayvanlara zarar vermesini önlemek için ahır kapılarına “mayıs dikeni” adı verilen diken toplanarak serilir. Böylelikle cazının bu noktadan eve giremeyeceğine inanılır. Cazıların evlere çatıdan ocak zinciri vasıtasıyla

144

girdiğine inanılır. Bu sebepten cazı, uzun siyah saçlı yaşlıca bir kadın olarak tasvir edilir. Mayıs dikeninin konduğu yerlerden biri de ekim dikimi yapılan mahsule zarar gelmemesi için tarla ve bahçelerdir. Cazılar ise konan bu mayıs dikenlerinin yanına ocaktan aldıkları kömürleri koyarlar (Değer, 2004: 110). İnsanların köylerde değerli olarak addettikleri eşyaları; tarla ve bahçelerindeki, harmanlarındaki mahsulleri korumak adına böyle sözlü kültür ürünü varlıkları yaratmaları ve onlar hakkında söylenceler üretmeleri normal kabul edilmektedir.

3.3.3.8. Meçi / İmece (Taş Düğünü)

İmece bir bölgede ortak bir amaç için toplanan insanların el birliğiyle bir işi ortaklaşa halletmesi olarak bilinmektedir. İnsanlar ellerinden gelen, maddi-manevi tüm imkanlarını ortaya koyarak birbirlerinin işlerini sırayla halletmektedir. Bu yardımlaşma törenlerinde insanlar önceden yemekler hazırlar ve yapılacak iş tamamlandığında akşam olunca çeşitli eğlenceler düzenlenir.

“Diyelım ki kömre taşinacak, toplanırduk. Bi gün birine, ebir gün ebirine kömre taşirduk. Kemençecilar gelırdi, eğlenirduk, horon ederduk. Sevdalilar buluşur, hallaşurdi, ne zaman kaçilacak gararlaştırılırdi. Yapulurdi yemekler. Magarna, pilav, sütlaç… Eyi yemekler yapılırdi meçide. Kim olardan yaparsa biz da orda bulunurduk. Meçilerde yapardiler olari anca. Biz da onun için meçiye giderduk. Herkes kendine taşimazdi, ya bi gün ona ya bi gün ebirine dolanurduk köyi. Gece da yapılırdı, ay vururdi biz giderduk meçi yapmaya. Yük getireceğuk arkamizlan.” (K.K. Fatma Yılmaz, Akçaabat)

Meçi, Şalpazarı yöresinde “Taş düğünü” olarak adlandırılmaktadır. Taş düğününde yine meçi gibi önceden eğlenceli, çalgılı yemekler tertip edilir. İhtiyaç sahibi kimse önceden hazırlıklarını tamamlar. Köyde yapılacak işin ardından yemek ve eğlence olacağını herkese duyurur. Taş düğünü esasen adını bir kimsenin ev yapmak için ihtiyacı olduğu taşları taşımak için tertip ettiği eğlenceden almaktadır. Kızlar ve oğlanlar bu eğlence vasıtasıyla tanışmakta, birbirlerinin dikkatini çekmeye çalışmaktadırlar. Hâlihazırda sevgili olan gençler içinse bu tertip bir nevi bir araya gelme programı niteliği taşımaktadır. Bu açıdan taş düğünü bir nevi sosyalleşme programı vazifesini de yerine getirmektedir. Bir yandan ortaklaşa taş taşıma işi yapılırken bir grup kemençe, davul eşliğinde eğlenmekte, çalışanlar dinlenip eğlenirken diğer grup işi devralmaktadır. Böylece ihtiyaç sahibinin işi halledilir. Akşam olduğunda ise hazırlanan yemekler ortaklaşa yenir ve eğlence geç saatlere kadar devam eder (Gülay, 2001: 234-235).

Takvime bağlı imecelerden dikkate değer bir diğeriyse “talaş mecisi” olarak adlandırılan talaş soymadır. Talaş soyma ekim ve kasım aylarında tarlalardan toplanan mısırların, koçanlarından soyularak çöten veya serendere kurutma amaçlı dizilerek doldurulmasıdır. Bu işlem uzun süren yorucu bir iş olduğundan yine köyde önceden sözleşen insanlar bu iş için akşam yemeğinden sonra bir araya gelirler. Gündüz gün ışığında farklı işlerin halledilmesi gerektiğinden talaş soyma işi akşam

145

yapılır. Toplanan ahali ortaya yığılan mısır koçanlarının etrafına daire şeklinde dizilir, mısır koçanları ağaçtan yapılma şişler yardımıyla soyularak büyük sepetlere doldurulur. Mısırlar bu esnada tohumluk, baş darı ve mızıldak (düzgün olmayan anlamında) olarak da üçe ayrılmaktadır. Soyum işi tamamlandığında ise ortada kalan mısır koçanları ineklere verilmek üzere yal-yallık yapılarak damlara kaldırılır (Gülay, 2001:255). Talaş soyma esasen yalnızca mısır için uygulanan bir işlem değildir. Mevsime bağlı olarak farklı ilçelerde başta fındık olmak üzere fasulye, bezelye için de benzer işlemler uygulanmaktadır. Patoz makinesine erişimin mümkün olmadığı durumlarda insanlar yine önceden anlaşarak akşamları bir araya gelir ve fındığın “zülüf” adı verilen yaş kabukları soyularak fındık tane haline getirilir. Böylelikle fındık, harmana sermeye hazır hale gelir. Bu yardım etkinliklerinde karşılıklı maniler, atma türküler okunur; geçmiş günler yâd edilir. Hane sahibi yardıma gelenlere çay ve meyve ikram eder. Bunların haricinde odun kesme, çayır biçme-taşıma, tarla belleme-kazma, su kanalı açma vb. meçiler bulunmaktadır.

3.3.3.9. Meryemana

Eskiden bölgede kutlanan bir başka şenlik de Meryemana Kilisesi’nin ziyaret edilişidir. Bu ziyarete daha çok kadınların ve çocukların ilgi gösterdikleri söylenmektedir. Ayeser şenliği ile birbirlerine yakın günlerde düzenlenişi, Ayeser şenliğinde kilise çevresinde dolaşıp dua eden kadınların benzer bir şekilde uygulamayı burada da devam ettirdikleri göz önüne alındığında şenliklerin benzer oldukları göze çarpmaktadır. Mübadele yıllarına kadar Maçka bölgesindeki Rum ve Türk halkı tarafından bir eğlence aracı olarak kilisenin bulunduğu bölgeye gidildiği ve burada yeme içme etkinliklerinin yanı sıra herhangi bir konuda bir isteği olanların da dua ettikleri bilinmektedir. Mübadele sonrası bölgedeki Hıristiyan nüfus gitmiş olsa da Müslüman Türk nüfus tarafından 1960’lı yıllara kadar devam ettirildiği bilinmektedir. Müslüman halk tarafından herhangi bir dini amaç taşımayan şenlik, belirli bir mizansen etrafında eğlenen halk için gündelik hayattan bir kaçış niteliğindedir.

“Kadınlar ve çocuklar ağustos ayının kararlaştırılan gününde yaylalara çıkarlar, o günün sabahında da yaylalardan kalkarak yola koyulurlardı. Ayralaksa, Kurugöl, Mesoraş ve İskorden yaylaları geçildikten sonra kayalık dağ ve orman yolundan Meryemana manastırına inilirdi. Yolculukta kemençeler çalınır, kadınlar türküler söylerdi. Manastırın içinde bir su odası bulunmakta, bu odanın tabanına yüksek bir kayadan su damlamaktaydı. Özellikle bir hastalığı bulunan kadınlar, damlayan suyun altında vücutlarını ıslatırlar, böylece şifa bulacaklarını sanırlardı. Yüksekten damlayan su kimi zaman rüzgâr vb. etkiler nedeniyle aşağıda bekleyen kişinin vücuduna temas etmezdi. Böyle bir durumda kişinin duasının kabul edilmeyeceğine inanılırdı. Hıristiyan inancına göre vücuduna su değmeyen kişinin kötü insan olduğu telakkisinin yaygın olduğu söylenmektedir.” (K.K Eyüp Eyüboğlu, Maçka)

146

3.3.4. Değerlendirme

İnsan hayatı, doğum, evlenme ve ölüm olmak üzere üç önemli geçiş döneminden oluşmaktadır.