• Sonuç bulunamadı

D. ULUSLARARASI ADALET MAHKEMESİ’NİN KONUYLA İLGİLİ KARARLAR

3. DOĞU TİMOR KARARI

Self determinasyon hakkıyla ilgili Uluslararası Adalet Mahkemesinde müzakere konusu olan bir diğer mesele, Portekiz tarafından Avustralya’ya karşı yapılan başvuruyla tartışmaya açılan Doğu Timor sorunu olmuştur. Eski bir Portekiz sömürgesi olan ve 1960 yılında özerk olmayan ülkeler kapsamına alınan Doğu Timor, Portekiz’in bölgedeki otoritesini bırakmasının ardından, 1974 yılında Avusturalya ve Endonezya arasında yapılan bir andlaşmayla, Endonezya’nın kontrolüne bırakılmıştır. Ancak bölge halkının bağımsızlık hareketi “Fretilin”, söz konusu anlaşmayı tanımamış ve 1975 yılında güç kullanarak ülke üzerinde kontrolünü genişletmiş ve bağımsızlık ilan etmiştir. Bu gelişmelerin ardından, Endonezya’nın bağımsızlık hareketini bastırmak amacıyla bölgeye müdahale etmesi, uluslararası alanda rahatsızlık oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi, almış olduğu kararlarla, Endonezya’ya geri çekilme çağrısında bulunmuş ve Doğu Timor halkının self determinasyon

110

hakkını kullanmaları için, gerekli şartların oluşturulmasını talep etmiştir. Ancak Endonezya, ülke üzerinde egemenlik iddiasını sürdürerek geri adım atmamakta ısrar etmiştir510.

Daha sonra, Avusturalya ve Endonezya, 1979 yılından itibaren Timor Ara bölgesinde deniz sınırlarının belirlenmesi üzere birkaç görüşmeler yapmışlar. Ancak bu görüşmelerden verim alamayınca, taraflar, bölgenin kıta sahanlığındaki doğal zenginlikleri ve kaynaklarının ortak araştırma ve işletilmesi imkanlarını aramışlar. Sonuç olarak, taraflar, 11 Aralık 1989 tarihinde Avustralya’nın kuzeyiyle Doğu Timor’un güneyi arasında yerleşen deniz alanında “İşbirliği Bölgesi” oluşturulmasına dair sözleşme imzalamışlar. Bunun ardından, 1990 yılında Avusturalya bu sözleşmenin hayata geçirilmesiyle ilgili yasa kabul etmiş ve bu yasa 1991 yılında yürürlüğe girmiştir.

Bu gelişmeler üzerine, Portekiz 22 Şubat 1991 tarihinde, Doğu Timor halkının self determinasyon hakkını ihlal eden andlaşmaya taraf olması gerekçesiyle Avustralya’ya karşı Uluslararası Adalet Mahkemesinde dava açmıştır. Portekiz’in yapmış olduğu başvuruyla, açıklığa kavuşturulmasını istediği konu, Avusturalya ve Endonezya arasında yapılan ve Doğu Timor’u Endonezya’nın bir eyaleti olarak belirleyen Timor Ara Sözleşmesinin ülke halkının menfaatini önemsemeden, Doğu Timor’un doğal zenginliklerinin ve kaynaklarının iki devlet arasında bölüştürülmesinin, ülke halkının self determinasyon hakkının ihlali olup olmadığı olmuştur.

Uluslararası Adalet Mahkemesi, 30 Haziran 1995 tarihinde almış olduğu kararıyla, Doğu Timor’un Birleşmiş Milletler Kurucu Andlaşmasının XI. Bölümünde düzenlenen özerk olmayan ülke statüsünde olduğunu ve self determinasyon hakkına sahip olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber, Divan, haklar ve ödevler arasındaki paralelliğin hukuk mantığının bir gereği olduğunu ve eğer Doğu Timor halkı self determinasyon hakkına erga omnes nitelikte sahipse, diğer devletlerin bu hakkı tanıması gerektiğini ve bunun aksi bir değerlendirmenin bu hakkı özünden yoksun hale getireceğini belirtmiştir511. Sonuç itibariyle, Uluslararası Adalet Mahkemesi, söz konusu sözleşmenin Doğu Timor halkına self determinasyon hakkının tanınması ve bu hakka saygı duyulması ve halkın doğal kaynaklar üzerindeki egemenliği ile bağdaşmamış olduğu kararına gelmiştir. Bu kararında, Mahkeme, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 1803 sayılı Doğal Kaynaklar Üzerinde Sürekli Egemenlik Hakkı kararına atıfta bulunmuştur.

510

FAN Hua, “The Missing Link Between Self-Determination and Democracy: The Case of East Timor”, Northwestern University Journal of International Human Rights, Vol. 6, Fall 2007, s. 177.

111

Daha sonraki gelişmeler sonucunda, 5 Mayıs 1999 tarihinde taraflar anlaşmaya varmış ve 8 Ağustos 1999 tarihinde Doğu Timor’un self determinasyon hakkını kullanması için Birleşmiş Milletler gözetiminde referanduma gitmesi kararlaştırılmıştır. Bu referandum, 20 Mayıs 2002 tarihinde gerçekleşmiş ve ülke bağımsızlığına kavuşarak Birleşmiş Milletler üyesi bir devlet haline gelmiştir.

Uluslararası Hukuk Komisyonunun, Uluslararası Adalet Mahkemesinin diğer görüşleriyle beraber, Doğu Timor konusundaki görüşlerine de atıf yaparak, halkların self determinasyon hakkına saygı gösterilmesi yükümlülüğünü jus cogens nitelikli yükümlülük olarak değerlendirmesi512, bu kararın self determinasyon hakkının gelişimine ne kadar önemli katkı sağladığının göstergesidir.

Uluslararası Adalet Mahkemesi, self determinasyon hakkına ilişkin önüne gelen bu üç sorunun çözümüne yönelik vermiş olduğu tavsiye görüşleri ve düzenlemelerde, self determinasyon hakkının çağdaş uluslararası hukukun bir ilkesi olduğunu vurgulamıştır. Bu görüşlerde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi kararlarına atıfların yapılması göz önünde bulundurularak, kavramın artık bir uluslararası normatif hukuk kuralı niteliğine kavuştuğu söylenebilir.

512RAIC, s. 219.

112

İKİNCİ BÖLÜM

ÇAĞDAŞ ULUSLARARASI HUKUKUN SELF DETERMİNASYONA

BAKIŞI

I. SELF DETERMİNASYONUN ÖZÜ VE ULUSLARARASI HUKUKTAKİ YERİ

Cassese, kendine has klasik ve sistematik ele alış tarzıyla, self determinasyon konusunu uluslararası hukukun önemli bir alanı olarak değerlendirmiş, “genel ilke” ile anlaşmalarda ve teamül hukukunda olan daha özel konuları ele alan kurallar kümesi kavramlarını ayrıştırmıştır513. Kapsayıcı bir kılavuz olarak ele alındığında, genel ilkenin başlıca rolü, anlaşma ve teamül hukukunun yorumu için normun sınırlarına ışık tutmak ve genel standart oluşturmaktır. Bu bakımdan, self determinasyon ilkesinin, genel bir ilke olarak düşünülmesi, çağdaş uluslararası hukukta tasavvur edilen self determinasyonun, özünün ve sınırlarının ne olduğunu belirlemektedir514.

Uluslararası Adalet Mahkemesi, Batı Sahra davasında, self determinasyonun özünü “ilgili halkın iradesinin özgür ve gerçek ifadesi” şeklinde dikkate alınacak bir talep olarak tanımlamıştır 515 . Cassese’nin yorumuna göre, Uluslararası Adalet Mahkemesi self determinasyonun özünü, halklarla ilgili kararların alınmasında olması gerekli olan bir usul olarak kavramsallaştırmıştır. Self determinasyonun özü, halkların mukadderatıyla ilgili kararlar alan devletlerin, minimal meşruiyet eşiği olarak öngörülen standardı belirleyecek usule, saygı göstermelerine talep olarak anlaşılmalıdır516.

Benzer bir değerlendirme yapan Klabbers de Uluslararası Adalet Mahkemesinin, self determinasyonu, yaptırım içerikli ve maddi bir hak olarak değil, genel bir ilke olarak kabul ettiğini belirtmiştir. Klabbers’e göre, Mahkemenin self determinasyonla ilgili davaları arasında, konunun en ciddi ele alındığı dava, self determinasyonun halkın isteklerinin anlaşılması için bir

513Ayrıntılı bilgi için bkz., CASSESE, s. 126-133. 514CASSESE, s. 319.

515

VIDMAR Jure, Democratic Statehood in International Law: The Emergence of New States in Post-Cold War Practice, Hart Publishing, Oxford and Portland 2013, s. 171; RAIC, s. 222.

113

usul ilkesi olarak tasarlandığı Batı Sahra davası olmuştur. Fakat burada da halk iradesinin özgürce ve gerçekçe ifadesine gerekli olan herhangi bir sonucun eklenmesi öngörülmemiştir517.

Uluslararası Adalet Mahkemesinin self determinasyon ilkesini oldukça genel ve usule ilişkin formüle etmesi, çok da şaşırtıcı olmaması lazım. Cassese, bu vaziyeti derin siyasal ve ideolojik anlaşmazlıkların hakim olduğu alanlarda, uluslararası toplumun mevcut durumunun tipik bir göstergesi olarak değerlendirmiştir518. Konuyla ilgili devletlerin ve uluslararası hukukun diğer süjelerinin ortaya koymuş oldukları değişik çelişkili görüşlerin sonucu olarak, self determinasyonla ilgili oluşan standartlar gevşek kalmıştır. Örneğin, ilke içerik bakımından değerlendirildiğinde ne self determinasyon hakkının sahibinin kim olduğu ne de hangi olaylara uygulanacağının açık bir şekilde belli olduğu söylenebilir. Ancak her ne kadar ilkenin belirsizliği ve çelişkili yorumlara açık olduğu bir gerçek olsa da, bu, ilkenin hiç anlamı olmadığı anlamına gelmez. İlke, hem anlaşmalar hukuku hem de teamül hukuku normlarının yorumlanması için kapsayıcı kılavuz işlevini yerine getirmektedir. Böylece, ilke, self determinasyonun bir usul olarak, hangi durumlarda ve nasıl kullanılmasının belirlenmesi işini görmektedir. Bunun yanı sıra, ilke, kuralların tam açık olmadığı veya belirsiz olduğu durumlarda, yorumlama gibi bir anahtar da önermektedir.