• Sonuç bulunamadı

SELF DETERMİNASYON VE UTİ POSSİDETİS JURİS İLKESİ

Uti possidetis juris592 ilkesi, 19. yüzyılın başlarında Güney Amerika’da İspanyol

sömürgelerinin bağımsızlığa kavuşması sırasında ortaya çıkmıştır. İlke, İspanyol sömürgelerinin bağımsız devletlere dönüşmesi sürecinde, eski sömürge sınırlarının korunarak, yeni bağımsız devletlerin sınırlarını teşkil etmelerinin teminatı görevini yerine getirmiştir. Yeni bağımsız Güney Amerika devletlerinin anayasalarında ve ikili anlaşmalarında da yer alan ilke, daha sonraki dönemlerde geliştirilerek dünyanın başka bölgelerinde de kullanılmıştır. Özellikle, sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde, bağımsızlığını yeni elde eden Afrika devletlerinin sınırlarının belirlenmesinde rehber ilke olmuştur.

Sömürgeci yönetimden devralınan sınırların değişmezliği anlamını taşıyan uti possidetis ilkesi, bir taraftan yeni kurulan devletler arasında karşılıklı toprak taleplerinin önüne geçmiş, diğer taraftan da, devletlerin, ayrılıkçı eylemler tarafından uluslararası hukuka aykırı bir şekilde parçalanmasını engellemiştir593. İlkenin amacı, bir ülkenin sömürge yönetimindeki sınırlarını koruyarak, ülkesel sınırların istikrarını sağlamak olmuştur. Bu şekilde uluslararası barış ve güvenliğin muhafazasına hizmet eden ilke, self determinasyon ilkesinin henüz hukuki boyut kazanmadığı dönemlerde gelişmiş ve uygulama alanı bulmuştur594. Özellikle Afrika kıtasında sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde, yeni devletlerin sınırlarının nasıl olması gerektiği, tartışmalı bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Birleşmiş Milletler çerçevesinde uzlaşılarak çözümlenen birkaç olay haricinde genel eğilim, yeni bağımsız devletlerin, sömürge oldukları zaman sahip oldukları sınırlarının kabul edilmesi şeklinde olmuştur595. Bu durum ise, devletlerin etnik yapılarına her zaman uymayan haritaların ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır.

Uti possidetis ilkesi, Afrika Birliği Teşkilatının da gündeminde önemli yer almış ve 1964

yılında Kahire zirve toplantısında yayınlanan beyannamede, üye devletlerin bağımsızlıklarını kazandıkları andaki sınırlarına saygı gösterilmesi gerektiği, açık bir şekilde beyan edilmiştir596. Amaç, kıta devletlerinin tekrar parçalanarak yeni devletlerin ortaya çıkmasının önüne geçmek ve

592Latince kökenli olup, neye sahipsen ona sahip kalma anlamına gelir. SUR, s. 101. 593

KARAOSMANOĞLU, “İç Çatışmaların Çözümü”, s. 81. 594

YÜCE, s. 79. 595CASSESE, s. 192.

596Bu konu, Beyannamenin Afrika Devletleri Arasında Sınır Tartışmaları başlıklı kısmında yer almıştır. Beyannamenin metni için bkz., AHG/Res. 16(I),

http://www.au.int/en/sites/default/files/ASSEMBLY_EN_17_21_JULY_1964_ASSEMBLY_HEADS_STATE_GO VERNMENT_FIRST_ORDINARY_SESSION.pdf, 02.04.2015

135

istikrarı korumak olsa da, etnik azınlıklara karşı yapılan baskıcı uygulamalar, birçok devlette şiddetli çatışmaların meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Meseleye bu bakımdan yaklaşıldığında, ilkenin Afrika uygulamasının başarılı olduğunu söylemek güçtür. Ancak Afrika kıtasının çok karmaşık etnik yapıya sahip olduğunu göz önünde bulundurursak, uti possidetis ilkesinin tek çıkar yolu olarak görülmesinin nedenini anlamak çok zor olmasa gerek. Sonuç itibariyle, birtakım anlaşmazlıklara çözüm getirememiş olsa da, devletlerin mevcut sınırlarının korunması, çağdaş uluslararası hukukun genel bir kuralı olarak kabul edilmektedir.

Uluslararası Adalet Mahkemesi, Burkina Faso ve Mali arasında sınır uyuşmazlığı konulu 1986 tarihli kararında, uti possidetis ilkesine vurgu yapmış ve bağımsızlık anındaki sınırların korunması gerektiğini belirtmiştir597. Mahkemenin kararına göre, self determinasyon ilkesiyle uti

possidetis juris ilkesi arasında çatışma olduğu durumlarda, uluslararası istikrarın korunması

amacıyla uti possidetis juris ilkesi daha üstün bir ilke olarak değerlendirilmelidir598.

Yeni bağımsız devletlerin sınırları içerisinde çok sayıda farklı halkların ve azınlıkların olması gerçeği ve bu halkların da self determinasyon hakkı talepleri, böyle bir hakkın söz konusu olup olmadığı gibi bir sorun doğurmuştur. Bu konuya, Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Sömürge Halkları Beyannamesinde, self determinasyon hakkına sahip olan halkın, söz konusu ülkenin tüm halkı olduğunu ve halkın, bu hakkı bağımsızlığa kavuşmasıyla artık kullanmış sayıldığını belirterek açıklık getirmiştir. Böylelikle, Birleşmiş Milletler, sömürgecilikten kurtulan ülkeye bir bütün olarak aynı anda self determinasyon hakkını tanımış, sonraki bölünmeleri bu kapsama almamıştır. Bu tutumuyla, Birleşmiş Milletler Teşkilatı, Afrika devletleriyle benzer bir yaklaşım ortaya koymuştur. Ancak ne yazık ki, ne mevcut devletlerin tutumu, ne de Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın yaklaşımı, şiddet içeren ayrılıkçı eylemlerin önüne geçememiştir.

James Mayall, uti possidetis’in mevcut uluslararası devletler topluluğunun düzenleyici ilkesi olmasına karşın, uyuşmazlık çözümü için bir mekanizma olarak yetersiz kaldığı üç noktaya dikkat çekmiştir599. Bunlardan ilki, halkın tutkularının anlaşmazlığın terkip hissesi olduğu durumdur. Halkın, baskı altında tutulması sonucunda ayaklanması gibi durumlarda, baskıcı

597

SUR, s. 101.

598GRIFFIOEN Christine, Self-Determination as a Human Right: The Emergency Exit of Remedial Secession,

Utrecht 2010, s. 27; CASSESE, s. 149. 599

MAYALL James, “Nationalism, Self Determination and the Doctrine of Territorial Unity”, Settling Self Determination Disputes: Complex Power-Sharing in Theory and Practice (Ed.: Marc Weller and Barbara Metzger), Martinus Nijhoff Publishers, Leiden 2008, s. 11-12.

136

rejimlerden kurtulma ve eskide yaşanmış meşakkatlerin tekrar yaşanmaması arzusu böyle bir talep ortaya çıkarır. Toplumun siyasi hayatının, toplumsal çatışma çizgilerinden oluştuğu yerlerde, toprak düzenlemelerini belirleyecek yerel veya uluslararası hükümlerin olmayışı, toplumu patlamaya götürebilir. Yazara göre, uti possidetis’in uyuşmazlıkların çözümüne ilişkin ikinci zayıf noktası, ilkenin uygulanmasının ötesinde itiraz imkanlarının bulunmamasıdır600. İlke, en son sınırların değişmezliği gibi bir hüküm benimsediğinden ve uluslararası topluluk tarafından kabul gördüğünden sert ve sabit karakterlidir. Bir kere uygulandıktan sonra, memnun olmayan halk gruplarının talebiyle değişilmesi kabul edilmemiş ve uygulamanın adil olmadığını düşünenlerin itiraz başvurusu yapabilecekleri bir merci bulunmamıştır. Nitekim, uluslararası hukukun belirlediği ilke, uti possidetis ilkesi olmuştur. Dünya ekonomisinin doğasında gerçekleşen değişimler sonucunda, hem toprak sahibi olmanın ekonomik değerinin azaldığı, hem de birçok hükümetin iç siyasi sorunlarını ekonomik araçlarla çözme kabiliyetinin zayıflamış olduğu bir dönemde, uti posiddetis ilkesinin toprak sahibi olmanın sembolik değerini yükseltmesi, ilkenin sonuncu başarısız tarafı olarak belirlenmiştir 601 . Ancak tüm yetersizlikleriyle beraber, uti possidetis ilkesi, özelde sömürgecilik sonrası sınırların belirlenmesinde, genelde ise devletlerin ülkesel bütünlüğü ilkesinin sağlamlaştırılmasında çok önemli rol üstlenmiştir. İlke, self determinasyon hakkıyla münasebetleri bakımından değerlendirildiğinde ise, mevcut sınırların korunması, self determinasyon hakkının belli sınırlar dahilinde uygulanmasını şartlandırdığından, uti possidetis juris ilkesinin, self determinasyonu sınırlandıran bir çerçeve olduğu söylenebilir.