• Sonuç bulunamadı

MİLLETLER CEMİYETİ VE AALAND ADALARI SORUNU

Wilson Barış Konferansına katılmak üzere Avrupa’ya gelirken kalıcı barışın sağlanması için oluşturduğu programda iki merkezi fikir olmuştur. Bunlardan biri, halkların self determinasyon hakkıyla ilgili olmuşsa, diğeri de dünya devletlerinin karşılıklı yardımlaşma ve koruma için işbirliğini bir yükümlülük haline getirecek uluslararası bir örgütün kurulmasına nail olmak olmuştur. Onun bu fikri, müttefik devletler tarafından desteklenmiş ve sonuç olarak 10 Ocak 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti, kurucu anlaşması olan Milletler Cemiyeti Misakının yürürlüğe girmesiyle resmen kurulmuştur. Ancak ne garip ki, Milletler Cemiyetinin kurulması için en büyük katkı sağlamış lider Wilson olmuş olsa da, Amerika Birleşik Devletleri Senatosunun Versailles barış anlaşmasını ve onun bir parçası olan Milletler Cemiyeti Misakını onaylamadığından Amerika Birleşik Devletleri Milletler Cemiyeti üyesi olamamıştır325.

Wilson’un, self determinasyon kavramını Milletler Cemiyeti Misakına dahil edebilmek için sarf ettiği çaba, başarıyla sonuçlanmamıştır. Onun, 10. madde için teklif etmiş olduğu taslak metinde, self determinasyon ilkesi ülkesel düzenlemeler için temel olarak takdim edilse de konferansın diğer katılımcıları siyasi istikrarsızlığa ve isyan girişimlerine neden olacağı endişesiyle, bu konuya sıcak yaklaşmamış ve ilkenin anlaşmaya dahil edilme talebi kabul

323YÜCE, s. 11.

324

RAIC, s. 193.

325KIRAN Abdullah, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, Girne Amerikan Üniversitesi, Uluslararası

70

görmemiştir326. Örgütün, üzerine inşa edildiği esası oluşturan 10. maddenin kabul edilen son halinde327 ise, self determinasyon ilkesine yer verilmediği gibi, örgüt üyesi olan devletlerin toprak bütünlüğünün teminine ve mevcut siyasi bağımsızlığına saygı gösterileceğine vurgu yapılmıştır. Uluslararası hukukun temel ilkelerinden olan devlet egemenliği ve ülkesel bütünlüğün esas alınmış olduğu madde, aslında self determinasyon ilkesinin barış konferanslarından önceki durumunun değişmediğini ilan etmiştir328.

Misakın 1. maddesinin 2. fıkrası, bağımlı halkların kendi kendilerini temsil edebilmeleri açısından çok önem taşımıştır. Örgüte üye olmak için asgari şartlarla ilgili olan madde, devletlere ilaveten, kendi kendilerini yöneten yerlerin, dominyonların ve sömürgelerin Cemiyet’e üye olabileceklerini öngörmüştür329.

Self determinasyon ilkesi, Misakın hiçbir maddesinde açık bir şekilde yer almamış olsa da manda sistemini düzenleyen 22. maddenin arka planında duran en esas dayanağın self determinasyon kavramı olduğuna dair genel kabul gören bir fikir mevcuttur330. Avrupa milletlerinin savaş sonrası durumlarının belirlenmesinin yanı sıra Osmanlı Devletinin kontrolünden çıkarılmış toprakların ve Almanya’nın denizaşırı topraklarının durumu da barış konferansının esas konularından olmuştur. Müttefik devletler barış görüşmelerinin ilhakları içermeyeceğini331 ve savaş sonucu olarak ve eski imparatorlukların dağılmasının sonucu olarak, herhangi bir egemenlik altında bulunmayan toprakların durumunun belirlenmesi gerektiğini defalarca vurgulamışlardı.

Fransa ve Japonya gibi bazı devletlerin, söz konusu toprakların ilhak edilmesini istemelerine332 karşın, özellikle Britanya dominyonları tarafından şiddetle desteklenen333, yenilen devletlerin sömürgelerinin konumunu belirleyecek en iyi çözümün, Milletler Cemiyeti kontrolünde buluna bileceğine dair görüş etrafında uzlaşmaya varılmıştır334. Sonuç olarak, “A”,

326UZ, s. 63.

327GÜNDÜZ, s. 72.

328POMERANCE, s. 7.

329ŞAHİN, “Avrupa Birliği”, s. 12. 330

SLONIM Shlomo, South West Africa and The United Nations: An International Mandate in Dispute, The Johns Hopkins University Press, Baltimore 1973, s. 13-14.

331KNOCK, s. 211.

332MUSGRAVE, s. 28.

333Britanya dominyonlarından Avusturalya Yeni Gine’yi, Yeni Zelanda Samoa’yı, Güney Afrika ise Güney Batı Afrika’yı talep etmiştir. HEATER, s. 89-91; MUSGRAVE, s. 28.

71

“B” ve “C” şeklinde, her birisi manda bölgesinin kendi ahalisi tarafından kurulacak olan özyönetim hükümetinin bağımlılık derecesini belirleyecek, üç farklı kategoriden oluşan manda sistemi kurulmuştur. Barış konferansı tarafından sakinlerinin siyasi olgunluk ve kendini yönetebilme seviyesi esas alınarak kategorize edilmiş bu üç farklı kategorili manda yönetimi sisteminin en yüksek derecesi “A” kategorisi olarak belirlenmiştir335. Aslında manda sistemi, daha fazla toprak elde etmek peşinde olan Fransa ve Japonya’yla Britanya Dominyonları, ilhakların kabul edilmezliğini savunan Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin uzlaşabildiği nokta olmuştur336.

Wilson’un self determinasyonla ilgili fikirleri, 22. maddenin yapısında veya bu maddeyle kurulan sistemde, fakat arka plana itilmiş şekilde bulunabilir. Wilson’un fikirlerine göre, manda sisteminin teorik arka planında daimi bir tabilik fikri dayanmamaktadır. O, manda sisteminin, mandater üzerinde, gözetimi altında olan ülkelerin gelişimine destek vererek, o ülkelerin kendi kendini serbestçe yönetebilecek kapasiteye ulaşabilmesini sağlamak gibi bir görev koyduğunu savunmuş ve manda rejimi altında olan ülkelerin tamamının milletler ailesinin tam üyeliğine aday olduğunu vurgulamıştır337.

Belirli bir ölçüde bu görüş 22. maddede, “bu sömürgelerin ve toprakların modern dünyanın ağır şartlarının altından kalkabilecek durumda olmayan halklarının, gelişimini sağlamak için, buralarda yaşayan halkların selameti ve gelişmesinin, medeniyetin kutsal bir görevini oluşturması ilkesi uygulanmalıdır” şeklinde ifade edilmiştir. Ancak “A” manda bölgelerinin geçici olarak tanınabileceğine değinilse de mandater devletlerin manda bölgelerinin bağımsızlığına öncülük etmek gibi bir yükümlülüklerinin olduğuyla ilgili hiçbir ifadeye yer verilmemiştir. Maddenin içeriğinde, mandaterlerin belirlenmesinde ilgili toplulukların arzularının dikkate alınması gerektiğine vurgu yapılmak kaydıyla, aslında self determinasyona örtülü bir gönderme yapılmıştır. Öte yandan “C” kategorili manda bölgelerinin de mandaterlerin kendi topraklarından neredeyse farksız bir şekilde yönetileceğiyle ilgili ifadenin bulunması, bu toprakların ilhakının kabul edilebilir olduğu anlamına çok yakındır. Ancak, Uluslararası Adalet Mahkemesi, Güney Afrika’nın Namibya’da yasadışı varlığına ilişkin tavsiye nitelikli görüşünde,

335

RAIC, s. 195.

336MUSGRAVE, s. 28; SLONIM, s. 22-38.

72

tüm manda kategorilerine yönelik hedeflerin ve önlemlerin aynı olduğunun altını çizmiştir338. Yine aynı davada, 22. maddeyi ve self determinasyonu yorumlayan Uluslararası Adalet Mahkemesi, bir gün savaşta yenilmiş devletlerin eski sömürgelerine self determinasyon hakkının tanınabileceğini beyan etmiş339 fakat bunun için herhangi bir tarih belirtmemiştir.

Böylece, 22. maddede yer alan düzenlemenin, self determinasyonla ilişkili değerlendirilmesine rağmen, örgüt sisteminin manda rejimini belirlemesi ve mandaterlere yıllık rapor verme dışında net bir yükümlülük getirmemiştir. Bunun yanında, halkların nasıl ve ne kadar sürede kendi ayakları üzerinde durmalarının sağlanacağının belirlenmemesi gibi nedenler, bu düzenlemenin, aslında halkları kalkındırmaktan çok manda rejiminin kurulmasına hesaplandığını çağrıştırmış ve manda rejimi altında olan halkların bir gün bu rejimden kurtulacağına yönelik temenniden öteye geçememiştir340.

Sonuç olarak, Milletler Cemiyeti döneminde, self determinasyon ilkesinin uygulama alanı, sadece Avrupa ile sınırlı kaldığı ve ilkenin sadece Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya gibi Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri tarafından bağımsızlıklarının elde edilmesi için kullanılmış bir siyasi ilke olduğu söylenebilir. Ancak bahsettiğimiz dönemde, halkların self determinasyon hakkı ilkesinin uluslararası anlaşmalara halklar tarafından kullanılabilecek bir hak olarak girmesi, bir taraftan pozitif uluslararası hukukun sadece devletler arasındaki ilişkilerle ilgilendiğine dair klasik görüşü aşındırmış diğer taraftan da daha çok siyasi ilke olarak değerlendirilen self determinasyonun hukuki tabiatına katkıda bulunmuştur341.

I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile içinde bulunulan kargaşa ortamında, en önemli ihtiyaç olan uluslararası barışın sağlanması amacı ile girişilen Milletler Cemiyetinin kurucu anlaşmasının maddeleri gözden geçirildiğinde, bu anlaşmanın, Avrupa’da yüzyıllardır süregelen güç dengesi hassasiyetine dayalı bir paylaşımın meşrulaştırılmasından öteye gidemediği gözlemlenebilir. Bahsettiğimiz zamanın gerçeklerini, İngiltere başbakanı Chamberlain, zayıf ve

338RAIC, s. 196. 339 TUNCAY, s. 8. 340DOĞAN, s. 3. 341RAIC, s. 197-198.

73

küçük ulusları aldanmamaları ve bir saldırıya uğradıklarında Cemiyet tarafından korunacakları düşüncesine kapılmamaları342 konusunda uyararak özetlemiştir.

Her ne kadar Milletler Cemiyeti Misakında mağlup devletlerin sömürgelerinde self determinasyon ilkesinin uygulanacağı öngörülmüşse de, tedrici bir gelişmeye yol açacak ve self determinasyon ilkesini siyasi olarak destekleyecek bir hukuki ilke ortaya çıkmamıştır343. Bu dönemde, self determinasyon hakkı ilkesinin uluslararası hukuk normlarının bir parçası haline gelememesi fikrini destekleyen iki önemli husustan birisi, Milletler Cemiyeti Misakında ilkeye açıkça yer verilmemesi olmuşsa, diğeri de Cemiyet önüne getirilen Aaland Adaları sorununu çözmekle görevlendirilen komisyonun almış olduğu karar olmuştur344.

Milletler Cemiyeti döneminde self determinasyon hakkı bir uluslararası hukuk normu haline gelmemiş olsa da çözülmesi için Milletler Cemiyeti önüne getirilen Aaland Adaları sorunu, self determinasyon hakkı konusunu dünya devletlerinin en önemli gündemlerinden biri haline getirmiştir. Milletler Cemiyeti mevzuatında self determinasyon konusuyla ilgili açık bir düzenleme mevcut olmamasına rağmen örgüt, uluslararası barış ve güvenliği korumakla görevli olduğundan, bu sorunla ilgilenmek ve çözüme kavuşturmak durumunda kalmıştır345.

Self determinasyon ilkesinin gelişiminde oldukça önemli yere sahip olan Aaland adaları, Finlandiya’nın kuzey batısında, aynı zamanda da İsveç’e de çok yakın mesafede yerleşen takımadalardır. Adalarda yaşayan halkın, self determinasyon hakkı talebiyle ortaya çıkmasının en temel nedeninin bu halkın büyük çoğunluğunun İsveçli olması346 ve Finlandiya yönetimini kabul etmek istememeleri olmuştur. Adalar halkının Finlandiya ile kader ortaklığı 1812 yılında İsveç tarafından Rusya’nın kontrolüne bırakılmalarıyla başlamıştır. Rusya egemenliğinde siyasi arzularını gizlemek zorunda kalan Adalar halkı, 6 Aralık 1917 tarihinden Finlandiya’nın bağımsızlığını ilan ettiği güne kadar Rusya’dan muhtariyete sahip olan Finlandiya’ya bağlı olmuştur. Ancak Finlandiya’nın bağımsız olmasıyla adalar halkının ayrılarak İsveç’e birleşme

342

KIRAN, s. 33.

343ŞAHİN, “Avrupa Birliği”, s. 17.

344TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 11.

345

TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 12.

3461880 ve 1910 yılları arasında adalardaki Fin nüfusu %1 den %4 civarına yükselmişti. Bu durum, İsveçli toplumu dil ve kültür açısından fark gözetileceği konusunda tedirgin etmiştir. ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 63.

74

talepleri347 de yükselmiştir. Coğrafi yakınlığı hasebiyle İsveç’le çok yakın kültürel ve ekonomik ilişkileri olan ve ekseriyeti de İsveçli olan adalar halkı348, Finlandiya’dan ayrılarak İsveç’le bütünleşe bilmek umuduyla, Finlandiya’nın Rusya’dan ayrılma sürecini desteklemişler. Adalar halkının ayrılma çabaları, bağımsızlığını yeni kazanmış Finlandiya tarafından tehdit olarak görülmüş ve 16 Mayıs 1918 tarihinde Fin ordusu adaları işgal etmiştir. Bunun üzerine, İsveç’in adalar halkının hak savunucusu olarak uyuşmazlığın tarafına dönüşmesiyle adalar sorunu uluslararası nitelik kazanmış ve çözümlenmesi için Milletler Cemiyeti önüne getirilmiştir349.

Aaland Adaları sorunu, 19 Haziran 1920 tarihinde İngiltere ve İsveç’in ortak başvurusuyla350 Milletler Cemiyeti Misakının 11. maddesine dayanılarak Cemiyetin gündemine alınmıştır. Yapılan başvuruda, Milletler Cemiyeti Konseyine Adalar halkının yapılacak bir plebisitle Finlandiya’dan ayrılarak İsveç’e birleşmek hakkının olup olmadığı sorulmuştur. Bunun üzerine Finlandiya 12 Temmuz 1920 tarihinde Misakın 15. maddesinin 8. fıkrasını esas getirerek, bu sorunun Finlandiya’nın dahili yetkisinde olduğunu ve Konseyin bu konuyla ilgili yetki sahibi olmadığını belirtmiş ve başvuruya itiraz etmiştir. Durum böyle olunca, Konsey, üç hukukçu351 ve bir sekreterden oluşan Komisyon kurmuş ve konuyla ilgili araştırma yaparak rapor sunmalarını istemiştir352. Komisyondan araştırılması istenen iki sorudan biri, söz konusu uyuşmazlığın Milletler Cemiyeti Konseyinin yetki alanına giren bir uluslararası sorun olup olmadığı meselesi, diğeriyse, bu uyuşmazlığa self determinasyon ilkesinin uygulanabilirliği meselesi olmuştur353.

3471917 yılının Aralık ayında, Aaland Adalarının 7000 den fazla İsveçli sakinlerinin imzalarıyla İsveç Kralına ve hükümetine dilekçe göndermiş ve bu dilekçede İsveç’le tekrar birleşmek istediklerini ve bu konuda İsveç Kralından ve hükümetinden destek istediklerini beyan etmişler. JOHANSSON Lars Ingmar, “Aland Autonomy - Its Background and Current Status”, Islands of Peace, The Aland Islands Peace Institute, Aland 2006, s. 42.

348AKERMARK Sia Spiliopoulou, “The Aland Islands Question In The League Of Nations: The Ideal Minority

Case?”, Redescriptions: Yearbook of Political Thought, Conceptual History and Feminist Theory, Vol. 13, 2009, s. 199.

349ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 61-64.

350Sorunun Konseyin gündemine kim tarafından getirildiğiyle ilgili farklı görüşler vardır. Cassese, İsveç tarafından sunulduğunu kaydeder. CASSESE, s. 28; Arsava İngiltere tarafından getirildiğini belirtir. ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 64; Akermark ise İsveç ve İngilterenin ortak teklifiyle gündeme geldiğini yazar. AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 200.

351Komisyon üyeleri: F. Larnaude (Fransa), Max Huber (İsviçre) ve A. Struycken (Hollanda) olmuştur. AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 200; ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 64.

352CASSESE, s. 27; TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 12.

75

Komisyon, 20 Eylül 1920 tarihinde konuyla ilgili açıkladığı raporda, uyuşmazlığın uluslararası bir sorun olduğunu ve Konseyin konuyla ilgili yetki sahibi olduğunu savunmuştur354. Finlandiya’nın milli yetki alanı itirazıyla ilgili olaraksa, bu ülkenin, daha kesin olarak kurulmamış ve statüsü belli olmayan355, devlet niteliğine ulaşamamış olduğundan dolayı, uluslararası toplumun üyesi olarak kabul edilemediğini356 ve bundan dolayı da milli yetki itirazının kabul edilmediğini belirtmiştir357. Bundan başka, self determinasyon ilkesinin uygulanabilirliği konusunda, Komisyon üyeleri bu ilkenin uluslararası barışın sağlanması için çok önemli olduğuna vurgu yapsalar da uluslararası hukukta ilkenin kesin olarak yerleşmiş bir ilke olmadığını kaydetmişler. Komisyona göre, ilke plebisit iddiasını desteklemek amaçlı yorumlanabilirse de asla ayrılma hakkı amaçlı kullanılamazdı358. Yine raporda, kesin ve egemen olarak kabul edilen devletlere karşı kaldırılan, self determinasyon hakkı iddiasıyla ortaya çıkan uyuşmazlıkların uluslararası nitelik kazanamayacağı, ancak geçiş durumunda olan devletler bakımından bu durumun tersine olduğu vurgulanmıştır. Zira, pozitif uluslararası hukuk kuralının uygulanması için gerekli olan esas, hiç tartışmasız tam ülke egemenliğidir359.

Hukukçular Komisyonunun raporuyla kendini yetkili bulan Milletler Cemiyeti Konseyi, bu kez konuyu incelemek ve eylem planı teklif etmeleri amacıyla bir Raportörler Heyeti atamıştır. Raportörler Heyetinin birkaç ay sonra yayınlanan raporunda, Aaland Adaları’nın, Finlandiya’nın egemenliğinde kalmasını ancak Finlandiya’nın bölgeye uluslararası garantörlük altında özerklik vermesini ve takımadaların askersizleştirilmesini ve tarafsızlaştırılmasını360 tavsiye etmiştir361.

354AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 201; TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 13.

355

ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 64. 356

CASSESE, s. 29.

357ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 64; TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 13; UZ, s. 64; Bu konuda,

sorunun ulusal yetki alanına giren bir uyuşmazlık olduğunu belirterek Hukukçular Kurulu’nun Finlandiya’nın savını destekleyen yazarlar da vardır. Bu görüşü destekleyenler Finlandiya’nın uluslararası konumundan dolayı, aynı zamanda Milletler Cemiyetinin de yetkisine girdiğini savunmuşlar. CASSESE, s. 29;

HALPERIN/SCHEFFER/SMALL, s. 19. 358

AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 201; RAIC, s. 198; KARAOSMANOĞLU,“Kendi Kaderini Tayin”,s. 148-149.

359ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 65.

360 Bölgenin askersizleştirilmesi ve tarafsızlaştırılması konusu tamamen İsveç’in talebi olmuştur. Rusya ve Almanya’yı bölgede kendisi için askeri tehdit olarak gören İsveç, bu konuyu da soruna dahil etmiş ve paket çözümü olarak değerlendirmiştir. AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 200.

76

Raportörler Heyetinin çalışmalarına paralel olarak, Finlandiya Parlamentosu, Aaland adalarının özerklik meselesini tartışmaya başlamış362 ve 7 Mayıs 1920 tarihinde kabul ettiği özerklik kanunuyla adalara birtakım garantiler vermiştir363. Finlandiya’nın bu adımı, adalar halkı tarafından başlangıçta samimi kabul edilmese de Haziran 1921’de Milletler Cemiyeti son kararını açıkladıktan sonra, Finlandiya’nım bu kararı uygulamaya koyarak adalarda İsveç dili, kültürü ve geleneklerinin korunmasına yönelik yeni özel kanunlar kabul etmesi, adalar halkını durumu kabullenmek zorunda bırakmıştır 364 . Milletler Cemiyetinin, sonuç itibariyle, Finlandiya’nın taleplerine daha uygun karar vermesine, hiç küçümsenmeyecek derecede önemli bir etken de doğudan gelen Bolşevik dalgalanmalarının önünü kesmek olmuştur365.

Raportörler Heyetinin, üzerinde durduğu başka bir mesele de self determinasyon ilkesiyle azınlık haklarının korunması arasındaki ilişki olmuştur. Raporda, self determinasyon ilkesinin henüz uluslararası hukukun bir parçası haline gelmemesi ve Milletler Cemiyeti Misakında da ilkeye yer verilmemesinin vurgulanmasının ardından, self determinasyonun çok farklı tartışmalara ve yorumlara yol açan, muğlak ve genel bir şekilde ifade edilen, adalet ve özgürlük ilkesi olduğu kaydedilmiştir. Böylece, azınlık halklarının daha uluslararası hukukun bir parçası haline gelmemiş bir ilkeye dayanarak ayrılma talep etmesinin mümkün olmadığının altı çizilmiştir366.

Ancak Raportörler Heyeti, azınlık halklarının self determinasyon hakkına başvurma imkanlarını kesin olarak reddetmemiştir. Raporda, bir devletin, yetkilerini azınlık aleyhine kullandığı, azınlık üyelerine kötü muamelelerde bulunduğu veya azınlığı koruma güvencelerini uygulamada başarısız ve isteksiz olduğu takdirde, uyuşmazlığın, artık o devletin ulusal yetki alanından çıkacağı ve istisnai de olsa, son çare olarak, azınlığın devletten ayrılma hakkının kabul edilebileceği kaydedilmiştir367. Bu görüşü, mevcut uyuşmazlığa tatbik eden Raportörler Heyeti, Aaland Adaları sakinlerinin Finlandiya tarafından zulme uğratılmadıkları ve baskı altında tutulmadıklarını esas getirerek, adalar halkının ayrılma hakkının olmadığı sonucuna varmış368 ve

362AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 202.

363

CASSESE, s. 29. 364

JANSSON Gunnar, “Introductıon”, Autonomy and Demilitarisation in International Law: The Aland Islands in Changing Europe, Edited by Lauri Hannikainen and Frank Horn, Kluwer Law International, The Hague 1997, s. 3.

365AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 202.

366

RAIC, s. 199; ŞAHİN, “Avrupa Birliği”, s. 13.

367KARAOSMANOĞLU, “Kendi Kaderini Tayin”,s. 149; RAIC, s. 199; ŞAHİN, “Avrupa Birliği”, s. 13.

77

adalar, azınlık haklarını güçlendirecek birtakım şartlarla369, Fin egemenliğinde bırakılmıştır. Sonuç olarak, Aaland adaları sorununun self determinasyon hakkının tanınması şeklinde değil de azınlık haklarının korunması ve gelişmesi şeklinde sonuçlanmış olduğu söylenebilir370.

Milletler Cemiyeti döneminde, diğer tüm azınlık mensuplarının sadece münferit olarak her hangi bir meseleyi Milletler Cemiyeti Konseyinin önüne getirmek imkanına karşın, adalar toplumu, Aaland Yasama Meclisi tarafından özel bir salahiyetle temsil edilmiştir. Bu da, Milletler Cemiyeti döneminde, Aaland Modelinin, başka azınlık hakları koruma sistemlerinden daha güçlü olduğu kanaatine gelmemize temel oluşturur371.

Silahsız ve tarafsız olma özelliğiyle, kültürel ve ülkesel özerkliğin kombinasyonunu başarmış olması, Aaland Adaları konusunu uluslararası hukukun özgün konularından biri haline getirmiştir. Aaland, genellikle özgür, demokratik ve barışçıl mevcudiyetin örneği olarak gösterilmektedir372. Bir zamanlar sorun olarak Milletler Cemiyeti önüne gelmiş olan mesele, barışçıl ve azınlıkların da hakkının tanındığı başarılı bir çözüme ulaştırılmıştır. Zira 20. yüzyılın başlarında kurulan, silahsızlanmış ve özerk rejimlerin çoğu ortadan kalkmışken Aaland adalarının özyönetimi ve silahsızlanması ayakta kalarak daha da gelişmiştir373. Bu bakımdan, bu olayın araştırılması ve her taraflı öğrenilmesi, hem uluslararası hukuk için hem de farklı etnik kimliklerin bir arada yaşayabilmesi açısından önem taşımaktadır.

Sonuç olarak, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde, self determinasyon ilkesinin yeterince önemsenmediği, onun yerine ve bu hakkı uygulama isteksizliğinin de bir sonucu olarak374, azınlık haklarının geliştirildiği ve önemsendiği söylenebilir. Self determinasyon ilkesi ise sadece bir siyasi ilke olarak görülmüş, devlet egemenliği ve ülke bütünlüğü ilkelerinin bir nevi

369Raportörler Heyeti, adalar halkı için İsveç dilinde eğitimin sağlanması, taşınmaz mülk alımında yerlilere imtiyaz sağlanması ve adalara sonradan gelip yerleşenlere oy kullanma hakkının verilmesinin kısıtlanması gibi bazı noktaların altını çizmiştir. Heyet, raporunda Finlandiya’nım derhal bu taleplerle ilgili yasal altyapıyı oluşturmadığı takdirde adalar halkının ayrılma hakkının Milletler Cemiyetinin gündemine gele bileceğiyle tehdit etmiştir. AKERMARK, “The Aland Islands Question”, s. 202-203.

370

UZ, s. 65. 371

AKERMARK Athanasia Spiliopoluou, “The Aland Islands in International Law and Cooperation: The Legal Capacity of an Autonomus Region”, Autonomy and Demilitarisation in International Law: The Aland Islands In Changing Europe, (Ed.: Lauri Hannikainen and Frank Horn), Kluwer Law International, The Hague 1997, s. 259. 372

AKERMARK, “The Aland Islands in International Law”, s. 258.