• Sonuç bulunamadı

MİLLİYETÇİLİK VE MİLLİYETLER İLKESİ

18. yüzyılın 2. yarısında, teoride ve siyasal düşüncede siyasal bir kurum olan devletle sosyal ve kültürel yapıya sahip olan halk arasında, paralel ve karşılıklı etkileşim halinde olan ancak demokratik devlet düşüncesinden de farklı olan bir ilişki olması gerektiğinin üzerinde duran fikirler gelişmeye başlamıştır206. Milliyetçilik teorisinin temelleri sayılan bu fikirler,

şekilde tartışılmış ve tartışmaya Jefferson’un Genet’in kabul edilmesi gerektiğini destekleyen tarihi konuşması son koymuştur. Jefferson, Genet’in reddedilmesinin kendi kurmuş oldukları hükümetin temelleri olan her ulusun kendi iradesiyle kendi düzenini değiştirmek hakkının inkar edilmesi anlamına geleceğini vurgulamış ve ulusun dış ilişkilerinin gerçekleştirildiği karşı taraftaki makamın Kral, Meclis, Başkan veya Komite olduğunun hiçbir önemi olmadığının, önemli olanın ulusun iradesinin temsil olunmuş olduğu noktasına dikkat çekmiştir. Sonuç olarak, Genet’in kabul edilmesi Jefferson’un bu fikirlerinin etkisiyle onaylanmış ve self determinasyonun uluslararası diplomaside artan etkisini gözler önüne sermiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz., MILLS, s. 71-76.

201

MILLS, s. 71. 202CASSESE, s. 13.

203TAŞDEMİR, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 4.

204

RAIC, s. 175.

205FREEMAN, s. 49.

49

Fransız Devriminin gerçekleşmesinden ve özellikle Avrupa kıtasında yankılanmasından çok etkilenmiş ve gelişmiştir. Bu dönemde, teori bazında milliyetçiliğin gelişimine dair klasik görüş ve hayali görüş şeklinde iki farklı düşünce cereyanı gelişmiştir. Klasik görüş, ulusal azınlıkların, devletin içindeki toplum yaşamına diğerleriyle eşit şekilde katılması için yetki verilmesi gerektiğini savunarak, devlet olma durumuyla self determinasyon görüşlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Buna karşılık hayali görüş ise, ulus olma yolunun ayrılma hakkının kullanılmasından geçtiğini savunmuş ve Rousseau yaklaşımına dayanan ayrılma taraftarı self determinasyonu desteklemiştir207.

Devlet kavramı, milliyetçilik tarafından geniş bir şekilde yaygınlaştırılmış ve artık devlet, sadece hukuk ve ülkeden ibaret sade bir tarihi gerçeklik olarak algılanmaya başlamıştır. Milliyetçilik teorisinin farazi yaklaşımına göre, siyasal ve kültürel topluluklar doğal siyasal birimler olarak saptanabilir ve ulus devletlerden oluşan ideal bir evrensel sistemi oluştura bilirlerdi. Başka bir ifadeyle, her milliyetin kendi devleti olabilmeli ve devleti oluşturan toplum da alabildiğine homojen bir etnik yapısı olan milliyet olmalıdır208.

Fransız Devriminden 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, romantik kültürel hareketler tarafından tartışılsa da, klasik görüş, diplomatik çalışmaların odağında olmuş ve milliyetçilik var olan devletleri destekleyerek, ayrılmadan çok bir araya getirme yoluyla yeni devletlerin oluşmasını sağlamıştır209. 1848 Devrimleri, Alman, İtalyan, Macar ve Polonyalılar arasında milli düşünceyi güçlendirmiş ve giderek kapsamlı sonuçlara yol açmıştır. Self determinasyon ilkesi, bundan sonra, milli devlet birliği düşüncesiyle beraber anılmaya başlamıştır. 1856 Paris Barış Anlaşmasında Moldavyen ve Valakyen beyliklerinin halkları, kendi rızalarıyla bir araya gelerek, Romanya devletini kurmuş ve devletin bağımsızlığı 1878 Berlin Kongresi’nde resmen tanınmıştır. Yine 1860’da İtalyan Birliğinin ve 1871’de Alman Birliğinin temelinin atılması da bahsettiğimiz milli devlet, birlikçi self determinasyon düşüncesinin sonuçları olmuştur210.

l878’den sonra artarak ve l9l8’e doğru yapay çok uluslu imparatorluklara karşı ayaklanmaların esas ifade şeklini alan milliyetçilik ideolojisinin katmış olduğu güçle, self determinasyon, etnik veya dil bakımından belirgin olan milli toplulukların ayrılması yoluyla, bir

207

KOSKENNİEMİ Marttı, “Günümüzde Milli Self Determinasyon: Hukuki, Teori ve Uygulama Sorunları”, (Çev.: Mesut Hakkı Caşın), Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 1, S. 1, Haziran 1997, s. 293-294.

208EIDE Asbjorn,“The National Society, Peoples and Ethno-Nations: Semantic Confusions and Legal

Consequences”, Nordic Journal of International Law, Kluwer Academic Publishers, Vol. 64, No. 3, The Netherlands 1995, s. 355.

209HOBSBAWM, s. 80-130.

50

kuruluş çağrısı olarak görülmeye başlamış ve devlet olmayı desteklemiştir211. Milliyetçilik, liberalizmin aksine, toplulukların, yani milliyetlerin haklarını vurgulamıştır. Böylece, milliyetçilik ideolojisi çerçevesinde, Amerikan ve Fransız Devrimlerinde ifade edilen “bireysel self determinasyonun doğal bir sonucu olarak demokrasi kavramı” değişerek “milliyetlerin bağımsız devletçiliğe olan objektif hakkı kavramı” şeklini almıştır212.

Bu gelişmelerin ışığında, 19. yüzyılın 2. yarısında, kendisi bir İtalyan hukukçu, siyasetçi ve aynı zamanda akademisyen olan Mancini “Milliyetler İlkesi” adlı yeni bir fikir ileri sürmüş ve bu fikir kısa sürede Avrupa’da ve dünyada çok yayılmıştır. İlke bir devletin içinde bulunan farklı milliyetlerin farklılıklarını ortaya koymuş ve bu farklı milli toplulukların tabiliğinde bulundukları devletten ayrılarak kendi devletlerini kurmaları gerektiği görüşlerini yaygınlaştırmıştır213. Self determinasyon ilkesiyle de ilişkili olan214 Milliyetler İlkesine göre, uluslararası ilişkilerin süjesi devlet değil, ulustur ve kendi bağımsız devletini kurmak millet niteliği kazanabilmiş her bir ulusal topluluğun doğal, meşru ve zaruri bir hakkıdır215. Mancini’nin fikirlerine göre, Milliyetler İlkesi, Devletlerarası Hukukun temelini oluşturmalıydı216. Bu teori, 19. yüzyılda özellikle yukarıda değindiğimiz İtalya’nın birleşmesi zamanı etkili bir faktör olmuş, ama uluslararası hukukun ilkesi haline hiçbir zaman gelmemiştir. Zaten ortaya atılan teori daha sonra kendi müellifi ve en önemli savunucusu olan Mancini tarafından da terk edilmiştir217.

İlke, her halkın kendine ait bir devletinin olması gerektiğine inananlar ve ulusal devleti ideal devlet olarak görenler tarafından savunulsa da farklı yorumlara yol açması, kıstasları açık ve kesin olarak tespit edilememesinden dolayı uygulamada hissedilen güçlük ve suiistimaller yüzünden eleştirilmiştir218. Dönemin siyasi hayatında ve uluslararası ilişkilerinde önemli bir görev üstlenmiş olan ilke, birçok yazara göre siyasi bir ilke olarak kabul görmüştür. Hukuki bağlayıcılıktan mahrum olan ilke ne öğreti ne de çok taraflı anlaşmalarda fazla kabul edilmemiştir219.

211KOSKENNİEMİ, s. 294.

212CARR E. Hallet, The Bolshevik Revolution (1917-1923), Vol. I, 1969, s. 417. (naklen: RAIC, s. 176.) 213PAZARCI, s. 7.

214SUR Melda, Uluslararası Hukukun Esasları, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir 2000, s. 103. 215

ARSAVA Ayşe Füsun, “ “Self Determination” Hakkının Tarihi Gelişimine Bir Bakış ve Aaland Adaları Sorunu”, Seha L. Meray’a Armağan, C. I, Ankara 1981, s. 57.

216MERAY L. Seha, “Devletler Hukukunda Milliyetler Prensibi”, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C. II, S. 2-3, 1947, s. 301.

217

ARSAVA, “Self Determination Hakkı”, s. 57. 218MERAY, “Devletler Hukuku”, s. 138. 219PAZARCI, s. 7.

51

İmparatorlukların parçalanmasında etkili olmuş ilke, Avrupa’nın büyük devletleri tarafından özellikle 19. yüzyılda bir güç politikası aracı olarak kullanılmış, değişik ülkelerde büyük istikrarsızlıklara ve çalkantılara sebep olmuştur220. Daha sonraki dönemlerde gerçekleşen gelişmelerin etkisiyle, milliyetler ilkesinin içeriği değişerek, her milletin bulunduğu devlet yapısı içerisinde korunması, saygı gösterilmesi ve serbest gelişme imkanının sağlanması şeklinde anlaşılmaya başlanmıştır221.