• Sonuç bulunamadı

B. SELF DETERMİNASYON HAK MI İLKE Mİ TARTIŞMASI

II. HAKKIN SÜJESİ SORUNU

Self determinasyon hakkının süjesinin kim ya da kimler olduğu/olabileceği, bu hakkın hukuki niteliği ve içeriği kadar tartışmalı bir sorundur. Fransız ihtilali sonrasında halkın kendi kendini yönetmesi amacıyla başlatılan mücadele, I. ve II. Dünya Savaşlarından sonra sömürgeciliğe karşı bir tepki olarak ortaya çıkmış ve sonrasında da ulus devletlerin sayısında hızlı bir artış görülmüştür. Ancak bugün gelinen noktada, ulus devletlerin de kendi içlerinde homojen bir yapıya sahip olamamaları nedeniyle, self determinasyon hakkına dayanan taleplerin de sonu olmadığı görülmektedir. Özellikle bu hakkın ayrılma hakkını içerecek bir biçimde anlaşılmasına bir sınır konulamazsa bugünkü Birleşmiş Milletler üyesi 193 devlet yerine belki de binlerce devletten oluşan bir dünyada yaşamak zorunda kalınabileceği, bunun da mevcut Dünya düzeni ve uluslararası barışı tehdit edeceği kolayca öngörülebilir.

Uluslararası hukukta self determinasyon hakkının halklara ait olduğu konusunda birçok uluslararası aktör hemfikirdir. Self determinasyona yaptığı katkılar ile konu üzerinde çok etkili bir isim olan Mancini, uluslararası hukukun ve self determinasyon ilkesinin temel süjeleri olarak ulusları görür70. Lenin de self determinasyon hakkının sahibi olarak uluslardan bahsetmektedir71. Ayrıca, Lenin, azınlıkları da halklara ve milletlere ilaveten hakkın kullanıcıları yani süjeleri olarak ifade etmiştir. Wilson’un 14 Noktası, Atlantik Şartı ve Birleşmiş Milletler Şartı, hakkın süjesi olarak halkları belirler. Wilson, on dört noktasında bu ilkeden bahsettiğinde Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı ve Versay Andlaşması esnasında Wilson’un temsilcisi olan Robert Lansing: “Başkan Wilson, self determinasyon ilkesini gündeme getirdiğinde kafasında nasıl bir bütünlük vardı? Acaba Wilson, bir ırkı veya toprak sahasını ya da topluluğu mu kastetmiştir? Bunlara açıklık getirilmeden bu ilkeye müracaat edilmesi barış ve istikrarı tehlikeye sokar”

69AYHAN Halis, Kendi Kaderini Tayin ve Kosova, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale 2005, s. 9.

70

DALAR Mehmet, "Kendi Kaderini Tayin Hakkı Kavramı, Federasyon ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi", Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 20, S. 32, 2015, s. 16.

21

demek suretiyle bu konudaki şüphelerini dile getirmiştir72. Bu terminolojik karışıklık hakkın kimler tarafından kullanılacağı konusunda tam bir kargaşaya sebep olmuştur73.

Birleşmiş Milletler Kurucu Andlaşmasının önsözü “Biz Birleşmiş Milletler halkları…” cümlesiyle başlar. Buradan, Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın devletler üzerine değil halklar üzerine kurulmuş bir örgüt olduğu anlaşılmaktadır. Birleşmiş Milletler Kurucu Andlaşması’nda amaçlardan biri ise 1. maddenin 2. fıkrasında şöyle ifade edilmektedir: "Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve self determinasyon ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak"74. Birleşmiş Milletler Andlaşmasındaki bu maddelerden self determinasyon hakkının süjesinin halklar olduğu görülmektedir. Ancak, uluslararası hukukun önemli kuramcılarından olan Hans Kelsen, burada geçen “halklar”ın devletler şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir. Ona göre, halk ibaresi ancak bu şekilde okunursa Birleşmiş Milletler sisteminin başka bir temel ilkesi olan devletlerin egemen eşitliği ilkesiyle ters düşmeyecektir75.

Daha sonra Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanmış İkiz Sözleşmelerde ve birçok değişik Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi kararlarında da aynı ifade tekrarlanmış olmasına rağmen “halk” kavramının yorumlanması konusunda her zaman zorluklar yaşanmıştır. İkiz Sözleşmelerin ortak 1. maddesinde, üzerinde ilk durulan kavram “halk” kavramı olmuştur. “Halkların” haklarından söz edilen uluslararası hukuk metinlerinde yer alan “halk” kavramı “ulus” yahut “etnik grup” kavramından farklı bir anlam taşımaktadır76. Sözleşmelerdeki “halk” sözcüğü, bir ülke halkının tümünü ifade etmektedir. Bu da, bir ülke halkının şu ya da bu ölçüte göre tümden ayrılarak ele alınan bir bölümünün değil, tam tersine ülke halkının tamamının self determinasyon hakkına sahip olduğu anlamına gelmektedir77. İkiz Sözleşmelerdeki bu yaklaşımı da göz önünde bulundurarak, kavramın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda dar ve geniş yorum

72D’AMATO Anthony, International Law Anthology, Anderson Publishing Company, 1994, s. 257. (naklen:

Abdullah Uz, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, C. 3, S. 9, 2007, s. 69.)

73GRUDA Zeinullah, “Some Key Principles for a Lasting Solution of the Status of Kosova: Uti Possidetis, The Ethnic Principle and Self-Determination”, Chicago-Kent Law Review: Vol. 80, No. 1, Article 15, 2005, s. 366. 74Birleşmiş Milletler Kurucu Andlaşmasının tam metni için bkz.,

http://www.ombudsman.gov.tr/contents/files/35501-Birlesmis-Milletler-Antlasmasi.pdf, 18.09.2014

75KELSEN Hans, The Law of the United Nations, Stevens, London 1951, s. 50-53. (naklen: Ali Karaosmanoğlu,

“Kendi Kaderini Tayin, Ülke Bütünlüğü, Uluslararası İstikrar ve Demokrasi”, Doğu Batı, Yıl 6, S. 24 (Ağustos- Eylül-Ekim 2003), s. 149)

76ARSAVA, “Azınlık Kavramı”, s. 74.

22

olmak üzere iki ihtimalden söz edebiliriz. “Halk” kavramı, ya devlet içindeki her birimi içine alacak ya da ırk, din, dil bağlamında farklı gruplar anlamına gelecektir78. Uluslararası toplumun şimdiye kadarki genel eğilimi, self determinasyon hakkına sahip olan birimlerin sayısını sınırlamak için “halklar” teriminin tanımını daraltma yönünde olmuştur. Self determinasyon iddiasında bulunan gruplar ise “halk” terimini mümkün olduğunca geniş yorumlayarak neredeyse en küçük farklılığı olan insan birimlerini bile ilkenin kapsam alanına sokarak, uluslararası güvencelerden yararlandırmaya çalışmıştır.

O halde “halk” nedir? “Halk” kavramının içine dahil edilecek topluluklar hangileridir? ya da bir grup insan arasında ne gibi birleştirici özelliklerin olması gerekli ki, “halk” denilebilsin? Yani azınlıklar, etnik gruplar, yerli halklar hatta Çingeneler bu türden bir tanımlama ile hukukta yer bulmalı mıdır? UNESCO tarafından 1989 yılında hazırlanmış olan bir raporda, “halk” kavramı için bir tanımlama yapılamasa da kavramın özelliklerinden bahsedilmektedir. Bu belgeye göre; ortak tarihi gelenek, ırki ya da etnik kimlik, kültürel homojenlik, dil birliği, dinsel ya da ideolojik bağlılık, bölgesel bağ ve ortak iktisadi yaşam halkın özellikleridir79. Halk, bu özelliklerden bazıları ya da hepsine sahip olan aynı zamanda belli bir sayıya ulaşan ve halk olarak tanımlanma bilinç ve arzusunda olan ve bu arzu ve özellikleri ifade edecek araç ve kurumları olan bireyler topluluğudur. Görüldüğü gibi bu ifadede de söz konusu hakka sahip olan insan topluluğunun özellikleri göreceli kavramlardan oluşturulmuştur. Diğer bir deyişle, birilerine göre bu hakka sahip olduğu savunulan bir topluluk, başkalarına göre isyancı olarak adlandırılabilmektedir.

Avrupa kıtasında bugünkü ulus devletlerin sınırlarının belirlenmesi 1648 Westphalia andlaşmasıyla başlasa da, dünya topraklarının büyük bir kısmında devlet sınırları, I. Dünya Savaşı sonuna kadar, bölgenin etnik yapısıyla çok da ilişkili olmadan, keyfi olarak çizilerek belirlenmiştir. Durum böyle olunca da, “halk” etmeninin bu süreçte fazla bir fonksiyonu olmamış ve dünyanın büyük bir bölümünde halkların sömürge olma geçmişlerinin dışında ortak bir yönleri olmamıştır. Margaret Macmillan, I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan Versay Barış Andlaşmasının hazırlanması sürecinden bahsederken, tüm devletlerin ve ulusların temsilcilerinin

78UZ Abdullah, “Teori ve Uygulamada Self-Determinasyon Hakkı”, Uluslararası Hukuk ve Politika, C. 3, S. 9, 2007, s. 69.

79 United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization, International Meeting of Experts on further study of the concept of the rights of peoples, Final Report and Recommendations, UNESCO, Paris, 1989, s. 7-8.

23

diplomatik görüşmelerde üzerinde yaşayan halkları önemsemeden sadece kendi haritalarını genişletmek amacıyla daha fazla arazi elde etmek çabasında olduklarını belirtmiştir80. Ancak diplomatik görüşmeler süreci bu şekilde olsa da, modern devletlerin sınırlarının belirlenmesinde, self determinasyon ve devlet egemenliği en önemli belirleyici ilkeler olmuşlar ve dolayısıyla “halk” kavramı daha önceki dönemlerden farklı olarak, sınırların belirlenmesinde bir fonksiyon yerine getirmiştir81. Wilson döneminde “halk” kavramı, müşterek kültür ve tarihe sahip olan etnik grup ve cemiyetler “ulusları” ifade etmekteydi82. II. Dünya Savaşından sonra ise I. Dünya Savaşı sonrası Wilsoncu self determinasyondan çok farklı olarak, devlet kurmanın “milliyet” ile bir alakası kalmamıştır83. Özellikle 1960’lı yıllarda, sömürgeciliğin tasfiyesi döneminde, yeni devletlerin, etnik kimlikten daha ziyade, sömürgeciliğin sona ermesi, devrimler ve dış güçlerin müdahalesi sonucu kurulduğunu görüyoruz84. Sömürgeciliğin tasfiyesi döneminde gerçekleşen bu gelişmelerden dolayı self determinasyon hakkının süjesi olarak “ulus”lardan daha çok “halk”ların ön plana çıktığını söyleyebiliriz.

Rosalyn Higgins, halk kavramından bahsederken iki farklı tanım yapmakta ve bunlardan birincisini, “halk bir devletin tüm halkını ifade eder” şeklinde, ikincisini ise “halk ırksal, etnik hatta belki de dini temellere dayalı olarak ayrılan tüm bireyleri kapsar” şeklinde ifade eder85. Baskın Oran, halk kavramını “henüz milletleşememiş düzeydeki topluluklar” olarak açıklar86. Hüseynov, halk kavramından bahsederken, “uluslararası hukuk açısından halk herhangi bir etnik grubu değil, devletin ya da devlet olmaktan hukuka aykırı olarak mahrum bırakılmış arazilerin tüm ahalisini” ifade ettiğini kaydeder ve burada halk kavramının etnos olarak değil, demos olarak anlaşılması gerektiğini vurgular87. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, Halkların barış hakkından söz eden 1984 tarihli 39/11 sayılı kararında ise “halk” kavramı yöneten kesimin karşısında yer alan yönetilen kesim olarak ifade edilmektedir88. Her ne şekilde tanımlanırsa

80BRUNET-Jailly Emmanuel, “The State of Borders and Borderlands Studies in 2009: A Historical View and a

View from the Journal of Borderlands Studies”, Eurasian Border Review, Vol. 1, No. 1, Spring 2010, s. 2. 81BRUNET, s. 2.

82BRING Ove, “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı”, Serbesti, S. 15, Kasım-Aralık 2003, s. 27. 83ÖZDEK Yasemin, Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Öteki Yayınevi, Ankara 2000, s. 309. 84

HOBSBAWM J. Eric, 1780’den Günümüze Milletler Ve Milliyetçilik, (Çev.: Osman Akınhay), 2. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995, s. 209.

85HIGGINS Rosalyn, Problems and Process: International Law and How We Use It, Oxford University Press,

1995, s. 124. 86

ORAN Baskın, Küreselleşme ve Azınlıklar, 5. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara 2009, s. 117.

87HÜSEYNOV, s. 43.

24

tanımlansın, self determinasyon hakkının süjesi halk olarak kabul edilmektedir. Halk, kendi kaderini belirlemektedir ve bu, hiçbir halkın diğer bir halk için bir şey öngörmesinin mümkün olmadığı anlamını taşır. Halkın, kendi üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi sınırsızdır ve halkın üzerinde bir başkası bulunmamaktadır89.

Uluslararası hukuk belgelerine ve devletlerin uygulamalarına bakıldığında, “halk” teriminin ülke içerisindeki bütün insanları içine alacak şekilde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Birleşmiş Milletler organlarının sömürgeden kurtulmaya ilişkin açıklamalarında, üyelerinin kişisel özelliklerinin uyuşmasına gerek olmayan bir “halk” kavramı dile getirilmiştir. Bir koloni halkı, yahut kendi kendini yönetemeyen bir bölge halkı, self determinasyon hakkına istinat edebildiği ölçüde, koloni devletine “tabi olma”, halk kavramını belirleyen bir ölçüt olmaktadır90. Bu anlayışa uygun olarak, sömürgeciliğin tasfiyesi sürecinde, self determinasyon hakkı, bağımsızlığını kazanan devletlerde, ülkedeki insanların tümüne verilmiştir. Aynı zamanda, Birleşmiş Milletler uygulamalarında, self determinasyon kavramındaki “self” yani “kendi” kelimesi de bir etnik veya dini gruba değil, bir ülkeye ait gruba karşılık gelmektedir91. Nitekim, Birleşmiş Milletler, Kongo’dan ayrılmak isteyen Katanga bölgesine ilişkin 1961’de ve Nijerya’dan ayrılmak isteyen Biafra bölgesine ilişkin olarak 1967’de vermiş olduğu kararlarda, self determinasyon hakkının, sömürge yönetiminden kurtulma hakkı olarak kabul edildiğini, ancak bu bölgelerin kendi devletlerinden ayrılma hakkını içermediğini vurgulamıştır92. Bu örnekler, devletlerin toprak bütünlüğünün ve “halk” kavramının toprağa dayanması anlayışının sıkıca uygulandığını ve Birleşmiş Milletler Teşkilatının “ülkesel ölçüt”ü “etnik ölçüt”e tercih ettiğini göstermiştir. Ancak 1971’de Pakistan’ın doğu eyaleti Bangladeş’in ve 1961 yılında başlayıp 30 yıl süren silahlı mücadele sonunda Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanması bu anlayışın aksine uygulamalar olmuş ve uluslararası topluluğun bu konudaki tutarsızlığını gözler önüne sermiştir. Bu arada, self determinasyon hakkının sadece sömürge halklarına ait bir hak olmadığını, aynı zamanda yabancı boyunduruğu ve ırki baskı altında olan

89

ARSAVA A. Füsun, “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkının Tarihçesi ve Günümüzde Getirdiği Problemler”, Journal of Yaşar University, Özel Sayı (Armağan) Vol. 8, C. 1, 2013, s. 389.

90ARSAVA,“Azınlık Kavramı”, s. 75.

91POMERANCE Michla, Self-Determination In Law And Practice, Martinus Nijhoff Publishers, London 1982, s.

19.

92YÜCE Cumhur, Uluslararası Hukukta Self-Determinasyon İlkesi ve Günümüz Uygulamaları, Karadeniz Teknik

25

halklar için de geçerli olduğunu belirtmenin konumuzun daha iyi anlaşılması bakımından yararlı olacağını düşünmekteyiz.

Uluslararası topluluğun yukarıda bahsettiğimiz “ülkesel ölçüt” veya “etnik ölçüt” tercihi konusunda tutarsız davranışlarını da göz önünde bulundurarak, genel bir değerlendirme yapıldığında, ya vesayet rejimi altındaki ülkelerde yaşayan, ya ırkçı bir rejim altında yaşayan ya da yabancı bir devlet yönetimi ve işgaline maruz kalan insanlar topluluğu bir halk olarak nitelendirilmiş ve self determinasyon hakkına yetkilendirilmiş olduğu söyleyenebilir93. Self determinasyona göre ise, her halkın kendi siyasi statüsünü belirleme gibi bir hakkı vardır ve söz konusu halk henüz bağımsız değilse, ilk saptanması gereken de bu statüdür ve bahsedilen halk hiçbir dış müdahale olmadan, bunu özgürce belirleyebilmelidir94.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1970 tarihinde kabul ettiği 2625 (XXV) sayılı Dostça İlişkiler Beyannamesi kararının son kısmında; “yukarıdaki paragraflarda yer alan hiçbir hüküm, yukarıda tarif edilen eşit haklara ve self determinasyon ilkesine uygun şekilde hareket eden ve böylece ülkeye ait bütün halkı, ırk, din veya renk ayırımı yapmadan, temsil eden bir hükümete sahip olan egemen ve bağımsız devletleri parçalayacak veya ülkesel bütünlüğüne veya siyasi birliğine tamamen veya kısmen zarar verecek olan herhangi bir harekete izin verecek veya teşvik edecek şekilde yorumlanmayacaktır”95 denmekle, aslında, demokratik bir devlette, toprak bütünlüğü ilkesinin self determinasyon ilkesinden üstün tutulacağı belirtilmiştir. Bu da, netice itibariyle self determinasyon hakkının süjesi olan “halk” ifadesinin daraltılması sonucunu doğurmuştur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus, şayet devlet bu bahsedilen maddeye uymuyor, ırk, din veya renk ayırımı yapıyorsa ve toplumun bu tarz farklı gruplarını temsil edebilecek bir hükümete sahip değilse, ülke içerisinde bu maddenin muhatabı olan gruplar için self determinasyon hakkının doğduğu meselesidir.

Yukarıdaki beyannamede olduğu gibi, birçok Birleşmiş Milletler belgelerinde ve diğer uluslararası hukuk belgelerinde halk kelimesi zikredilmiş, ancak hiçbir hukuki belgede net bir halk tanımı ve kapsamı belirtilmemiştir. Bunun nedeni, muhtemelen Birleşmiş Milletler'in

93TAŞDEMİR Fatma, “İsrail-Filistin”, s. 218.

94KESKİN Funda, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler

Birliği Vakfı Yayınları, Ankara 1998, s. 116.

26

kendisini, zorda bırakacak bir kalıba sokmak istememesi ve uluslararası yapının çok hızlı değişim halinde olması olmuştur96. Halk kavramının tüm devletlerin üzerinde uzlaştığı bir tanımının olmaması, self determinasyon kavramının hukuki ve siyasi bakımdan gelişmesinin önünü kesen en temel engeldir. Açık ve objektif bir tanımın yokluğu, hakkın süjesinin belirlenmesi sorununu zorlaştıran bir tıkanma noktasıdır. Bu açıdan, halk kavramının tanımını tespit edebilmek, self determinasyon hakkının süjesini tespit edebilmek demektir ki, bu da mevcut karmaşıklığın çözümlenmesi anlamına gelebilir. Ancak ne yazık ki, günümüz itibariyle devletlerin bu meseleye farklı yaklaşım ve uygulamalarından dolayı, bu sorunun giderilmesi sadece temenni olarak kalmaktadır.