• Sonuç bulunamadı

Türklerin İslâmiyet’e Giriş Döneminde Bilim ve

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 114-117)

Teknolojiye Etkileri

taş işçiliği olmadığı da, kazılarda ele geçen madenden yapılmış araçların bulunmasından anlaşılmaktadır. Özellikle MÖ 2000’lerden itibaren maden kullanımında hem çeşit hem de nitelik açısından büyük bir artış sağlandığı görülmektedir. Bakır, kurşun ve demirin kullanıldığı uzun bir zaman dilimi Türklerin madenleri işleyecek bilgi ve beceriye sahip olduklarını göstermektedir. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanmaları ise Türk bilim ve teknik tarihinin erken dönemlerinden itibaren Türklerin daha köklü gelişmeleri gerçek-leştirecek bilgi düzeyinde olduklarını göstermektedir. Bunun gibi Türklerin tarım yaptığı, buğday ve arpa yetiştirdiği, yaşam tarzlarının ayrılmaz bir parçası olan at başta olmak üze-re hayvanları evcilleştirdiği, MÖ 2800 yılı sıralarında ise kısmen yerleşik toplum düzenine geçmeye başladıkları anlaşılmaktadır.

Türklerin, insan, doğa ve evren tasavvurları da gelişmiş bir düşünce dünyasına sahip olduklarını açıkça ortaya koymaktadır. Gökyüzündeki düzeni ve düzenliliği örnek alan bir bakış açısıyla Gökte ve Yerde olup bitenleri anlamaya dayalı bu tasavvur biçiminde, evrenin merkezinde Kutup Yıldızının, buna karşın Yeryüzünün merkezinde ise bilge yö-neticinin, yani hakanın otağının bulunduğu varsayılmaktadır. Bu düşünce ilk anda naif görünse de, toplumsal hayatın bir gereği olarak, birey-birey, birey toplum, birey devlet ve toplum devlet ilişkilerinin hakanın yönetim erkiyle yakından ilişkili olduğu göz önüne alındığında hiç de sıradan olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü aslında yeryüzündeki bütün olup bitenlerin hakanın çevresinde gerçekleştiği kabulü, yukarıdaki tasavvurun sanılan-dan daha fazla gerçekçi bir anlatıma dönüşmesi için yeterlidir.

Zaman içerisinde tarım faaliyetlerinde çeşitlenmenin arttığının görüldüğü bu gelişim çizgisinde Hunlar, mevcut tarım ürünlerine ek olarak ipek ve pamuk üretimi ve işlenmesi konusunda maharet kazanmışlar, ağaç oymacılığı ve çeşitli bitkilerden elde edilen boyala-rın kullanımının yanında, ayna yapımı ve madeni alaşımlaboyala-rın geliştirilmesinde başarılar elde etmiştir. Mumyalamayı bilmeleri ise aynı zamanda anatomi ve dolayısıyla da tıp alan-larında ciddi bilgi düzeylerinin olduğunun göstergesidir.

Türklerin bıraktıkları bir diğer maddi kültür unsuru da yazılı taş anıtlardır. Orhun Ya-zıtları olarak tarihe kayıt düşülmüş bu yaYa-zıtların mimarları Göktürklerdir (MS 552-745).

Bilge yöneticiler tarafından yönetildiği süre boyunca, Türklerin entelektüel kültür alanın-da ne gibi başarılarının bulunduğu konusunalanın-da bilgi sahibi olmamızı sağlayan bu anıtla-rın Türk Kültür Tarihi açısından öneminin büyük olduğunu belirtmeye bile gerek yoktur.

Bumin Kağan, İlteriş Kağan ve Bilge Kağan zamanlarında olup bitenlerin anlatıldığı, aynı zamanda Göktürk Devleti’nin gücünün ve gelişmişliğinin yazıya geçirildiği bu yazıtlardan birincisi Kültigin Yazıtı adını taşımaktadır ve Bilge Kağan tarafından yaptırılmıştır. İkin-cisi Bilge Kağan Yazıtıdır ve oğlu tarafından yazdırılmıştır. Üçüncüsü ise bilge Tonyukuk tarafından yazdırılmış olan Tonyukuk Yazıtıdır.

Hem bu yazıtlardan hem de diğer arkeolojik malzemeden dönemin bilgi ve teknolo-ji düzeyi hakkında çeşitli veriler edinilmektedir. Yazıtlar açıkça Göktürklerin yüksek bir devlet ve siyaset bilgisine sahip olduklarını, hakanın halkına, halkın da hakanına karşı hak ve sorumluluklarının bulunduğu dile getirilmekte, yüksek ahlak ilkelerinin ne denli önemli olduğu vurgulanmaktadır. Yazıtlarda açıkça yüksek ahlak ve sorumluluk duygu-su kaybedilmedikçe, bilgeliğe sırt çevrilmedikçe ve yönetimde daima becerisi ve yetene-ği yüksek kişilerin, yani liyakat sahibi kimselerin olmaları gözetildikçe, bir devletin yok edilmesinin mümkün olmayacağı anlatılmaktadır. Kültigin Yazıtının Doğu yüzeyinde yer alan 22. Paragrafta şu cümle bu durumu açıkça ifade etmektedir: “Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin devletini (ilini), töreni (yasalarını) kim yıkabilir (bozabilir?)”

Bu durum yukarıda vurgulandığı üzere, İslâmiyet ile tanışmadan önce de Türklerde yöne-timin adalet üzerine kurulması ve yöneticinin kararlarına en büyük erdem olan bilginin eşlik etmesi gerektiği açıkça bir ilke ve kural olarak konulduğunu göstermektedir.

Sizler de devlet, toplum ve yönetim üçlüsüyle ilişkili özlü sözler bulmayı deneyebilirsiniz.

Kültigin Yazıtının Kuzey Doğu yüzeyinde ise şu dikkat çeken ifade yer almaktadır:

“Kültigin koyun yılının, on yedinci gününde vefat etti (uçtu). Dokuzuncu ay, yirmi dinci günde yas töreni düzenledik. Türbesini, resmini, kitabe taşını maymun yılının ye-dinci ay, yirmi yeye-dinci gününde bitirdik.” Bu anlatım Türklerin daha sonra tarihe “On İki Hayvanlı Türk Takvimi” olarak geçen gelişmiş bir takvim bilgisine sahip olduklarını göstermektedir. Bu takvimde her yıla sıçan, sığır, pars, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, may-mun, tavuk, köpek ve domuz olmak üzere bir hayvanın adı verilmiştir ve 12 yıl süren her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre öngörülmüştür. 12 sayısı üzerine kur-gulanmış bu takvimde, gün ikişer saatlik 12 eşit kısma ayrılmış ve bu dilimlere de yine 12 hayvanın adı verilmiştir. Günün başlangıcının gece yarısı, yılın başlangıcının ise ilkbahar (4 Şubat) kabul edildiği bu Güneş esaslı takvimde dört mevsim vardır ve yıl 365 gün, 50 dakika ve 47 saniye olarak kabul edilmiş, 6 haftaya ayrılmış ve her hafta da 1,5 aya tekabül eden alt birimlere bölünmüştür.

Koruyucu hekimliğin önemi kavramış olan Göktürkler bitki ve hayvan kaynaklı iyi-leştirici çeşitli karışımlar geliştirmişler, koruyucu hekimliğin temel şartları olan sağlıklı beslenme, düzenli yaşama, ruh ve beden sağlığının korunmasını esas alan bir reçeteyi tavsiye etmişlerdir.

Orhun Yazıtları hakkında ayrıntı için Muharrem Ergin’in Orhun Abideleri, (Boğaziçi Yayın-ları, İstanbul 1998) adlı kitabını ve Talât Tekin’in Orhon YazıtYayın-ları, (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988) inceleyebilirsiniz.

Orta Asya’daki diğer bir Türk devleti de yeni bir alfabe geliştirmiş olan Uygurlardır.

Uygurlar aynı zamanda kentleşme konusuna da yeni bir yaklaşım getirmiş, kentleri kalın duvarlarla çevrelemiş, su kanalları, su kemerleri, taş binalar ve büyük mabetler yapmış-lardır. Ziraatla uğraşan Uygurlar, yetiştirdikleri pamuğu, dokumacılık ve kâğıt yapımında kullanmışlardır. Çeşitli aletlerin yapımında demirin yanı sıra başka madenleri de kullan-mışlar, altın ve bazı kıymetli taşlardan süs eşyaları yapmışlardır. Ayrıca nişadır elde ederek pazarladıkları da bilinmektedir.

Uygurlar sağlık bilgisi konusunda da ileri düzeydeydiler; özellikle kızamık ve çiçek gibi bulaşıcı hastalıkların önenmesinde aşı geliştirmeleri dikkat çekicidir. Aşı uygulaması konusunda insan çiçeğinden yara kabukları alınarak kurutulmuş, daha sonra kurumuş kabuklar suda bekletilerek daha zayıf hale gelmiş olan çiçek mikropları, hastalığa yakalan-mamış insanlara aşılanarak, hastalanmaları önlenmiştir. Benzer şekilde kırıklar, çıkıklar ve bazı iç hastalıkların tedavisinde ilerleme kaydetmişlerdir.

Tıp konusundan başka klişe baskı tekniği açısından da önemli ilerlemeler elde etmiş olan Uygurlar, tahtadan oyulmuş harfler ve klişelerle çok sayıda eser basmışlardır. Bu-günkü anlamda bir matbaacılığın doğrudan mucidi olmamakla birlikte, Uygurlar matbaa öncesi dönemin en gelişmiş baskı tekniği olan klişe baskının öncüsüdürler. Klişe şeklinde de olsa çok sayıda kitabın görece daha kolay basılmasını sağlayan bu tekniği geliştirmeleri yüksek bir entelektüel gelişmişliğin göstergesidir. Çünkü matbaanın icadı sürecini belirle-yen en önemli etkenin kitaba olan yoğun talebin olduğu bilinmektedir.

Matbaanın tarihi ve Türk matbaacılığının gelişim süreci hakkında daha ayrıntılı bilgi edin-mek için Hüseyin Gazi Topdemir’in İbrahim Müteferrika ve Türk Matbaacılığı, (Ankara:

Kültür Bakanlığı, 2002) adlı kitabını okuyabilirsiniz.

1

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 114-117)