• Sonuç bulunamadı

KLASİK OSMANLI BİLİM GELENEĞİ VE KURUMLARI

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 175-178)

Osmanlı bilimi, kendisinden önceki Selçuklu Devleti’nin bilim mirası ve o dönemde Ana-dolu şehirlerinde kurulmuş olan eğitim bilim müesseselerinin temeli üzerine kurulmuş-tur. Osmanlılar ayrıca dönemin en ileri kültür ve bilim merkezlerinden olan Mısır, Suriye, Irak, İran ve Türkistan’daki bilim adamlarının faaliyetlerinden de istifade etmişlerdir. Os-manlılar İslâm dünyasının kültür ve bilim mirasını koruyup zenginleştirerek ona yeni bir dinamizm ve canlılık kazandırmışlardır. Böylece İslâm medeniyetinin eski merkezlerinin yanı sıra Bursa, Edirne, İstanbul, Üsküp ve Saraybosna gibi yeni kültür ve bilim merkezleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemde gelişen Osmanlı kültür ve bilimi günümüz Türkiye’sinin ve birçok Orta-Doğu, Kuzey Afrika ve Balkan ülkesinin kültürel kimliğini ve bilim mirasını oluşturmuştur.

Osmanlılarda din, kültür ve bilim faaliyetlerinin kaynağını oluşturan ve aynı zamanda devlet ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde teşkilatlanmış olan en önemli müessese medreselerdir. Osmanlı medreseleri devletin kuruluşundan 20. yüzyılın başlarına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Medreseler, İslam gelene-ği çerçevesinde aynı esaslara bağlı kalmakla beraber, özellikle teşkilat bakımından Osmanlılarda birçok değişikliğe uğramıştır. Orhan Bey’in (D.1326-Ö.1362) (ikinci Osmanlı sultanı) 1331’de İznik’te kurduğu ilk medreseden başlayarak bütün med-reselerin çalışmalarını destekleyen vakıfları vardı. Fatih ile Kanuni’nin kurdukları medreselerin vakfiyelerinde daha öncekilerden farklı olarak dinî (naklî) ilimlerin ya-nında aklî ilimlerin okutulması da şart koşulmuştur. Medreselerde din, ilim ve eğitim hizmetlerini yürütenlerin yanında bürokraside ve yargıda ihtiyaç duyulan idarî ve adlî personel eğitilirdi. Osmanlı toplumunun dinî, ilmî ve kültürel müessesesine, yani ilmiyeye mensup olan, sosyal ve resmî hayatın her yönünde önemli rol oynayan ule-ma medreselerden yetişiyordu. Bu medreselerde yetişen âlimler, müderrislik, müftü-lük, kadılık, kazasker ve şeyhülislamlık vazifelerinde bulunuyorlardı. Ulemanın iki yönlü vazifeleri vardı: İslam hukukunun (şeriatın) yorumlanması ve uygulanması.

Müftüler bu görevlerden birincisini, kadılar ise ikincisini yerine getiriyorlardı. İlmiye mensupları, İslam hukukunu ve Sultanî kanunları devlet işlerinde uyguluyorlardı. II.

Mehmed (Fatih) (D.1451-Ö.1481) devrinden itibaren medreselerin sayısının artması üzerine, bunların birbirlerinden ayrılmalarını kolaylaştırmak amacıyla derecelendi-rilmeleri yoluna gidilmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra II. Mehmed, Fatih Külliyesi’ni inşa ettirmiştir (1463-1470). Külliyenin ortasında bir cami ve bu cami etrafında medreseler, darüşşifa, mektep, imaret ve diğer binalar vardı. Fatih Külliyesi, daha sonraki dönemlerde İstanbul’da sul-tanlar ve devlet erkânı tarafından yaptırılan benzer eserlere örnek teşkil etmiştir. Fatih Külliyesi’nin iki eğitim seviyeli dört paralel sıradan oluşan 16 medresesinin sayı ve orga-nizasyon bakımından Osmanlı ve genel olarak İslam eğitim tarihinde benzersiz bir yeri bulunmaktadır.

Fatih dönemindeki siyasî istikrar ve iktisadî refah sebebiyle İslam dünyasındaki seç-kin ilim adamları ve sanatkârlar imparatorluğun başkentinde toplanmıştır. Osmanlılar, özellikle 1492’de Granada’nın düşmesinden sonra kendilerine uygulanan zulümden kaçan Müslüman ve Yahudi bilim adamlarını himaye etmiş ve Osmanlı toprakları üzerinde ba-rındırmışlardır. Bunların yanında, medreselerin malî kaynağını oluşturan vakıfların zen-ginleşmesinin de ilim ve eğitim hayatının canlanmasında büyük tesiri olmuştur.

16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman’ın (D.1520-Ö.1566) Süleymaniye Medreseleri’ni kurmasıyla, medreselerin gelişmesinde son safhaya ulaşılmıştır. Bu dönemde Süleyma-niye Külliyesi bünyesinde “Darüttıp” adıyla bir ihtisas medresesi kurulmuştur. Böylece Osmanlı tarihinde ilk defa, şifahanelerin dışında tıp eğitimi veren bağımsız bir müesse-se kurulmuş oluyordu. Osmanlıların kurduğu diğer ihtisas medremüesse-seleri “Darülhadis” ve

“Darülkurra” idi. Darülhadis, bütün medrese hiyerarşisinde en yüksek mertebeye sahipti.

Osmanlı medreselerinde riyazi ve tabii bilimlerin okutulduğuna dair bilgiler, bu reselerden bazılarının, son dönemlerde iddia edildiği gibi, “Fen” veya “Mühendislik” med-reseleri olduğunu gösterecek durumda değildir. Klasik dönemde aklî ve naklî ilimlerin bir bütün olarak tahsil edildiği medreseler arasında eğitiminin tabiî ilimlerden tıpta yo-ğunlaşması açısından tek istisnası Süleymaniye Tıp Medresesi’dir. Klasik dönemde askerî ve sivil teknik eleman ihtiyacını karşılayacak insan gücünün yetiştirilmesi, sivil ve askerî meslek zümrelerinin içinde usta-çırak geleneğine bağlı olarak, yenileşme döneminde

gö-Resim 7.1 Fatih Medreseleri’nin Vaziyet Planı

rüleceği gibi, Avrupa’dan mülhem yeni müesseselerin kurulmasına kadar devam etmiş-tir. Tophane’de topçular ve top dökücüler bu usûl ile yetiştirilir, imtihana tabi tutularak memleketin değişik yerlerindeki dökümhanelere ve kalelere gönderilirlerdi. Tersane ile Humbaracı Ocağı’nda da bu türden meslek içi eğitimin sürdüğü muhakkaktır. Bu ocak-lara eğitilmek üzere alınan adaylar arasında gemi ve silah yapımında maharet sahibi olup temayüz edenler olmuştur.

Gerçekten de Osmanlı eğitim sistemi her bakımdan kendi ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olmuştur. Medreseler dışında matematik, astronomi ve tıp gibi değişik ilimle-rin öğretildiği ve usta-çırak ilişkisi içerisinde eğitim veren müesseseler de vardı. Bunlar âlimlerin ve ilmi teşvik eden (devlet ve toplumun) mümtaz şahsiyetlerin konakları, şifa-haneler ve muvakkitşifa-haneler gibi yerlerdi ve etraflarında aktif bir bilim ve kültür ortamı oluşmuştu.

Osmanlılarda pratik ihtiyaçları karşılamaya yönelik uygulamalı bilim müesseseleri-nin başında sağlık hizmeti veren müessesler gelmektedir. Genellikle “darüşşifa”, “şifaha-ne” veya “bîmâristan” olarak adlandırılan bu müesseseler aynı zamanda tıp eğitimi ver-me fonksiyonunu da icra etmişlerdir. Osmanlı öncesinde Selçukluların Konya, Kayseri ve Sivas gibi büyük şehirlerde kurmuş oldukları darüşşifalar gibi Osmanlılar da sırasıyla Bursa, Edirne ve İstanbul gibi başkentlerinde, çok sayıda darüşşifa tesis etmişlerdir. Os-manlılar çok önem verdikleri darüşşifaları, devamlılıklarını sağlamak için müstakil birer bina olarak değil daha ziyade külliyelerin bir birimi olarak inşa edegelmişlerdir. 1470’te Fatih Sultan Mehmed tarafından kurulmuş olan Fatih Darüşşifası, 1481’de II. Bayezid’ın emriyle Edirne’de kurulan Bayezid Darüşşifası ve 1550’de tesis edilen Süleymaniye Darüş-şifası ile aynı dönemde kurulan, Haseki DarüşDarüş-şifası (1550), Sultan I. Selim’in hanımı Haf-sa Sultan’ın ManiHaf-sa’da kurmuş olduğu HafHaf-sa Sultan Darüşşifası (1522-23) bu çeşit önemli yapılardan bazılarıdır. Hasta tedavisi yanında hekimlerin yetişmesinde de önemli bir yeri olan darüşşifalar, 19. asrın ortalarında modern hastaneler açılana kadar faaliyetlerine de-vam etmişlerdir.

İlimle ilgili Osmanlı müesseselerden bir diğeri muvakkithanelerdir. Şehirlerde ve ka-sabalarda belirli mescit veya camilerin avlusunda kurulan bu yapılar, özellikle İstanbul’un fethinden sonra, külliyelerin bir unsuru olarak yaygın bir şekilde tesis edilmiş ve faaliyet-lerini külliyenin vakıf gelirleri ile sürdürmüşlerdir. Burada özellikle namaz vakitfaaliyet-lerinin tayinini yapan bir muvakkit bulunmaktadır. Muvakkitler zaman tayini için rubu’ tahtası (quadrant), usturlab, sekstant, oktant, güneş saatleri ve mekanik saatler ile kronometre gibi aletler kullanmışlardır. Muvakkithaneler zaman ölçme bilgisi dışında matematik ve astronomi öğretilen birer merkez olma özelliğine de sahip müesseseler olmuşlardır.

Yukarıda bahsi geçen ve kendi özel vakıflarınca desteklenen müesseseler dışında dev-letin resmî müesseseleri içinde bulunan, daha çok padişahın, hanedan mensuplarının ve saray görevlilerinin işleriyle ilgili olan iki müessese daha vardı. Bunlardan biri “Hekim-başılık” diğeri ise “Müneccim“Hekim-başılık” idi. Hekimbaşı, başta padişah ve ailesi olmak üzere saray halkının sağlığıyla ilgilenen tabipti. İlmiye sınıfından iyi yetişmiş kimseler arasından seçilen hekimbaşı, aynı zamanda imparatorluğun tabip, eczacı, cerrah, kehhal (göz heki-mi) ve sağlıkla ilgili bütün müesseselerinden sorumluydu. Hekimbaşılık müessesinin sona ermesine kadar (1844), bazıları bir kereden fazla olmak üzere toplam 42 kişi bu vazifeye tayin edilmiştir.

15. asrın sonlarına ve 16. asrın başlarına doğru kurulmuş olan diğer bir müessese mü-neccimbaşılıktır. İlmiye sınıfından seçilen müneccimbaşılar, hekimbaşılar gibi sarayda görevli olup astronomi ilmiyle, takvim [Takvimler 1800 yılına kadar Uluğ Bey Zîci’ne göre hazırlanırdı. Bu tarihten sonra Avrupa kaynaklı Jacques Cassini’nin zîcini ve daha sonra da Lalande’ın zîcine göre çıkarılmışlardır], imsakiye hazırlama, hanedan mensupları ve

yüksek rütbeli devlet adamları için yıldızların, belli bir zamandaki yerlerini, durumlarını gösteren çizelge (zayice) çıkarma gibi işlerle meşgul olmuşlardır. Hekimbaşı ve münec-cimbaşılar kendi sahalarında yazdıkları eserler yanında, diğer ilmiye mensupları gibi dinî ve edebî konularda da çeşitli eserler vermişlerdir.

Müneccimbaşı veya kıdemli yardımcılarından biri sultanların tahta çıkışı, saraydaki düğün ve doğum günleri, kızaktan gemi indirilişi gibi önemli hadiseler için, uğurlu gün ve saatlerin tespitini yapardı. Ayrıca, astronomi ile ilgili hadiseleri Güneş ve Ay tutulma-larını (kuyruklu yıldızlar, gökte görünen cisimler ve saire gibi), zelzele ve yangın fela-ketlerini takip eder, elde ettiği bilgileri kendi yorumları ile saraya iletirdi. Yukarıda sözü edilen muvakkithanelerin idaresi de müneccimbaşıların mesuliyetindeydi. III. Murad (D.1574-Ö.1595) zamanında İstanbul’da kurulan meşhur rasathane Müneccimbaşı Taki-yüddin el-Râsıd’ın (Ö. 1585) idaresi altındaydı. Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar 37 ilim adamı müneccimbaşılık görevini üstlenmişti. Bu müessese Cumhuriyet’in ilânı ile 1924 yılında lağvedilmiş yerine 1927’de Başmuvakkitlik kurulmuştur.

Medreseler etrafında oluşan ilmî faaliyetler yanında, gerek sağlık ve tıp eğitimini sağ-layan darüşşifalar ve Süleymaniye Tıp Medresesi ve gerekse yukarıda kısaca temas ettiği-miz, muvakkithaneler gibi kurumlar ile müneccimbaşılık ve hekimbaşılık gibi resmî saray teşkilatları çevresinde aktif ve dinamik bir ilim ortamı oluştuğunu söylemek gerekir. Kla-sik dönemde ortaya konan birçok eser, medreselerin yanı sıra bu kurumların bünyesinde hazırlanmıştır.

E. İhsanoğlu, “Osmanlı Eğitim ve Bilim Kurumları”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, c. II, İstanbul: IRCICA, 1998, s.254-270; aynı yazar, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim”, Osmanlı Uygarlığı, cilt II, ed. H. İnalcık, G. Renda, Ankara 2003, s. 344-385 Hekimbaşılık için:

Ali Haydar Bayat, Osmanlı Devleti’nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar, Ankara: Ata-türk Yüksek Kurumu AtaAta-türk Kültür Merkezi Başkanlığı, 1999; Müneccimbaşılık için: Salim Aydüz, Osmanlı Devleti’nde Müneccimbaşılık ve Müneccimbaşılar, İstanbul 1993 [İ.Ü. Edebi-yat Fakültesi, basılmamış yüksek lisans tezi]; Şifahane için: E. İhsanoğlu, a.g.m., s. 259-263;

Muvakkithaneler için: Süheyl Ünver, “Osmanlı Türkleri İlim Tarihinde Muvakkıthâneler”, Atatürk Konferansları V, 1971-1972’den ayrı basım, Ankara 1971, s.217-257; Rasathane için:

Aydın Sayılı, The Observatory in Islâm and its Place in the General History of the Observa-tory, Ankara 1960; İsmet Miroğlu, “İstanbul Rasathânesi’ne Âit Belgeler”, Tarih Enstitüsü Dergisi, sayı 3 (Ekim 1972), s.75-82.

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 175-178)