• Sonuç bulunamadı

PYTAGORAS VE ÖĞRENCİLERİ

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 36-46)

Tanınmış Yunanlı düşünür ve bilim adamı Pytagoras (Pisa-gor okunur) M.Ö. 580 ve M.Ö. 500 yılları arasında yaşamıştır.

Sisam adasında doğmuş, Güney İtalya’daki Kroton kentinde yaşamını sürdürmüştür. İyonya’daki doğa düşünürlerinin et-kisiyle dinsel ve mistik görüşlerin tartışıldığı bir topluluk kur-muştur. Ruhun öldükten sonra, bedenden ayrıldığına ve insan ya da hayvan olan bir başka canlının bedenine geçtiğine, öbür dünya olarak isimlendirdiği bir aleme gidildiği için ölümün bir kurtuluş olduğuna inanmaktaydı. Bunların yanısıra toplu-luğun amacı bilgi üretmekti. Bu nedenle Pytagoras, materya-list değil rasyonematerya-list bir kişiliğe sahipti.

Pytagoras’ın savunduğu düşünceler, şöyle özetlenebilir: Evrenin temel maddesinden çok, varlığın ve değişmenin gerçek niteliği sorununa önem verilmelidir. Bu açıdan dü-şüncelerini matematik üzerine yoğunlaştırmıştır. Pytagoras’çılara göre, sayı evrenin temel yapı taşıdır. Bütün doğal sayılar, 1 sayısından türemiştir, yani 1 sayısı, evrenin yapısını açıklayan bir kavramdır. 1 sayısı “nokta”yı, 2 sayısı “doğru parçası”nı, 3 sayısı “üçgen”i, 4 sayısı”piramit”i simgelemekteydi. Bunun yanısıra, sayılar arasındaki orantı kavramı ile de ilgilenildi. Pytagoras’çılar, gergin tellerin boyunu değiştirmek suretiyle, değişik sesler elde edilebildiğini buldular.

Pytagoras’a göre, “Evreni matematik yasaları idare eder”. Evreni matematiğe indirge-menin iki yolu söz konusudur: (1) Deney ve gözlem sonuçlarını yorumlama ve genelle-mede matematiğin kullanılması olan “matematiksel fizik”, (2) Dünyayı anlamada gözleme gerek görmeden “matematiksel sezgi”yle yetinmek. Pytagoras’çılar ikinci yolu seçmişler-dir, fakat sonradan deney ve gözlem olmaksızın, yalnızca matematikle her problemin çö-zülemeyeceğinin farkına varmışlardır.

Pytagoras’ın kendi adıyla anılan teoreme göre, bir dik üçgende dik kenarların kare-lerinin toplamı, hipotenüsün karesine eşittir. Şekil 2.6’da verilen dik üçgende a2 + b2 = c2 bağıntısı geçerlidir. Dik kenarlar ve hipotenüs üzerine çizilen karelerin alanları hesap-lanarak, teoremin doğruluğu kanıtlanabilir. Şekil 2.7’deki gibi dik kenarları birim uzun-luktaki dik üçgenin hipotenüs uzunluğunun 2 olmasıyla, Pytagoras zamanına kadar büyüklükleri kesin olarak bilinen tam sayılar ve değeri tam olarak bilinen kesirli sayıların dışında diğer bir sayı türünün farkına varılmıştır. Bu sayı türüne irrasyonel sayı adı veril-mektedir. Bu sayı türünün büyüklükleri kesin olarak bilinmeveril-mektedir. Pytagoras, evrenin temel yapıtaşının 1 sayısı olduğunu belirterek tam sayıların dışında bir sayı türünün ol-madığını vurgulamıştı.

a b

c

2 Pytagoras Teoremi

2İrrasyonel Sayısının Pytago-ras Teoreminden Bulunması

Şekil 2.6 Şekil 2.7

Pytagoras Şekil 2.5

Fakat, birim kenarlı bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğu şeklinde karşısına çıkan sayı türünün Pytagoras’ın tam sayı türünden farklı olduğu ortaya çıkmıştı. Böylece Pytagoras, kendi keşfettiği bir teorem vasıtasıyla, kendi ifade ettiği evren düşüncesini çürütmekle, bilim tarihinde ilginç bir anekdota imza atmıştır. O zamanlar, şimdi irrasyonel sayı adını verdiğimiz bu sayı türüne, bir dik üçgenin hipotenüsü olan bir doğru parçasının uzunluğu yardımıyla temsil edilen sayılar olarak bakılmıştır. Yani aritmetik yerine geometri kulla-nılarak bu tür sayıların gösterimi gerçekleştirilmiş olmuştur. Pytagoras’ın öğrencilerinden Efes’li Herakleitos, Parmenidesve Philolaos’un üzerinde duralım.

Dik kenar uzunlukları 12 cm ve 16 cm olan bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğunun sayısal büyüklüğü ne cinsten bir sayıdır? Bir diğer dik üçgenin dik kenar uzunlukları cm cinsinden 4 ve 5 olduğuna göre, bu dik üçgenin hipotenüsünün uzunluğunu ifade eden sayıyı bularak, ne cins bir sayı olduğunu bulunuz.

Herakleitos

M.Ö.540 ile M.Ö.480 yılları arasında yaşamış olan Heraklei-tos, gerçeğin özünün sayılar değil, değişme süreci olduğunu ifade etmiştir. Her şey sürekli değişim içerisindedir. Duyu-larımızla algıladığımız her şey algılama anında vardır. Bir ırmakta aynı suyla iki kez yüzümüzü yıkayamayız. Çünkü ikinci kez, ırmak aynı ırmak değildir. Her şey bir değişim içerisindedir. Popüler bir siyaset adamımızın ifade ettiği gibi,

“dün dündür, bugün bugündür”. Yani, dün bugünden farklı-dır, öbür günde bugünden farklı olacaktır. Yine Herakleitos’a göre, nesneler arasında en akıcı ve esnek olanı ateştir. Ateş yok olurken hava, hava yok olurken su meydana gelir. Güneş, ölümsüz ve sürekli değişen bir ateş kaynağıdır. Evrende olan biteni soyut kavramlarla açıkladığı için, bu düşüncenin meta-fizik felsefeye dayandığı söylenmelidir.

Evrendeki düzensizlik, arkasındaki düzen ve uyumu gizlemektedir. Her nitelik, kar-şıtını da içerir. Bugün var olan şey yarın yok olmaya başlar. Gece ile gündüz, yaz ile kış, savaşla barış, tatlı ile acı, tokluk ile açlık bir bütünün karşıt görünümlerini oluştururlar.

Yukarıda açıkladığımız düşünceler, diyalektik felsefe adı verilen bir düşünce biçimini tanımlamaktadır. Özet olarak, Herakleitos, herşeyin göreli olduğunu ve zamanla kaybo-lup gittiğini savunan bir düşünür olarak bilim tarihindeki yerini almıştır ve diyalektik felsefenin kurucusudur. Ayrıca, bu felsefe, Einstein’ın 1905’de ifade ettiği Özel Görelilik Kuramı’nda tanımlanan görelilik kavramı açısından da önemlidir.

Parmenides

Yaklaşık olarak M.Ö. 520 ile M.Ö. 460 yılları arasında yaşa-mıştır. Herakleitos’un tersine, hareket ve değişmenin duygu-ların aldanmasından başka bir şey olmadığını ileri sürmüştür.

Asıl gerçeğin “olma” adını verdiği, değişmeyen, bitmeyen ve hareketsizlik özelliklerini taşıyan soyut bir kavram olduğu-nu ifade etmiştir. İnsan aklının olma kavramının karşıtı olan

“olmama”yı kavrayamadığını savunmuştur.

Parmenides’in ileri sürdüğü düşünceler metafizik felsefeyi kapsamaktadır. Çünkü evreni oluşturduğunu söylediği olma soyut bir kavramdır, yani maddesel bir kavram değildir.

2

Herakleitos Şekil 2.8

Parmenides Şekil 2.9

Philolaos

Pytagoras’çılar içinde en ilginç görüşe sahip olanı M.Ö.

470 ile M.Ö. 385 arasında yaşamış olan Philolaos’dur.

Philolaos’a göre, diğer gezegenler gibi yerküre de bir yörün-ge etrafında dönmektedir. Bu evren modelinde, merkezde, yerküre değil, hareket etmeyen “merkezi bir ateş”in olduğu ve Yer, Ay, Güneş, o zamanlar bilinen beş gezegenin onun çevresindeki yörüngelerde döndükleri düşünülüyordu.

Pytagoras’çılar 10 sayısını kutsal kabul ederler ve bu sayı üzerine yemin ederlerdi. Merkezdeki ateş ve bunun yanısı-ra tanımlanan sekiz nesneyle birlikte dokuz ögeli bir model ortaya çıkıyordu. Evreni kutsal bir varlık olarak gördükleri için dokuzu, 10 sayısına tamamlayan bir öge daha

olmalıy-dı. Onuncu öge, Philolaos tarafından “antikthon” yani Türkçe çevirisiyle “karşıt dünya”

olarak tanımlandı. Karşıt dünya, merkezdeki ateşle yerküre arasındaki görünmeyen bir bölge olup, merkez etrafında yerle aynı hızda dönmekteydi. Yeryüzünün yaşanılan bölge-si, güneşe arkasını döndüğünde gece oluşuyordu. Bu evren modeli tam olarak doğru ol-mamasına karşın, M.Ö. 450’li yıllarda ifade edilmesi nedeniyle cesur bir adımdı ve de hem kendi çevresinde hem de merkezdeki ateş etrafında dönen bir yerküre kavramıyla, sonraki düşünürleri etkileyen bir düşünce olarak önem taşıyordu. Philolaos, Şekil 2.10’daki gibi çeşitli nefesli ve telli müzik aletlerinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar yapmıştır. Aslın-da, Pytagoras’ın kendisi de titreşen bir telin verdiği sesin, telin uzunluğuyla değiştiğini bulmuştur.

Empedocles

Materyalist ve rasyonalist görüşlerin etkisinde ortaya atılan tartışmalar, evrenle ilgili daha somut kavramları savunan düşünürlerin ortaya çıkmasında rol oynamıştır. M.Ö. 490 ile M.Ö. 435 yılları arasında, Sicilya’nın Agrigentum ken-tinde yaşamış olan düşünür ve bilim adamı olan Empedoc-les bunlara verilebilecek bir örnektir. Evrenin yapısını an-lamaya çalışan Empedocles, herşeyin temelinde ateş, hava, su, toprak şeklinde dört öge bulunduğunu ve bunlar ara-sında sevgi (yakınlaştırıcı ya da çekici) ve nefret (uzaklaş-tırıcı ya da itici) etkileşmelerinin olduğuna inanmıştır. Bu dört ögenin sevgisel etkileşmesiyle evrende varolan bütün varlıkların meydana geldiğini ifade etmiştir. İnsandaki et, kan ve vücuttaki organlar sevgisel etkileşmenin ürünüdür.

Bu dört elementin birleşim oranları insanın mizacını

belir-lerler. Hava ağırlıklı bir birleşim, havai bir mizaca, ateş ağırlıklı olduğu birleşim, ateşli bir mizaca yol açar. Yine bu düşünceye göre, gece itici, gündüz çekici etkileşmenin sonucudur.

Bilim tarihinde ilk su saati deneyi Empedocles tarafından gerçekleştirilmiştir. Su saati, altında ve üstünde bir delik bulunan kapalı bir kaptır. Su saatinin alttaki deliği kapatılarak üstteki deliğinden doldurulan su, alttaki delik açıldığında kaptan boşalırken, boşalan su-yun miktarından yararlanılarak zaman tayini yapılabiliyordu. Bunun yanısıra, görme ve ışıkla ilgili deneyleri sonucunda, şu düşünceyi ifade etmiştir: Görme olayı, ışıklı cisimden çıkan şeylerle, gözden çıkan şeylerin birleşmesi sonucu gerçekleşmektedir. Güneşten çı-kan ışık ışınları sonlu bir hızla hareket ederek, gözümüze ulaşmaktadır. Ay ışığını

güneş-Pytagoras ve Philolaos’un Müzik Aleti Keşfetmeleriyle İlgili Olarak Tahta Üzerine Oluştu-rulmuş Resmi

Şekil 2.10

Empedocles Şekil 2.11

ten almaktadır. Hem güneş hem ay, yerküre etrafında dönmektedir. Güneş tutulması, ayın güneş ve dünya arasından geçmesiyle oluşur. Empedocles’e göre, evren yumurta biçiminde olup, gök kubbe ise, hareket ettiğinde dünyayı merkezinde tutan kristal bir küredir.

ATOMSAL EVREN KURAMI

M.Ö. beşinci yüzyılda yaşamış olan Leucippus ile onun öğrencisi olan Trakya’lı Democ-ritos (M.Ö.460-M.Ö.370)’a göre, evrende herşey, fiziksel olarak bölünemeyen atomlardan oluşmuştur. “Atom” Yunanca “bölünemeyen” anlamına gelen bir sözcüktür. Democritos’a göre, evren atomlarla dolu olan bölge ile bunun dışında kalan boşluktan oluşmuştur. Atomlar, aynı niteliklere sahip, ama biçim, ağırlık ve büyüklükleri farklı, yok edilemeyen sonsuz sayıdaki parçacıklardır. Atomlar boşluk içerisinde sürekli ha-reket ederek, rastlantı sonucu birleşmeler yaparak evrendeki nesneleri oluştururlar. Democritos, atomsal evren kuramının kurucusu olması nedeniyle, atom fiziğinin kurucusu olarak kabul edilir.

Democritos, ruhla madde arasında ayrım yapmaz. Ruhu oluşturan atomların diğerlerine göre daha küçük ve hafif, daha hareketli olduklarını tanımlar. Bu tür atomlar bir ara-ya geldiklerinde ruhu, diğer deyişle aklı meydana getirirler.

Ruhu oluşturan atomlar, evrenin her tarafına dağıldıkları için, evren canlı ve akıllıdır. Bütün bunlar evreni tanrının de-ğil atomların yarattığı düşüncesini ortaya koymaktadır. Bu nedenle Democritos’un atom-sal evren kuramı, evrendeki düzeni açıklamak için tanrı ve tanrıatom-sal yasa gibi kavramlardan yararlanmadığı için ateist (tanrı tanımaz)-materyalist görüş niteliği taşır.

Bunların yanı sıra, Democritos, “Bir Daire veya Küreye Teğet Çizmek”, “Geometri Üzerine”, “Sayılar Üzerine”, “İrrasyonel Sayılar Üzerine” isimli matematik kitaplarını da kaleme almıştır. Bunlardan bilhassa “Geometri Üzerine”isimli kitabı, Helenistik dönem bilim adamlarından Euclides tarafından yazılmış “Elementler” isimli geometri kitabında-ki bazı konularla paralellik taşımaktadır.

Empedocles ve Democritos’un düşünceleri arasındaki temel farklılıkları açıklayınız.

Heredotos

Bodrum yakınlarındaki Halikarnas’ta doğan ve M.Ö. 484 ile M.Ö. 425 yılları arasında yaşamış olan, ömrü boyunca yaptığı seyahatlarda gördüklerini ve duyduklarını Tarih isimli kitabında kaleme alan Heredotos, tarihçilerin babası kabul edilir. Kendinden önce yaşamış Musevi tarihçiler, olay kayıtçısı olarak nitelendirilebilirler. Oysa, Heredotos’un Tarih isimli eserinde, siyasi ve askeri olayların yanısıra, gezilen gö-rülen yerlerin fiziki ve sosyal açıdan değerlendirmelerinin de bulunduğu görülebilir.

Bu kitapta, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında yapılan seyahatlarda derlenen bilgiler ile birlikte, Yunan ve Yakın Doğu ile ilgili kültürel izlenimler bulunmaktadır. Aynı ki-tapta, Mısırlılar, Pers imparatorluğu, Hindistan, Karadeniz’in kuzeyindeki İskitler hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Matema-tiksel bilgisinin yetersizliğinden dolayı eserinde hiçbir harita-Democritos

Şekil 2.12

Heredotos Şekil 2.13

3

ya yer vermemiştir. Bunun nedenini kendisi kitabında şöyle açıklamıştır: “Bazı kişilerin Yeryüzü’nün tam bir haritasını çizdiklerini görmem, beni çok güldürmüştür. Bu iş, rasyo-nel bir nedene dayanmamaktadır. Çünkü Okyanus’u, ancak bir pergelle çizilecek biçimde, yerin çevresinde akıyormuş gibi göstermişler ve Avrupa’yı Asya ile aynı büyüklükte çiz-mişlerdir.” Bunlardan dolayı, Heredotos’un bir coğrafyacı değil, yalnızca tarihçi olduğunu söylemek gerekir.

Socrates

Thales’le başlayarak, M.Ö. dörtyüzlü yıllara kadar süren materyalist görüşün ağır bastığı evrenin yapısını anlama-ya yönelik çalışmalar dönemi, bu yüzyıl sonlarında doğa felsefesine tepki göstermeyle sona ermiştir. Bunu izleyen dönemde ana düşüncenin bakış açısı evrenden insana yö-nelme (evren→insan) şeklindedir. Yunanlıların bu yüzyıl-daki sanat, edebiyat ve politika merkezi Atina olup, felsefe ve doğa bilimi adına hiçbir gelişme göze çarpmamaktadır.

Atina’daki düşünürler, Yunanlı değildir. Demokrasinin be-şiği olan Atina’daki yönetim, özgür düşünce ve tartışmaya elverişli olduğu için, Yunan kökenli olmayan birçok dü-şünür, matematikçi ve bilim adamı Atina’ya göç etmiştir.

Bunların bir çoğu Pytagoras’çı düşünceyi benimsemişlerdi.

Atina’ya göç eden düşünürlerin pekçoğu, zengin ailelerin çocuklarına ders vererek yaşam-larını sürdüren sofistlerdi. Bunların amaçları gerçeği aramak değil, tartışma sanatını öğ-rencilerine öğretmekti. Yani, sofistlerin, gerçek anlamda bilim ve felsefeye katkıları yoktu.

Pytagoras’çılar, matematiği amprik bir uğraş olmaktan çıkararak, mantıksal bir güç haline getirmişlerdi. Geometri, bir kafa eğitimi aracından başka bir şey değildi. Sofistler de ders verirken bu araçtan yararlanıyorlardı. Sofistlerin hedefi, gerçeği aramaktan çok, tartış-mada galip gelmeyi öğretmekti. Çocuklarının ileride politikacı olmalarını hedefleyen üst düzey Atina’lı ailelerin sofistlerden öğretici olarak yararlanmalarının altında bu neden yatıyordu. İşte bu ilkesiz kitlenin karşısında yer alanların başında Socrates bulunuyordu.

Socrates, M.Ö. 470 ile M.Ö. 399 yılları arasında yaşamış olup, Yunan düşünürlerinin belki de en tanınmışı ve öğrencisi Platon’a göre, “en iyi, en akıllı ve en dürüst insan” olanı-dır. Sofistlerin karşısına çıkan Socrates’in amacı “gerçeği aramak” olarak özetlenebilir. Bu-nun yanısıra hedefi, “doğayla değil insanla ilgilenmek”ti. Başlıca amacı ise “iyi, akıllı, adil insan yetiştirmek”ti. Yöntemi, öğrencilere yönelttiği sorularla onları düşünmeye sevket-mek ve doğruyu onların bizzat kendilerinin bulmasını sağlamaktı. Atina’nın en seçkin ai-lelerinin çocukları onunla tartışmak veya tartışmalarını izlemekten büyük keyif alırlardı.

Socrates’in düşünceleri ile doğa bilimleri arasında ilişki kurmak oldukça güçtür.

Çünkü, onun çalışma alanını insan oluşturmuştur. Ahlak boyutunu gözardı etmeleri ve gerçeklerin aydınlatılmasıyla ilgilenmedikleri gerekçesiyle, doğa bilimlerine karşı oldu-ğu söylenir. Socrates, yalnızca doğaya dönük olan felsefeden ziyade, tek ele aldığı konu, insan ve insan davranışı olan bir felsefenin geliştirilmesi konusunu savunmuştur. Bu dü-şüncelerinden dolayı eğitimciler, Socrates’i eğitim alanındaki çalışmaların babası olarak kabul ederler. Socrates’in alaycı bir kişiliğe sahip olması ve korkusuzca eleştirilerde bu-lunması, iyi niyetli olan kişiliğine karşın, birçok düşman sahibi olmasına yol açmıştır.

Atina gençliğini kötü yola düşürmesi gibi birçok suçlamadan dolayı yargılanarak, ölüme mahkum edildi. Ölümünden sonra, özellikle öğrencilerinden Platon, onun düşünceleri-ni gelecek kuşaklara aktarmaya devam etmiştir. Öğrencileri onu bir eğitim şehiti olarak kutsallaştırmışlardır.

Socrates (Louvre Müzesi, Paris)

Şekil 2.14

Hipocrates

M.Ö. 460 ile M.Ö. 370 yılları arasında yaşayan ve İstanköy adasında doğan Hipocrates, tıp alanındaki düşünceleriyle, M.S. 16. yüzyıla kadar insanlığa damgasını vurmuş olan bir

bi-lim adamıdır. Klasik tıbbın ilk merkezi kabul edilen İstanköy ekolü’nün kurucularından olan Hipocrates’in ve meslekdaş-larının birlikte kaleme aldığı altmış kadar metinden oluşan

“Hipocrates Külliyatı” o dönemi yansıtan önemli bir kaynak-tır. Fakat hangi metinlerin Hipocrates tarafından yazıldığı konusunda net bir bilgi yoktur. Platon’a göre, Hipocrates “Bir insanın bedeni ve ruh yapısını bilmek istersek, önce doğa-yı bilmemiz gerekir” düşüncesini ileriye sürmüştür. Anato-miyle ilgili oldukça ilkel bilgilere sahip olan Hipocrates’in, kemikler hakkında doyurucu bilgisi olmasına karşın, iç or-ganlarla ilgili bilgisi yoktu ve damarlar, sinirler, kaslar hak-kındaki bilgisi ise oldukça yüzeyseldi. Bu nedenle, bu dönem içerisinde, çeşitli düşünceleri yansıtan teoriler üretmekten başka bir gelişmeden söz edilemez. Örneğin, Empedocles’in dört element kuramından esinlenerek oluşturulan, insan bedeninin “kan, balgam, kara safra, sarı safra” gibi dört sıvıdan meydana geldiği ve hastalık sırasında bu sıvıların gözle görünür hale geldiği ifade ediliyordu. Soğuk algınlığında burundan bir sıvı akması bunun bir kanıtı kabul ediliyordu. İnsan vücudunu oluşturan bu dört ögenin farklı oranlardaki birleşimi, farklı karakterdeki insanların oluşumuna neden oluyordu.

Hipocrates’in en ünlü eseri, Kutsal Hastalık’tır. Bugün sara veya epilepsi olarak bildi-ğimiz dengesizlik durumu, bu kitaba adını veren kutsal hastalıktır. Hipocrates’e gore, bu hastalık beyinden kaynaklanmaktadır ve beyinden gelen balgamın kandaki havanın hare-ketini engellediği için ortaya çıkmaktadır. Aslında, Hipocrates, eserinde, bu hastalığın halk arasında kutsal olarak nitelendirilmesine karşı çıkmaktadır. O zamanlar hastalıklar, doğal ve kutsal olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktaydı. Hipocrates bu konuda şunları ifade etmiştir:

“Benim düşünceme göre, tanrısal ya da kutsal hastalık yoktur. Bir hastalığın tanrısal olarak nitelenmesi, insanın deneyimsiz ve özel karakterinden kaynaklanmaktadır. Eğer insanlar bilgi eksikliklerinden dolayı kutsal kaynağa inanmayı sürdürürlerse, onu anlama olanağın-dan yoksun kalacaklardır. Kullandıkları sihir ve iyileştiriciden arınırlarsa, insanlar basit bir yöntemle bu hastalığın kutsallığını çürütülebilirler. Bu hastalığa kutsallık yakıştırması ya-panlar, çok dindar ve çok bilgili olduklarını iddia edenler, yani zamanımız sihirbazları ya da sahte doktorlarıdır”. Ateşli hastalıklarla ilgili düşüncelerini de şöyle ifade etmiştir: “Bazı ateşler, süreklidir, bazıları gündüz yükselir, gece düşer ve bazıları da gece yükselir, gündüz düşer. Akut hastalıklarda, ateş çok şiddetli ve öldürücüdür. Gece ateşleri uzun sürer, ancak öldürücü değildir. Gündüz olanlar da, uzun sürer ve verem belirtileri ortaya çıkar.”

Hekimin hastasına sıcak yaklaşımı çok önemlidir. Hipocrates’in bu konudaki öğüt-lerini aktaralım: “Hastanıza karşı katı olmamanızı öneririm. Önceki kazançlarını ve tat-minkar durumunu düşünerek, bazan da karşılıksız hizmet ver. Parasal sıkıntısı olan kişiye hizmet verme durumu ortaya çıkmışsa, bu gibilere her türlü yardımı yap. İnsan sevgisinin bulunduğu yerde sanat aşkı da bulunur. Durumlarının öldürücü olduğunun bilincinde olan bazı hastalar, yalnızca hekimlerinin iyi tutumlarından dolayı iyileşmişlerdir. Hastayı iyileştirmek ya da şifa bulmuş olanın kendisini iyi hissetmesini sağlamak için gözetim altında bulundurmak yerinde olacaktır” Yine Hipocrates’e göre, ruh ve beden çok sıkı bir ilişki içindedir, bunlardan biri göz ardı edilerek diğeri iyileştirilemez. Hipocrates’le ilgili değindiğimiz bilgileri, yine onun adıyla anılan,Tıp Fakültesi’ni bitiren öğrencilerin ettiği meşhur Hipocrates yeminin bugünkü koşullara göre düzenlenmiş şekli ile sonlandıralım:

Hipocrates Şekil 2.15

“Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı statü, hak ve yetkileri kö-tüye kullanmayacağıma, hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma, hastalarımı mem-nun edeceğime, insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime, mesleğim dolayısıyla öğrendiğim küçük sırları saklayacağıma, hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı ve sevgi göstereceğime dil, din, milliyet, cinsiyet, takım, ırk ve parti farklarının görevimle vicda-nım arasına girmesine izin vermeyeceğime, mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Platon

M.Ö.428 ile M.Ö. 347 yılları arasında yaşamış, soylu bir Atina’lı aileye mensup olan

M.Ö.428 ile M.Ö. 347 yılları arasında yaşamış, soylu bir Atina’lı aileye mensup olan

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 36-46)