• Sonuç bulunamadı

Sivil Mühendislik Eğitimi

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 190-193)

Yukarıda bahsettiğimiz askerî mühendislik eğitimi veren müesseselerden mezun subaylar gerektiğinde sivil ihtiyaçları (özellikle arazi ölçme ve yapı işlerinde plan-proje hazırlama) karşılamaya yönelik çalışmalarda da bulunmaktaydılar. Ancak sivil hayatta bu gibi talepler umumiyetle yüksek rütbeli devlet adamlarından gelmekteydi. Bir bakıma toplumda sivil mühendisliğe fazla ihtiyaç bulunmamaktaydı. Vakıf ve resmî kamu binaları da devlet tara-fından kontrol edildiğinden bunları sivil binalardan ayırt etmek gerekir.

19. yüzyılın son çeyreğine kadar ülkede modern tarzda sivil mühendislik hizmetini verecek eleman yetiştirmek üzere bir müessese kurulmamıştır. Ancak yüzyıl boyunca or-taya çıkan ve 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda da geniş bir uygulama sahası bulan modern teknolojiler, buhar ve daha sonraları elektrik gücüne dayalı olarak çalışan endüstri kuruluşları, küçük sanayi işletmeleri, telgraf ve demiryolları, karayolları ve sivil inşaatlar imparatorluğun mühendis ihtiyacını arttırmıştır. Devlet bu ihtiyacını kısmen askerî mühendis kısmen de yabancı uzmanlar veya Avrupa’da tahsil gör-müş gayrimüslimler vasıtasıyla karşılamaya gayret ederken ihtiyaç duyulduğunda küçük çapta sivil amaçlarla teknik eleman yetiştirmek üzere bazı mektepler açtığı

görülmekte-Resim 7.3 Sultan III. Selim Tarafından Yaptırılan Mühendishane-i Cedide

dir. Bunların ilk örnekleri, “Telgraf Mektebi” (1860) ile Midhat Paşa’nın gayretiyle açılan

“Sanayi Mektebi” (1868) olmuştur. Sanayi Mektebi’nin en önemli özelliği, teorik ve pratik eğitimin bir arada verilmiş olması ve o güne kadar imparatorlukta cari olan “usta-çırak”

usulü yerine, yeni tekniklerle eğitilmiş bilgili sanatkârlar yetiştirmek hedeflenmiştir. Mek-tep yatılı ve gündüzlü olarak beş yıllık eğitim vermekteydi. Bölümleri arasında da demir-cilik, terzilik, kunduracılık, makinedemir-cilik, dökümcülük, marangozluk, ciltçilik ve mimarlık gibi sanatlar bulunmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda sivil mühendislik eğitimi, 1874-1875 öğretim yılında Ga-latasaray Sultanisi dahilinde faaliyete geçen Darülfünun-ı Sultanî’nin bir bölümü olarak açılan ve daha sonra Turuk ve Maâbir Mektebi (Yollar ve Köprüler Mektebi) adını almış olan Mülkiye Mühendis Mektebi’yle başlamıştır. Turuk ve Maâbir Mektebi, ülkenin ve toplumun ihtiyaçları göz önünde bulundurularak münhasıran fen eğitimi yapmak yerine, devletin geniş toprakları üzerinde giriştiği bayındırlık faaliyetleri ve özellikle ulaştırma sa-hasında yapmak istediği hizmetleri yürütecek sivil mühendislerin yetiştirilmesine yönelik bir program takip etmiştir. Bu mektepten mezun olacak talebeler, tamamen Nafia Neza-reti tarafından devlet memuru olarak istihdam edilmiştir. Turuk ve Maâbir Mektebi dört yıllık bir eğitim takip etmiş ve ilk mezunlarını 1880 yılında vermiştir. İlk mezunlarının hepsi gayrimüslim olup devletin önemli mevkilerinde vazife almışlardır. Mektepte geniş kapsamlı bir mühendislik eğitimi verildiği ders programından açıkça anlaşılmaktadır. Bu mektebe bağlı, ancak daha alt seviyede mühendislik eğitimi vermek üzere planlanmış bir de Kondüktör Mektebi bulunmaktadır. 1881 yılında ikinci mezunlarını veren Turuk ve Maâbir Mektebi bu tarihten sonra faaliyetlerini tamamen devletin kontrolünde ve mü-hendislik eğitimi yolunda kazanılan tecrübeler ışığında, 1884 yılında “Mülkiye Mühendis Mektebi” adıyla kurulan yeni bir sivil mühendislik mektebinde devam ettirmiştir.

Mektep ancak 1 Kasım 1884 tarihinde Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun’un bir oda-sında eğitimine başlayabilmiştir. Bir yıl içerisinde mektep için o bölgede yeni bir bina inşa edilmiştir. Mülkiye Mühendis Mektebi’ne talebe sağlayacak olan ve Sultan Abdülhamid’in eğitim reformu çerçevesinde ele alınan taşra idadî mekteplerinden henüz kâfi miktar-da talebe gelmediğinden bu mektebe ait bir de üç yıllık imiktar-dadî sınıfı açılmıştır. Böylece Mülkiye Mühendis Mektebi yedi yıllık bir mektep olarak, yine Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun’a bağlı yeni binasında, hem yatılı hem gündüzlü olmak üzere eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdürmüştür.

Mektep ilk mezunlarını 1888 yılında vermiş ve mezunların tamamı Nafia Nezareti tara-fından istihdam edilmiştir. Mektep 1909 yılında askerî idareden ayrılarak tamamen Nafia Nezareti’ne bağlanmış ve “Mühendis Mekteb-i Âlîsi” adını almıştır. Cumhuriyet dönemin-de 1928 yılında adı “Yüksek Mühendis Mektebi” olarak dönemin-değiştirilen, tüzel kişilik tanınan ve katma bütçeyle idare edilen bir yüksekokul durumuna getirilmiş, 1946’da ise İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülmüştür. Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi’nin te-melini teşkil eden Mülkiye Mühendis Mektebi, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nde modern teknolojinin aktarılması ve kullanılmasında mühim vazifeler ve katkılar sağlamıştır.

K. Beydilli, ’’ Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishane’’, Mühendishane Matba-ası ve Kütüphanesi (1776-1826), İstanbul: Eren Yayıncılık, 1995. Mustafa Kaçar, Osmanlı Devleti’nde Bilim ve Eğitim Anlayışındaki Değişmeler ve Mühendishanelerin Kuruluşu, İs-tanbul, 1996, [İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bilim Tarihi Bölümü basılmamış doktora tezi]

Osmanlı’da Mühendishanelerin kuruluş nedenini belirtiniz.

2

Tıp Mektepleri

Osmanlı Devleti’nde modern tıp eğitiminin başlangıcı 19. yüzyılın başlarına kadar dayan-maktadır. Ocak 1806 tarihinde Mühendishâne-i Cedide’den ilham alınarak “Tersane Tıb-biyesi” adlı bir tıp mektebi kurulmuştur. Tersane-i Âmire’de, donanmanın tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak amacıyla açılan bu mekteple asıl olarak imparatorlukta tıp tahsilinin yaygınlaştırılması ve Devlet-i Aliyye tebaasından tabiplerin sayısının artması hedeflen-miştir. Derslerin İtalyanca veya Fransızca gibi bir Avrupa dilinde yapılması öngörülmüş-tür. Ayrıca talebelere tahsil için gerekli olan kitapların ve aletlerin Avrupa’dan getirtilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak bütün bunlardan daha ilgi çekici yenilik ise getirtilecek kitap-lardan başka, Paris, Viyana ve Londra gibi büyük Avrupa şehirlerinde her ay çıkan tabip gazetelerinin ve yeni telif olan eserlerin alınması da söz konusu edilmiştir.

Bu dönemde Osmanlı modern tıp eğitimine yön veren iki büyük şahsiyetin yetişmiş olduğunu görüyoruz. Bunlardan ilki Osmanlı tıp literatüründe mühim bir yer işgal eden ve modern Avrupa anatomi bilgisini aktaran Şânîzâde Mehmed Atâullah Efendi (D.1825-Ö.1826)’dir. Şânîzâde çok yönlü bir bilim adamı olup, Avrupa lisanlarına vâkıf, özellikle tıp, matematik, mekanik, astronomi, mûsikî ve tarih konularında bilgili ve tam bir an-siklopedist olarak tanınmaktadır. Hamse-i Şânîzâde, adlı beş bölümlük meşhur tıp eseri Osmanlı tıp literatüründe modern anatominin girişini sağlaması bakımından önemlidir.

İkinci şahsiyet ise, Osmanlı İmparatorluğu’nda modern tıp eğitiminin kurucusu olan He-kimbaşı Mustafa Behçet Efendi’dir.

Tersane’de açılan Tıp Mektebi’nden yaklaşık yirmi yıl sonra 1827 yılında ordunun tabip ve cerrah ihtiyacını karşılamak maksadıyla Mustafa Behçet Efendi’nin önderliğin-de “Tıbhane-i Âmire” adında İstanbul’da yeni bir tıp mektebi açılmasına teşebbüs edil-miştir. Behçet Efendi, tıp eğitiminde yabancı lisanın ehemmiyetine işaretle Tıbhane ve Cerrahhane’de talebelerin Avrupa lisanlarını öğrenmeleri için ders programlarına yaban-cı dil (önce İtalyanca, sonra Fransızca) derslerini koydurmuştur. Bu programla birlikte Osmanlı tıp eğitiminin Tanzimat’ın ilanına kadar devam edecek olan yeni esaslarını da belirlemiş olmaktadır.

Şehzadebaşı’nda faaliyetine başlayan Tıbhane’den sonra 29 Ocak 1832’de Topkapı Sarayı’na bitişik Gülhane bahçesinde mevcut binalarda Cerrahhane-i Âmire açılmıştır.

1832 tarihinde Tıbhane-i Âmire Şehzadebaşı’ndan Cerrahhane’nin bulunduğu binaya nakledilerek yeniden düzenlenmiştir. 1838 yılında bu iki mektep birleştirilerek Mekteb-i Tıbbiye adını almış ve 1839 yılında Galatasaray’daki yeni binasına taşınıncaya kadar faali-yetlerine burada devam etmiştir. Bu tarihte mektebin başına Avusturyalı genç bir doktor olan C. Ambroise Bernard getirilmiş ve mektebin adı Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmiştir. Dr. Bernard ile birlikte tıp eğitiminde derslerden çok pedagojik bir takım değişikliklerin yapıldığı göze çarpmaktadır

Mektepte tedrisatın Fransızca yapılması mecburiyeti, zamanla Müslüman talebe sa-yısının azalmasına, buna mukabil bulundukları çevreden dolayı Fransızca’ya daha yatkın olan gayrimüslim talebelerin sayısının hızla artmasına vesile olmuştur. Ayrıca Osmanlı yüksek mekteplerinden mezun talebelerin Avrupa’ya tahsillerini tamamlamaya gönderil-meleri münasebetiyle, bu nimetlerden de gayrimüslim talebeler ziyadesiyle istifade etme-ye başlamışlardır. Mezun hekim sayısının az olması ve bunların çoğunun gayrimüslim olmasına karşı bir tepki olarak 1865 yılında Mekteb-i Tıbbiye’nin nazırlığına getirilen Cemâleddin Efendi, memlekette Müslüman hekim sayısını attırmak düşüncesiyle, ileride kurulacak olan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’nin (sivil tıp mektebi) ilk temellerini atmış-tır. Vazifelerinden dolayı birçok vilayette bulunan ve memleketin durumunu yakından bilen Cemâleddin Efendi, mektepte kabiliyetli gençler arasından seçerek bir “mümtaz sı-nıf” teşkil etmiş ve bu sınıfa ileride tıp tedrisatının Türkçeleştirilmesi yolunda ilk hareket

olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri verdirmiştir. Çünkü ona göre daha çok sayıda Müslüman tabip yetişmesi tıp tedrisatının ana dilleri olan Türkçe ile yapılmasına bağlıdır.

Mümtaz sınıftan yetişen talebelerden Kırımlı Aziz, Hüseyin Remzi, Servet, İbrahim Lüt-fi ve Bekir Sıtkı beylerin tıp tedrisatının Türkçeleşmesinde önemli hizmetleri olmuştur.

1866 yılında mümtaz sınıf Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane dâhilinde Mekteb-i Tıbbiye-i Mül-kiye olarak tedris faaliyetlerine başlamıştır. Bu mektebin temel farklılığı, mezunlarının askeriyede değil, vilayetlerde istihdam olunacak tabiplerin yetişeceği bir mektep olarak düşünülmüş olmasıdır. Beş yıllık ve gündüzlü olan mektepte tedrisat Türkçe yapılacak-tır. Beş yılın sonunda, mezuniyet senesinde eğitim süresi bir yıl daha uzatılarak altı yıla çıkarılmış ve mezunları Askerî Tıbbiye ile aynı haklara sahip kılınmıştır. Mümtaz sınıf, kurmuş oldukları Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye’nin üyeleriyle birlikte, 1873 yılında hazır-lamış oldukları Türkçe ilk modern tıp lügati olan Lügat-ı Tıbbiye’yi neşretmişlerdir. Ted-risat dilinin Fransızca kalmasından yana olan bazı gayrimüslim hekimlerin şiddetle karşı çıkmasına rağmen aynı yıl Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de de tıp tedrisatı Türkçe olarak ya-pılmaya başlanmıştır. Daha sonra Darülfünun’a bağlanarak bugünkü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne dönüşmüş ve daha sonra Türkiye’de kurulan diğer tıp fakültelerine kay-naklık etmiştir.

Sultan II. Abdülhamid’in eğitim ve sağlık politikası çerçevesinde İstanbul dışındaki bazı büyük vilayetlerde de tıp mektebi açılması için teşebbüsler görülmektedir. Bu konuda gerçekleşen tek teşebbüs 1 Eylül 1903 tarihinde kurulan Şam Mekteb-i Tıbbiyesi’dir. Bu mektebin Şam’da açılmasının sebebi, aynı bölgede bulunan biri Fransız, diğeri Amerikan iki ecnebi tıp mektebinin bölgedeki nüfuzunu kırmaktır. Bu mektep I. Dünya Savaşı’nda Beyrut’a nakledilmiş, 1918’de Beyrut’un da işgalinden sonra mektep kapanmış ancak, sa-vaş sonrasında yeni kurulan Suriye Devleti’nde “Arap Tıp Enstitüsü” adı ile faaliyetlerine devam etmiştir. Osmanlı tıp literatürünün etkisiyle bugün Şam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Arap dünyasında Arapça eğitim yapan tek tıp fakültesi olma özelliğini sürdürmektedir.

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 190-193)