• Sonuç bulunamadı

RÖNESANS DÖNEMİNDE BİLİM Matematik

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 141-145)

Rönesans döneminde gelişme gösteren bilim dallarının başında matematik gelmektedir.

Matematiğin gelişmesini etkileyen temel etkenlerin başında ise coğrafi keşifler gelmektedir.

Zira coğrafi keşifler arttıkça yerleşik Avrupa kültürü sadece yabancı çok sayıda yerel kül-türle karşılaşmıyor, bu yeni coğrafi yerleşim yerlerindeki toplumlarla hem ekonomik hem de ticari etkileşime girmek durumunda kalıyordu. Tıpkı İslâm dünyasının başlangıçlarında gerçekleşen duruma benzer bir durumla, ticari ilişkilerin düzenlenmesi, alış veriş mantığı-nın gelişmesine koşut olarak başta dört işlem olmak üzere hesap bilgisinde hızlı bir gelişme gerçekleşti ve bunun doğal bir sonucu olarak birçok matematikçi ticaret alanında iş görecek, deyim yerindeyse ticaret aritmetiği konusunda çalışmaya başladılar. Çalışmaların ilk verimli sonucu üçüncü derece denklemlerin çözümünün gerçekleştirilmesi oldu.

Ticaretle birlikte gelişen tek alan ticaret aritmetiği olmadı elbette. Deniz seferleri ve kara yolculuğunu güvenli kılmak için silahlanma ve mevcut silahların etki gücünü artır-mak gereksinimi de matematiğe ilgiyi artırartır-maktaydı. Çünkü deniz ticaretine hâkim olartır-mak için girişilen mücadelede, özellikle top mermisinin izleyeceği yolun bilinmesi, üstünlük elde etmek için çok gerekli olduğundan, bugünkü anlamda balistik çalışmaları da gittik-çe belirginlik kazanmaya başlamıştı. İlk önemli çalışmaları Harezmî ve Ömer Hayyam’ın yaptığı denklem çözümleri bu yüzden en gözde matematik konusu haline geldi ve sonuçta Tartaglia (D.1506-Ö.1537), Cardano (D.1501-Ö.1576), Ferrari (D.1522-Ö.1560) ve Viète (D.1540-Ö.1603) bu alanda önemli başarılara imza attılar.

Matematik alanında ortaya çıkan bir diğer gelişme de perspektif veya görünüm üze-rine yapılan geometri çalışmalarıdır. Özellikle sanat alanında ortaya çıkan yeniden doğuş düşüncesi, ister istemez ışık, görünüm açısı ve sanatçının bakışım bilgisi doğrudan ge-ometri bilgisini, başka bir deyişle görünüm açısı hakkında önemli bilgiye sahip olmayı gerekli kılmaktaydı. İbn Sînâ vesilesiyle dile getirdiğimiz, görme geometrisi bu dönemde daha da önem kazandı ve matematik bir disiplin olan optik, görme ve ışık bilimi olarak öne çıktı. Bu durumda ışık ışınlarının doğrusal yayılımı, görmenin gerçekleşmesinde ışık ve nesnenin konumlandırılması, gölgelerin oluşumu gibi birçok konu geometri bilgisini gerektirmekteydi ve perspektif geometrisi büyük gelişme kaydetti. Bu alanın en iyilerin-den biri Leonardo da Vinci oldu.

Astronomi

Güneş Merkezli Evren Modeli

Daha önce değinildiği üzere, Antik Çağ’da Yer merkezli, Güneş merkezli ve Yer-Güneş merkezli üç ayrı evren modeli ileri sürülmüştü. Milattan Sonra 150’lerden başlayarak Ptolemaios (Batlamyus), Yer merkezli evren modelini etkin kılınca, diğer iki model uzun zaman karanlıkta beklemek durumunda kaldı. Rönesans’ın yarattığı düşünce özgürlüğü ve insan ruhunun araştırmacı yönünü teşvik edici tutumu, kısa süre içerisinde gelenek haline gelmiş bir açıklama modeli olan Yer merkezli evren modeline tepki duyulmasına ve almaşık açıklama modellerin arayışına yol açtı. Çünkü Yer merkezli model aslında Hı-ristiyanlığın ve Kilisenin resmi görüşü haline gelmişti ve insanlar Rönesans döneminde en fazla tepkiyi zaten dine ve Kiliseye karşı geliştirmekteydiler. Yeni model arayışları kısa süre içerisinde karanlıkta kalmış olan Güneş merkezli ve Yer-Güneş merkezli modellerin gün ışığına çıkmasına fırsat tanıdı. Bu sürecin belirleyici başarısını Güneş merkezli evren modelini yeniden canlandıran Mikolaj Kopernik (D.1473-Ö.1543) elde etti.

Sizler de Kopernik’ten önce geliştirilmiş başka evren modellerini örnek olarak verebilir ve gerekli şekilde araştırabilirsiniz.

Kopernik 1543 yılında Güneş merkezli evren modelini felsefi arka planını güçlendi-recek akıl yürütmelerle bilim topluluklarının önüne koydu. Rönesans’ın yarattığı özgür-lükçü ortam ve yeniyi araştırma tutkusu Kopernik’i de etkilemiş, onun da dünyaya ve evrene yeni bir anlayış, yeni bir düzen getirmek iddiasıyla ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Ortaya çıkma cesaretinden çok, Kopernik’in düşünce anlayışının yarattığı etki daha dik-kat çekicidir; çünkü kendisi aslında Kiliseye bağlılık yemini etmiş ve Kilisenin hizmetinde olmaya söz vermiş bir din bilginidir. Bu bakımdan Kilisenin kutsadığı bir modeli dışlama-sı beklenmezdi. Diğer taraftan, Kopernik gerçekte ne matematik biliyordu ne de fizik ve astronomi. Bilse de aslında çok şey fark etmeyecekti, çünkü başta matematik olmak üzere, bilimlerde yeni bir evren ve doğa tasarımını geliştirecek denli bir gelişme henüz gerçekleş-tirilmemişti. Örneğin Yer’e hareket vermeyi sağlayacak bir fizik söz konusu değildi. Eğer Yer dönerse üzerindeki her şey etrafa fırlar. Fırlatılan taş hedefine düşmez vb. gibi sorulara cevap verecek bir fizik sistemi yoktu. Bunlar yetmiyormuş gibi, Kilise Yer merkezli evren modelini kutsamıştı; bu yüzden önerilen her yeni modeli şiddetle reddetmekteydi; çünkü Yer’i merkezden kaldırmak, dine karşı gelmek veya onunla çatışmaya girmek olarak anlı-yordu. Dolayısıyla Kopernik’in uzun yüzyıllar boyunca savunulmuş ve birçok önemli kat-kı yapılarak güçlendirilmiş Yer merkezli evren kuramını ortadan kaldırmasını beklemek için ortada bir neden yoktu. Ancak Kopernik bunu başardı. Şu halde beklenmedik bu yeni durumun nasıl gerçekleştiğini bilim tarihi açısından anlamamız gerekir.

1

Amatör olarak gökyüzüne ilgi duyan Kopernik, gözlem sonucu elde edilmiş verilerden daha çok, felsefenin sunduğu olanaklarla, tasvirci değil, analitik düşünebilme becerisiyle evrenin yapısı, Güneş, Yer ve Ay ilişkileri, hareket ve durağanlık gibi nitelikler üzerine geliştirdiği düşüncelerini Göksel Kürelerin Döngüsel Devinimi başlıklı kitabında topladı.

Felsefi arka planı üzerinde uzun süre çalışılarak hazırlandığı anlaşılan bu kitabını Kilise-nin baskısından korktuğu için 1543 yılına, yani öleceği ana kadar yayımlamamıştır.

Rönesans’ın yeniliğe açık yüzü sadece Kopernik’i etkilememiştir. Dönemin birçok astronomu da başta Ptolemaios’un Yer merkezli modeli olmak üzere, evren modellerini anlamak gayreti içine girmişlerdir. Bu gayret ilginç bir şekilde Yer merkezli modelin sanıl-dığı gibi her şeyi koşulsuz olarak Yer’e bağlamasanıl-dığı, sistemin merkezinde bulunmasa da Güneş’in özel bir önem taşıdığı, gezegenlerin uzaklıkları ve dolanım periyotları hesapla-nırken Güneş’in de sistem içerisinde dikkate alındığının görülmesini sağladı. Bu durum astronomların kafasında Güneş’in merkeze alınmasının daha akla yatkın olacağına ilişkin bir fikrin doğmasına yol açtı.

Kopernik Göksel Kürelerin Döngüsel Devinimi kitabında yer alan düşüncelerin büyük kısmı eskiydi; çünkü çok öncelerde Antik Çağın seçkin bilginlerinden, Aristarkhos (MÖ yaklaşık 310-230) neredeyse bütünüyle benzer bir modeli önermişti. Bu modelde Sabit yıl-dızlar ve Güneş hareketsiz, Yer ise hareketli olarak kabul edilmişti. Ancak Aristarkhos’un başarılı gibi görünen bu modelini destekleyecek bir fizik sistemi olmadığından, dikkate alınmadı. Çünkü o sıralarda egemen fizik Aristoteles’in fiziğiydi ve bu fizik de Yer’in ağır unsurlardan oluştuğu ve hareketsiz olarak merkezde bulunması gerektiği düşüncesi üze-rine temellendirilmişti.

Bu durumda Kopernik’in Güneş merkez-li modemerkez-li yeniden ileri sürmesi bimerkez-limsel bir gelişmenin ürünü olmaktan daha çok, felsefi bir bakış açısının sağladığı olanaktan kaynak-lanmaktadır. Başka bir deyişle mevcut soruna başka bir biçimde bakabilme becerisinin so-nucudur. Nitekim Göksel Kürelerin Döngüsel Devinimi kitabında öngörülenler dikkatlice incelendiğinde bu durumu açıkça görmek olanaklıdır. İlk felsefi tezi evren küre şeklinde-dir. Evrenin şeklinin küre olduğunu herhangi bir gözlemle elde etmemiş olması dolayısıyla, Kopernik’in bu tezini bütünüyle bu dönemde gelişen geometri bilgisine dayanarak oluştur-duğu açıktır: Çünkü küre hem mükemmeldir, hem de en fazla şeyi kapsar. Benzer bir akıl yü-rütmeyi Yer içinde sürdüren Kopernik, Yer’in de küresel olması gerektiğine karar vermiştir.

Devamında şu tezleri ileri sürmüş ve usçu bir yaklaşımla savunmuştur: Gökkürelerinin ha-reketi dairesel, düzenli ve sonsuzdur. Sistemin merkezinde Güneş bulunur ve sırasıyla Mer-kür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter ve Satürn geze-genleri, Güneş’in çevresinde dairesel yörün-geler üzerinde sabit hızlarla dolanırlar; Ay, bir gezegen değil, Yer’in çevresinde devinen bir uydudur. Satürn gezegeninden sonra, bütün Resim 6.1

Güneş merkezli evren modeli

Yer

Venüs Merkür

Güneş Mars

Jüpiter Satürn

Sabit Yıldızların Hareketsiz Küresi

gezegenleri kuşatan ve hareketsiz olan sabit yıldızlar küresi gelir. Gece ve gündüz, Yer’in kendi ekseni etrafındaki dönüşünden, mevsimler ise Yer’in Güneş çevresindeki dolanımın-dan meydolanımın-dana gelir. Diğer ayrıntı noktalarında da Kopernik sistemi Yer merkezli sistemin temel ilkeleri olan hareketlerin dairesel ve evrenin de sonlu olduğu önermelerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durumda tek farklılığının Güneşin merkeze alınması olduğu anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, farklılıklar sıradanmış gibi görünseler de etkileri çok büyük olmuş-tur. Çünkü Kopernik’in sıradan görünen tezleri yeni bir düşünce dünyasına insanların şiddetle gereksinim duydukları ve bu yeni dünyayı inşa edebilmek için değerler dâhil, her şeyi yeniden anlamlandırmayı göze aldıkları bir anda, kendilerine arayıp da bulamayacak-ları bir fırsat olarak sunulmuştur. Dünya’nın döndüğünün kabul edilmesi demek, aslında fiziksel anlamda uyumlu bir bütün oluşturduğu kabul edilen her şeyin bozulması demek-tir. Bu nedenle Kopernik’in Güneş’in merkezde olduğu evren tasarımının asıl önemli yönü, Yer’in yüzyıllarca belirlenmiş konumunu değiştirmekte gösterdiği ısrar olmuştur.

Göksel Kürelerin Döngüsel Devinimi’nin dikkat çeken bazı salt kurgusal sorgulamaları ve mevcut yargılara yönelik karşı çıkışları içermesi de bilim tarihi bakımından önemlidir.

Kitapta sorulduğu görülen “Yer’in Döngüsel Hareketinden Söz Edilebilir mi? veya Yer’in Konumu Nedir? türündeki sorular, Kopernik’in gözlemden daha çok felsefi yaklaşımda bulunduğunu göstermektedir. Kaldı ki gözlem yapmasını sağlayacak bir donanımının olmadığı da ayrıca bilinmektedir. Mevcut gök modelini felsefi olarak sorgulayan Koper-nik, Yer’in evrenin merkezinde durağan şekilde bulunduğu savının bir tür dogma haline getirildiğini, bu yüzden sorgulamamayı yeğleyen bilginlerin çok olduğunu, ancak yine de konu dikkatle incelendiğinde, durumun sanıldığı gibi olmadığını belirtmektedir. Bu noktada bir gök nesnesinin hareketli olup olmadığına karar vermek için ne yapılması ge-rektiğini tartışan Kopernik, hareketin iki şekilde fark edilebileceğini savunmaktadır. Ya gözlenen ya da gözlemleyen hareketlidir. Bu umut verici akıl yürütmenin devamında eğer gözlemlenen ile gözleyen eş hızda ve aynı yönde hareket ederlerse hareketin algılanması-nın söz konusu olamayacağını belirtmekte ve bütün evrenin Yer’in etrafında döndüğünü sanmamızın nedeninin de bizim Yer’den gözlemlemekte olmamızdan kaynaklandığını doğru bir biçimde ileri sürmektedir. Böylece Kopernik, Yer’in durağan evrenin hareketli olduğu kabul edildiğinde gözlemlenen gök olaylarının, tersi durumda da yani Yer’e hare-ket verildiğinde de aynen gerçekleşeceğini belirtmektedir. Bütünüyle doğru olan bu belir-lemesi, Yer’e hareket vermek için önemli bir düşünsel kanıttır.

Kopernik, Yer’in hareket edebileceğine ilişkin ikinci kanıtını Yer ve evreni, büyüklük-leri açısından kıyaslayarak oluşturur. Ona göre evren Yer’e göre ölçülemez büyüklüktedir ve sınırsızmış izlenimi yaratmaktadır. Duyu algısı bakımında Yer evrene göre bir nesne-deki tek nokta, başka bir deyişle sonsuz büyüklükteki bir nesnenin küçücük bir parçası gibidir. Bu yüzden Yer’in evrenin ortasında olduğunu düşünmek bir zorunluluk değil, bir seçimdir. Hatta bu kadar büyük evren, kendisinin son derece küçük bir parçasının, yani Yer’in çevresinde 24 saat içinde dönüyorsa buna daha çok şaşırmak gerekir. Kopernik’in bu mantıksal çıkarımı harika gözükmektedir.

Kopernik, kuramını oluştururken, üçüncü olarak “eskiler niçin Yerkürenin evrenin ortasında bir merkez gibi durduğunu düşündüler?” diye sorar. Uzun süreden beri verilen cevap “ağır nesneler merkezde ve durağan olarak bulunurlar” kuralına dayanıyordu. Çün-kü Yer gibi büyük bir Çün-kütlenin hareket etmesi halinde parçalanacağı, üzerindeki her şeyin çevreye saçılacağı düşünülüyordu. Oysa evren Yer ile kıyaslanamayacak kadar büyük ol-duğu halde hareket etmekte ve parçalanmamaktadır. Bu bir çelişki değil midir? Hareketi evrene değil de, kapsadığı bir öğe olan Yere vermek daha mantıklı ve gerçekçi olmaz mı?

Kısacası, Kopernik’e göre, gezegenlerin hareketlerinde gözlemlenen farklılıklar ancak Yer’in hareketli olmasıyla anlaşılabilir. Yer’in hareket ettiği kabul edildiğinde, görünen pek

çok düzensizlik ortadan kalkmakta ve anlamlı hale gelmektedir. Ancak asıl büyük zorluk Yer’e hareket verildiğinde, bu hareketin nasıl fiziksel olarak temellendirileceğidir. Bu so-runun çözümü Kopernik’te yoktur. Bu konudaki tartışmalar, Galileo’nun modern fiziğin temellerini atmasıyla son bulmuş, böylece düşünce tarihinde, yeni atılımlara sahne ola-cak, yepyeni bir ufuk açılmıştır.

Kopernik’in görüşleri hakkında ayrıntı için Nicolaus Copernicus’un Gökcisimlerinin Dönüşleri Üzerine, (Çeviren: Saffet Babür, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2002) başlıklı kitabını inceleyebilirsiniz.

Yukarıdaki açıklamalar, Kopernik’in geliştirdiği Güneş merkezli evren modelinin Yer merkezli evren modelinden tek farklılığının Yer ile Güneş’in konumlarını değiştirmek ol-duğunu ortaya koymuştur. Geriye kalan gezegenlerin bazen merkeze yakınlaşmaları ve bazen de uzaklaşmaları gibi, bütün düzensizlikler ve sorunlar, olduğu gibi yine açıklana-mıyordu. Bu durumda Güneş merkezli evren modelini astronomi bilgisi açısından savun-mak çok gerekli görülmüyordu. Ancak yukarıda değinildiği üzere, Kopernik, her şeyin yeni bir gözle ve yeni bir bakış açısıyla anlaşılmaya çalışılan bir dönemin, Rönesans’ın bir düşünürüydü ve söyledikleri dönemin ruhuna uygun gelmişti. Dolayısıyla evrenin fiziksel yapısı açısından yeni olmasa da, insanların kendilerini yeni bir evren ve dünyada görmeye başlamaları açısından heyecan vericiydi. Bu yüzden daha önce Aristarkhos’un başına ge-len başlangıçta reddedilme Kopernik modeli için bekge-lendiği kadar hızlı olmamıştır. Hatta aksine modelin dikkatlice incelenmesi gerektiğini düşünenler de çıkmıştır. Dikkatli ince-lemenin yolu ayrıntılı gözlem yapmaktır. Bunun için de gelişmiş gözlem araçlarına sahip bir gözlemevi kurmak tutulacak en uygun yoldur. Bu işe tam da bu şekliyle karar veren Danimarka Kralı II. Frederick olmuştur.

Kopernik’in geliştirdiği evren modelinin özgün anlatımı için Nicolaus Copernicus, Gökcisimlerinin Dönüşleri Üzerine, (Çeviren: Saffet Babür, Yapı Kredi Yayınları, İstan-bul 2002) adlı çalışmasını inceleyebilirsiniz. Kopernik ve Güneş merkezli evren mo-deli hakkında bir değerlendirme için Aydın Sayılı’nın Kopernik ve Anıtsal Yapıtı, Ni-kola Kopernik 1473-1973, (Başmur Matbaası, Ankara 1973) kitabını okuyabilirsiniz.

Kopernik’in başarısının felsefe tarihi bakımından taşıdığı değerin önemi hakkında yani düşünce veya zihniyet değişimine nasıl yol açtığı konularında ayrıntı bilgisi için ise Thomas S. Kuhn, Kopernik Devrimi, Batı Düşüncesinin Gelişiminde Gezegen Astrono-misi, (Çeviren: H. Turan, D. Bayrak, S. K. Çelik, İmge Kitabevi, İstanbul 2007) adlı çalışmaya başvurabilirsiniz.

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 141-145)