• Sonuç bulunamadı

Mühendishane-i Cedid (Kara Mühendishanesi)

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 187-190)

1795-1796 yılında Humbaracı ve Lağımcı kışlasına bitişik olarak inşa edilen iki kapılı, içinde matbaa, kütüphane ve hocalara mahsus odaları bulunan bir binada eğitim ve öğre-tim faaliyetlerine devam eden Mühendishane, 1801 yılında Başhocalığına getirilen Hüse-yin Rıfkı Tamanî (Ö. 1817) ile sistemli olarak Avrupa tarzı fen eğitimine geçmiş ve 1806

yılında Sultan III. Selim tarafından Humbaracı ve Lağımcı Ocağı’ndan ayrılarak müstakil bir müessese haline getirilmiştir. Mühendishane bir baş hoca, dört hoca ve dört halîfeden oluşan eğitim kadrosu ile her sınıfında onar şakirdan olmak üzere dört sınıf halinde yeni-den düzenlenmiştir. Ayrıca modern manada mühendislik eğitimi sunan bir ders programı hazırlanmıştır. Yalnız sınıf geçmesi ve mezuniyet hususlarında Osmanlı klasik bürokratik yapısı muhafaza edilerek silsile yürütülmesi esası kabul edilmiştir. Başlangıç sınıfı dör-düncü sınıf, mezuniyet sınıfı birinci sınıf olarak kabul edilen Mühendishane’de talebeler bir nevi askerî personel kabul edildiğinden maaş ve tayinatları bulunmaktadır. Bu sebep-ten sınıf geçme ve terfiler bir üst kademelere terfi, terk, vefat veya başka bir vazifeye tayin durumlarında, o rütbeden daha aşağıda bulunan hoca veya şakirdanın imtihanla bir üst rütbe veya sınıfa terfi etme şeklinde zincirleme olarak en alt kademedeki talebeye kadar silsile yürütülmesi şeklinde yapılmıştır. Bu durum Mühendishane’de eğitimin tam olarak kaç yıl süreceğinin tespitini zorlaştırmaktadır.

1806 tarihli Mühendishane kanununa göre aritmetik, cebir, geometri, coğrafya, konik-ler, kalkülüs (diferansiyel ve integral hesap), mekanik, astronomi, istihkam, lağım tekno-lojisi, Arapça ve Fransızca dersleri okutulmuştur.

Mühendishaneler, Osmanlı eğitim ve bilim hayatında yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilecek olursa, Osmanlı’nın klasik eğitim sisteminden ve müesseselerinden farklı ve yeni bir sistemin ortaya çıkmış olduğu görülür. Zira mühendishaneler, Osmanlı-Batı sentezi bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre mühendislerin meslekle-rini icra edebilmeleri için diploma sahibi olmaları şart koşulmuştur. Kısacası Osmanlı bir-çok konuda olduğu gibi mühendishanelerin kuruluşunda da mevcut imkânlar dairesinde ve o anki ihtiyaca göre teşkilatlanmaya giderek ihtiyaç duyduğu müesseseyi kurmuştur.

Devletin bu yeni müesseseyi kurmaktan maksadı her şeyden önce ordunun yeni bir nizama sokulması, yeni tekniklerle donanmış ve Avrupa orduları karşısında mağlup olma-mak için fen tahsili görmüş zabit yetiştirmek gibi, acil ihtiyaca cevap verecek insan gücüne sahip olmaktır. Yani temel hedef, o devrin tabiri ile “mütefennin zâbit” yetiştirmektir.

Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun’un ilk başhocalığına daha önce de mühendishane-de hoca olan Hüseyin Rıfkı Tamanî getirilmiştir. Tamanî momühendishane-dern bilimlerinin Osmanlı’ya girişinde, yaptığı tercüme ve aktarmalarla öncülüğü başlatarak birçok eser vermiş ve bu eserler uzun yıllar mühendishaneler ve diğer askerî okullarda temel ders kitabı olarak okutulmuştur. 1793’te Mühendishane’nin kuruluşundan itibaren bu müesseseye tayin edilmiş olan Tamanî, 1817 yılında vefatına kadar 24 sene aynı müessesede değişik kademe ve vazifelerde bulunmuştur. Osmanlı’ya modern bilimin girişinde ve gelişmesinde mühim yer tutan kendisi gibi birçok bilim adamı yetiştirmiştir.

Hüseyin Rıfkı Tamanî ilkini 1793 yılında tercüme ettiği Logaritma Risâlesi olmak üzere, birçok tercüme ve telif eser hazırlamış ve bastırmıştır. Basılan eserleri sırasıyla, Usûl-i Hendese (İstanbul 1797), Telhîsü’l-Eşkal (İstanbul, 1801; Mısır, 1824), Mecmuatü’l-Mühendisin (İstanbul, 1802; Mısır, 1824) ve İmtihânü’l-Mecmuatü’l-Mühendisin (İstanbul, 1805). Bun-lardan başka Usûl-i İnşâ-yı Tarik, İrtifâ Risâlesi, Humbara Cetveli, Müsellesât-ı Müsteviye gibi eserlerini zikredebiliriz. Bir de talebesi Başhoca İshak Efendi (ö. 1836) tarafından tertip edilerek bastırılan Medhal fi’l-Coğrafya adlı eseri bulunmaktadır.

Klasik Osmanlı biliminin izlerini taşımakla birlikte, Osmanlı-Batı sentezine doğru ilk hamleyi başlatan Tamanî, Batı’dan tercüme ettiği eserlerinde klasik Osmanlı bilimi ko-nularından ayrılmamıştır. Mesela, Öklid geometrisine dayalı olan ve Osmanlı klasik bili-minin en önemli matematik eserlerinden biri sayılan Kadızâde’nin Eşkâli’t-Te’sis’i yerine aynı konudaki İngiliz matematikçisi Bonnycastle’ın (D.1751-Ö.1821) Euclide’s Elements adlı eserini tercüme etmiştir ve dolayısıyla eğitimde uzun seneler okutulan Kadızâde’nin eseri yerine Usûl-i Hendese adıyla Tamanî’nin tercümesi okutulmuştur. Aynı durum İshak

Efendi tarafından bastırılan Medhal fi’l-Coğrafya adlı eserinde de göze çarpar. Tamanî’nin, bu eserini yer merkezli kâinat modeline göre tertip ettiği görülür. Kısacası Tamanî, Os-manlı klasik biliminde de okutulan ve OsOs-manlı’ya yabancı olmayan bilimlere ait Avrupa versiyonlarının tercümelerini gerçekleştirmiştir. Kendisinden sonra Mühendishane’ye başhoca olan Seyyid Ali Bey ise tamamen klasik İslâm bilimine ait eserleri Türkçe’ye ter-cüme etmiş ve Mühendishane eğitiminde klasik bilimin ağırlığı hissedilmiştir. Osmanlı bilim geleneğinde mühendishanelerde Avrupa’da ortaya çıkan yeni fen ve bilimlerin ağır-lıklı olarak okutulması ve bir daha klasik bilime dönülmemesi İshak Efendi’nin başhoca-lığı zamanında olmuştur.

1830 yılında başhocalığa getirilen İshak Efendi, Mühendishane eğitiminde yeni bir dönem başlatmış ve hem eğitim sistemi hem de bilim açısından modernleşme hareketini hızlandırmıştır.

Mühendishane’deki eğitim sistemine getirmiş olduğu yenilikler yanında İshak Efen-di, asıl şöhretini modern bilimler konusunda başlattığı tercüme hareketi ile kazanmıştır.

1826-1834 yılları arasında fen bilimlerine ait temel ders kitaplarından oluşan toplam on üç ciltlik on eser hazırlamıştır. Tercüme ve aktarma yoluyla Avrupa kaynaklarından kısa sürede hazırladığı bu kitaplar Mühendishane’de tamamen Avrupa’dan aktarılan modern bilimlerin eğitimine başlanması ve eğitim seviyesinin yükseltilmesinde öncülük etmiştir.

İshak Efendi’nin eserlerinde kullandığı terminoloji de ayrıca Türkçe’nin bilim dili olarak gelişmesinde mühim bir yer işgal etmiştir. Eserlerinde yabancı kaynaklara dayandığı hal-de, İshak Efendi’nin mümkün olduğu kadar Osmanlıca terimleri kullanmaya dikkat ettiği görülür. Aynı zamanda, Arapça ifadeleri zahmetli olan terimlerin yerine, yabancı dildeki karşılıklarını almayı tercih etmiştir. Bu çalışmaları ile Osmanlı ilmî terimlerin tespitine önemli katkıları olmuştur.

Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığı (1824-29) zamanında hazırladığı, Rekz ü Nasb-ı Hıyam, ile Tuhfetü’l- Ümerâ fî Hıfz-ı Kılâ’ adlı iki kitabı dışındaki eserlerinin tamamını başhocalık döneminde hazırlamış ve bastırmıştır. Bu dönemde ilk olarak 1831’de hocası Hüseyin Rıfkı Tamanî’nin eseri olan Medhal fi’l- Coğrafya’yı yayına hazırlayarak bastır-mıştır. Akabinde uzun yıllar mühendishanelerde ders kitabı olarak okutulmuş olan top dökümüne ait Usûlü’s-Siyâga (1831-1833 arası) adlı eserini bastırmıştır. İshak Efendi, bu eseri Fransızca kitaplardan istifade ile çevirdiğini söylemektedir.

İshak Efendi’ye haklı şöhretini kazandıran dört ciltlik büyük eseri, dönemin Avru-pa fen kitaplarından derlenen ve 1831-1834 yılları arasında İstanbul’da basılan Mecmua-i Ulûm-ı Riyaziye’dir. Bu eser, basıldığı döneme kadar yayınlanmış Osmanlı bilim litaratürü göz önüne alındığında matematik, fizik, kimya, astronomi, biyoloji, botanik, zooloji ve mineroloji gibi birçok tabii ve riyazi bilim metinlerini bir arada sunan ilk kitaptır. Eserin kaynaklarını Avrupa askerî teknik okullarında okutulan ders kitapları oluşturmaktadır.

Bu da bize, Osmanlı askerî müesseselerindeki fen eğitiminin, çağdaşı Avrupa fen eğitimi-ne yakın seviyede olduğunu göstermektedir.

İshak Efendi’nin bunlardan başka Usûl-ı İstihkâmat (1834), Aksü’l-Merâyâ fî Ahzi’z-Zevâyâ (1835) adlı birer ciltlik iki eseri ve yazma halinde olan Kavâid-i Ressâmiyye adlı eseri bulunmaktadır. Modern Batı biliminin Osmanlı Devleti’nde tanıtılmasını ve girme-sini sağlayan en önemli simalardan biri olan İshak Efendi’nin, bilhassa yeni ilmî mefhum-ların yerleşmesindeki etkisi ile yeni Osmanlıca ilmî terminolojinin türetilmesindeki geniş kapsamlı çalışması, onun Osmanlı bilim ve kültür tarihindeki yerini belirlemektedir.

1826’da Yeniçeri Ocağı kaldırılıp yerine kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye’nin zabit ihtiyacını karşılamak üzere mühendishane talebe mevcudu 100 kişiye kadar çıkarıl-mıştır. 1870’te Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkâm sınıflarında eğitim fa-aliyetlerine devam eden Mühendishane, Sultan II. Abdülhamid tarafından yeniden tamir

ettirilen Halıcıoğlu’ndaki eski mühendishane binasında eğitim ve öğretim faaliyetlerine başlamıştır. 1881 senesinde kurmay sınıfları yanında bir de “mümtaz sınıf” adı altında yeni bir sınıf teşkil edilmiştir. Dört yıl olan öğretim süresi beş yıla çıkarılmış ve her yıl Harbiye Mektebi son sınıf talebelerinden daha yüksek tahsil yapmak isteyen ve yabancı dile yatkın olanlar bu beşinci sınıfa alınmışlardır. 1900 senesinde öğretim süresi üç seneye indirilen Mühendishane, Topçu Mektebi olarak tamamen Harbiye Mektebi’ne bağlı mes-lek okulları haline gelmiştir.

Osmanlı devlet adamlarının bilime bakış açılarını, III. Selim’in 1221/1806 yılında çı-karttığı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun kanunnâmesinde geçen “bundan akdem inşa olunan Mühendishane-i Hümâyunlarda, fünûn-ı berriye ve bahriyeden hendese, hesap ve coğrafya fenlerinin yayılması ve devlete lâzım olan harp sanayiinin talim ve teallümü ve kuvveden fiile ihracı husûslarına....” ibaresi bize bu tür eğitimden beklenilen hedefin esas itibariyle askerî amaca yönelik olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim bu müesseseden zabit olarak mezun olan talebeler doğrudan orduda istihdam edilmişlerdir.

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 187-190)