• Sonuç bulunamadı

Edib Ahmed Yüknekî

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 130-140)

Bir Türk beyi olan Mehmed Bey için yazdığı nasihatname veya siyasetname niteliği ta-şıyan Atebet el-Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği) kitabıyla Türk düşünce tarihinde yer edinen Edib Ahmed Yüknekî, edep, ahlak ve erdemli olmanın birey ve toplum yaşamındaki öne-mi üzerinde durmaktadır.

Kadim bilgelik geleneğinin temel ilkesi olan “bilgi erdemdir” yargısı bağlamında derin-likli düşünceler geliştiren Yüknekî, bilginin yararlı, bilgisizliğin ise kaçınılması gereken bir nitelik olduğunu vurgulayarak, “benim sözlerimin temelinde bilgi vardır; mutluluğa götü-ren yol bilgiyle bulunur” demektedir. Ahmed Yüknekî’ye göre, bizi mutluluğa ulaştıran şey bilgidir; öyleyse yalnızca bilgili insanlarla dost olmalı, bilgisiz insanlardan uzak durmalıdır.

İnsan, bilgisi sayesinde öldükten sonra da yaşamaya devam eder; oysa bilgisiz insan, yaşar-ken ölmüş gibidir. Bilgili insanla bilgisiz insan asla bir olmaz. Tek yararlı şey bilgidir. Öyleyse bilginin peşine düşmek, elde etmek için çaba göstermek en büyük erdemdir.

Ahmed Yüknekî’nin bilgiye verdiği değer, bilginin bireysel, toplumsal ve yönetsel ba-kımlardan ne denli önemli olduğunu yöneticilere ve halka göstermek içindir. Çünkü ona göre kirli şeyi yıkamak yeterli olurken, cahillik yıkanmakla temizlenemeyecek kadar kötü bir kirdir. Bilgiden ancak bilgili insan anlar; tadını ancak o alabilir. Tanrı bile, ancak bilgi ile bilinebildiğinden, bilgisizlikten hayır gelmez; öyleyse bıkmadan ve usanmadan bilginin peşinden koşmak gerekir.

Ahmed Yüknekî, toplumsal yaşamda baş gösteren düzensizliklere de bu bakış açısıyla değinmiş, bireyin ve toplumun gerçek anlamda çürümesinin ve yok olmasının nedenini, bilgelerin yaşamlarında bilgeliğin gerektirdiği gibi erdemli davranmamalarından kaynak-landığını belirtmektedir. Bunun sonucu olarak ikiyüzlü kimselerin, düzenbazların öne çıktığını, bilgili kimselerin ise saygınlık görmediği bir döneme girildiğini ileri sürmekte-dir. Bilgiye dayalı adil bir düzenin yeniden sağlanabilmesi için bilginin ve bilgiye dayalı davranmanın yeniden yüksek bir değer haline getirilmesi şarttır. Böylece Yüknekî, erdem ve bilgi arasında doğru bir ilişki kurmuştur.

Gazneliler

Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan’da (963-1183) yılları arasında hüküm süren Gaz-neliler, Sâmânîlerin Horasan Orduları Kumandanı Alp Tegin ve onun en çok güvendiği kişilerden biri olan Sebük Tegin tarafından kuruldu ve Sebük Tegin’in oğlu Mahmud’un hükümdarlığı döneminde en parlak dönemini yaşadı. Gazneli Mahmud, başta Hindistan olmak üzere çok sayıda fetih gerçekleştirdi ve bu fetihler sonucunda Türk, Arap, Acem ve Yunan uygarlıkları Hint uygarlığı ile karşılaşmış oldu. Böylelikle kadim uygarlıklar arasında bağ kurulmasını sağlayan Gazneli Mahmud, Firdevsî, Bîrûnî, Ebû Nasr ibn Irâk ve Ebû el-Hayr İbn el-Hammâr gibi bilim, felsefe ve sanat gibi yüksek entelektüel yetkinlik alanlarına mensup bilim ve düşün insanlarını da başkent Gazne’de toplamaya özen gösterdi. Devletin resmi dili Arapça olmasına karşın, Mahmud devrinde Farsça da yeniden bir kültür dili ola-rak canlandırılırken, Türk dili ve kültürü de ihmal edilmemiş ve bu konuda çalışan ünlü Türk dilcisi Fahreddîn Mübarekşah ve tarihçi Utbî gibi bilginler desteklenmiştir.

Selçuklular

Türk düşünce tarihinin önemli bir gelişme evresini de Selçuklular dönemi oluşturmak-tadır. Bir uç beyi olan Selçuk Bey’in torunları Çağrı ve Tuğrul Beyler 1038’de Büyük Sel-çuklu Devleti’ni kurmuşlardır. Devamında Alp Arslan (D.1063-Ö.1072) ve oğlu I. Melik-şah (D.1072-Ö.1092) fetihleri sürdürmüş, Alp Arslan’ın, Bizans imparatoru IV. Diogenes komutasındaki Bizans ordusunu 1071 yılında Malazgirt’te bozguna uğratmasıyla birlikte Anadolu toprakları da Türklere açılmıştır. I. Süleyman Şah ise Anadolu’daki fetihleri-ni yayarak 1075’te Anadolu Selçuklu Devleti’fetihleri-ni kurmuş, böylece Müslüman Türkler, ilk defa Hıristiyan orduları ve Hıristiyan medeniyeti ile yüz yüze gelmişlerdir. Bundan sonra Türkler İslâm medeniyetinin tek güçlü koruyucuları haline gelmişlerdir.

Egemen oldukları toprakları imar eden, eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma konu-larında ciddi çalışmalar yapan, Selçuklular, İslâm bilim ve kültürünün Anadolu’da yayıl-masını sağlayarak, bu topraklar üzerinde matematik, astronomi, coğrafya ve tıp konu-larında çalışmaların yapılmasını desteklediler. Dönemin yükseköğretim kurumları olan medreselerin gelişmesine öncülük eden Selçuklular, açtıkları medreselerde dinî bilimlerin yanı sıra edebiyat, matematik, astronomi ve felsefe okutmuş, Ebû İshak eş-Şîrâzî, Cüveynî, Gazzâlî ve Fahreddin-i Râzî gibi din bilginleri yanında diğer bilim alanlarında da yet-kin bilginlerin yetişmesini sağlamışlardır. Bu bağlamda konu değerlendirildiğinde, Farsça hem dil hem de edebi yönüyle Selçuklular devrinde altın çağını yaşamıştır.

Sağlık konusuna da önem veren Selçuklular zamanında çok sayıda hastane açılmış, halkın ve askerlerin sağlığının korunması sağlanmıştır. Sefer esnasında askerlerin tedavi-leri için 100 deve ile taşınan seyyar hastanetedavi-lerin kurulduğu belirtilmektedir. Bu dönemde tıbbın yanında eczacılık ve kimya alanlarında da gelişme kaydedilmiştir.

Selçuklular yükseköğretim kurumları olan medreseleri ilk defa kurmaları bakımından ayrıcalık taşımaktadırlar ve bu işi gerçekleştiren büyük devlet adamı Nizamü’l-Mülk’tür.

Onun adının verilmesinden dolayı Nizâmiye medreseleri olarak tanınan bu kurumların ilki 1063 yılında Nîşâbûr’da kurulmuştur. Giderek diğer önemli bilim ve kültür merkez-lerinde yapımı sürdürülen medreselerle Türk dünyası bilim ve felsefenin ışığında aydın-latılmıştır. Dört yıllık öğrenim süresiyle, ayakta kalmalarını sağlayacak vakıfların mali desteğiyle özerkliği sağlanmış bu yükseköğretim kurumları, derslikleri, kütüphanesi ve öğrencilerin barınma, yeme-içme vb. gereksinimlerinin karşılandığı gelişmiş kurumsal yapılarak olarak tarihe geçmiştir. Geniş bir coğrafyaya yayılması dolayısıyla, Batı’da kuru-lan yükseköğretim kurumlarıyla eş zamanlı olmasına karşın, doğa bilimleri ve dini bilim-ler dengeli öğretilememiş, devletin gereksinim duyduğu memur ve yöneticibilim-leri yetiştir-meye öncelik verilecek şekilde dinî ilimlere ağırlık verilmiş, aklî ilimler ise dinî ilimlerin ihtiyacı oranında öğretilmiştir.

Selçuklular döneminde astronomi ve matematik konularında da ciddi gelişmeler elde edilmiştir. Bu amaçla gözlemevleri kurulmuştur. Bunlardan biri Celâlî Takvimi’ni hazırla-mak amacıyla 1075 yılında İsfahan’da kurulan İsfahan Gözlemevidir. Yazdığı dörtlük bi-çimindeki (rubai) felsefî şiirlerle tanınan matematikçi Ömer Hayyam’ın (D.1045-Ö.1123) yönetimine verilen gözlemevinin kuruluş amacı mevcut takvimleri düzeltmek ve Melikşâh adına yeni bir takvim hazırlamaktır. Ömer Hayyam düzenleme ve düzeltme yerine mev-simlere tam olarak uyum gösterecek yeni bir takvim hazırlamayı yeğlemiş ve bu amaçla gözlemler yapmıştır. 1079 yılında hem Melikşah Zici adlı kataloğunu hem de Celaleddîn Melikşah adına Celaleddîn takvimini hazırlamıştır. Bu takvim 5000 yılda bir günlük hata verdiğinden, günümüzde kullanılan Gregorien takviminden daha gelişmiştir.

Matematik alanında da çalışan Hayyâm’ın, bu konudaki araştırmaları özellikle sayılar kuramı ve cebir alanında yoğunlaşmıştır. Eukleides’in Elementler’i üzerine yapmış olduğu bir yorumda, işlemler sırasında irrasyonel sayıların da rasyonel sayılar gibi

kullanılabile-ceğini ilk defa kanıtlamıştır. En değerli cebir yapıtlarından birisi olan Risâle fî el-Berâhîn alâ Mesâil el-Cebr ve el-Mukâbele’de (Cebir Sorunlarına İlişkin Kanıtlar) denklemlerin birden fazla kökü olabileceğini göstermiş ve bunları, kök sayılarına göre sınıflandırmıştır.

Bunun dışında, Ömer Hayyâm üçüncü dereceden denklemleri de, terim sayılarına göre (üç terimliler ve dört terimliler olarak) tasnif etmiş ve her grubun çözüm yöntemlerini belirlemiştir. Ömer Hayyâm üçüncü derece denklemlerinin aritmetiksel olarak çözüle-meyeceğine inandığı için, bu denklemleri koni kesitleri yardımıyla geometrik olarak çöz-müştür. Negatif kökleri, daha önceki cebirciler gibi, o da çözüm olarak kabul etmemiştir.

Diğer gözlemevi ise 1259’da Merâga’da, dönemin önemli bilginlerinden Nasîrüddin-i Tûsî’ye (öl. 1274) kurdurulan Merâga Gözlemevidir. Gözlem aletlerinin zenginliği, çalışan bilim insanlarının sayısı ve seçkinliği bakımından, daha önce kurulmuş olan gözlemevle-rinden çok ilerde olan Merâga Gözlemevi’nde bulunan gözlem araçları arasında eliptiğin ve diğer göksel dairelerin göreli konumlarını gösteren çemberli bir alet bulunmaktaydı.

Ayrıca gezegenlerin yüksekliklerini ölçmekte kullanılan duvar kadranı ve gündönümü noktalarının belirlenmesini sağlayan başka araçlar da mevcuttu. Nasîrüddin-i Tûsî gözle-mevinde yaptığı gözlemlerin sonuçlarını astronomi tarihinin birkaç temel eserinden biri olan İlhanlı Zîc’i adlı çalışmasında derlemiştir.

Gözlemevi kurma geleneğinin dikkat çeken örneklerinden biri de Türk düşünce ge-leneğinin başat kavramlaştırması olan bilge kral adlandırmasının tam ve yetkin temsilci-lerinden biri olan Uluğ Bey’in kurdurduğu Semerkand Gözlemevi’dir. 23 metre çapında, 30 metre yüksekliğinde dev bir silindir yapı olan gözlemevi kullanılan gözlem araçları açısından o zamana kadar görülmemiş bir bilim kurumu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Burada kullanılan önemli araçlardan biri Güneş’in meridyen geçişlerinin ölçüldüğü 50 metre yüksekliğindeki meridyen kadranıdır. 1908 yılında yapılan bir kazıda ortaya çıka-rılan kadranın 60 derecelik kısmının toprak üzerinde ve 30 derecelik kısmının ise toprak altında olduğu belirlenmiştir.

Semerkand Gözlemevinde, Gıyaseddin Cemşid, Kadızâde-i Rûmî ve Ali Kuşçu gibi dönemin önemli bilim insanları çalışmışlar, çalışmaların sonuçları Uluğ Bey Zici adlı ki-tapta toplanmıştır. Bu zic, 17. yüzyıla kadar yazılmış olan astronomi kataloglarının en mükemmelidir ve bu yüzyıla kadar konumsal astronominin temel kitabı olarak kullanıl-mıştır. Eserde gökyüzünün güney yarıküresinde bulunan 48 takımyıldız ele alınmış ve bu takımyıldızlar içinde bulunan 1028 tanesinin yerleri tespit edilmiştir. 17. yüzyılda Green-wich Gözlemevi’nin kurucusu olan Flamsteed (1646-1719), sabit yıldızlar kataloğu hazır-larken Uluğ Bey’in bu kataloğundan da yararlanmış ve Flamsteed’in hazırladığı kataloğu Newton (D.1642-Ö.1727) da kullanmıştır.

Bu dönemde yetişen bilginlerin önemlilerinden biri Çağmînî’dir. Hayatı hakkında çok az bilgi olan Çağmînî, Hârizm bölgesinde bulunan Çağmîn’de doğmuş ve astronomi ala-nında başarılı çalışmalar yapmıştır. Başarılarından dolayı kendisine “Astronomların Baba-sı” lâkabı verilmiştir. En önemli yapıtı, el-Mulahhas fi el-Hey’e (Astronomi Seçkisi) adını taşır. Kadızâde-i Rûmî’nin üzerine yorum yazdığı eser, dönemin astronomi birikimini ana çizgileriyle tanıttığı için çok beğenilmiş ve medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.

Selçuklular döneminde teknik alanında da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bütün zamanların en iyi mühendisi olarak kabul edilen Cezerî (13. yüzyıl) etkileri günümüze kadar gelen ve olağanüstü mekanik araçların teknik bilgilerinin ve çizimlerinin yer aldığı El-Câmi‘ Beyn el-İlm ve el-‘Amel el-Nâfi fî Sınaât el-Hiyel (Makine Yapımında Yararlı Bil-giler ve Uygulamalar) adlı bir kitap kaleme almıştır. Sultan Sukmân İbn Artuk’un isteği üzerine kaleme alınan bu kitapla konu hakkındaki bilgi düzeyini İslâm dünyasında doruk noktasına ulaştıran Cezerî, hava ve suyun değişebilme niteliklerini dikkate alan ilkeler ışığında elli otomatın tasarımını, kısımlarını, nasıl yapılacağını ve işleyişini anlatmıştır.

Bu araçların altısını su saatleri, dör-dünü mumlu saatler, altısını sihirli su kapları, yedisini içki ikram eden sakiler, üçünü abdest alma otomat-ları, dördünü kan alma tekneleri, altısını fıskiyeler, beşini su çarkları ve pompaları ve diğer araçlar oluş-turmaktadır. Gerek kitapta yer alan araçların incelenmesinden, gerekse kuramsal düzeyde ve uygulamasına yönelik anlatımlarından İskende-riye Mekanik Okulu’nda başlatılan makine yapımı bilgilerinin Cezerî tarafından çok daha ileri düzeye ta-şındığını söylemek yerinde olur.

Denge ilkesini kullanarak yap-tığı çeşitli olağanüstü araçlar, her şeyden önce bu ilkenin işleyişi hak-kında farklı uygulamalar yapacak denli bir kavrayışının olduğunu göstermektedir. Bu araçların ku-sursuz çalışmasını sağlamak için su ve mum kulla nımına dayalı en ufak bir ağırlığa bile son derece duyarlı olarak geliştirdiği kefeler bu türden başarılı çalışma örneklerinden bir kaçıdır. Cezerî’nin yaptı ğı kefe, ortası geniş, kenarlarına doğru darlaşan, yarım kayık şeklindedir. Alt kenarında yer alan iki delikten bir mil geçmekte ve kefe bu mi lin üzerinde hareket etmektedir. Suyla doldu rulduğunda, dengede kalacak biçimde arka tarafından ağırlaştırı-lan kefe, eğer kaba alacağından bir damla daha fazla su eklenirse, ucu öne doğru eğilmekte ve boşal dıktan sonra denge konumuna dönmekte-dir. Bu ağırlığa olağanüstü duyarlı kefeleri hem hareket hem de kont-rol mekanizması olarak kullanan Cezerî’nin bu türden kefeleri ilk kez kendisinin yaptığını söylemesi ise hayli dikkat çekmektedir.

Cezerî’nin tasarımladığı araçlar içerisinde dikkat çekenlerin başın-da su saatleri gelmektedir. Tekno-loji tarihi açı sından büyük öneme sahip olan bu araçlar, mevcut bil-ginin son derece dakik bir uygu-lamasını gerektirdiğinden, aynı zamanda Cezerî’nin el becerisi (za-Şekil 5.8

naat) yönünü de ortaya koymaktadır. En çok tanınan ve değişik zamanlarda çalışabilen modellerinin yapıldığı su saatleri içinde öne çıkanı fil su saatidir. Bütün sistemi bir filin üzerine yerleştirmesi nedeniyle bu şekilde anılan bu saat bir teknoloji harikası olma özelliğini korumaktadır.

Fil su saati, sırtında kare biçiminde bir kürsü, kürsünün köşelerindeki sü tunlar üze-rinde bir hisar, hisarın üze üze-rinde küçük bir kubbe, kubbenin üs tünde de bir kuş bulunan fil şeklinde dir. Hisarın filin başı yönün deki tarafında bir balkon, balkonda oturan bir insan figürü, bu figürün sağında ve solunda iki şahin yer almaktadır. Balkonun sütun-ları arasında uzanan ve üzerine iki yılan sarılmış bir mil, kürsünün orta kısmın da bir yarım küre ve üzerinde elinde kalem tutan bir kâtibin oturduğu plat form vardır. Plat-form üzerinde 7,5 dereceye bölünmüş bir yay, filin boynuna otur muş, sağ elinde balta, sol elinde sopa tutan bir bakıcı ve filin boynunun iki yanında iki vazo bulunmaktadır.

Kâtibin kalemi yarım saatte 7,5 de receye gelince, kuş öter, deliklerden birinin yarısı be-yaza döner, balkonda oturan insan sağ tarafındaki şahinin gagasından elini kaldırır, sol elini sol tarafındaki şahinin gagası üstüne ko yar. Sağdaki şahinin gagasından, sağ daki yılanın ağzına bir top düşer, yılan topu filin sağ omuzundaki vazoya bırakır, filin seyisi balta ile filin başına hamlede bulunur, sopalı sol elini kaldı rır ve filin başına vurur. Top filin göğ sünden çıkar, karnında asılı bir çan üzerine düşerek ses çıkarır, böylece yarım saatin geçtiği bildirilir. Kâtibin kalemi derece işaretlerinin dışına gelir. Bundan sonra aynı işlemler, sol taraftaki şahin ve yılan için tekrarlanır. Bir delik tamamen beyazla örtülür, bu an da bir saat geçmiştir.

Otomat yapımı açısından ilginç olan ve Cezerî’ye kadar karşılaşılma yan bir diğer araç grubu ise, mumlu saatlerdir. Cezerî, herhangi bir kimsenin bu türden saatlerle ilgili çalış-mayla karşılaşmadığını ve böyle bir saat ör neği görmediğini söyler.

Cezerî suyun dışında hava ve boşluk ilkelerine dayalı olarak hareket eden araçlar da yapmıştır. Bu araçlar daha önce Grek ve İslâm dünyasında da yapılmıştı. Ancak Cezerî’nin yaptıkları bu araçların çok daha gelişmiş örnekleri olmaları bakımından farklıdırlar.

Selçuklular zamanında yapılan bilimsel kurumlardan biri de Kırşehir’deki Cacabey Medresesi’dir. Burasının sadece bir öğretim kurumu olarak değil, aynı zamanda bir gözle-mevi olarak da hizmet verdiği düşünülmektedir.

Selçuklular zamanında geleneksel kimya konusuyla da ilgilenilmiştir. İlgilenenler-den biri Cevberî’dir (13. yy). Kitab el-Muhtar fi Keşf el-Esrar adlı eserinde, simyanın tarihçesini de veren Cevberî, ilk maddenin yaratılışı, evrenin oluşumu ve doğa tari-hi konusunda açıklamalar yapar. Simyayı ilatari-hi bir sanat olarak nitelendiren Cevberi simyacıları da hilelerinden dolayı eleştirir. Antik ve Ortaçağ dönemlerinde yazılmış bütün simya kitaplarını incelediği anlaşılan Cevberî’nin, simya ve değerli taşlar ko-nusunda önemli bir birikime sahip olduğu görülmektedir. Astrolojiyle de ilgilenen ve bu konuda kitap da kaleme alan Cevberî’nin sahte bilimlere yönelmesinin amacı, bu bilimlere duyduğu ilgiden dolayı değil, el çabukluğuyla ve çeşitli aldatmaca yollarıy-la insanyollarıy-ları kandırarak, bilgisizliklerinden ve saflıkyollarıy-larından yarar sağyollarıy-layanyollarıy-lara karşı uyarmaktır.

Selçuklular sağlığa büyük önem vermişler ve halen ayakta olan birçok hastane kur-muşlardır. Bunlar arasında Anadolu’da, Diyarbakır, Mardin, Sivas, Konya, Tokat ve Kayse-ri’deki hastaneler sayılabilir. Bunlardan KayseKayse-ri’deki Gevher Nesibe Hatun Medresesinin aynı zamanda tıp medresesi olarak hizmet verdiğini biliyoruz.

Selçuklular zamanında yetişmiş önemli hekimlerden biri el-Cevzi’dir (1200’ler).

Cevzi Kitab el-Lukat el-Menafi fi el-Tıbb adlı eserinde hastalıklar ve onların tedavisi konusunda kısa bilgi verir; yiyecekler ve içecekler üzerinde durur. Bu eserin

tamam-layıcısı niteliğinde olan Kitab el-Muhtar el-Lukat fi el-Tıbb’da ise daha çok yiyecek ve içecekler ele alınmıştır. Genel olarak, halk sağlığı üzerinde durulmuş, beslenme-de bitkilere ağırlık verilmesi, hayvani yiyeceklerin daha az tüketilmesi önerilmiştir.

Cevzi’nin bir başka eseri ise Kitab el-Mevazi el-Müluk ve Selatin’dir. Eser iki kısım olarak ele alınmıştır. İlk kısım daha çok ülkelerin idari yapısının ne olması, sosyoeko-nomik yapılanmaları konusunda bilgi verip, ideal şeklinin ne olması gerektiği, kadın-ların toplumdaki yeri hakkında bilgi verirken, ikinci kısımda sağlıklı idare ile sağlıklı halk arasında ilginç bir koşutluk kurulmakta, halk sağlığı için yapılması gerekenler ele alınıp, anlatılmaktadır.

Selçuklular dönemindeki bilimsel ve kültürel çalışmalar konusunda şu makalelerden ay-rıntılı bilgi edinebilirsiniz: Esin Kâhya, Hüseyin Gazi Topdemir, “Türklerde Bilim”, Türk Düşünce Tarihi, Ed.: Hüseyin Gazi Topdemir, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 2014; Esin Kâhya, “Anadolu Selçuklularında Bilim”, Erdem, Cilt: 5, Sayı: 13, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1989; Esin Kahya, “Türkiye Selçuklularında Bilimsel Çalışmalar” Türkler, Cilt: VII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002. Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002; Cezerî hakkında ayrıntı edinmek için ise şu kaynağı inceleyebilirsiniz: Bedî ûz-Zamân Ebû’l-İzz İsmail b. er-Rezzâz el-Cezerî, El-Câmi Beyne’l-İlm ve’l-Amel en-Nâfi fî es-Sınaâti’l-Hiyel, Çeviri, İnce-leme ve Teknik Açıklamalar: Sevim Tekeli, Melek Dosay, Yavuz Unat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2002.

Özet

Tarih boyunca siyasi, kültürel, bilimsel pek çok başarıya imza atan Türkler, İslâmiyet’i benimsedikten sonra da başarılı çalış-malarını sürdürdüler ve bu başarılarının bir sonucu olarak da tarihte haklı bir ün kazandılar. Devlet ve siyaset alanında etkisi bugüne kadar uzanan birçok siyasetname kaleme alınmış ol-ması, bu konudaki birikimlerini gösterirken, siyasetnamelerin benzeri bir anlatımın yer aldığı hem yönetene hem de yöneti-lene öğüt verilen nasihatnamelerde yer alan bilgiler de Türkle-rin yüksek bir ahlaka ve bilgeliğe sahip olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Diğer taraftan uzun tarihleri boyunca dünden bugüne çeşitli dönemlerde derin etkiler bırakmış birçok bilim ve düşün insanının yetişmiş olması da siyaset ve devlet yöne-timi alanlarında olduğu kadar bilim ve felsefe gibi entelektüel alanlarda da başarılı olduklarını göstermektedir.

İslâm dünyasında bilimsel ve kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı dönemlerde de bilim ve felsefe gibi üst entelektüel etkinlikler adına önemli çalışmalar yapan çok sayıda Türk vardır. Bunun önemli bir nedeni yöneticilerin bilime ve bilim insanlarına karşı saygılı

İslâm dünyasında bilimsel ve kültürel etkinliklerin yoğunlaştığı dönemlerde de bilim ve felsefe gibi üst entelektüel etkinlikler adına önemli çalışmalar yapan çok sayıda Türk vardır. Bunun önemli bir nedeni yöneticilerin bilime ve bilim insanlarına karşı saygılı

Belgede BİLİM VE TEKNOLOJİ TARİHİ (sayfa 130-140)