• Sonuç bulunamadı

Sanayi Devrimi Sonrasında Avrupa Emek Hareketinin İlk İzleri

I. BÖLÜM

1.2. Avrupa Emek Hareketinin Tarihsel Evrimi

1.2.1. Sanayi Devrimi Sonrasında Avrupa Emek Hareketinin İlk İzleri

etkisiyle oluşmaya başlamış, bu sendikaların ulusötesi ilk faaliyetleri bölgesel düzeyden çok ulusalararası emek örgütleri içerisinde yoğunlaşmıştır. Avrupa sendikaları ancak II.

Dünya Savaşı sonrasında Avrupa bütünleşmesi fikrinin somutlaşmasıyla birlikte bölgesel örgütlenme çabası içerisine girmişlerdir. Dolayısıyla Avrupa sendikal hareketini, Sanayi Devrimi’nden II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde uluslararası emek hareketiyle birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır.

doğmasına neden olmuştur. İşçi kitlelerinin fabrikalarda çalışmaya başlamasıyla birlikte, şehirlerde yaşayan insan sayısı hızla artmıştır. Makineleşme sonucunda topraksızlaşan ve yoksullaşan insanlar kırsal alanlardan şehirlere göç etmiş, böylece şehirlerin işçileştiği görülmüştür. Bu durum tarımdan sanayiye geçişi de hızlandırmıştır (Talas, 1995: 50-51). 1800 ile 1910 yılları arasında Avrupa’daki şehirlerin nüfusu altı kat artmıştır. 1900 yılına gelindiğinde Avrupa’daki çoğu sanayi ülkesinin en az yüzde elli oranında kentlileştiği görülmüştür. Bu dönemde şehirler yarı vasıflı veya vasıfsız ücretli çalışanlarla dolmuştur (Mikkelsen, 1996: 10-11; Işıklı, 1995a: 104).

Tablo 1. Avrupa’da 1500 ile 1900 Yılları Arası Nüfusun İşçileşmesi

Yıllar 1500 1800 1900

Toplam Nüfus (Milyon Kişi) 56 150 285

İşçileşmemiş Nüfus (Milyon Kişi) 39 50 85 İşçileşmemiş Nüfusun Toplam Nüfus

İçinde Oranı (%)

69,6 33,3 29,8

İşçileşmiş Nüfus (Milyon Kişi) 17 100 200 İşçileşmiş Nüfusun Toplam Nüfus

İçinde Oranı (%)

30,4 66,4 70,2

Kırsal İşçiler (Milyon Kişi) 16 90 125 Kırsal İşçilerin Toplam İşçiler İçinde

Oranı (%)

94,1 90 62,5

Kentli İşçiler (Milyon Kişi) 1 10 75 Kentli İşçilerin Toplam İşçiler İçinde

Oranı

5,9 10 37,5

Kaynak: Tilly, 1983: 59, 79

Makineleşme ve üretimdeki artış, işçi sınıfının yaşam ve çalışma şartlarının geçmişe oranla kötüleşmesine neden olmuştur. Bu dönemde açlık ve yoksulluk artmış, çalışma saatleri fazlalaşmış, iş kazaları ve meslek hastalıklarında artış yaşanırken, kadın ve çocukların toplam istihdam içindeki oranları yükselmiştir (Kota,1977: 12). Çalışma ilişkilerinde meydana gelen bu olumsuz gelişmeler, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadele gerekliliğini ortaya çıkarmış, işçiler kötü yaşam ve çalışma koşullarının ancak örgütlü hareketle aşılabileceğini görmüşlerdir. İşçilerin toplum içinde sayılarının hızla artması aynı zamanda siyasal güçlerinin de artmasını sağlamış, bu durum sendikal

mücadelenin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır (Talas, 1995: 294-295; Işıklı, 1995a: 106). Sanayi Devrimi İngiltere başta olmak üzere Avrupa’da deneyimlenmeye başlanmış, dolayısıyla bu dönemde ortaya çıkan örgütlenmeler de Avrupa sendikal hareketinin ilk örneklerini oluşturmuştur.

Sanayi Devrimi sonrasında yaşanan gelişmeler aynı zamanda Avrupa kapitalizminin ilk dönemlerini de karakterize etmiştir. Endüstrileşme ve makineleşmenin etkisiyle işçiler istihdam piyasası dışında kalmaya başlamış, böylece yedek işgücü orduları oluşmuş ve işçiler daha kötü koşullarda çalışmaya mahkûm edilmiştir. Bahsedilen süreç aynı zamanda işçilerin geçim kaynaklarını tehdit eden makinelere karşı ilk kolektif tepkilerinin ortaya çıkmasına da neden olmuştur (Abendroth, 1992: 9-11). Makinelere yönelik ilk isyanlar Sanayi Devrimi öncesinde 17.

yüzyıl Avrupa’sında dokuma tezgâhlarına karşı ortaya çıkmıştır. 18. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle bu eylemlerin hız kazandığı dikkat çekmiş, mekanik yün biçme makineleri 1758 yılında İngiliz işçiler tarafından parçalanmıştır. Bu eylemlerin ortaya çıkardığı kargaşayı önlemek ve denetim altına almak amacıyla, dönemin Parlamentosu eyleme karışan işçileri ölüm cezasıyla tehdit etmiş, buna rağmen işçiler makinelerin yasaklanması yönünde parlamentoya baskılarını sürdürmüşlerdir. 1800’lü yılların başında hareket güçlenmiş, kitlesel eylemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu dönemde özellikle çorap örme fabrikalarında baş gösteren bunalım sonucunda üreticiler, tezgâhları genişletme ve ücretleri düşürme yolunu tercih etmişlerdir. Bunun sonucunda işçiler, tezgâhların kullanılmasını durdurmak adına 1811 yılında üreticilere karşı çeşitli eylemler gerçekleştirmişlerdir. Belirtilen süreç sonunda makine kırıcılığı ölüm cezasını gerektiren bir suç olarak kabul görmüş, ardından 1813 yılında İngiltere’de York şehrinde onsekiz işçi idam edilmiştir. Makine kırıcılığı sonraki dönemlerde de belirli aralıklarla kendisini göstermiştir. Ancak genel olarak değerlendirildiğinde hareket, işçi sınıfı mücadelesine somut bir kazanım sağlayamamıştır. Bunun üzerine İngiliz işçileri, mücadelelerini doğrudan üretim araçlarına yöneltmekten vazgeçip, kolektif tepkilerini üretim sistemi ve üretim araçlarının kullanım şekillerine yöneltmişlerdir (Abendroth, 1992: 10-12; Thompson, 1963: 553; Beer, 1941: 477; Yaraşır, 2004: 28-29). Kısaca Avrupa’da işçi sınıfı tarafından gerçekleştirilen ilk kolektif eylemler oldukça sert ve kurumsallıktan uzak bir görünüm sergilemiştir.

Fransız Devrimi sonrasında insan haklarının tanınmasıyla birlikte, eşitlik ve özgürlük söylemleri ön plana çıkmış, bu durum Avrupa’da demokratik bir idealin oluşmasına öncülük etmiştir. Avrupa işçi sınıfı hareketi içerisinde hem politik demokrasi hem de uluslararası dayanışmanın gerekliliği hissedilmiştir. Özellikle İngiltere ve Fransa’da işçiler, kapitalist üretim sistemine karşı alternatif üretme çabası içerisine girmişlerdir. İşçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinin ilk olarak işçi dernekleri, yardımlaşma ve dayanışma sandıkları, sendikal odalar ve emek borsaları aracılığıyla yürütüldüğü görülmüştür (Kota,1977: 13; Abendroth, 1992: 11-15).

Sidney ve Beatrice Webb’ler The History of Trade Unionism isimli eserlerinde sendikal harekete öncülük eden ilk örgütlenme çabalarını İngiltere’de 1300’lü yıllara kadar dayandırmış, 1387 yılında hizmetkârların, 1417 yılında kalfaların ve terzilerin, 1538 yılında ise ayakkabı çalışanlarının ortak çıkarları doğrultusunda bir araya gelmelerini sendikal hareketin embiryo aşamaları olarak belirtmişlerdir. Ancak Webb’ler bu derneklere işverenlerin yoğun şekilde müdâhil olduklarına dikkat çekerek, bunları modern anlamdaki sendikalardan ayrı tutmuşlardır (1920: 3-5). İngiltere’de 1400’lü yıllarda duvar işçileri tarafından ortaya konulan örgütlenme çabaları da Webb’ler tarafından sendikalaşmanın erken örnekleri olarak dile getirilmiştir. Webb’ler modern anlamda sendikacılığa ilişkin ilk belgelere 1600’lü yılların ikinci yarısı itibariyle ulaşılmaya başladığına ancak bu dönemdeki girişimlerin kurumsallıktan uzak olduğuna değinmişlerdir. Bu doğrultuda 1700’lü yılların başı itibariyle ortaya çıkan dayanışma dernekleri üzerinde durmuş, İngiltere’de 1719 yılında ayakkabı imalatçıları ve 1740 yılında yelkenciler tarafından oluşturulan dayanışma derneklerine vurgu yapmışlardır. Bu tarz derneklere modern sendikaların oluşumunda önemli bir yer vermişlerdir (1920, 15-60).

Thompson ise 1792 yılında İngiltere’de kurulan Londra Yazışma Derneği (London Corresponding Society- LCS) siyasallaşan ilk işçi örgütlenmeleri arasında dikkat çekmiştir. LCS, faaliyetlerini sadece işçi sınıfı derneği olarak sürdürmemiş, benzer gruplarla yazışmalar yapan, ilk etapta esnaf ve teknisyenlerden oluşan, işçi sınıfı ile yakın ilişkiler kuran ve parlamento reformunun gerçekleştirilmesi için mücadele eden bir örgüt olarak faaliyet göstermiştir. LCS, örgütlenme üzerinde önemli kısıtlamalar getiren 1799 tarihli Birleşme Yasası faaliyetlerine son verilmesi için de yoğun çaba harcamıştır. Belirtmek gerekir ki LCS, esas itibariyle İngiliz

Jakobenizminin temelini oluşturmuştur. Bu doğrultuda İngiltere’de Jakobenizm geleneksel olarak çalışan sınıfların başlattıkları bir hareket olarak şekillenmiştir. Siyasi ve ekonomik hedeflerin iç içe bir görünüm sergilediği İngiliz Jakobenizmi, örgütlenme tarzıyla işçi sınıfı hareketine esin kaynağı da olmuştur. Bu açıdan ele alındığında LCS’nin faaliyet gösterdiği dönemde oluşturduğu anlayış ve izlediği politikaların, 1830’lu yıllarda kurulmaya başlayan sendikalar üzerinde son derece etkili olduğu görülmüştür (Thompson, 2012: 49- 54; Webb, 1920: 65-85; Ekin, 1976: 77). İzleyen yıllarda Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte Avrupa işçi sınıfı hareketi çok daha politik bir istikamete yönelmiştir.

1.2.2. 1848 Devrimleri ve Paris Komünü: Avrupa Emek Hareketi İçerisinde İlk Somut Gelişmeler

İşçi sınıfının Avrupa’da yaşanan gelişmeler karşısında ortaya koyduğu tepkiler her dönem bezer nitelik sergilememiş, belirli dönemlerde daha yumuşak tepkiler ortaya konularken belirli dönemlerde bu tepkilerin sertleştiği görülmüştür. 1830’lu yıllarda İngiltere’de etkili hale gelen Çartizm, işçilerin taleplerini dilekçeler aracılığıyla parlamentoya ulaştırdığı görece daha yumuşak bir hareket olarak dikkat çekmiştir.

Faaliyet gösterdikleri dönemde Çartistler işçi temsilcilerini bir araya getirmiş, çeşitli kongreler düzenlemişlerdir. Çartizm bu dönemde kitlesel bir siyasi hareket olarak ortaya çıkmış, parlamento tarafından gerçekleştirilmesi beklenen refomlar, genel seçim hakkı, sendikal haklar, günlük on saatlik çalışma vb. talepler hareketin temel önceliklerini oluşturmuştur. Bu öncelikler 1938, 1942 ve 1948 yıllarında parlamentoya gönderilen ve milyonlarca kişinin imzaladığı dilekçeler aracılığıyla talep olarak dile getirilmiş, dilekçelerin gönderildiği bu yıllar aynı zamanda hareketin yükseldiği dönemler olarak dikkat çekmiştir. Bütün İngiltere’de örgütlenen Çartizm, iktidarın ele geçirilmesi için bir kitle hareketine dönüşmesine rağmen zaman içerisinde ortaya çıkan fikir ayrılıkları nedeniyle başarıya ulaşamamıştır. Çartist hareket içindeki bir grup silahlı ayaklanmaları desteklerken diğer grup siyaset, sendikacılık ve eğitim aracılığıyla mücadele edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ortaya çıkan bu bölünme hareketin başarıya ulaşmasını engellemiştir. Her ne kadar Çartizm başarısızlıkla sonuçlanmışsa da 1848 öncesinde sınıf ideolojisine dayalı ilk işçi hareketi örneklerinden olması nedeniyle son derece

önemli bir yere sahip olmuştur (Engels, 1997: 304; Beer, 1941: 500- 501; European Communities, 1983: 3; Sarıca, 1983: 136).

Avrupa’da 1848 yılında işçi sınıfı mücadelesini etkileyen grevler ve ayaklanmalar dalgası başlamıştır. Fransa’da 1848 yılı Şubat ayında başlayan ayaklanmalar, son derece kanlı çatışmaların yaşanmasına neden olmuştur. Paris’in Madeleine ve Concorde Meydanı’nda başlayan gösteriler, burjuvazi ve işçi sınıfının içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Ayaklanmalar sonucunda meclis işgal edilmiş, işçi sınıfı taleplerini oluşturulan geçici meclise iletmiştir. İşçi sınıfının kısmen içinde yer aldığı meclis, çalışma hakkını kabul etmiş, özgürlük, eşitlik söylemlerini ön plana çıkartmıştır. Halk ayaklanmaları ve işçilerin yoğun katılımıyla ilan edilen Fransız Cumhuriyeti, yönetim mekanizmalarında işçilere beklenen düzeyde yer vermemiştir. Ancak bu dönemde Çalışma Hakkı kabul edilmiş ve bu doğrultuda ulusal atölyeler kurularak bu atölyelerde on binlerce işçi istihdam edilmiştir. Ayrıca Paris’te çalışma süresi günlük on saate indirilirken, işçi bulma kurumları kurulmuş, işçi ve işverenlerin iş mahkemelerinde eşit şekilde temsil edilmesi ve kürek mahkûmluğunun kaldırılması kararlaştırılmıştır. Bu olumlu gelişmelere rağmen işçilerin, oluşturulan yönetim içinde gerektiği şekilde temsil edilmemesi, işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çatışmaların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. İşçilerin dile getirdiği Sosyal Cumhuriyet talebinin, burjuvazi tarafından reddedilmesi sonucunda işçiler, 1848 yılı Haziran ayında büyük çaplı bir ayaklanma gerçekleştirmişlerdir. Bu ayaklanma sonucunda binlerce işçi katledilmiş, işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki çatışma son derece sert bir düzeye taşınmıştır. Fransa’da gerçekleşen gelişmeler sonucunda her ne kadar işçiler net kazanımlar elde etmemiş olsa da devrim hareketleri, Avusturya, Macaristan, İtalya, Almanya ve İsviçre başta olmak üzere Avrupa’daki diğer ülkelere de yayılmıştır (Marx, 2016: 50-63; Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler, 1988a: 100-111).

Fransa’da 1848 yılında gerçekleştirilen devrim hareketlerinin özellikle işçi sınıfı açısından net bir kazanımla sonuçlanmamasına rağmen, bu hareketler bir geleneğin oluşmasını sağlamıştır. Takip eden süreçte işçi sınıfı, düzen karşıtı mücadelelerine devam etmiş, 1800’lü yılların ikinci yarısı itibariyle grev sayılarında önemli bir artış yaşanmış, işçiler farklı isimlerle örgütler kurmaya başlamıştır. Ayrıca 1857-1867 yılları arasında yaşanan ekonomik bunalımlar, sermayenin işçiler üzerinde çok daha hissedilir

şekilde baskı kurmasına neden olmuş, bu gelişmelerin bir sonucu olarak işçiler arasında sınıf bilinci gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Bu yönde gelişen anlayış, proleter bir devrim beklentisini de beraberinde getirmiş, yaşanan gelişmeler Paris Komünü’nün kurulmasında etkili olmuştur. Ayrıca bu dönemde Fransa ve Almanya arasında yaşanan Savaş da Komün’ün oluşturulmasını sağlayan etkenler arasında yer almıştır. Savaş sırasında hükümet tarafından silahlandırılan ve sonrasında silahlarını bırakmayan Parisli işçilerin ayaklanması sonucunda, 1871 yılı Mart ayında ilk işçi hükümeti kurulmuş, bu gelişme Paris Komünü olarak tarihe geçmiştir. Komün’ün yönetiminde yurttaşlar, sendikalar, dernekler, gazeteler ve kadınlar etkin görevler üstlenmiş, Komün içerisinde işçi kooperatiflerine öncelik verilmiştir. 1848 Devrimi sonrasında kapatılan atölyeler işçi birlikteleri tarafından işletilmeye başlanmış, iş bulma bürolarının yeniden örgütlenmesi hedeflenmiştir. Asgari ücret ve parasız eğitim talebi Komün tarafından dile getirilen konular arasında yer almıştır (Marx, 2016: 50-63; Pioro, 1977: 11-31;

Aydoğanoğlu, 2010: 37). Komün sadece 72 gün sürmüş olmasına rağmen hem Fransa emek hareketi hem de Avrupa emek hareketi açısından tarihsel anlamda son derece önemli bir yer edinmiştir.