• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nde Vakıf Sistemi ve Müsâdere

2. OSMANLI DEVLETİ’NDE MÜSÂDERE USULÜ

2.6. Osmanlı Devleti’nde Vakıf Sistemi ve Müsâdere

İslâmi bir devlet olan Osmanlı Devleti’nde her ne kadar şeriat hukukunun yanında örfi hukuk meriyette idiyse de örfi hukukun uygulama alanı şeriatın cevaz verdiği bir ölçüyle sınırlı olmuştur. Bu sebeple, müsâdereye cevaz veren sistem, vakıf mülklerinin ve mallarının müsâderesine fırsat ve ruhsat vermemiştir. Hatta II. Mehmed gibi güçlü bir hükümdar bile, bazı vakıfların ilgası doğrultusundaki hükmünü icra edememiştir260.

Osmanlı Devleti’nde, bazı vakıflar özellikle zürri ve yarı hayri vakıfların kurucularının vefatından sonra, sağlıklarında muhtelif şekillerde elde ettikleri mal varlıklarını mirasçılarına devredebilmek ve servetlerine devletin ilişmemesini temini için, vakıf müessesesinden istifade ettikleri görülmektedir261. Önceleri mal ve

mülkleri müsâdereye tabi olanlar, kul asıllı ehl-i örf mensupları olmuştur. Ne var ki bu uygulama daha sonra ister kul asıllı ister sivil halktan olsun veya askeri sınıfa mensup olsun ya da olmasın ölen, azledilen birçok servet sahibi kişiyi kapsamıştır.

Muhtemelen bu uygulama, zürri ve yarı hayri (yarı ailevi) vakıfların mahiyetinin büyük bir kitleyi kapsamasının sebebi olarak görülmektedir. Böylece şahsın elde ettiği mal varlığını vakıf yoluyla vârislerine bırakması, müsâdere endişesinden ileri gelmektedir diyebiliriz262.

258 Cezar, Bir Âyanın Muhallefatı, s. 49. 259 Bulut, s. 78-79.

260 Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara: TTK

Basımevi, 1988, s. 441-442.

261 Hasan Yüksel, “Vakıf-Müsâdere İlişkisi: Şam Valisi Vezir Süleyman Paşa”, Osmanlı Araştırmaları, S. 12, s. 407.

262 Şam Valisi Vezir Mustafa Paşa hal-i hayattayken edindiği mülkü, vakıf adıyla çocukları arasında

şer’i taksimata göre bölüştürerek ölümünden sonra, vuku bulacak müsâdereden alıkoymuştur. Çünkü Paşa’nın ölümüyle diğer bütün malları müsâdere edilmiştir. Yüksel, s. 409-414.

63

Vakıflara ait mal-mülk ve nakit meblağlar, İslâm hukukunun temel kaidesi bakımından müsâdere kapsamına girmedikleri halde vakıf sisteminin yozlaşması sonucunda hükümetin de vakıfların müsâdere edilemeyeceği kuralına her daim riayet göstermediği görülmektedir263.

Osmanlı Devleti’nde, vakıf ve mülk arazileri ilk olarak Yıldırım Bayezid döneminde geniş ölçüde miri arazi haline getirilmişlerdir264. XV. yüzyıldan itibaren

servetlerini korumaya çalışan şahıslar eliyle tesis edilen aile vakıflarının yeniden artış göstermesi, devlet hazinesinin nakit sıkıntısı yaşamasına sebebiyet vermiştir. Vakıf arazisinin askeri tımarlar aleyhine genişlemesi devletin en sağlam süvari kollarını oluşturan sipahilerin sayısının da tehlikeli bir şekilde azalmasına neden olmuştur. Bu durumda Sultan II. Mehmed, hazineye gelir sağlamak ve asker sıkıntısını gidermek için vakıf arazisinden bir kısmının vakfiyetini kaldırarak tımara tesis etmek durumunda kalmıştır. Ancak ne var ki bir zaruret sonucu ref edilen bu vakıflar II. Bayezid devrinde tekrar hayat bulmuş ve işlerlik elde etmiştir. Bunun sonucunda da vakıfların sayısı gün geçtikçe artış göstermiştir. Bu durumun yaşanmasında XVI. yüzyıldaki iktisadi ve mali kalkınmanın etkisi büyük olmakla birlikte bilhassa aile vakıflarının kurulmasında devletin müsâdere temayüllerinin de önemli bir rol oynadığını söylemek mümkündür265.

XVI. yüzyıl sonu ile XVII. ve XVIII. yüzyıllar, Osmanlıların yeni sorumluluklar üstlendiği bir dönem olmuştur. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren sultanların, eşlerinin ve cariyelerinin kutsal şehirlere hizmet eden hayır kurumları (Evkafü’l- Haremeyn), kurmaya başlamaları buna iyi bir misaldir. Söz konusu bu vakıflar, merkezi otoritenin başkentte yuvalanmış çok sayıda çıkar çevresi nedeniyle sulandığı bir zamanda, dönemin politik atmosferine uygun kurumlar mahiyetindedir266.

Sabık Şam Valisi maktul Esad Paşa’nın, uzun müddet devam eden murabahacılığı sırasında, gayr-i meşru olarak iddihar ettiği emlakı ve nukudu, hükümetin zabt ve müsaderesinden kurtarmak emeliyle evladına vakfettiği bu vakıf meşru sayılamayacağından, ferman mucebince emlak-ı Hümayun’a ilhak olunmak üzere zaptedildiğinin beyanını havi kayıt suret ile adı geçen emlak ve akarın cinsi, nevi ve miktarını havi müfredat, hesap ve karar sureti defteri. BOA, TS.MA.d, Gömlek No: 5137.

263 Cezar, “Bir Âyanın Muhallefatı”, s. 45.

264 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Klasik Çağı, s. 113-114. 265 Öğün, s. 375.

266 Jane Hathaway, “Osmanlı Tarihinin Dönemlere Ayrılması Sorunu: 15. ve 18. Yüzyıllar”, Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak, (Yayına Haz.: Mustafa Armağan), İstanbul: Timaş Yayınları, 2011, s. 68.

64

XVII. yüzyıla gelindiğine ülkedeki vakıfların geniş bir alana yayıldığı gözlenmektedir. Vakıfların birçoğu zirai hayatında esasını oluşturan askeri tımarların, saray mensupları ile büyük devlet erkânının tasarrufuna sunulması şeklinde zuhur etmiş, bu gidişat devletin merkezi otoritesinin zayıflamasına sebep olmuştur267. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de vakıf toprakları üzerinde

şahısların yetki ve tasarruf haklarının daha da genişlemesine neden olmuştur.

Osmanlı Devleti’nin, müsâdere gibi aşırı zenginleşmeye yönelik sınırlayıcı uygulamaları dikkate alındığında geriye yalnız devlet ricali ve üst düzey yöneticilerin bir sermaye sınıfı oluşturma imkânından bahsedilebilir. Bu sınıfında büyük birikim durumları belirlendiğinde güçlerini kullanarak bu varlığın edinildiğine, müsâdere usulü ile de mal varlıklarının zapt edildiğini daha önceki bölümlerde de söylemiştik. Bunun yanında devlet erkânının vakıf yoluyla kendi yakınlarına mal aktarımı yapması yöntemleri üzerinde durulabilir.

Devlet adamlarının vakıf kurmak münasebetiyle eşleri, çocukları gibi birinci derecedeki yakınlarına vakfiyeye koydurdukları hükümler yoluyla (vakıf gelirinin yüzde yetmişi oğluma, kızıma gibi) servet aktarma yoluna gittikleri görülmektedir. Osmanlı Devleti, bu konuda tezahür eden bu türden vakıfları da müsâdereye tabii tutmuş ve vakfiyedeki bu hükümleri, söz konusu şahısların aleyhine olmak üzere yeniden tanzim ettirmiştir268.

Osmanlı Devleti’nin müsâdere mekânizmasının faaliyet alanı içerisinde değerlendirdiğimiz özellikle vârislerin mülkiyeti kapsamında vakıflar önemli rol üstlenmişlerdir. Konu ile ilgili Barkan’ın değerlendirmesi şöyledir:

“…şehirlerdeki mülklerin tasarruf ve mirası şekillerinde de şer’i hukukun en esaslı bazı hükümlerini tatbik edilmez bir hale sokmanın yolu bulunuyordu. Gerçekten şehirlerde umumiyetle tatbik edildiği gibi, evlatlık bir vakıf haline sokulan bir mülk üzerinde aile fertlerinin faydalanma şekilleri şart-ı vakıflarla teşekkül ve inkişaf etmekte olan hususi bir mülk ve miras rejimi yaşatıyordu”269.

267 Ziya Kazıcı, İslâmi ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul, 1985, s. 60-61; Nazif Öztürk, Menşe’i ve Tarihi Gelişim Açısından Vakıflar, Ankara, 1983, s. 84;

268 Bulut, s. 79.

269 Ömer Lütfi Barkan, 15 ve 16. Asırlarda Osmanlı Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları I, Kanunlar, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayınları, 2001, s. 568.

65

Barkan’ın konuyu ile ilgili ifadelerinde, vakıflar üzerinde kamunun tasarrufta bulunamamasının, Osmanlı Devleti’nin hemen hemen her döneminde müsâdere uygulamasının etkili olduğu görüşünü ortaya çıkarmaktadır.

Herhangi bir sebeple hükümdarların gazâbına uğrayan bürokratların hapsedilmesi ve idamı ile tüm mal varlıklarının “beytü’lmâl” namına zaptı ve müsâderesi, Ortaçağ Türk-İslâm devletlerinde daima tesadüf edile gelen bir hadise olmuştur. Bu bağlamda vakıflar, müsâdere gibi bir uygulama karşısında ailenin sefalete düşmemesini temin eden bir nevi sigorta vazifesini görmüştür. Bazı İslâm hükümdarlarının zaman zaman siyasi ve idari mülahazalarla veyahut mali sebeplerle vakıflara el koyduklarını, vakıf varidatını tamamen veya kısmen devlet hazinesine aldıklarını görmekteyiz. Ancak buna mukabil bazı durumlarda da aile vakıflarında şahıslara tahsis edilmiş menfaatleri iptal ettikleri de olmuştur270.

Vakıf müessesi uzun asırlardan beri, bütün İslâm memleketlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de muazzam derecede ehemmiyet kazanmış, içtimai ve iktisadi hayat üzerinde de derin tesirlerde bulunmuş dini ve hukuki bir müessesedir. XVIII. yüzyıl sonları ile XIX. yüzyıl başlarında vakıf müessesenin Osmanlı İmparatorluğundaki gayr-i menkul servetin büyük kısmını teşkil ettiğini ifade edebiliriz271.