• Sonuç bulunamadı

2. OSMANLI DEVLETİ’NDE MÜSÂDERE USULÜ

2.3. Osmanlı Hukuku Açısından Müsâdere Usulü

2.3.1. İslâm Hukuku Bakımından Müsâdere Usulü

2.3.1.2. İslâm Ceza Hukukunda Müsâdere

Müsâdere, daha öncede tanımladığımız gibi hukuk dilinde “Bir malı, zorla sahibinin mülkiyetinden çıkarıp karşılıksız olarak devletin mülkü haline getirmektir”. Diğer bir tarife göre de; “Devletin suçtan elde edilen şeyleri ve suçta kullanılan veya kullanılmak özeliğine sahip aletleri mülk olarak almasıdır”68. Tanımlarda da ifade

edildiği üzere, müsâderenin esası, malda mağdurun mülkiyeti yerine devletin mülkiyetini yerleştiren bir ceza niteliği olmasıdır. Müsâdere de esas olan, onun ayni bir mali ceza hükmü taşımasıdır; ancak bazı durumlarda para cezasına dönüştürülmesi söz konusu olabilmektedir. Müsâdere bazen emniyet tedbiri veya bedel olarak da uygulanabilmektedir. Ancak bu gibi durumlarda müsâdere ceza olma özelliğini kaybeder.

Ceza olarak uygulanan müsâdereye, kişinin mal varlığını kapsaması veyahut yalnızca belirli mallarına yönelik olması bakımından iki türde tesadüf edilmektedir. Bunlardan ilki genel müsâdere olarak tanımlanmaktadır. Genel müsâdere, suçlunun menkul ve gayr-ı menkul tüm emvalini ya da belli bir oranına göre kısmen bir bölümü üzerindeki mülkiyetini ortadan kaldırarak bu mal-mülkün devletin

65 Halil Cin, Miri Arazi ve Bu Arazinin Özel Mülkiyete Dönüşümü, Konya, 1987, s. 7. 66 Çalış, s. 164.

67 Mevdudî, İslâmda Hayat Nizamı, çev.: İ. Düzen, M. Topuz, B. Başarıcı, İstanbul: Hilal Yayıncılık,

1965, s. 57; Karaman, s.33.

20

zimmetine geçmesine imkân veren ceza niteliğindedir69. Bu türden müsâderenin

etkisi yalnızca hükümlü ile sınırlı tutulmayarak şahsın ailesini ve diğer yakınlarını da etkilemektedir. Bu tarzda uygulanan cezalar kişisellik prensibine aykırıdır ve insan hakları bağlamında yanlış bir değerdir. Çünkü kişiyi ve onun yakınlarını geçim kaynaklarından mahrum bırakarak sefalet içine sürüklemek etik olmadığı kadar da fazilet dışı bir yaptırımdır. Bu sebeple bazı yasalar, sadece vatana ihanet ve casusluk gibi suçlarda bu cezayı uygun görmektedir70.

Genel müsâdere cezasının, İslâm hukuku içerisinde pek fazla uygulama alanı bulduğu söylenemez. Fakat bazı fakihler, İslâm dininden çıkmak anlamına gelen irtidat suçu için genel müsâdereye cevaz vermişlerdir. Ancak öbür taraftan Hz. Ömer’in bazı Beytülmâl hizmetlilerinin mal varlığının yarısına el koyması veyahut zekâtını vermeyenin malının yarısının alınması gibi hususlar, belirli mallara yönelik olmak yerine belirli bir oranın (yarı) esas alınması bakımından genel müsâdere içinde değerlendirilmektedir71.

Özel müsâdere, yalnızca işlenen bir suçun cezası olarak mal varlığının bir kısmına ilişkin yapılan müsâdere uygulamaları kapsamında olmuştur 72. Özel

müsâdere eşitlik ilkesine aykırı olan bir cezadır. Bu konuda İslâm hukukçuları, muayyen bir mala yönelik özel müsâdereyi, söz konusu malın lizatihi haram olan bir mal olmaması şartıyla, cevaz hükmü ile kabul etmektedir (ihtiyari müsâdere). İslâm hukukçuları, rüşvet olarak verilen malların da müsâdere edilebileceğini ifade etmişlerdir 73. Bu tarzda uygulanan müsâdere, suçlu için verilen karardan vazgeçilme

niteliği gösterilen bir ceza mahiyetinde tezahür etmiştir74.

İslâm hukukunda cezalar Şâri’ (Allah ve Peygamber) tarafından miktarının belirlenip belirlenmemesi açısından da iki kısımda değerlendirilmiştir. Bunlardan “Ukûbat-ı Mukaddere”, hüküm koyanın açık bir nass (Kur’ân veya hadis metni) ile miktar ve sınırını belirlediği, tür ve miktar bakımından devlet yetkililerine (veliyyü’l- emr) tasarruf yetkisi bırakmadığı bir ceza türüdür. Diğer bir ceza türü de “Ukûbât-ı

69 Bhattî, el-Ukûbatü’l-Maliyye Beyne’ş-Şerîati ve’l-Kânûn, Külliyetü’ş-Şerîa ve’l-Kânûn,

İnternational Islamic University, İslamabâd 1988 (Master Tezi), s. 196, Aktaran: Hüseyin Esen, “İslam Hukuku Açısından Müsâdere”, DEÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 15, İzmir, 2002, s. 211.

70 Sulhi Dönmezer ve Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, II, İstanbul, 1994, s. 710. 71 Esen, “İslam Hukuku Açısından Müsâdere”, s. 212.

72 Dönmezler, Erman, II, s. 710.

73 Rüşvete konu olan malların müsâdere edilmesi hususunda genel olarak mezheplerin görüşleri için

bkz. Huseyn Medkûr, s. 490-499.

21

Mufavvaza”, Şâri’in belirli bir çeşit ve miktar belirlemeyip bazı genel kurallar dâhilinde veliyyü’l-emrin tasarrufuna bıraktığı cezalar olmuştur75. Veliyyü’l-emr her

bir suç için işlenen suça uygun, caydırıcılık ve ıslah için elverişli bir ceza belirleyecektir. Belli bir zamana, yere ve belli kişilere, içinde bulundukları topluma göre bu cezalar farklılık göstermektedir. Bu sebeple bunların cezaları yetkili idareciler tarafından tespit edilmiştir. İslâm hukukunda bu tür cezalara ta’zir cezaları adı verilmiştir76. Ta’zir cezalarının belirlenmesi ve nasıl bir değer biçileceği

yetkililerin sorumluluğuna verildiğinde, ceza mahiyetindeki müsâdere bu kapsam içerisinde değerlendirilmiştir.

Osmanlı sultanları, bazı durumlarda, İslâm ceza hukukunda şeriata aykırı uygulamalarda bulunmuşlardır. Osmanlı halife-sultanları tarafından düzenlenmiş bulunan kanunname ve fermanlar, devlet için hayati önem taşıyan bir alanda, devrin genel şartlarının gerektirdiği tedbirleri almak hususunda şeriat hükümlerinin kolaylıkla dışına çıkmıştır77. Osmanlı ceza kanunnamesi de şeri esasları (kısas, diyet

v.s.) ihtiva etmektedir. Ancak buna mukabil şeri hükümlerin tayin ve tespit edemediği ta’zir cezalarında, Sultan, örfi yetkisini kullanarak bazı hususlarda açık kaidelerde bulunmuştur78.

Osmanlılardan önceki İslâm devletlerinde devletin güvenliği bakımından “divân-ı mezalim” tarafından isyan edenlere ve ülke güvenliğini bozanlara, klasik İslâm ceza kurallarından ayrı bir yöntem kullanılarak buna binaen hareket edilmiştir. Bazı dönemlerde Osmanlı hükümdarları, nizâm-ı âlem için kardeşlerini boğdurmuş, türlü bahaneler ile vezir-i azamları idam ederek, bütün emvalini müsâdere etmiştir. Devletin askeri ve mali güvenliğine kastettikleri iddiasıyla eşkıyayı, tehlikeli gördükleri dini politikacıları, devlete borcunu ödemeyen mültezimleri de müsâdere tehdidi altında bırakmıştır79.

75 Esen, İslâm Hukukunda Mali Cezalar, s. 37.

76 Hamid Muhammed Kamâtî, el-Ukûbâtü’l-mâliyye beyne’ş-Şerîati ve’l Kânûn, Bingazi, 1986, s. 72. 77 Neşet Çağatay, “İslam Hukukunun Ana Hatları ve Osmanlıların Bunun Bazı Kurallarını Değişik

Uygulamaları”, Belleten, LI/ 200, Ankara: TTK, (Ağustos 1987), s. 633.

78 Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş ( Örf-i Sultani Hukuk ve Fatih’in Kanunları)”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, XIII/ 2, Ankara, 1958, s. 122.

22 2.3.1.2.1. Ta’zir Cezası

İslâm ceza hukukunda belli suçlara, mutlak ve kati cezalar verilmekle birlikte suç teşkil eden bazı eylemlerin cezası tebarüz edilmemiş ve cezalandırılması gerekli olan fiilleri de suç olarak telakki etmemiştir. Bu sebeple böyle türden cezaların hükmünü vermede ikilemde kalınmıştır80. Hakkında kati surette verilmiş olan bir

ceza, bir hadd-i şeri mevcut olmayan cürümlerden dolayı tatbik edilecek ted’ib ve cezaya “ta’zir” denir81. Ta’zir cezası, işlenen suçun büyüklüğü ile paralellik göstermektedir. Suç hafif olduğunda ta’zir cezası hafif, büyük olduğunda ise, cezası da büyük olacaktır. Dolayısıyla, ta’zir cezası, hâkimin uygun gördüğü her alanda suça açık bir ceza olarak teşekkül etmiştir82.

Ta’zir cezası kitap, sünnet ve icma ile sabittir. İslâm hukukçularına göre mali ta’zir cezası iki gruba ayrılmıştır. Bunlardan birinci grup; Hanefiler, Malikiler, Şafiler ve Hanbelilerden oluşmuş ve ta’zir cezasının caiz olmadığı görüşünde olan taraftır. Bu görüşe göre, suçlunun malını elinden alma türünde bir ceza verilmesi münasip görülmemektedir83. Diğer grup ise mali ta’zir cezasının meşru olduğu

görüşünü savunmaktadır. Bu konu tartışmalı bir mevzu içerisinde olup ancak rivayet ve hadislere dayandırılan örneklerle açıklanabilmektedir. Bu görüşü benimseyenler, sonraki Hanbeli âlimlerinden İbn Teymiyye (ö.728/1328) ve talebesi İbn Kayyım el- Cevziyye (ö.751/1350); Malikilerden ise İbn Feruh (ö. 799/1396) dur. Hanefilerden Ebu Yusuf (ö. 182/798) ve tabiun hukukçulardan İshak b. Rahüye ( ö. 238/852) nin de bu görüşte oldukları aktarılmıştır84.

80 Coşkun Üçok, “Osmanlı Kanunnamelerinde İslâm Ceza Hukukuna Aykırı Hükümler”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S. 4, Ankara, 1947, s. 125.

81 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve Istılâhatı Fıkhiyye Kamusu, III, İstanbul, 1951, s. 325-

326.

82 Macid Muhammed Ebu Ruhaniyye, “İslâm’da Mâlî Tâ’zir Cezası” çev.: Nihat Dalgın, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 11, 1999, s. 313.

83 Ebu Ruhaniyye, s. 317. Özellikle konumuz bakımından Şafiilerin görüşüne göre, “Hiç kimsenin borcu katlanamaz. Cezalar mala değil, bedenlere uygulanır”. Görüşünü açıklamaya devamla Şafii der

ki; “Devlet başkanı bir grup zengininin mallarını israf ettiklerinin, savurganlık yaptıklarını, mallarını

lükse refaha ve zararlı yerlere harcadıklarını gördüğünde onların mallarını ellerinden alarak beytü’l- mâle (devlet hazinesine) devretme veya faydalı yerlere harcama şeklinde bir ceza vermede fayda görse, buna hakkı var mıdır? Biz devlet başkanının buna hakkının olmadığını söyleriz. Çünkü mülkiyeti kısıtlayıp, malı alma şeklinde bir cezadır. İslâm’da ise, cinayetler ve cezaları hakkında hayli değişik alternatifler bulunmakla birlikte, cinayet ile birlikte malı müsâdere etme şeklinde ceza öngörülmemiştir. Bu nedenle mali ta’zir (malı müsâdere) şeklinde ceza vermek meşru değildir. İnsanları suçtan alıkoyma (zecr) meşru yollarda sağlanır ve meşru yoldan ceza verme imkânı bulunduğunda, onun dışına çıkılamaz”.

84 Ebu Ruhaniyye, s. 316-317. Hz. Ömer’in bazı amillerin mallarının yarısına el koyması ile ilgili

23

İslâm ceza hukukunun her fiilin cezasını belirleme gibi bir merhalesi olmadığından bazı noktalarında eksiklik olduğu muhakkaktır. Nitekim bu yüzden hükümdara ta’zir yetkisi verilmiştir. Ta’zir, İslâm ceza hukukunda tayin edilmemiş, ancak zamanla suç unsuru mahiyetinde olan durumlara karşı yargıcın kendi sorumluluğunda yetki kullanarak ceza vermesi yani bir nevi tedbirler alması olarak da yorumlanabilir85.

Osmanlı Devleti’nde ta’zir cezalarına “cürm-ü cinayet cezaları” da denilmektedir. Osmanlı döneminde II. Mehmed, II. Bayezid, I. Selim ve I. Süleyman’a ait genel mahiyetteki Osmanlı kanunnamelerinin ilk babını oluşturan ceza-i hükümler, hususi kanunnamelerdeki münferit ve istisnai ceza hükümleri bu yetki kullanılarak tespit olunmuştur86. Cezaların tatbiki yalnız sultani otoritenin inhisarındadır. Kadı, gerek şeriat gerekse kanun-i sultani sahasında yalnızca hüküm vermek salâhiyetine haizdir. Bu sebeple devletin bekası için genel düzen ve devletin emniyeti ve menfaatleri endişesi, hükümdara bu alanda mutlak iradesini göstermek imkânını sunmuştur87. Bu durum örfi-sultani hukukun şahsi surette gelişmesine

mazhar olmuş bir hukuk sahasıdır diyebiliriz. Osmanlı Devleti’nde örfi hukukun gelişimi ve sultanın iradesi altında baş gösteren müsâdere uygulamalarını diğer bir başlık altında aktarmayı konunun daha iyi anlaşılması bakımından daha uygun olacağı görüşündeyim.