• Sonuç bulunamadı

2. OSMANLI DEVLETİ’NDE MÜSÂDERE USULÜ

2.5. Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Müsâdere

2.5.1. Âyan-Müsâdere

“Âyan, eşraf, kârgûzâr, hacı” tabirleri ile tanımlanan fakat âyan olarak adlandırılan bu şahısların ortaya çıkışları, bazı kaynaklarda XVI. yüzyıla kadar

228 Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. yy dan Tanzimat’a Mali Tarih), İstanbul: Alan Yayıncılık, 1986, s. 32.

229 İlgen, s. 117.

230 Çağlar Keyder, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Büyük Ölçekli Ticari Tarım Var Mıydı?”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, ed.: Çağlar Keyder ve Faruk Tabak, İstanbul: Tarih

56

indirilmiştir231. Âyanların kökenlerine ilişkin farklı açıklamalar olmakla beraber, bu

ifadelerin birleştiği nokta, âyanların amaçlarına ilişkin olmuştur. Buna göre, âyanlar bulundukları bölgelerde ya nüfuz sahibi olmak veyahut zenginlik elde etme peşindedirler. Başka bir deyiş ile âyanlar mevcut nüfuz ve servetlerini elde edilecek yeni vazifeler ile artırmayı istemektedirler.

Âyan ve eşraf olarak tanımladığımız ve toplumun çeşitli bölgelerinde öne çıkan isimlerinden oluşan bu zümre uzun bir dönem itibariyle iltizam işleri olan vergilerin toplanması, savaş zamanlarında asker tedariki ve ordunun zehayir ihtiyaçlarının giderilmesi ile kredi ve faiz işlemlerinden kâr sağlanması ve çiftlikler kurma gibi yollara başvurmuştur232. Bilhassa XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin

idari, askeri ve mali alanlarda yaşadığı gelişmeler âyan zümresinin devlet içerisinde daha belirgin bir duruma gelmesine olanak sağlamıştır. Ekseriyetle belgelerde âyan-ı vilâyet, âyan-ı memleket, âyan ve eşraf gibi söyleyişlerle adı geçen bu kesim idari anlamda herhangi bir yetki ve nüfuza sahip olmasa da özellikle devlet iktidarının taşrada tesisi ve sürdürülebilirliği noktasında yerel yöneticilerin en büyük yardımcıları olmuşlardır233.

Âyan ve eşraf zümresi haiz oldukları konumları bakımından, mal varlıkları ve içtimai durumları itibari ile dikkat çeken bir grup olmuştur. Her sancakta ve kazada âyan içinde de hiyerarşik bir sıralama mevcuttur234. Yaşadıkları bölgelerde güç ve

servet sahibi olarak öne çıkan yerel aileleri, sahip oldukları güçleri nispetinde bölgelerinin âyanı olabilmek için büyük mücadele vermişlerdir235. Âyan arasında

servet ve itibar olarak öne çıkanlar “âyanın da âyanı” diyebileceğimiz bir konuma yükselmiştir. Şehir yaşamında toplumsal piramidin en üst katında yer alan bu grup içine girenler çoğunlukla mütesellimlik, âyan reisliği, şehir kethüdâlığı, pazarbaşılık,

231 Kemal Karpat, âyanları köken bakımından erken XVI. yüzyıla kadar indirmiştir. Kemal Karpat, Osmanlı Modernleşmesi, Ankara: İmge Kitabevi, 2002, s.70-71; Halil İnalcık’a göre âyan statüsünde

olan bu sınıfın geçmişini, Celâli İsyanlarının bir sonucu olarak eyaletlere yerleştirilen ve zamanla yeni bir üst sınıf biçiminde şehirlerde örgütlenen ve sayıları artınca taşra toplumunun en etkin sınıfı olarak ulemâ, lonca başları ve tüccarlara katılarak nüfuz ve güçlerini çoğunlukla mültezim olarak edinmiş büyük servet toplamakta kullanan yeniçerilere dayandırmaktadır. Halil İnalcık, Osmanlı

İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), 2003, s. 56. 232 İnalcık, 1980, s. 41.

233Özer Ergenç, “Osmanlı Klasik Dönemindeki Âyan ve Eşraf üzerine Bazı Bilgiler”, Osmanlı Araştırmaları, III, 1982, s. 106.

234 Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Akdağ, “Osmanlı Tarihinde Âyanlık Düzeni Devri”, Tarih Araştırmaları Dergisi”, VIII/ 14, Ankara, 1970, ss. 51-61.

235 Mustafa Kaya, “18. Yüzyılda Ankara’da Âyanlık Mücadeleleri”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 17, (Güz 2012), s. 119.

57

nakîbü’l-eşraf kaymakamlığı, nâiblik, mültezimlik, mütevellilik, vakıf kaymakamlığı gibi kendi iş alanlarının dışında şehirlerdeki bazı yetki alanlarını tasarruf eden kişilerdir236.

Âyanların gücü, XVIII. yüzyıl ortalarında merkezi otoritenin zayıflaması ile birlikte daha da artarken, onlara yüklenen vazifeler de çeşitli hâle gelmiştir. Artık âyanlar, asker ve zahire teminiyle bunların nakli, eşkıya tedibi, vergilerin toplanması, fiyatların tespiti, bilirkişilik, kamu binalarının tamir ve inşası, kereste temini ve nakli gibi bir dizi devlet hizmetinden sorumlu devlet görevlileri olmuştur237. Bu uygulama Osmanlı Devleti’nin hemen hemen bütün sınırlarına ulaşırken, devlet katında elde ettikleri görev ve yetkilerinin tanımlanması, atama ve azletme gibi durumların belirli bir düzene oturtulmasıyla kurumsal bir nitelik de kazanan âyanlar giderek nüfuzlarını arttırmışlardır238.

XVIII. yüzyılın ortalarında Anadolu ve Rumeli’nin birçok yerlerinde yaygın bir hal almış olan âyanlık müessesesinin239 mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Bilhassa

taşrada görülen âyan idaresi, yerel nüfuz güçlerinin kendi bölgelerinde idare yetkisi verme anlamını taşıdığından, kentlerden beldelere ve köylere kadar hemen her bölgenin nüfuzlarının devletten aldıkları sorumluluk bakımından kendi aralarında kademelenmeleri ile sosyal bir zorunluluk durumu yaratmış ve derebeylik rejiminin gerekçesi de bu yönde zuhur etmiştir240.

Âyan zümresinin, özellikle taşrada dinamik bir içtimai yapı içerisinde meydana çıkması, geniş miktarda arazilere ve çiftliklere ehli olan Osmanlı sosyal

236 İlgen, s. 110.

237 Özer Küpeli, “Yenişehir (Bursa) Âyanı Sarıcaoğlu Osman Ağa ve Muhallefatı”, History Studies,

III/ 3, 2001, s. 246.

238 V. P. Mutafçieva, “XVIII. Yüzyılın Son On Yılında Âyanlık Müessesi”, Tarih Dergisi, S. 31,

1977, s. 178-180.

239 Uzunçarşılı, 1682’de Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında başlayan seferlerin, Lehistan,

Venedik ve Rusya’nın da düşman ilhâkı ile on altı yıl sürmesi, hazinenin ihtiyacından dolayı mâli mukâta’atın malikâne usulü kayd-ı hayat şartı ile 1694 senesi itibariyle, mahalli eşraf ve âyanlar tarafından alınarak idare edilmesi, has ve mukâta’at voyvodalıkları ile bu gibilerin servet sahibi olmaları, derece derece etki ve güçlerini arttırmıştır demekle, XVII. yüzyılın son senelerinden beri Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra hayatında âyan ve derebeyi zümresinin malikâne usulünden istifade ederek, kuvvet kazanmaya başladığına işaret etmiştir. Fuat Köprülü ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Âyan”, İA, II, Eskişehir, 2001, s. 40.

58

düzeninde mühim değişimlere neden olmuş ve üst düzey yönetici ile toprak kaynakları arasında daha öncekilerden farklı bir ilişki durumu ortaya çıkmıştır241.

Anadolu’nun kendi başına örgütlenen “Âyan veya derebeylik” usulü, ülke idaresinin devletçe yasal hale getirilip kanunlaştırılması ile Rumeli’nin tamamına uygulanan olağan bir devlet düzeni durumuna getirilmesi, daha evvel ki düzen merkeziyetçiliğini uzun ve sürekli iç karışıklıklar öldürdüğüne göre, modernleşme çalışmalarına gerekli olan sosyal huzuru âyanlar eliyle de olsa getirildiği saptanmaktadır. Birçok türde oluşmuş olan bu âyan valileri kendi masrafları ile ve kimi zaman devletten de para yardımı alarak toplayacakları levendlerle seferlere katılacaklar, üzerine “muhasıllık” da almak suretiyle devletin vergisini toplamayı ele geçirerek içlerinden “vezirlik” rütbesine kavuşanlar rical arasına karışıp kölelikten gelme Enderunlu rical yanında Türk halkının yüksek idare görevine katılması anlamını ifade etmiş bulunacaklardır242.

Osmanlı Devleti’nin miri toprak rejimi olan tımar sisteminde meydana gelen değişim ile birlikte bu topraklarının mukâta’a olarak bir hayli yüksek meblağlarla servet sahibi, yerli ve sivil kişilere belli bir ücret karşılığı verilmeye başlanmasıyla mukâta’a ve malikâneyi ellerinde bulunduran mültezimler, büyük toprak sahipleri haline gelmelerinin yanında siyasi nüfuzlarını da tahkim edecek beylerbeyi, sancakbeyi gibi askeri sınıfa dâhil görevlilerin nüfuz, güç ve zenginlik elde ederek bunu devam ettirmelerini görev süreleri ve müsâdere ile sınırlamıştır. Fakat XVII. yüzyıl sonları ile XVIII. yüzyıl başlarında büyük oranda âyandan olan mültezimlerin durumları farklı olduğundan diğer görevlilere nazaran daha kolay mal varlığı elde edebilmekteydiler243.

241 Ertaş, 2009, s. 149.

242 Mustafa Akdağ, “Osmanlı Tarihinde Âyanlık Düzeni Devri 1730-1839”, AÜ. DTCF Tarih Bölümü Araştırma Dergisi, VIII/ 14, 2005, s. 53-54.

243 Yücel Özkaya, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Yerli Ailelerin Âyanlıkları Ele Geçirişleri ve Büyük

Hanedanlıkların Kuruluşu”, Belleten, XLII/ 168, 1978, s. 668 vd.; 1779’da vefat eden Yörük Ağasızade es-Seyyid Mustafa Ağa’nın muhallefatının miriye zaptı “uhdesinde Yörük Mukataası mâl-i

mîrî ve kalemiyye ve cebelü belediyesinden cânib-i mirîye düyûn-ı vefiresi bulunduğundan başka kendisi dahi sâhib-i servet ve yesâr ve emvâl-i kesîre ile şöhret-şiâr olduğundan nâşi cânib-i mirîye olan deyni mukâbili” olarak emredilmiştir. Âyandan olan Mustafa Ağa Bursa Yörükân Mukataası’nın

malikâne olarak mutasarrıfıydı. Gerekçe olarak belirtilen mîriye olan borcu onun mutasarrıf olarak ödemesi gereken vergilerdi. Nilüfer Alkan Aygün, “Müsâderenin Sosyal ve Ekonomik Bir Analizi: 18. Yüzyıl Sonlarında Bursa’da Yapılan Müsâdereler”, Belleten, LXXVI/ 277, (Aralık 2012), s.795- 796.

59

XVIII. yüzyılda beylerbeyi ve sancakbeyleri ile daha önceki dönemlere oranla sayıları oldukça artmış olan vezirlerin sorumluluklarında farklı türden vazifelerinde bulunması münasebetiyle kendilerine arpalık olarak gelir tahsil edilmesi “mütesellimlik” kurumunu meydana getirmiş ve mütesellimler çoğunlukla bölgenin yerel, nüfuzlu, zengin, asayişi sağlayabilecek güçte olan ve merkezden gelen emirleri uygulayabilecek şahıslar arasından seçilmiştir244. Gelirlerinin Padişah

ve ailesinin uhdesinde olan has topraklarına tayin edilen voyvodalar ise sancakbeyinin vazifelerini yerine getirmekte, âmir olarak beylerbeyine bağlı durumdadır245.

Bu koşullar mahiyetinde XVIII. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da güç ve kudret sahibi hanedanlardan büyük çoğunluğu mütesellim olmak için mücadele etmeye başlamıştır. Bu yerel şahıslar içerisinde zenginlik ve nüfuz alanı en güçlü olan mütesellimlik görevine haiz olmakta ya da bir nevi âyan gibi kendi hükümlerine göre davranarak halktan vergi toplamaktadır. Daha evvelden voyvodalık ile mütesellimlik gibi vazifelere sahip olan hanedanlar valilik ve kadılık tarzında görev yapan kişilere nazaran daha şanslı durumdaydılar. Yerel hanedandan gelen aileler ise miri mukâta’aları ve sancakları malikâne olarak ele geçirerek dolayısıyla ailelerin etki ve kuvvetlerini artırmakta ve âyanlıklarının temelini atmaktaydılar246.

Yine bu yüzyılda, Anadolu’daki sancak, kaza ve köylerde devlet idaresi gücünü ve nüfuzunu kaybettiğinden dolayı paşaların, âyanların ve diğer görevlilerin halka yaptıkları zulümler ve soygunlar neticesinde, sürekli olarak İstanbul’a bölgede yaşayan ahalinin şikâyetlerini ifade eden dilekçeler yollanmıştır. Osmanlı hükümeti bu durum karşısında yeterli güce sahip olamamanın da verdiği hassasiyetle Anadolu ve Rumeli’de kuvvet ve etkisini arttıran paşaları ve yerel hanedandan olan şahısları cezalandırmak istese de bunun pek mümkün olmadığı maksadı ile onları uyarıcı mahiyette “adalet fermanları”, “adaletnameler” ve bu anlamda hatt-ı hümâyûnlar gönderip, gerek görev sahiplerinin gözlerini korkutmak, gerekse onları okşayıcı

244 Mütesellim tayinleri için bkz. Yücel Özkaya, “XVIII. Yüzyılda Mütesellimlik Müessesesi”, AÜ. DTCFD, XXIV/3-4, 1970, ss. 369-390.

245 Yücel Özkaya, “XVIII. Yüzyılda Taşra Yönetimine Genel Bir Bakış”, Türkler, XIII, (Yayına Haz.:

Hasan Celal Güzel, K. Çiçek ve S. Koca, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, s. 700.

246 XVIII. yüzyılda Kilis ve A’zaz’da diğer Osmanlı kentleri ve beldelerinde görüldüğü üzere

yönetimi zorla ele geçiren ve sonradan devlet tarafından da kabul edilen ve kendisine paşa unvanı verilen kişi Daltaban-zâde Mehmed Emin Ali Paşa olmuştur. İsmail Kıvrım, “Kilis ve A’zaz voyvodası Daltaban-zâde Mehmed Ali Paşa ve Muhallefatı”, OTAM, S. 24, 2008, s. 150.

60

sözlerle suiistimalden vazgeçirmek yollarına başvurmuştur. Fakat yaptığı bu uygulamalar hükümet için gerektiği kadar fayda sağlamamıştır247.

XVIII. yüzyılda bu şekilde çıkarılan adalet fermanlarının yoğun olarak yayınlanmış olması ve bu fermanlardaki konuların da çoğunlukla aynı olması Osmanlı Devleti’nin içtimai yapısının bozulduğunu ve mali yetersizliklerin idari yapıyı da derinden etkilediğini açıkça göstermektedir. Özkaya, bu hususu, “1726 ‘ya kadar olan adalet fermanlarının bir kısmında halkın korunması, eşkıyanın ortadan kaldırılması için vali, kadı, subaşı, mütesellim, muhassıl, sancakbeyi ve diğer memurlara hitap” edildiği halde, “1726’da ileri gelen bazı yerli hanedanlara sancak beyliği verilmesi ile Anadolu’da pek çok aile âyan olma yollarını aramaya başladı” şeklinde izah etmiştir248. Gerçekten bu devirde âyanlık, hükümet tarafından görev ve

yetki tanımlaması yapılmış, atama ve azilleri belirli bir düzene göre yapılan kişilerin temsil ettiği bir kurum haline gelmiştir diyebiliriz249.

Osmanlı Devleti’nin en mühim ganimeti savaşlarda elde edilen toprak ve bu toprak üzerinden elde ettiği gelir ve asker tedarikidir. XVIII. yüzyıl ile birlikte maddi olarak büyük sıkıntılara sebep olan 1736-1739 Rusya ve Avusturya savaşı ile 1739’dan sonra yaşanan savaşsız dönem süresince gerekli düzenlemelerin yapılamaması, 1768’de başlayan Osmanlı-Rus Savaşı’nın neden olduğu nakit ve asker ihtiyacı, Osmanlı Devleti’nin kazalarda idareyi ellerine almış olan âyanlara başvurmasına neden olmuştur. Bu oluşan süreçte Küçük Kaynarca antlaşmasının kabul edilmesi (1774) ile yaşanan mali sıkıntının devam etmesi ve düzeltilmesi yönünde girişimlerde bulunulamaması gibi durumlar gelişmelerin âyanların lehine dönmesine olanak sağlamıştır250.

1787-1792 Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları özellikle Rumeli’de vilayet ve kazaların idaresinde âyanların söz sahibi olmalarına sebep olmuş ve buna mukâbil “âyan tagallübünün” durdurulamaz bir hale dönüşmesine fırsat tanımıştır. Osmanlı Devleti, savaş zamanlarında devletin kendilerine muhtaç halini görüp, bundan aldıkları cesaretle güç ve servetlerini kişisel çıkarları için kullanan, merkezin

247 Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Âyanlık, Ankara: TTK Yayınları, 1994, ss. 447-448. 248 Yücel Özkaya, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Anadolu’da Âyanlık İddiaları”, AÜ. DTCFD,

XXIV/ 3-4, Ankara, 1848.

249 Vehbi Günay, “Batı Anadolu’da Âyanlık Mücadeleleri ve Bergama Voyvodası Sağancılı Veli”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXI/ 2, (Aralık 2006), s. 96.

250 Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. Yüzyıldan Tanzimat’a Mali Tarih), İstanbul: Alan Yayıncılık, 1986, s. 338.

61

emirlerini dinlemeyen, devamlı birbirleriyle çekişmeler halinde bulunan ve vergi almak bahanesiyle halka zulümler yapan âyanların nüfuzunu kırmak için, 1786’da âyanlık uygulamasına son verip, yerine şehir kethüdalığını getirmiştir. Ancak bu sistemin başarısız olması üzerine birkaç yıl sonra tekrar eskiye dönülmüş, âyanlara hakları iade edilmiştir (1790)251.

XVIII. yüzyılın Osmanlı’da yerel düzeyde belli bir ekonomik güç düzeyine ulaşmış âyanların en etkin dönemi olduğunu söylemiştik. Balkanlardan Ortadoğu’ya, Anadolu’dan Kuzey Afrika’ya kadar birçok bölgede ortaya çıkan âyanların en önemlileri arasında Yozgat ve civarında Çapanoğulları252, Manisa ve çevresinde

Karaosmanoğulları253, Kayseri’de Zennecizadeler ve Doğu Karadeniz’de Tirebolulu

Kethüdazade Mehmed Emin Ağa254gibi isimler sayılabilir. Zikrettiğimiz âyan

zümresinin mal varlığında dikkat çekici yükselişler gözlenirken, aynı zamanda Batı Anadolu’daki Balıkesir-Edremit’te Müridzade Hacı Mehmed Ağa 255 ve Orta

Anadolu’da Amasya-Vezirköprü’de Kör İsmailoğlu Hüseyin256gibi daha düşük

servete ulaşmış örnekler de görülmektedir. XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda yerel manada muayyen bir birikime erişmiş âyan zümresi oranı mühim değerde bir büyüklüğe tekabül etmektedir. Âyanların ekonomik güçleri, devlet adına topladıkları vergiler sayesinde elde ettikleri gelirler ve merkezin âyanlara olan ihtiyacından kaynaklanmaktadır257.

Osmanlı Devleti, idari, askeri ve türlü hallerde âyanların mahalli güçlerinden faydalanma yoluna gitmiştir. Ancak âyanların ölümü ile âyanlıklarını bir suç istinâd ederek tüm mal varlıklarına devlet adına el koymuştur. Aslında âyanların sağlıklarında elde ettiği görevlerde yaptıkları usulsüzlükler ile bir nevi eşkıyalık,

251 Özkaya, Osmanlı İmparatorluğu’nda Âyanlık, s. 285-289; Köprülü ve Uzunçarşılı, s. 41.

252 Ömer Mert, XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Çapanoğulları, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, 1980, s. 358.

253Yuzo Nagata, Tarihte Âyanlar: Karaosmanoğulları Üzerinde Bir İnceleme, Ankara: TTK

Yayınları, 1997.

254 Feridun Emecen, “Doğu Karadeniz’de Âyanlık: Tirebolulu Kethüdazâde Mehmed Emin Ağa”, Belleten, LXV/ 242, 2001, ss. 193-214.

255 Suraiya Faroqhi, “Zeytun Diyarında Güç ve Servet: Edremit âyanından Müridzade Hacı Mehmed

Ağa’nın Siyasi ve Ekonomik Faaliyetleri”, Osmanlı’da Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, ed.: Çağlar Keyder ve Faruk Tabak, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998, s. 81-100.

256 Yavuz Cezar, “Bir Âyanın Muhallefatı: Havza ve Köprü Kazaları Âyanı Kör İsmailoğlu Hüseyin

(Müsâdere Olayı ve Terekenin İncelenmesi)”, Belleten, XLI/ 161, s. 41-78.

257 Mehmet Bulut, “Osmanlı Ekonomi Politiğine Yeniden Bakış”, Bilig: Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S. 62, (Yaz 2012), s. 78.

62

rüşvet ve devlete isyan suçları münasebeti gerekçe gösterilerek müsâdereye tabii tutulmuşlardır258.

Diğer bir ifade ile Osmanlı Devleti, yerel düzeydeki sermaye sahiplerine, merkezi devlet otoritesinin bekâsı ve toplumsal düzeyde oluşturulan dengelerin bozulmasına sebebiyet verdiği düşüncesiyle karşı çıkmış ve âyanların gücünü kırmak için müsâdere dâhil diğer tüm gerekli tedbirlerin uygulanmasında hiçbir sakınca görmemiştir259.