• Sonuç bulunamadı

3. ALEMDÂR MUSTAFA PAŞA’NIN TARİH SAHNESİNDEKİ ROLÜ

3.1. III Selim Dönemi Osmanlı Devleti’nin İdari ve Mali Durumu

3.1.3. Hazinenin Durumu

Osmanlı Devleti’nde, kuruluştan itibaren maliye hazinesi anlamına gelen ve “Beyt’ülmal”, “Hazine-i Hümâyûn” gibi isimlerle anılan hazine yanında sonraları harp ve diğer olağanüstü giderleri karşılamak için bir ihtiyat hazinesi olarak düşünülen “İç Hazine” ya da “Enderun Hazinesi” de vardır. Bilindiği üzere, saray giderleri ve kapıkulu askerlerinin maaşı darlık anında bu hazineden tahsil edilmiş ve sonra da yerine konulmuştur355. 1793 yılına gelinceye kadar merkezde Hazine-i

Âmire (Dış Hazine) devletin tek hazinesi iken 1793 yılında İrâd-ı Cedîd Hazinesi’nin

350 Tarih-i Cevdet, IV, s. 365.

351 Tarih-i Cevdet, VI, s. 58-59; Karal, Selim III’ün Hat-tı Hümâyûnları, s. 50-51.

352 Uğur Ünal, “İdari ve Sosyal Alanlarda Nizâm-ı Cedîd Çabaları”, Ankara Üniversitesi OTAM, S.

14, 2003, s. 275.

353 Nihad S. Sayâr, Türkiye İmparatorluk Dönemi Mali Olayları, İstanbul: Nihad Sayâr Yayın ve

Yardım Vakfı Yayınları, 1977, s. 162.

354 Carter. V. Findley, Modern Türkiye Tarihi İslam, Milliyetçilik ve Modernlik, 1789- 2007, İstanbul,

2011, s. 33.

89

kurulması ile birlikte Osmanlı Devleti’nde mali yapıda tek hazine ve tek defterdar düzeni sona ermiştir.356

III. Selim döneminde, savaş masraflarının ve askerlerin maaşları da İrâd-ı Cedîd Haznesinden karşılandığı için hazineye giren devlet gelirleri bile bu yükü kaldıramaz duruma gelmiştir. Dolayısıyla 1795 yılında Zahire ve 1805 yılında da Tersane hazineleri kurulmuştur357.

III. Selim, başa geçtiği sırada gönderdiği bir buyruldu da para basımevinde anapara akçesi 2.000 kese “Enderun” ve “Harem-i Hümâyûn” hazinesinde 150 kese kadar ve devlet hazinesinde ise para olmadığını belirtmiştir358.

1793’te III. Selim, mukâta’aların düzeni için yeni tedbirler almak gereğini hissetmiştir. Miri ve Haremeyn mukâta’alarının boş olanlarının faizlerinin on keseden fazla geliri olanlarının satılmayıp, devletçe zapt ve iltizam usulüyle yönetilmesi, mukâta’alara mu’accele takdir ve zecriye 359 lerin de bu şekilde

verilmesiyle hazineye bir miktar gelir sağlayacağı düşünülmüştür. Faizi on keseden düşük olan mukâta’aların boşalması sonucunda bunların mu’accele ile verilmesi kararlaştırılmıştır. Ocak 1793’te on keseden fazla geliri olan mukâta’alar devlet tarafından zapt olunmuştur. Geliri on keseden az olanların sekiz senelikten az olmamak şartıyla isteklilerine açık artırmayla satılması karara bağlanıp, ferman-ı âli çıkarılarak zecriye malı da tamamen İrâd-ı Cedîde gelir olarak ayrılmıştır360.

Öte yandan İrâd-ı Cedîd Hazinesi’ni güçlendirmeyi amaçlayan III. Selim de muhallefat gelirlerinin bu hazineye girmesine büyük önem vermiştir361. Şöyle ki, Rusya ve Avusturya ile iki yıldan beri devam etmekte olan savaş Osmanlı maliyesini

356 Erdoğan Öner, Mali Olaylar ve Düzenlemeler Işığında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Mali İdare, Ankara, 2001, s. 162.

357 Cezar, Mali Tarih, s. 209-210.

358 Nurullah Kara, “ Sultan III. Selim Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik Durumu ve

Alınan Tedbirler”, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 6, (Ekim 2014) ,s. 33

359 Zecriye, alkollü içkilerden alınan bir vergi türüdür. İçkinin yasak olduğu dönemlerde kaldırılmış

olan bu vergi İrad-ı Cedîd Hazinesine gelir sağlaması için tekrar vergi kapsamına dâhil edlmiştir. Cezar, Mali Tarih, s. 183.

360 Cevdet Paşa, IV, s. 49.

361Muhallefatların miriye zabtını emreden fermanlardaki ortak gerekçe ise servet sahibi olarak tanınmaktır. Neye göre ve kime göre servet sahibi olması müsâdere mekanizmasının işleyişinde bir o

kadar kilit bir belirleyici olmuştur. XVIII. yüzyıl Bursa’sında kime zengin diyoruz sorusunu Suraiya Faroqhi de sormuştur. Faroqhi, 1790 yılında ölen Bursalı Debbağ Hacı İbrahim’in kendi evi kadar sekiz ev daha alınabilecek 10.000 kuruşluk mirasıyla zengin olarak tanımlanabileceğini belirtmiştir. Suriya Faroqhi, “18. Yüzyıl Bursa’sında Zengin olmak: Debbağ Hacı İbrahim Serveti”, Osmanlı

Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, çev.: Gül Çağalı Güven ve Özgür Türesay, İstanbul:

90

alt üst etmiştir. III. Selim bu krizi aşabilmek amacıyla bir takım çareler aradıysa da başarılı olamamıştır. Sonunda bizzat işe girişerek para tedârik etmek istemiş ve aklına gelen ilk tedbir de müsâdere olmuştur. Ancak bu uygulama itirazlara yol açınca, itirazlara cevap olmak üzere neşrettiği bir hatt-ı hümâyûnda şu ifadeler yer almaktadır;

“Benim vezirim, mâl-i eytama taarruz eylemek benim hilâf-ı meşrebimdir. Müdâhale olunduğuna bir türlü rızam yoktur. Ve maâzallahü-teâlâ ticaret ve san’at ve harâsetle tahsil-i mâl eylemiş adamlardan her kim vefat ederse mâ-dem ki vârisi vardır, bir akçesi cânib-i mirîye alınmasın, lâkin menâfi’-i devletimi kendüye me’kel eyleyüb emvâl-i mîrîyeden servet kesbeylemiş ricâl ve kibardan vefat eyleyenlerin mâlı ne benim ve ne müteveffanın ve ne vârislerinindir; ancak beytü’l-mâli müslimîn ve emvâl-i mîriyenindir; tamamca alınır hıfz-ı din devlet için sarfeylerim…”362

XIX. yüzyıl başlarında hazinenin gelir kaynaklarından birini bütçelerden anıldığı biçimiyle “Miri ve Haremeyn mukâta’alarının faizlerinden İrâd-ı Cedîd Hazinesi’ne teslim olunan akçeler” oluşturur. Faiz’i, yani yıllık kârı İrâd-ı Cedîd Hazinesi’ne ait olacak olan söz konusu bu mukâta’alar “malikâne mukâta’a” idiler. “Malikâne mukâta’a” kayd-ı hayat koşulu ile peşin bir bedel (muaccele) karşılığında taliplere satılmış ve yıllık “mal ve kalemiyye” si dışındaki tüm hâsılatı satın alana bırakılmış mukâta’a (vergi kaynağı) demekti. Bu mukâta’alar (ya da hisseleri) ancak sahiplerinin ölümleri halinde devlete rücû eder (buna mukâta’a veya hissenin mahlûl olması denirdi) ve bunlar istenirse yeniden yeni bir bedelle satışa sunulurdu.

Buna rağmen özellikle II. Mahmud (1808-1839) zamanında müsâdere yönteminde öyle bir döneme girilecektir ki zengin ve varlıklı herhangi bir kimsenin öldüğünün ihbar edilmesi, terekenin devlet tarafından müsâdere edilmesi için yeterli olacaktır. İhbar etme ve bunun karşılığında elde edilen ihbariye ücreti müsâdere olayında mekanizmanın işlemesinde kolaylık sağlamaktaydı363.

XIX. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda en çok müsâdereye uğrayanlar tüccarlar, murahabacılar (faizciler), memurlar ve âyandan kimseler olmuştur364.

362 Karal, Selim III’ün Hat-tı Hümâyûnları, s. 33. 363 Tuncay Öğün, s. 379.

91

Müsâdere uygulamalarının en büyük muhatapları âyanlar olmuştur. XVII. yüzyılın sonlarından itibaren güç kazanmaya başlayan XVIII. ve XIX. yüzyıllarda devletin politikası içinde bir türlü vazgeçemediği âyanlar öldüklerinde mallarına canib-i miri için el koyulmuştur. Merkezi otoriteyi yeniden tesis etmek azminde olan II. Mahmud, bu amacına ulaşabilmek için müsâdere yöntemini etkili bir şekilde kullanmıştır. Rusçuk Âyanı Alemdâr Mustafa Paşa’nın bir yeniçeri isyanı sonucunda öldürülmesini (16 Kasım 1808) fırsat bilerek, âyanların nüfusunu kırmak amacıyla, çoğunu idam ettirip mallarını müsâdere ettirmiştir365.