• Sonuç bulunamadı

Nevevî’nin Müslim’in Hadis İlmindeki İhtiyatını Tespitleri

1.2. NEVEVÎ’NİN MÜSLİM VE SAHÎH’İ HAKKINDAKİ

1.2.1. Nevevî’nin, Müslim Ve Sahîh’i İle İlgili Tespitleri

1.2.1.3. Nevevî’nin Müslim’in Hadis İlmindeki İhtiyatını Tespitleri

Nevevî şerhinde Müslim’in hadis ilmindeki yerinden bahsederken, Müslim’in hadis ilmindeki ihtiyatına taalluk eden mevzulara temas eder. Yapılan değerlendirmelere göre Müslim, sened zincirini aktarırken takip ettiği metot ile ihtiyat, tahkik ve tetkik noktasında ne derece ileri olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Nitekim Muaz b. Cebel’in Yemen’e gönderilmeden önce Hz. Peygamber’in kendisine söylediği uyarıların bahsedildiği rivayette211 Müslim’in bu vasfına şahit

olmak mümkündür. Buna göre Müslim mezkur hadisin birinci rivayetinde “ذاعم نع” ifadesini kullanırken ikinci rivayette “ذاعم نا” lafzını kullanarak “enne” ve “an” ibarelerinin farkına dikkat çekmiştir. Bununla birlikte cumhur bu iki ibare arasında fark görmeyip her ikisini de muttasıl isnada hamletseler de bazı âlimler bunları ayırarak “enne” lafzını inkıtâya hamlederek bu senedi mürsel olarak yorumlamışlardır. Bu senette ise bir sahâbî mürseli söz konusu olduğu için haliyle hüküm âlimlerin meşhur olan görüşüne göre yine muttasıl olsa da; İmam Müslim bu konuda ihtiyat yolunu tutarak her ikisini de zikretmeyi uygun bulmuştur.212

Nevevî, İrşad adlı eserinde “muenen” şeklinde gelen isnadın Ahmed b. Hanbel, Ebû Bekir Berdicî (ö. 301/913) gibi bazı âlimlere göre “an” ifadesi gibi olmadığını belirtmiştir. Buna göre Nevevî, “muenen” şeklinde gelen isnadın ittisâle delâlet etmediğini, senedin munkatı sayılacağını, ancak aynı haberde bir başka yönden semâın belli olması halinde ittisâl ile hükmedilebileceğini ifade etmiştir.213

Bununla beraber içlerinde Malik b. Enes’in de bulunduğu cumhur, “enne” nin, râvisi tedlisten sâlim ve şeyhine mülâki olduğu bilindikçe, ittisâl yönünden “an” gibi

211 Müslim, İman, 29.

212 Nevevî, el-Minhâc, c.1, s.146.

213 Nevevî, İrşâd, s.87; Ahmed Naim, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve

64

olduğunu ileri sürmüştür.214 İbn Abdi’l-Berr (ö. 463/1071) ise cumhurun bu kanaatini

müdafa ederek “enne” ve “an” gibi rivayette kullanılan ifadelere ve sair elfaza değil, râvi ile şeyhi arasındaki mülâkat, mücâlese, müşâhede ve semâa itibar etmek gerektiğini söylemiştir. Akabinde ise Ahmed b. Hanbel ve cemaatinin semâın sübutunu şart kılmalarını gereksiz görerek sahâbîye kadar uzanan isnadda sahâbî ister “an”, ister “enne”, ister “kâle” ve ister “semi’tü” tabirini kullanmış olsun, hepsinin de muttasıl olacağı kanaatini belirtmiştir.215

Usûle dair eserlerde geniş olarak izah edilmekle beraber kısaca ifade ettiğimiz “muan’an/muenen” konusu Nevevî’nin şerhinde ilgili bölümde özet mahiyetinde yer bulabilmiş ve bu durum Müslim’in isnaddaki ihtiyatına mesned teşkil edilmiştir. Müslim’in sened sevkindeki ihtiyatının tezahürünü daha birçok yerde müşâhede etmek mümkündür. Mesela bir rivayette216 Müslim, hadisin isnadını zikrederken, râvilerden Vekî’ nin hadisi “kâle Rasûlullah” lafzıyla, İbn Numeyr’in ise “Semi’tü Rasulallah” şeklinde naklettiğini belirtmiştir. Nevevî, Müslim’in senedi naklederken her iki lafzı da zikretmiş olmasını, isnad konusundaki hassasiyetine ve bu ilimdeki derinliğine hamlederek meseleyi şu ifadelerle izah etmiştir: “İbn Numeyr, Abdullah İbn Mes’ud’dan rivayetinde “semi’tü Rasulallah” lafzını kullanmıştır. Bu siganın muttasıla işarette bulunduğunda şüphe yoktur. Aynı senedde Vekî’ ise İbn Mes’ûd’dan rivayet ederken “kâle Rasûlullah” lafzını kullanmıştır. Ancak bu lafzın ittisâle mi yoksa inkıtâa mı hamledileceği konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Cumhura göre bu lafız “semi’tü” de olduğu gibi ittisâle hamledilir. Başka bir grub ise bunun ittisâl ifade edebilmesi için delilin şart olduğunu belirtir. Eğer mezkur rivayetin bu lafızla sahâbî mürseli olduğu söylenirse; böyle bir durumdaki senedin hüccetliğinde âlimler ihtilaf etmiştir. Cumhura göre diğer mürseller hüccet

214 Bkz. Nevevî, İrşâd, s.87; Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh, c.1, s.154; Talat Koçyiğit, Hadis

Istılahları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara Basımevi, 1980, s.259.

215 Iraki, Fethu’l-Muğis, I,293, Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh, c.1, s.154; Koçyiğit, Hadis Istılahları,

s.259; İbnü’s-Salâh, Ulûmü’l-Hadîs, s.62.

65

olmasa da bu sened hüccettir. Ebû İshak el-İsferâyînî’ye (ö. 418/1027) göre ise bu sened hüccet olarak değerlendirilemez.217

Netice olarak bu hadis hem mürsel hem de muttasıl olarak rivayet edilmiştir. Bir hadisin hem mürsel hem de muttasıl olduğu durumdaki hüccetliğinde ise ihtilafın olduğu bilinmektedir. Kimisi hükmün mürsele göre, kimisi daha hafız olanın rivayetine göre, kimisi de râvi sayısına göre hüküm verileceğini belirtmiştir. En sahih olanı ise muttasıl rivayete öncelik verilmesidir. İmam Müslim, ihtiyatlı olmasının bir tezahürü olarak her iki lafzı da zikretmiştir. Ayrıca İmam Müslim mâna ile rivayet olmaması için her iki lafzı da kaydetmiştir. Nitekim lafzî rivayetin daha evla olduğunda icmâ bulunmaktadır.218 Böylece Nevevî, isnadda İmam Müslim’in ihtiyatını ve bununla neyi hedeflediğini tahlil etmeye çalışmıştır.

Müslim’in müdellis râviler karşısındaki tutumu da onun hadis isnadındaki ihtiyatına örnek teşkil edecek mahiyettedir. Mesela insanın kendisini öldürmesinin haramlığının bahsedildiği bâb içerisinde kaydedilen hadisin219 isnadını değerlendiren

Nevevî, bu rivayette geçen isimlerin isnad ilmi kapsamında pek çok inceliğe medar olduğunu ifade etmiştir. Şârih bu kapsamdaki açıklamalarına şöyle devam etmiştir: “İlk hadisin isnad zinciri “an A’meş an Ebî Sâlih” şeklinde sevkedilmiştir. Fakat A’meş müdellis bir râvidir. Müdellis bir râvinin ise şayet başka bir tarikten semâ ile aldığı sabit olmazsa rivayeti hüccet olarak kabul edilmez.220 Daha önceden Sahîhayn

içerisinde müdellisin “an” lafzı ile rivayet ettiği hadisler bulunduğunu kaydettik. Ancak bu rivayetler, başka tarikten semâ ile sevkedildiğinin sübut bulduğuna hamledilmiştir. İşte bahsi geçen “an A’meş an Ebî Sâlih” misalinde müdellis olan A’meş’in semâının farklı tarikten sübutu açıkça beyan edilmiştir. Şöyle ki; İmam Müslim müdellis olan A’meş’den rivayette bulunan dört farklı râviye ait isnad zincirini kaydeder. Bu isnad zincirlerinin hepsi birbirinin mislidir, fakat bu rivayetler içerisinde Şu’be’ye ait rivayette “an Süleyman/A’meş kâle Semi’tü Zekvân/Ebû Sâlih” ziyadesi bulunmaktadır. Bu ziyade ise müdellis olan A’meş’in, Ebû Sâlih’den

217 Nevevî, el-Minhâc, c.2, s.279. 218 Nevevî, el-Minhâc, c.2, s.279. 219 Müslim, İman, 175.

66

semâ ile aldığının sübutunun vaki olduğunu göstermektedir. Dolayısı ile diğer rivayetler müdellisin “an” ile rivayetinden dolayı hüccet olamazken Şu’be’nin ziyedesi ile rivayet hüccetlik kazanmıştır. İmam Müslim de Şu’be’nin ziyadesini isnad zincirinde kaydederek bu durumu beyan etmiştir.221 Nevevî, bu izahat ile hem

İmam Müslim’in hem de kendisinin isnad ilmindeki derinliğini ortaya koymuştur.222

Nevevî şerhinde yaptığı tespitlerle Müslim’in isnad lafızlarında gösterdiği hassasiyeti râvi isimlerinde de sürdürdüğünü göstermiştir. Örneğin Allah’tan başka ilah olmadığına iman üzere vefat eden kimsenin cennetle müjdelendiği hadisin223

senedinde Müslim’in, râvi isimleri hususunda ne kadar ihtiyatlı olduğuna şahit olmaktayız. Bu hadisin birinci senedinde “İsmail b. İbrahim’den” ifadesi kullanılırken, ikinci sened “Bize İbn Uleyye, Halid’den şöyle tahdis etti.” şeklinde zikredilmiştir. Halbuki İsmail b. İbrahim ile İbn Uleyye aynı şahıslardır. Buna rağmen Müslim ihtiyatlı olarak tek senedle yetinmeyip her iki ismin de farklı farklı kaydedildiği iki senedi de zikretmiştir.224

Hadislerin isnadında kullanılan her bir lafzın ehemmiyet taşıdığı ve hadisin hücccetlik değerini doğrudan etkilediği bilinmektedir. Buna binaen Müslim, hadisleri sevkederken özenli lafız tercihi ile isnada yönelecek ithamları bertaraf etme maharetini sergilemiştir. Mesela İbn Abbas’dan rivayet edilen bir hadiste, Hz. Peygamber’in elbisesini üzerine alıp namaza geldiği, bu esnada kendisine et ve ekmek ikram edildiği, Hz. Peygamber’in ise bunlardan üç lokma aldıktan sonra elini suya değdirmeksizin insanlara namaz kıldırdığı nakledilmektedir.225 Müslim, bu

rivayetle ilgili olarak“يبنلا نم كلذ دهش سابع نبا نا هيفو” ifadesini kullanarak hadiseyi İbn Abbas’ın Hz. Peygamber’den bizzat gördüğünü ifade etmiştir. Lafzın şerhinde Nevevî, Müslim’in ibaresindeki nükteye şöyle dikkat çeker: “Birinci rivayette İbn Abbas, Hz. Peygamber’in elbisesini üzerine aldığını nakletmektedir. Ancak burada İbn Abbas’ın olaya şahit olduğu belirtilmemiştir. Haliyle İbn Abbas bu hadiseyi

221 Nevevî, el-Minhâc, c.2, s.301.

222 Benzeri misaller için bkz. Nevevî, el-Minhâc, c.4, s.419; c.7, s.181. 223 Müslim, İman, 43.

224 Nevevî, el-Minhâc, c.1, s.165. 225 Müslim, Hayz, 96.

67

görmüş de olabilir, olaya şahit olamayıp başkasından işitmiş olması da muhtemeldir. Şayet hadiseyi başkasından işitmiş olduğunu farzedersek hadisin sahâbî mürseli olduğuna hükmetmemiz gerekir ki, bu durumda Ebû İshak el-İsferâyînî bu hadisin hüccetliğini reddeder. Her ne kadar cumhur bu şekildeki hadisleri doğru bir tercihle hüccet kabul etse de Müslim, bahsi geçen ihtimali izale etmek için “ كلذ دهش سابع نبا نا يبنلا نم” ifadesi ile İbn Abbas’ın olaya şahit olduğunu izhar etmiştir.226 Nevevî, bu

misali ile hem sahâbî mürseli hakkındaki görüşünü beyan etmiş, hem de Müslim’in isnaddaki ihtimamına dikkat çekmiştir.

Müslim’in hadis metnindeki her lafzı dikkatle tahlil ettiğinin diğer bir misalini “sıyâm” bölümünde görmekteyiz. Şu’be’den gelen bir rivayette Hz. Peygamber’e sorulan bazı oruç çeşitleri ve bunlarla alakalı verilen cevaplar zikredilmiştir. Bu rivayetin bir bölümünde Allah Rasulü’ne pazartesi günü tutulan oruç hakkında sorulur; Hz. Peygamber ise kendisinin bugünde doğduğunu, bugünde peygamberlik verildiğini yahutta bugünde kendisine vahiy geldiğini belirtir. Müslim bu rivayeti naklederken şu ifadelere yer verir: “Bu hadisin Şu’be rivayeti “Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmanın hükmü de soruldu.” şeklinde idi. Ancak vehim olarak gördüğümüz için bu rivayetteki “سيمخلا” (Perşembe) ibaresini zikretmedik.”227

Nevevî, Kâdî İyâz’dan yaptığı nakilde, ilgili mevzuda şunları kaydeder: “Bu metinde geçen “هيف يلع لزنا وا هيف تثعب مويو هيف تدلو موي” “Bugün, benim doğduğum ve peygamber olarak gönderildiğim –yahut bana vahiy indirildiği- gündür.” ibaresinden dolayı Müslim, “Perşembe” lafzını zikretmedi. Çünkü diğer rivayetlerde belirtildiği üzere, Hz. Peygamber’in doğduğu ve peygamberliğin verildiği gün pazartesi günüdür.228 Müslim burada gördüğü vehimden ötürü de mezkur lafzı terk

etmiştir.”229

Müslim, bahsi geçen Şu’be rivayetinin akabinde eserine “ نينثلاا موص نع لئس يلع لزنا هيفو تدلو هيف لاقف” “Allah Rasulü’ne pazartesi günü oruç tutmanın hükmü

226 Nevevî, el-Minhâc, c.4, s.270. 227 Müslim, Sıyâm, 197.

228 Bkz. Müslim, Sıyâm, 198. 229 Nevevî, el-Minhâc, c.8, s.292.

68

hakkında sorulmuş, O da “Ben o gün doğdum, bana vahiy dahi o gün indirildi.” 230

şeklinde sevkedilen Katâde rivayetine yer vermiştir. Bu durum müellifin metin tahlilindeki hassasiyetinin yanında hadislerin tasnifinde de ayrı bir meziyete malik olduğunu gösteren dikkate mûcib bir durumdur.