• Sonuç bulunamadı

Namık Kemal’in Divan şiirinin “hayal” unsurlarına dair eleştirilerinin ayrıntılı bir değerlendirmes

Halef Nas *

6 Namık Kemal’in Divan şiirinin “hayal” unsurlarına dair eleştirilerinin ayrıntılı bir değerlendirmes

için bk. Erdoğan Erbay, Eskiler ve Yeniler, Tanzimat ve Servet-i Fünun Neslinin Divan Edebiyatına

Bakışı, Akademik Araştırmalar Yay., Erzurum, 1997, s. 340-388.

7 Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II, 1865-1876 (1978), hzl.: Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Birol Emil,

kan “Şiirin Mahiyet ve Hakikati” başlıklı yazısında değinir. Şemsettin Sami, mevzun ve mukaffa sözleri şiirden uzak, vezinsiz ve kafi yesiz sözleri bihakkın şiir unvanına layık görmektedir. Şairi “manevi bir ressam” olarak tanımlayan Şemsettin Sami, şiiri musikiyle de karşılaştırarak şiirin şarkı söyleyen halk arasında doğduğunu ve şiirsiz hiçbir dilin olmadığını dile getirmektedir. Ona göre bütün milletler nesren bir şeyler yazmadan evvel şiirle bir şeyler söylemiş ve yazmışlardır. Ş. Sami ayrıca şiirin tarif ve mahiyetine değinirken, şiirde esas olanın hakikati ifade değil, onu tasvir etmek olduğunu ileri sürer8:

Şiir tahsil ve iktisap olunur şeylerden olmayıp, tabii bir istidada müstenit olduğundan, malumatın her derecesinde ve her nevi efkârla şiir söylenebilir; binaenaleyh, fünûn ve maarifi n şiire asla medhali olmayıp, şiir ibtida-yı zuhurunda ne halde idiyse, yine o hal- dedir; bir tahta parçasından ibaret bir saneme kasideler söyleyen bir Çin şairiyle, tabiatı tecessüm ettirerek ve ona uluhiyet vererek esatir-i Yunaniyeyi tarif eden Homer’in, ve hâlık ve mâbud-ı hakikiyi tebcil eden Hazret-i Davut’un asar-ı şiiriyesi beyninde hiçbir fark olmadığı gibi, her ilim ve fenden bihaber olan Homer’in üç bin sene evvel Adalar Denizi sevahilinde söylemiş olduğu şiir ile, Victor Hugo gibi bir mütefenninin böyle bir asr-ı medeniyette, medeniyet-i hazıranın merkezi olan Paris şehrinde söylediği şiir beyninde dahi hiçbir fark yoktur veyahut bir fark var ise o fark da üstat ile şakirt asarı arasındaki farka benzer; kurun-ı ûlânın o koca bedevisi bir üstat ve medeniyet-i hazıranın bir rükn-i azamı olan o Fransız şair-i meşhuru onun yanında bir şakirttir ve ona şakirtliğe olan bu nispeti kendisinin en büyük medar-ı iftiharıdır! Şiirde matlup olan şey hakikat değildir, ifadesi murat olunan şeyin mücessem ve mükemmel surette tasviridir. Her şe- yin olduğu gibi, sözün dahi âlâ ve ednası, fevkalade ve adisi vardır; şiir sözün âlâsı ve fevkaladesidir.

Görüldüğü gibi şiirde tasvirin önemini vurgulayan Şemsettin Sami, şiirden iste- nenin hakikat olmadığını asıl gerekenin tasvir olduğunu belirtir. Fakat bu tasvirlerin hakikate uygun olup olmaması gereğine değinmez. Şiirde tasvirlerin teşbih, istiare ve mübalağa ile ifadesi şiirin mahiyeti ve tarifi için yeterli midir? Yani tasvirin yapıldığı her mısra veya şiir gerçekten “şiir” sayılabilir mi? İşte bu soruyu –kısmen de olsa– bir edebiyat problemi haline getiren Ahmet Mithat Efendi olmuştur.

Ahmet Mithat, “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefi se” başlıklı yazısında şiirdeki hayalleri, gerçek şairi ve şiirde hakikatin ölçüsünü ele alır ve öncelikle hayalci şair- leri eleştirir9:

Vehle-i ûlâda hatıra gelen şey, şair “müstef’ilatün” bahirlerinde bocalayarak tahayyülat girdabında hemen boğulup gitmek üzere iken bir mersa-yı selamet olmak üzere kuşe-i istirakı bulup kurtulan biçareden ibaret olmaktır.

8 Şemsettin Sami, “Şiirin Mahiyet ve Hakikati”, Hafta, nr. 27, 29 Ramazan 1298, (25 Ağustos 1881). 9 Ahmet Mithat Efendi, “Nefaset-i Tabiiye ve Sanayi-i Nefi se”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 1607, 16 Teşri-

Ahmet Mithat, evvela “‘müstef’ilatün’ bahirlerinde bocalayarak tahayyülat gir- dabında hemen boğulup” giden şairleri Muallim Naci’nin hışmına bıraktıktan sonra asıl şairi şu şekilde tarif eder:

Meramımızın mizaha haml olunmaması ricasıyla biz şairi tarif ve tavsife şu yoldan gi- rişeceğiz:

Şair, sair insanlar gibi iki gözü, iki kulağı, bir kalbi, bir beyni velhasıl havass-ı zahire ve batınasını istimale tavassut edecek olan azası mevcut ve mükemmel bir adamdır.

Ahmet Mithat şairi her şeyden evvel aramızda gezen “bizden” bir insan olarak tarif etmeye çalışmakta, hayalci veya hayalî şair tipini olumsuzlayan bir tavır takın- maktadır:

Şairin sair adamlar gibi bir adam olmasını tasavvur etmeyi kâfi görürüz.

Gerçi ona göre şair etrafını algılayışı ve yorumlayışıyla diğer insanlardan farklı- dır; ama yine de bu farklılık şiirde “gariplik” ve “tuhafl ık”lara sebebiyet vermemeli- dir. Ahmet Mithat bu gariplik ve tuhafl ıkları yapan hayalci şairleri başka bir yazısında eleştirecektir: “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdeba”10. Ahmet Mithat bu yazısında Sa- adet gazetesindeki bir yazıda şiir türleri sayılırken “eş’âr-ı fenniye” tabirinin kulla- nıldığını, bu yazıya “Eş’ârda fen veyahut fende eş’âr olmaz” yollu bir itiraz geldiğini, birincisinin daha sonra sözünden caydığını şimdi de Saadet’te birisinin “fennî” laka- bıyla eşar-ı fenniyenin nasıl olacağını göstermeye çalıştığını söylemektedir. “Bir Şiir Meraklısı” müstearını kullanan biri de bu “edib-i fennî”yi alaya almaya karar vermiş- tir.11 Bu meseleleri “garaib-i edebiye” ve “garaib-i üdeba” olarak gören Ahmet Mithat asıl meseleye gelecek ve konuyu, “henüz yaşı yirmiyi geçtiği hâlde, güya mahbub-ı muhayyeli dört nala fi rar ederek onun izi bile belli olmadığından dolayı şu genç ya- şında, ‘Gel! Nerdesin ey mezar nerede?’ diye mezarı arayan Mehmet Celâl Beyefendi ile Mekteb-i Numune-i Terakki muallimlerinden Faik Hilmi arasında edebiyatça olan görgünün farkı”na getirecektir.

Ahmet Mithat, Faik Hilmi’nin Mehmet Celâl’e derdini anlatmaya çalışmasının boşuna olduğunu söylemektedir. Dikkat edilirse bu iki kişiden biri mütefennin di- ğeri şairdir. Mütefenninler edebiyatın “hakikat” tarafını şairler ise “hayal” tarafını savunmaktadır. Mütefenninler bir meseleyi izah ederken delillerle ispat etmek yoluna giderler ve bunu bizi hakikatten uzaklaştırmadan, anlaşılır bir şekilde kaleme alırlar. Şairler ise hayallerine kapılarak bir meseleyi ortaya koydukları için bizi ikna etme yoluna gitmedikleri gibi anlattıklarının doğruluk değerine bakmadan anlaşılır olma

10 Ahmet Mithat Efendi, “Garaib-i Edep ve Garabet-i Üdebâ”, Tercüman-ı Hakikat, nr. 2234, 3 Kânunu-

evvel 1885.

kaygısı da taşımamaktadırlar. Türk dilinde sadeleşmenin ve bu sayede anlaşılır ede- biyat verimleri ortaya koymanın önem kazandığı XIX. asır Türk edebiyatında, mü- tefennin ve hayalci şairlerin sahip oldukları bu özelliklerle edebiyatçıların dikkatini çekeceğini söyleyen Ahmet Mithat bunu şu şekilde dile getirmektedir:

Maahaza biri mütefennin, birisi şair olan bu iki zatın arasındaki görgüyü görmek bizim gibi terakkiyat-ı ilmiye ve edebiyeye hizmet-i ciddiyenin nasıl mümkün olabileceğini düşünen mütefelsifl erce mühimdir.

Ahmet Mithat aklına her ne gelirse söylemenin ediplik olarak telakki edilişine bir örnek olarak Mehmet Celâl’in Saadet’te çıkan “Hazan”12 başlıklı bir yazısını gös- terir ve Muallim Naci’nin bunu takdir edişine de istihza yollu yaklaşır.13 Faik Hilmi de M. Celal’in yazısını eleştiren bir yazı kaleme alır.14 Ahmet Mithat bu yazıyı beğe- nir ve ayrıntılarıyla anlatır. Buna göre Faik Hilmi şairin bahara dair tasvir ve hayalle- rinin gerçek dışılığını fennî delillerle ispatlayarak yanlışlıklarını ortaya koymaktadır. Ahmet Mithat ise ediplerin yine de sözden anlamayacaklarını söyler: “A gözüm Faik Hilmi! Üdeba hiç söz anlarlar mı ki bu gibi tashihat-ı fennîyeye girişiyorsun?” Ahmet Mithat, Mehmet Celâl’i dört mevsimi bilmemekle de suçlar:

Mehmet Celâl Beyefendi, cümle-i garabet-i üdebadan olan gafl et-i ca’liye veya ciddi- ye erbabından olmasa da biraz düşünecek olsa idi menatık-ı arzda baharların, sayfl arın, harifl erin, şitaların suret-i tetabuunu bilecek kadar mütefennin olmasa bile hiç olmaz ise

Outline

Benzer Belgeler