• Sonuç bulunamadı

Lanet Olgusu ve Tragedya

Bir suçun, günahın ya da bir hatanın sonucunda ortaya çıkan lanet, kahramanı kaçınıl(a)maz bir yok oluşa sürükleyen, olayları yönlendiren temel olgudur ve anlatı formu olarak trajedi türünün de kurucu temasıdır. Bu nedenle lanet olgusunun klasik ve modern tragedyalardaki görünümü üzerinde durmak yararlı olacaktır.

Tragedya, Antik Yunan’da en soylu ve güçlü edebî türlerden biridir ve tek kay- nağı mitolojidir. “Tragedya tanrıları, bilerek ya da bilmeyerek işlediği bir suç için insanı yıkıma götüren amansız yazgıyı, lanete uğramış bütün bir soyun zincirleme suç ve cezasını simgeler.”5 Meydana gelen felaketlerin nedeninin bilinmediği ve bu yüzden daha büyük bir korkuyla katlanılmak zorunda kalınan kaderi konu alan tra- gedyada; yazgı, kaçınılmazlık, trajedi gibi temalar kurucu rol oynar. Bütün olayların, tek ve tabiatüstü bir güç tarafından değiştirilemez şekilde belirlendiğini ileri süren ve yüzyıllar boyunca çeşitli şekillere bürünmüş olan kadercilik anlayışı, Yunan traged-

3 Age., s. 37’de, dinler tarihini yeryüzü ve gökyüzü arasındaki iç içeliğin bozulması üzerinden değerlen-

diren Jean-Pierre Vernant (Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, çev. Mehmet Emin Özcan, Ankara, İmge Yayınları, 1996, s. 153)’ın görüşleri çerçevesinde dünyevi ve kutsalın ortaya çıkışını aktarır.

4 Age., s. 199.

yalarında kendine özgü biçimlenişiyle diğer trajik unsurlardan ayrılır. Diğer bir ifa- deyle, modern trajediden farklı olarak Yunan trajedisini farklılaştıran en temel unsur; bu, kendine özgü “kadercilik” anlayışıdır: Yunan tragedyalardaki kahramanın mah- vına neden olan şey, sırf kendi yaptıklarının sonucu değil; başına gelen, katlanmak zorunda kaldığı bir şeydir.

Yazgı, körlük (bilgiden yoksunluk), tutku, kendine aykırı bir değer, kahramanın trajik duruma düşmesine ve kendi yok oluşuna ilerlemesine neden olur. Kahraman içine atıldığı bu dünyada kendi iradesi ve eylemleriyle; hâlihazırda lanet, kehanet, kaderle belirlenmiş olayların içinde kendi varoluşunu kurmaya çalışırsa da ölümle biten bir yok oluştan kurtulamaz. Uğradığı lanet karşısında bir çıkışı olmayan insanın tanrılar ve onların belirlediği kader karşısında yıkımı kaçınılmazdır. İnsan ancak bu yıkımı kendi seçimi olarak belirleme biçiminde özgür iradesini kullanabilmektedir.

Aristoteles Poetika (İ.Ö. 320)’sında tragedya türünün en yetkin örneği olarak Sophokles’in eserlerini gösterir. Sophokles’in en çok bilinen eserlerinden Antigone ve Kral Oedipus’ta yazgı ve lanet bir arada yer alır. Efsaneye göre Thebai kralı olan Laios’in oğlu Kral Oedipus, Apollon tarafından lanetlenmiştir ve onun yazgısında babasını öldürüp annesi ile evlenmek vardır. Oedipus’un uğradığı lanet, başında ge- zinen kötü yazgı, onun eylemleri ya da yaptıklarından bağımsız olarak daha doğar doğmaz belirlenmiştir. Uğradığı lanetin, kehanetin gerçekleşmemesi için yaptığı her şey onu kendi yazgısına taşımaktan alıkoyamaz. Diğer bir ifadeyle bireysel iradesi yazgısını aşamaz. Oedipus bir soy laneti ile karşı karşıyadır. Thebai şehrinin kuru- cusu olan ve bu şehri kurarken Tanrı Ares’in ejderini öldüren Kadmos’un6 torunudur Kral Oedipus. Kadmos’un Harmonia ile evlilik törenlerine gözalıcı armağanlarla ge- len tanrıların bu hediyeleri dillere destan olmuş, “sonra da Thebai hanedanının başına gelecek birçok belaları doğurmuştur.”7

Antigone tragedyasında ise Thebai soyunun laneti yine devam edecektir. Öz ba- basını öldürdüğünü ve öz annesi ile evlendiğini, lanetin gerçekleştiğini anlayan Kral Oedipus iğnelerle gözünü oyar ve kızı Antigone ile yollara düşer; artık sadece bir kör dilencidir. Antigone tragedyası, babasının ölümünden sonra Thebai’ye dönen Anti- gone’nin birbirini öldüren düşman iki erkek kardeşinden Polyneikes’in gömülmesi- ni yasaklayan dayısı yeni kral Kreon’a karşı verdiği mücadeleyi konu alır. Babaları Kral Oedipus’un tahtı bırakmasından sonra krallığı paylaşamayan kardeşler arasında çıkan savaşta ölen her iki kardeş de soyun lanetine uğramışlardır. Büyük bir ihtiras ve gurura kapılarak Polyneikes’in gömülmesini yasaklayan Kreon, kendi yasağına

6 Thebai Hanedanı: Kara bahtlı olmada Atreus Hanedanı ile yarışan Thebai sülalesi, en çok, Sophok-

les’in Oedipus trajedisi ile tanınmıştır. Çocuklarının ve torunlarının başlarına gelen felaketlerin acısı yüreklerini dağlayan Kadmos ve Harmonia, içinde yüzdükleri refahın diyetini ölçüsüz bir ıstırapla ödemişlerdir.

uymayan Antigone’yi diri diri gömmek için harekete geçtiğinde kâhin Teiresias ta- rafından, kendi kanından birini kaybedeceği kehaneti ile karşılaşır ve bir ölüyü me- zarsız bırakmanın türlü uğursuzluklara kapı açacağına dair uyarılır. Bu kehanetten etkilenen Kreon, Antigone’yi zindandan çıkarmak istediğinde Antigone’nin kendini asmış olduğunu öğrenir. Antigone aynı zamanda Kreon’un oğlu Haimon’la nişanlı- dır. Haimon ise nişanlısının yanında hançerle kendini öldürmüştür. Kreon, oğlunun ölüm haberi üzerine bir kötü haber daha alır: Oğlunun acısına dayanamayan kraliçe de kendini öldürmüştür. Kreon’un ölçüsüz gururu ve tanrının yasaları karşı çıkarak büyük bir lanetin ve kaybın içine düşmüştür.

Daha önce de belirtildiği gibi, antik çağda, mitlerle beslenen tragedyalardaki lanet, düzeni ve dengeyi bozacak bir aşırılığın yok edilmesi, tanrısal/kutsal yasaya duyulan bağlılığın sınanması ile ilgilidir. Tragedyanın işlevi, uyandırdığı acıma ve korku duyguları ile ruhu tutkulardan temizlemek; aşırılıkları, kozmik dengeyi bo- zacak duygulardan insanı arındırmaktır (katharsis). Mutlak ve nihai egemen olarak tanrıların denetiminde olan bu dünyada lanet, “otorite”nin sağlayıcısıdır. Ahlakî ya- saya duyulan güven, onun için ölüme sürüklenmek, karşıt ve bağdaşmaz değerlerin sonuna kadar savunucusu olmak, erdem ve doğruluğun yüceliği kahramanı trajik bir yok oluşa sürüklese de onu yazgısından ve kaderinden daha büyük bir mertebeye taşıyarak onurlandırır. Klasik çağın kehanet ve lanetleri kahramanın geleceği üzerin- de belirsizlik yaratsa, onları yanıltsa bile sonunda gerçek ve tek anlamlarını ortaya koyarlar: “Hakikat” bütün eylemleri anlamlı kılan bir bütünsellik içinde tecelli eder.

16. ve 17. yy.’da ortaya çıkan modern trajediler klasik trajedinin sahip olduğu dünya kavrayışından ve içinde yer aldığı dünyadan şüphesiz ki çok farklıdır. Batı’da mutlak egemen (mutlak monarşi/krallık), 14. ve 15. yüzyıllarda ekonomik sıkıntılar ve feodal gelirlerin azalmasıyla birlikte, toplumun çözülmesini önleyici bir güç ola- rak üstlendiği yeni işlevle varlık kazanır. Merkezî mutlak egemenin güçlenmesine zemin hazırlayan bu tarihsel koşullar trajedinin yeniden ve son kez doğuşuna tanıklık edecektir. Mutlak egemenin var olduğu bir düzen, klasik dünyada bilgeliği “akıl” ve “irade” ilkesiyle düzenleyen anlayışın aksine, egemen fi gürün keyfi liğine hatta zaman zaman despotluğuna fırsat verir. Binlerce yıl boyunca ‘fi kirler’in geçerliliği, kendi ‘içkin doğrulukları’na değil, o fi kirleri öne sürenlerin ‘otoritesi’ne bağlı sayıl- dığı bir dünyada, otorite, modern trajediyle birlikte hükümsüzleşir.8 Moretti, “Traje- diyi trajedi yapan nasıl bittiği değil, neleri varsaydığıdır.” derken modern trajedi ile klasik trajedi arasındaki önemli farklılığın modern trajedinin dünyaya dair varsayımı ile yaşanan gerçeklik arasındaki yarılmadan kaynaklandığını söyler: “Kendini hâlâ organik bir bütün olarak düşünen ama bu özelliğini kaybetmekte olan bir dünyadan

8 Moretti, kitabında metin türleri ve sosyolojik verilerin ilişkisini tartışırken söz konusu ettiğimiz belir-

doğar modern trajedi.”9 Shakespeare trajedileri hâlâ tragedyaya has soyluların, kral- ların dünyasını anlatsa da, yeni ışımaya başlayan bir dünyanın habercisidir. Bu dün- yada “Aklın ve ahlakın insanın diğer melekeleri üzerindeki geleneksel egemenliğini birdenbire geri dönüşsüz imkânsızlaştıra[n]”10 modern trajedide, dünyanın organik bütünlüğü bozulmuş ve tek düşünce biçimi böylesi bir bütünlük algısı olduğu için de, bu özelliğini kaybetmekte olan bir dünya vardır. Moretti, modern trajedide, birbirine karşıt ve bağdaşmaz kuvvetlerle bölünmüş kahramanın, içsel olarak da benliğinde bu yarılmanın tekrarlandığını belirtir; oysa dramanın çatışma içermesi ancak trajik kahramanın bütünlüklü bir karakter olmasıyla mümkündür. Hamlet, babasının intika- mını almak ve iktidarın nasıl el değiştirdiğini anlatmak yerine, iktidarın dayanacağı kültürel temelin hâlâ mümkün olup olmadığını sorar. Bu soruya olumsuz yanıt veren Hamlet, iktidar mücadelesine olan inancını da yitirir.

Modern trajedide antik çağın kesin ve mutlak hakikatini kuran kavrayışı gev- şemiştir. Bütün eylemleri anlamlı kılacak yüksek bakış açısı kaybolmuştur, ne kah- ramanlar ne de diğer dramatik unsurlar trajik olay örgüsünü anlamlandırabilirler, Hamlet’in trajedisinin sonunda tüm söyleyebildiği budur: ‘İyisiyle kötüsüyle tüm olanlar’. Moretti, Shakespeare’de ‘koro’nun olmayışını da evrensel, yüksek bakış açısının kayboluşunu gösteren yapısal bir düzenleme olarak değerlendirir.

Sonuç olarak, eylemlerini ve düşüncelerini yorumlamakta, anlamakta aciz kalan bir dünyada eski değerler geçerliliğini ve hükmünü yitirmiştir. Kahramanların yaşa- dığı gerilim ve içsel yarılma da bununla ilişkili olarak ortaya çıkar. Böyle bir dünyada kutsalın/tanrıların nihai otoriteleri de sarsılmıştır. Lanet, kaynağını dışarıdan, aşkın bir kutsallıktan değil, insanın zihinsel anlamlandırmada yaşadığı kararsızlıktan, bil- menin imkânsızlığından alır.

Trajediden sonra ve ona karşı olarak meydana çıkan modern edebiyat ve estetik, trajedilerde ona kaynaklık eden çatışmayı “acıma ve dehşet”le betimlemek yerine toplumsal varoluşun doğal bir uzantısı olarak kavrar; yeni edebiyat ve estetik’in an- titrajik özelliği de bundan kaynaklanır.11

Outline

Benzer Belgeler