• Sonuç bulunamadı

Mehmet Kaplan’a göre Tanpınar, “bir anda birçok şeyi bir arada gören”, “bir eş- yayı ele aldığı zaman onda çeşitli özellikler keşfeden”; dolayısıyla da “bakış tarzı ile idrak edilen fenomenlerin sayısını çoğaltan ve karıştıran” bir yazardır.44Tanpınar’ın rüya hâli dediği, varlıklara bir düşün ardından baktığı o ânlarda eşya özünü değiştire- rek başka bir varlık hâline gelir. Bu durum özellikle “Abdullah Efendinin Rüyaları” hikâyesinde görülür. Hikâyenin başkişisi Abdullah Efendi, gördüğü hayallerle eşya- ların hareket ettiğini, konuştuklarını zanneder. İnsanlar tarafından hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu için kendisini eşyaya yakın gören Abdullah Efendi, güvendiği eşyaların bu şekilde canlanmasından korkar:

Eşyanın sükûneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi. Bir insan, en yakınımız bile, çarçabuk değişebilirdi. Fakat eşya, dalgın ve daüssılalı uy- kularında hep aynı kalırlardı. Bir saksının, bir sedirin, bir masanın, bir duvar veya kapı- nın değişmesi imkânsızdı. Eşyanın açık dost, her zaman için güvenilir çehreleri!.. Fakat

acaba gerçekten onlar değişmez miydi?45

Çift kişilikli olan, hayal ile gerçek arasında yaşayan Abdullah Efendi, biraz da alkolün etkisiyle, eşyaların konuştuğunu, hareket ettiğini görür. Kendisindeki deği- şikliğe bağlı olarak, eşyaların da değiştiğini zanneder. Eşyadan yaşayan bir varlık gibi bahseden Abdullah Efendi, eşyayı değişen çehresiyle görür; zira eşyanın görün- tüsü insanın bilincine bağlıdır. O gece Abdullah’ın bilinci bir hayli karışık olduğu için eşyaları algılayışı da değişmiştir. Ona göre, insana ne kadar güvenilirse eşyaya da o kadar güvenilmelidir.

Tanpınar’a göre eşya, insanla değer kazanır; insanla ilişki kurana kadar eşya bir ifade taşımaz, insanlar kadar kolay kolay değişim yaşamaz. Fakat bu hikâyede hayal ile gerçek iç içe geçmiştir. Etraftaki her şey Abdullah Efendi’ye saçma hâller-

44 Mehmet Kaplan, “Bir Şairin Romanı: Huzur”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2, 4. b., Dergâh

Yay., İstanbul, 1999, s. 412.

de görünür, her yer alt üst olmuş, eşya bilinen hâlinden çıkmış, düzen bozulmuştur. Hem insanlık hem de eşya büyük bir değişim yaşamaktadır. Abdullah Efendi, kötü bir ruhun hüküm sürdüğüne inanmaya başlar. Gece, “eşyayı arzunun cehenneminde birleştiren” bir sesle önüne gelen her şeyi ölesiye hapseder.46 Abdullah, gördükleri- nin kendi hayal ürünleri olup olmadığına karar veremez; böylesi “çirkin ve galiz bir dünya, ancak bozulmuş bir düşüncede idrâk edilebilir”47 dese de olan bitene anlam veremez. Bu korkunç geceden ve onun getirdiklerinden kurtulmak isteyen Abdullah, gizlenmek için bir eve girer. Esasında bu sessiz ve korkutucu ev, Abdullah Efendi’nin bütün ömrüdür. Teker teker evin tüm odalarını gezer:

Bu kadar garip şekilde girdiği bu evde sanki kendisine yabancı hiçbir şey yoktu. Eşya, duvar, pencere, her şeyi tanıyordu. Hepsi kendi hayatından bir parça idiler, fakat o hep- sine karşı kayıtsızdı. Hiç kıymet vermediği taklit bir eşyayı parmakları arasında biraz da

istihfafl a evirip çeviren bir adam hâliyle bütün ömrünün arasından geçiyordu.48

Abdullah, ömrünün yeniden tanığı olur. Bu odaların her birinin duvarlarında aynalar vardır, hayatı boyunca tanıdığı insanların asıl yüzlerini gösteren aynalardır bunlar. Aynalar burada da bellek olarak karşımıza çıkar. Fakat Abdullah arka arkaya bu aynaları görmeye dayanamaz:

(…) bu acayip gecede, bu ıssız evde o kadar mutlak bir boşluktan sonra, zembereği kı- rılmış bir eski saat gibi, bu aynaların birdenbire bu kadar çıplak ve zalim hakikati birbiri

ardınca ortaya atmasına tahammül edemiyordu.49

Evin bir odasında “billûr sürahi” gören Abdullah Efendi, bir bardak su içmek ister. Fakat sürahinin sahibi küçük çocuk birden ortaya çıkarak ona izin vermez ve sürahiyi camdan dışarı atar. Mehmet Kaplan’ın tespitine göre; “billûr sürahi” imajı, saadet vaat eden, fakat insandaki derin susuzluğu hiçbir zaman gideremeyen bütün o güzel şeyleri, şiiri, musikîyi, raksı, kadını, hülyayı, hayatı ve bizzat kâinatı temsil eder.50 Fakat Abdullah Efendi tüm bunlara uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalan bir bireydir. Kadın tenine duyduğu özlemle kendisini arkadaşlarıyla birlikte lokanta- dan dışarı atar, fakat gittiği evlerde kadınlarla birlikte olamaz. Çift kişiliği sebebiyle yaşadıklarının hayal mi gerçek mi olduğuna karar veremez.

Tanpınar’ın şiirlerinde de kendisinden yeni anlamlar üretilen eşyalar, imgeleri oluştururlar. “Yavaş Yavaş Aydınlanan” şiirinde Tanpınar, şiir estetiğini anlatır. Tıpkı anne karnından dünyaya gözlerini açan bir bebek gibi, şair suyun altından gökyüzü-

46 Tanpınar, 2006, age., s. 41. 47 Tanpınar, 2006, age., s. 42. 48 Tanpınar, 2006, age., s. 45-46. 49 Tanpınar, 2006, age., s. 46. 50 Kaplan, 2006, age., s. 120.

ne çıkar. Şairin emeli, sıradan hayattan ebediyete ulaşmaktır. Bunu da sanat yoluyla gerçekleştirir:

Ve hangi el boş geceden Uzattı bu altın tası, Sızdıkça bir düşünceden

Günlerin kızıl meyvası?51

Mehmet Kaplan’ın ifade ettiği gibi, içinde ebediyetin sırrını taşıyan “altın tas”, şairi ebediyete taşır.52 “Her Şey Yerli Yerinde” şiirinde ise eşya, uykusundan uyanır:

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan, Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan. Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi. Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, Serpilen aydınlıkta dalların arasından Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman

Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.53

Şiirde “dolap”, hayatı ve ıstırapları simgeler; fakat bu dolap uzaktadır:

Her şey yerli yerinde bir dolap uzaklarda

Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan54

Mehmet Kaplan’ın belirttiği üzere bütün güzel şeylerin ebediyen devam etmesi- ni isteyen Tanpınar, ebedîleştirmek arzusuyla insanı “billûr kadeh”, “ayna”, “âvize” gibi eşyalara benzetir ya da “madalyon”, “heykel” gibi sanat eseri hâline getirir.55 Tanpınar, Beş Şehir’in “Bursa’da Zaman” başlıklı kısmında eşyayla ilgili şöyle der:

Hiç bir şey düşünmek istemiyorum. Sadece bu anı ve bu aydınlığı, Bursa ovası denen büyük ve zümrütten yontulmuş kadehten içmekle kalacağım. “En iyisi budur, diyorum;

eşyayı bırakmalı güzelliğinin saltanatını içimizde kursun.”56

Tanpınar’ın yöntemi, hiçbir şey düşünmeden kendisini eşyaya bırakmaktır. Tür- beler, camiler, eski bahçeler ancak bu kendini bırakışla Tanpınar’la konuşurlar.

51 Tanpınar, 2000, age., s. 22. 52 Kaplan, 2006, age., s. 64. 53 Tanpınar, 2000, age., s. 40. 54 Tanpınar, 2000, age., s. 40. 55 Kaplan, 2006, age., s. 141.

EŞYA-ÖLÜM İLİŞKİSİ

Ahmet Hamdi Tanpınar, dış dünyaya, varlıklara ve eşyaya, zihnin, ruhun, düşün- cenin bir ürünü olarak bakar. Eşyaya kendi bakış açısıyla yeni anlamlar kazandıran yazarın, eserlerinde de eşyayı görünen hâliyle değil, kendi hayalindeki şekliyle anlat- tığını söylemiştik, dolayısıyla eserlerindeki eşyalar insanın ölümle ilişkisinden de et- kilenmekte ve yazarın zihninde ölümle birlikte onlara yüklediği anlamı taşımaktadır- lar. Bu bölümde eşyanın ölümle ilişkisini iki alt başlıkla ortaya koymaya çalışacağız.

Outline

Benzer Belgeler