• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.2. Konya Đttihat ve Terakki Okulu

2.2.3. Öğretim Kadrosu

2.2.3.3. Naim Efendi (ONAT, 1889–1953)

Đttihat ve Terakki Mektebi öğretmenlerinin renkli simalarından biri olan Naim Hâzım, 1305 (1889) Konya doğumludur. Konya müderrislerinden Hâzım Efendi’nin oğludur. Annesi, Kara Hafız Mustafa Muhtar Efendi’nin kızı Şerife Hanım’ın kızı Hafize Hanım’dır. Đlköğrenimini Hamidiye Đbtidaî Mektebi’nde tamamlar. 1902’de hafız olmuş, adına hafızlık töreni düzenlenmiştir. Bundan sonra medrese eğitimi başlar (Sural, Yeni Konya, 5 Nisan 1976; Öztürk, 1995: 549). Naim Hazım medreseye bir yakınının ısrarı üzerine gitmiştir. “Medrese tahsili, ilim ve hakikate karşı fıtraten duyduğu fart-ı incizâb ve iştiyakı teskin edemediğinden” kendi çabalarıyla özel araştırmalara başlar. Çok sayıda kitap ve dergi getirmiş, ünlü hocalardan dersler almıştır (Ergun ve Uğur, 1926: 130). Arapça ve Farsça konusunda kendini iyi yetiştirir (Đnal, 1988, 1097). II. Meşrutiyetten sonra Şam, Beyrut gazetelerine Arapça şiirler gönderir ve yayınlanır. Arapçaya yakın ilgisi yaşamının farklı dönemlerinde birbirine zıt görüşlerle ömür boyu devam edecektir (Arabacı, 1998: 255).

1909’da Yağmuroğlu Medresesi’nden icazet alıp medrese öğrenimini tamamlayan Naim Hazım, aynı yıl sınavla Fethiye Medresesi’ne müderris olur (Arabacı, 1998: 254–255). Dâr-ül-Hilâfe Medresesi kuruluncaya kadar (27 Ekim 1915) bu medresede çalışmıştır. Bu tarihte atandığı Dâr-ül-Hilâfe Medresesi’nde Türkçe, Edebiyat, Muhâzarât, Farisî, Ulûm-i Nefsâniye derslerini okutur. Sonra kurulan Yüksek Medresede; Kelam, Mantık ve Arap Edebiyatı hocalığı yapmıştır (Öztürk, 1995: 549). 1 Eylül 1332’de 400 Kuruş maaşla Đttihat ve Terakki Mektebi Türkçe öğretmeni tayin edilir (ĐTMKMSD, s. 123–124). Aynı dönem şiir ve edebiyatta ünlenmeye başlamıştır (Sural, Yeni Konya: 6 Nisan 1976). Uzun bir dönem, Askerî Đdadî’nin Türkçe, Edebiyat derslerini okutur (Ergun ve Uğur, 1926: 130). Konya Đdadîsi’ndeki öğretmenliğinin ardından aktif siyasî yaşama atılacaktır (Konya Đl Yıllığı, 1973: 313).

Babalık, Türk Sözü, Sebîlürreşad, Sırat-ı Müstakîm, Beyânü’l-Hak, Ocak, Türk Dili, Belleten, Halk, Ulus gibi gazete ve dergilerde yazı ve şiirleri yayınlanan (Arabacı, 1998: 256) Naim Hâzım Onat’ın düşünce hayatı, birbirinde farklı iki döneme ayrılmaktadır. Đlk dönemde Medrese hayranı, medrese eğitiminin sonucu olarak Arapça tutkunudur. Bir şiirinde vatanı vücuda, medreseyi de o vücudun kalbine benzetir. Medrese adlı başka bir şiirinde medreseye olan hayranlığı “aşk” sözcüğünde ifadesini bulmaktadır. Medrese aynı zamanda, uygarlık dili olarak nitelendirdiği Arapçanın ruhudur. Ancak bu dille ibadet edilebilecektir. Bununla birlikte, medreselerin mevcut durumundan rahatsızdır. Önceki dönemlerde bilimin kaynağı olarak sunduğu medreselerin, var olan çabayı da boşa çıkaran bir yozlaşma sürecine girmesini kabullenemez. Onun için medreseler süratle ıslah edilmelidir. Birlikte andığı Şeriat ve vatanın yaşaması için tek çare budur (Arabacı, 1998: 256– 257; Sural, Yeni Konya: 7 Nisan 1976). Medreselerin içinde bulunduğu durumdan duyduğu rahatsızlık nedeniyle “zamanın sahte taassubunu, gafletini, cehaletini, medrese zihniyetini” acımasızca eleştiren şiirler yayınlar (Ergun ve Uğur, 1926: 130). Bu dönem Mehmet Akif’in etkisi altındadır. Balkan Savaşları’nın sürdüğü bir ortamda Mehmet Akif tarzında şiirler yazar. Millî Mücadele’de ise şiirlerinin ana temasını kimlik vurgusu oluşturur. “Millî bir gazel tecrübesi” olarak keleme aldığı “Biz Türküz” adlı şiiri bu duruma somut bir örnektir (Arabacı, 1998: 258).

Türk Sözü ve Ocak’ta yayınladığı yazılar, Naim Hâzım’ın dil hakkındaki görüşlerinin ilk döneminin çerçevesini oluşturmaktadır. Türkçeye, Arapça ve Farsçadan geçmiş bütün kelimelerin atılmasını savunan “müfrit tasfiye taraftarları”nın aksine, sadeleşme işinin kendi doğal sürecine bırakılmasını savunur. Müfrit tasfiye taraftarlarından biri de, sonradan Türk Dil Kurumu’nun çatısı altında buluşacağı Besim Atalay’dır. Naim Hazım ve Besim Atalay arasındaki tartışma tasfiye konusuyla sınırlı değildir. O yıllar Konya’da müderris olan Naim Hazım, aynı dönemde Konya’ya gelen Besim Atalay’ın “Türkçeden Arapçaya geçen kelimelerle” ilgili iddiasını, bu kelimelerin Arapçadan Türkçeye geçtiği karşı savıyla çürütmeye çalışır (Sural, Yeni Konya: 7 Nisan 1976). Bununla birlikte Türk Sözü’nün sütunlarından şehre yayılan Türkçülük propagandasına şiirleriyle katkıda bulunmuştur. Mektep çağındaki çocuklara yönelik yazdığı “Türkçe” başlıklı şiirinin bir dörtlüğü şöyledir:

Ey sevgili dilim, seni candan nasıl sevmem ben, Đlk önce sen düşüncemi çiçeklerle donattın, Sen, bilginin önündeki bulutları parlattın,

Dimağıma, düşünceme sensin asıl nur serpen (1 Haziran 1917).

Naim Hazım, Konya Askerî Đdadîsi’nde Edebiyat öğretmenliği yaptığı sırada Mustafa Kemal tarafından, II. TBMM seçimlerinde Halk Fırkası adına, Konya’dan aday gösterilir. Seçimlerde Halk Fırkası’nı desteklemekle yükümlü Halk’ta70 yayınlanan “Namzetlerimiz” başlıklı adayları tanıtıcı bir makalede kendisi ile ilgili olarak şu sözlere yer verilmektedir:

“Müşârünileyh hakkında ne söylense azdır. Naim Hazım Efendi Hazretleri ilmen, irfânen ve bilhassa seciye itibariyle çok yüksektir. Edebiyat vadisindeki behresi müsellim-ül- enâmdır. Đrfânı derecesinde mahviyetperver müşârünileyhin Büyük Millet Meclisi’nde Konya’mızı temsil etmesi bütün mehâfilce memnuniyet-i azîme ile karşılanacaktır”(Halk, 1 Temmuz 1923).

Naim Hâzım, Cumhuriyet döneminde Meşrutiyet ve Millî Mücadele’ye kıyasla farklı bir portre çizmiştir. Naim Hâzım’daki bu değişim, Ahmet Hamdi Başar’ın Konya seyahatine ilişkin izlenimlerinde açık bir biçimde görülmektedir:

“Konya’da idik. Alâeddin Tepesi’nde Halk Fırkası binasının geniş salonunda Konya’nın bütün ileri gelenleri toplanmıştı. Gazi halkın şikâyetlerini dinliyordu. Konya o sene buğday fiyatlarının müthiş sükûtu ve kuraklık dolayısıyla buhran içinde kalan merkezlerinden biriydi. Halk sulama ihtiyacından, şundan bundan bahsediyor ve dertlerini ortaya koyuyordu. Uzaktan hâkim bir ses işittik. ‘Paşa Hazretleri; müsaade buyurur musunuz?’ Başımızı çevirdik. Efendi kılığında, orta yaşlı bir zat ayağa kalkmış, söz için müsaade istiyordu. Kim bilir ne söyleyecekti? Belki vergilerden, belki Ziraat Bankası’ndan şikâyet edecek; belki de hükümetin bir yolsuzluğunu haber verecekti. Konya’nın medrese şivesiyle ve gayınları çatlatarak söz söylüyordu: ‘Paşa Hazretleri Gonyanın derdi ne guraklıktır ne de mahsulün para etmemesindedir. Sayenizde guraklık gider; mahsul para eder; her şey düzelir. Emme lâkin Gonyalıları müteessir eden asıl nokta biz layik (laik) bir hükümet olduğumuz halde niçin hâlâ cevamî (camiler) ve mesâcide (mescitler) umumî bütçeden tahsisat vererek onları yaşattığımızdır. Gonya halkı bu tahsisatın halkevlerine verilmesini istemektedir.’ Hayret, dehşet, nefret içinde kaldım. Konya’dan bir dinsizin, soysuzun nasıl çıktığına şaşarak yanımdakilere bu zatın kim olduğunu sordum. Yeniden intihâb (seçilmek) edilmek isteyen eski bir mebus, eski hoca, Türkçe kelimelerin Arapçadan

70

geldiğini ispat için eser yazmış bir zat!. Dondum kaldım. Bu kadarına kimse yüz vermedi ve onun halk namına yaptığı dilek umumî bir nefret uyandırdı. Fakat bu zatın sonra mebus olduğunu, hatta bütün Arapça kelimelerin aslının Türkçeden geldiğini ispat eden yazılar bile yazdığını işittim!..” (Başar, 1981: 48).

Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından üç aylık yurt gezisine çıkan Mustafa Kemal’in 18 Şubat–1 Mart 1931 tarihinde gerçekleşen Konya gezisine (Önder, 1989: 99) ilişkin izlenimler, Naim Hâzım’la ilgilidir. 1923’te milletvekili olduktan sonra fikrî yönü ile birlikte dil hakkındaki görüşleri değişmeye başlamıştır. Diğer milletvekilleri gibi I. Dil Kurultayı’na katılır (BTDKMZ, 1933: XXIII). Kurultay müzakerelerinde Mustafa Kemal, Hz. Muhammed’i Medine’ye davet eden Evs ve Hazreç Kabileleri’nin Oğuz ve Hazar Türkleri olup Araplaşmış olmalarının mümkün olup olmadığı şeklinde bir soru yöneltmiştir. Naim Hâzım, Besim Atalay’ın iddialarını çağrıştıran bu soru üzerine Arapça üzerindeki Türkçe etkisini araştırmaya başlar (Sural, Yeni Konya: 6 Nisan 1976). Arapça konusundaki derin bilgisinin de yardımıyla bundan sonraki çalışmalarında, Arapçanın kökeninde Türkçenin bulunduğunu tezine yoğunlaşacaktır.71 Đkinci Türk Dil Kurultayı’nın (18.8.1934–23.8.1934) Dolmabahçe Sarayı’ndaki toplantısından sonra oluşturulan 11 kişilik merkez heyetinden biri, Naim Hâzım Onat’tır. Besim Atalay ise muhasebecilik görevini üstlenmiştir (Ercilasun, 1993: 202). Arapçaya, özellikle de kültür Arapçasına Türkçenin ana kaynak olduğu konusunda hazırladığı çalışma, Kurultay öncesinde basılarak katılımcılara dağıtılmıştır (Arabacı, 1998: 262). Güneş-Dil Teorisi çalışmalarının yürütüldüğü yıllarda Atatürk’ün isteğiyle Yusuf Ziya Özer’le birlikte Dil Kurumu’nun merkez heyeti dışında kurulan komisyona katılır. “Aşırı özleştirmeci” olduğu için komisyonda çetin tartışmalar yaşanmıştır (Ercilasun, 1993: 203). Ancak bu teorinin “beyinleri kamaştıracak kadar parlak ve yüksek bir hakikat” olduğunu anlaması uzun sürmemiştir. Zira Güneş-Dil Teorisi “çok eski ve köklü dilimizin ve dolayısıyla ondan varlık almış birçok dillerin nasıl doğduğunu en açık, en basit bir şekilde ortaya koymaktadır” (Cumhuriyet: 24 Đkinciteşrin 1935). Türkçeden varlık alan birçok dilin başında ise uzmanı olduğu Arapça gelmektedir. Bu konuda Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu I (Đstanbul–1944) ve Arapçanın Türk Diliyle

71

Kuruluşu II (Đstanbul–1949) adıyla iki eser daha yayınlar. Besim Atalay’ın Türkçeden Arapçaya geçen kelimeler konusundaki iddiasına karşı çıkan Naim Hâzım’ın Dil Kurumunda, Arapçanın Türkçeden doğduğunu ispata çalışmasını samimiyetsizlikle karşılayanlar olmuştur. Dil Kurumu’ndaki çalışma arkadaşı Besim Atalay, 25.11.1957 tarihli Dünya gazetesinde yayınlanan bir yazısında Naim Hâzım’daki bu değişikliği, Atatürk’e yaranma, onun millî hislerini okşama ve mizacına uygun hareket etme olarak değerlendirmektedir (Sural, Yeni Konya 6 Nisan 1976). Bu tespitlerin doğru olup olmadığı bilinmemekle birlikte Atatürk’ün takdirini kazandığı bir gerçektir. Ona faziletli anlamına gelen “Onat” soyadını Mustafa Kemal vermiştir (Sural, Yeni Konya: 6 Nisan 1976). Đkinci dönem seçimlerinden sonra III, IV, V, VI, VII ve VIII. dönemlerde ardı ardına milletvekili seçilmiştir. Türk Dil Kurumu daimi üyesi olarak ömrünün sonuna kadar çalışmış, 5 Mayıs 1953’te de hayata veda etmiştir (Öztürk, 1995: 550).