• Sonuç bulunamadı

MISIR’DA OSMANLI OTORİTESİNİN MANEVİ DAYANAKLARI VE HALİFELİK

A- Saray ve Babıali: Mısır’da Farklı Siyasî Stratejiler

III- MISIR’DA OSMANLI OTORİTESİNİN MANEVİ DAYANAKLARI VE HALİFELİK

Sultan II. Abdülhamid, taşıdığı halifelik sıfatıyla, dünyadaki bütün Müslümanların

lideri konumundadır. Bütün Müslümanlar onun kişiliğinde aynı sancağa bağlıdırlar.

Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı sınırlarında yaşayan Müslümanların ise hem halifesi

hem de hükümdarı, yani hem dinî, hem de dünyevî lideridir. Bu, Sultan II. Abdülhamid

için önemli bir sorumluluk alanıdır. Hâkimiyeti altında yaşayan Müslümanların bütün

sorumluluğu ona aittir ve görecekleri zarardan o mesuldür. Halifeliği önemli birleştirici

unsur olarak gören Sultan II. Abdülhamid, kendi topraklarındaki Müslümanların

göreceği zararları önleyemezse, saygınlığına önemli bir darbe olacaktır

890

. Bu da

Sultan’ın isteyeceği bir şey değildir. Bu yüzden hâkimiyeti altında bulundurduğu

Müslümanların sosyal, siyasî ve iktisadî istikballerini korumak ve kollamak onun

sorumluluğundadır. Sultan’ın hâkimiyetinde bulunan Mısır, Müslümanlarla meskûn

önemli bir İslam beldesidir. Bu yüzden Mısır, Sultan II. Abdülhamid için önemlidir.

Buradaki egemenlik hakları ile hilafet hukukunu korumak, Sultan II. Abdülhamid’in

889 Y.A.HUS. 204/4.

politikalarının en önemli yönünü oluşturmaktadır. Mısır’da İsmail Paşa döneminde

ortaya çıkan yeni tablo ve bunun sonuçları, Mısır Meselesi’ni yeniden uluslararası

arenaya taşımıştır. Sultan II. Abdülhamid’in, tahta çıktıktan sonra Mısır Meselesi üzerine

özellikle eğildiği görülmektedir. Ancak süreci kendi lehine çeviremediği için Mısır’ın

1882 yılında İngilizler tarafından işgaline tanık olmuştur. Bu işgal Abdülhamid’in

egemenlik haklarına ve halifelik sıfatına önemli bir darbe indirmiştir. Mısır’ın bu yolla

elden çıkması, etrafındaki diğer Osmanlı vilayetleri için önemli bir tehlike oluşturacaktır.

Yani, diğer devletlerin dikkatini Mısır’a çekmesi dolayısıyla bu devletlerin menfaat

birliği yapıp Hicaz, Yemen, Suriye ve Trablusgarb gibi diğer vilayetleri de aralarında

paylaşmalarına kapı açacaktır. Sultan II. Abdülhamid bunun farkında olduğundan, Mısır

işine çok önem vermiştir. Diplomasisini de Mısır’daki işgali en kısa zamanda sona

erdirmek üzerine kurmuştur. Çünkü Mısır’ın İslam dünyasındaki önemi büyüktü. Böyle

önemli bir beldenin ecnebi devlet tarafından işgal edilmesi, onun halifelik makamının

İslam’ın koruyucusu olması iddiasıyla bağdaşacak bir şey değildi. Sultan II.

Abdülhamid’in, Halifeliği birleştirici güç olarak kullanmaya çalıştığı bir dönemde, bu

işgal

891

, onun halifelik kurumuna atfettiği önem ve birleştirici gücüne yaptığı vurguya

önemli bir darbe vurmuştur. Dolayısıyla böyle bir durumun Abdülhamid tarafından

kabul edilmesi Müslüman dünyasında siyasî intihar olacaktır. Bu yüzden o, bunu kabul

etmemiş ve işgali en kısa sürede ortadan kaldırmaya çalışmıştır

892

.

Sultan II. Abdülhamid’in sömürgeci güçlere karşı savunma politikası olarak

gördüğü İslam Birliği siyasetinin birleştirici gücü ona önemli bir saygınlık

kazandırmıştır. Bu işgal, bu saygınlığa karşı önemli bir dış müdahale olarak algılanabilir.

1881 yılında, Tunus’un Fransızlar tarafından işgal edilmesi karşısındaki tepkisi, sadece

protesto ile sınırlı kalınca, bu durum Sultan II. Abdülhamid’in İslamcılık politikasına

ciddi zararlar vermişti

893

. Abdülhamid’in Halifelik gururunun ayrılmaz bir parçası olarak

gördüğü Mısır’ın

894

Tunus gibi bir duruma düşmesi, onun için başka bir darbe

olacağından bu işgali kabul etmesi mümkün değildi. Ancak Osmanlı Devleti’nin

gücünün sınırları belli olduğundan, Sultan II. Abdülhamid’in bu gücü aşarak belli

891 Aksun, s.233-234. 892

Eraslan, s.292.

893 Kızıltoprak, s.150; Aslında Sultan II. Abdülhamid “Pan-İslamcılık yapmamış, sadece tahtını ve

devletini Hristiyan ve Müslüman bölücülere karşı korumaya çalışmıştır” Kuran, s.147.

çözümler getirmesi de mümkün görünmüyordu. Bu sınırlar Abdülhamid’in uyguladığı

diplomasisinin her aşamasında hissedilmiştir. Bu yüzden devletin otoritesinin zaaf

gösterdiği Müslüman vilayetlerde halifelik kurumunun ön plana alınarak bu zaafiyetin

ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Bu yolla devlete bağlılığın gerçekleşeceği ve dış

politikada bunun denge unsuru olarak kullanılabileceği düşünülmüştür

895

. Haslip, Sultan

II. Abdülhamid’in bu politikasını “Panislamizm-İslâm Birliği anlayışı, gayet kurnaz ve

dâhiyane izler taşımaktadır. Bunun Avrupa aleyhtarı bir hareket telâkki edilmesine

rağmen, hakikatte yegâne kaynağı, önceleri Abdülhamid’in dahilde ve hariçte itibarını

yükseltmek gayesiyle tamamen defansif bir teşebbüstü. Ayrıca da her zaman Türkiye’nin

menfaatlerine düşman bir siyaset güden ve bünyelerinde Müslüman ahali bulunan büyük

devletlere bâzı zorluklar çıkarmaktı” şeklinde değerlendirerek dediklerimize dayanak

oluşturmuştur

896

. Vambery de, “Abdülhamid’in Pan-İslâm siyasetinin nasıl tüm

Müslüman dünyasının en ücra köşelerine kadar nüfuz ettiğini görmenin beni oldukça

şaşırttığını size itiraf etmeliyim. Kuzey Afrika’da Şeyh Sunusî, Afganistan’da Kabil

Başmollası, Orta Asya’da Buhara Kadısı ve Hindistan, Cava ve Çin dini liderleri

Padişah’m emrindedirler. “İslam Birliği” fikrinin Abdülhamid’in saltanatındaki kadar

hiçbir zaman güçlü olmadığını söylemekle şüphesiz ki abartmış olmam. İslâm Birliği’nin

henüz daha oluşma safhasında olduğu tabiîdir” diyerek Sultan II. Abdülhamid’in bu

politikasının etkinliğine vurgu yapmıştır

897

. Sultan II. Abdülhamid, bu siyaseti

Müslüman ülkelerdeki ecnebi yayılmacılığı için önemli bir siper olarak kullanmak

istemiştir. Aksun bunu, şu şekilde belirtir: “Abdülhamîd Hân, İslâm kamuoyundaki bu

uyanışı, en iyi, en tehlikesiz, uzun, fakat devamlı ve etkili bir tarzda kanalize etmeyi

başarmış; batının emperyalist ve kolonyalist siyâsetine, anti-emperyalist ve anti-

kolonyalist bir hilâfet politikasıyla karşılık vermiştir”

898

.

Görüldüğü gibi Sultan II. Abdülhamid İslam Birliği siyasetini dış politikada

işlevsel düzeyi yüksek bir siyaset felsefesi olarak tanzim etmiştir. Onun bu politikadan

en büyük beklentisi, şüphesiz yabancı işgaline karşı bir set olmasıydı. Bu, Mısır’ın

işgalinden sonra iyice belirginleşmiştir. Bu politikanın dış siyasette İngilizlere karşı

895 Altunay-Şam, s.233 896 Haslip, s.202. 897 Öke, s.180. 898 Aksun, s.355.

etkili bir kart olarak kullanılmaya çalışılması, söylediklerimizi destekler niteliktedir

899

.

İngilizlerin Osmanlı toprakları üzerinde sömürgeci emeller besleyerek, Mısır örneğinde

olduğu gibi işgal etmesi, Abdülhamid’de önemli duygusal kırılmalara neden olmuştu. Bu

duygu kırılması, onda İngilizlere karşı nefret ve kin duyguları oluşturmuştur. Bu,

dışarıdan bakıldığında normal bir tepki olarak yorumlanabilir

900

. Çünkü İngilizler,

Sultan’ın egemenliği ve halifenin himayesi altındaki Müslüman bir vilayeti işgal ederek

onu hem bu vilayetin hükümdarı olarak sorunlu bir sürece sürüklemiş, hem de bu

vilayetin Müslüman hâmisi olarak müşkül bir duruma düşürmüştür. İngiltere’nin bu

hareketinin,”Devlet-i Aliyye ile İngiltere Devleti beyninde cârî olan münâsebât-ı dostâne

nokta-i nazarınca ne derecelerde mehazirleri” olduğu her geçen gün daha açık bir

şekilde görülmektedir

901

. Bundan sonra Mısır’da İngiliz askerinin varlığı Osmanlı-İngiliz

ilişkilerinin en ciddi sorunu hâline gelmiştir. Belki de Sultan II. Abdülhamid, İngiltere

ile oluşan sorunlu ilişki hâlinin verdiği rahatsızlıkla İngilizlere karşı İslam Birliği ve

hilafet kartını öne sürmüştü. Bunun İngilizler nezdinde karşılık bulup bulmadığına

bakıldığında, İngilizlerin bu politika karşısında tedirgin oldukları görülmektedir. Lord

Wolseley’in İngiliz meclisinde yaptığı konuşmalarda söyledikleri bu tedirginliği

göstermesi bakımından önemlidir: İngilizlere göre, İngiltere’nin menfaatleri Osmanlı

Devleti ile müttefik olmalarını gerektirir ve İngiltere her zaman Osmanlı Devleti’nin

menfaatlerini gözetmeye borçludur. Çünkü Afganistan, Mısır ve Sudan ahalisi

Müslümandır ve Halifeye bağları kuvvetlidir. Eğer İngiltere Osmanlı Devleti ile müttefik

bulunmaz ise kısa bir zamanda Hindistan’da bir fesat zuhuru olabilir. Bu yüzden

İngiltere’nin iki yol tutmasını gerektirir: Birincisi Osmanlı Devleti ile ittifak edip Mısır,

Sudan ve Dongola fesadını Osmanlı Devleti’nin nüfuzuyla ortadan kaldırmalı; ikincisi

de Rusya ile barış yoluyla Afgan maddesini tesviye etmeli; olmaz ise yine Osmanlı

Devleti ile ittifak edip silahla Rusları yola getirmelidir. Bu düşünce Lord Salisbury ve

bazı devlet adamlarında da müşahade edilmekteydi

902

. İngilizlerin ifade ettiği bu

düşüncelerin Halifelik kurumunun otoritesinden çekinildiğini göstermesi bakımından

Sultan II. Abdülhamid’e önemli fırsatlar sunduğu ortadadır. Sultan’a düşen ise bu nüfuz

ve otoritesini bir halk hareketi enerjisine çevirmekti. Halifelik kurumunun nüfuzundan

899

Öke, s.119-120.

900 Balcı, II. Abdülhamid, s.198. 901 Y.PRK.EŞA., 6/14, 3. 902 Y.PRK.SGE., 3/22.

yararlanmak isteyen Sultan, bu nüfuzu böyle bir enerjiye tahvil etmeyi başaramamış,

anlık tehdit unsuru olarak kullanmıştır

903

. Sultan II. Abdülhamid’in bütün İslam âlemine

şamil bir mevki haline getirdiği hilafet kurumunun enerjisinden yeterince

yararlanamadığını da söyleyebiliriz. Yine de hilafet propagandalarından vazgeçilmemiş,

“hilâfet-i uzmânın kuvve-i mâneviyesi[nin] ‘alem-i küfre karşı güneş gibi parlayıp

görüleceği” halka anlatılmıştır. Bu yolla halkın dinî liderinden ümitlerini kesmemesi

sağlanmaya çalışılmıştır

904

. Bu propagandalar İngilizler aleyhine bir tepki hareketine

dönüşmese bile, halkın halifeye bağlılığını kuvvetlendirmiştir. Çünkü Mısır’da çıkan

milliyetçi tepki hareketi Osmanlı saltanatı ve halifeliğine karşı olmamış, Devleti zor

durumda bırakacak bir soruna dönüşmemiştir

905

. Sultan II. Abdülhamid’in İslamcı

politikalarının bir başka önemli sonucu, Mısır’a asker sevk etmemesiyle tezahür

etmiştir

906

. Müslüman dünyanın hâmisi olan halifeyi, Mısır’a asker sevk ederek

Müslümanın Müslüman kanı dökmesi zilletine düşmekten korumuştur

907

. Abdülhamid

İngilizlerin, Osmanlı Devleti’nin Mısır’a asker sevk etmesi talebini bir tuzak olarak

yorumlamış ve bu tuzağa düşmeyi hep reddetmiştir. Çünkü Mısır Müslüman bir

memleketti ve Sultan onların halifesiydi. Mısır’da Halifeliğin meşruluğu üzerinde

tartışmalar da yoktu

908

. Buraya Osmanlı askeri sevk edip halifelik sıfatını zedeleyecek

bir hataya düşmek istemiyordu. Ancak Osmanlı Devleti Mısır’a asker sevk etmekten

kaçınmakla birlikte, Mısır’daki İngiliz varlığını ortadan kaldırmak için sabırlı

teşebbüslerine devam ediyordu. 1893 yılında bile Osmanlı tarafının İngilizlerin

Mısır’dan çıkarılmasını sağlamak için yaptığı girişimlerin, ümitlerin devam etmesini

sağladığı ve ehl-i İslam’ın bundan memnun olduğu görülmektedir

909

. Sultan II.

Abdülhamid ise Müslüman dünyanın hilafetin etrafında olduğunu düşünüyor ve bunu

etkili bir dış politika aracı olarak görüyor ve bu nüfuzu sayesinde etkili bir güç

oluşturacağına inanıyordu. Onun bu inancını 1900’lü yılların başına kadar taşıdığına

şahit olmaktayız.

903 Öke, s.119. 904 Y.PRK.SRN., 1/62. 905 Balcı, II. Abdülhamid, s.44. 906

Koloğlu, Abdülhamit Gerçeği, s.178.

907 Y.EE., 116/17. 908 Eraslan, s.291. 909 Y.EE., 88/3.

Sultan II. Abdülhamid’in hilafet makamına güvendiği kadar İngiltere’nin de, aynı

makamın varlığı nedeniyle endişeli bir yayılma politikası izlediği görülmektedir. Çünkü

Hindistan ve Sudan gibi memleketlerde sömürgeci olarak varlığını sürdüren İngilizler,

hilafet makamının varlığının buralardaki Müslümanların İngiliz karşıtı bir ayaklanmaya

sebebiyet vereceği endişesini sürekli olarak yaşamışlardır. Mısır’ı işgal eden İngilizler,

Mısırlıların, Sultan II. Abdülhamid’in dinî liderliği altında İngiltere aleyhine

ayaklanması ve Mısır’daki İngiliz varlığını tehlikeye düşürmesi ihtimali İngilizleri

ürkütmüştür

910

. Sultan II. Abdülhamid’in halife olarak etkisini azaltmak isteyen

İngilizlerin, buna karşı Mısır’da milliyetçilik kartını devreye soktuğunu görmekteyiz.

Böylece İngilizler, Mısır’da, yabancı varlığı ve müdahalesine karşı bir tepki hareketi

olarak ortaya çıkan milliyetçi düşünceyi Osmanlı Devleti ve halifenin nüfuzu aleyhine

kanalize etmeyi amaçlamıştır. Bu politikasını, dinî ağırlığa sahip bölge eşrafı üzerinden

uygulayan İngilizler, bu unsurları tahrik ederek hilafet kurumuna ve dolayısıyla Osmanlı

Devleti’ne karşı bir kitle hareketi oluşturmaya çalışmıştır

911

. Yine İngilizler,

Abdülhamid’in halifelik sıfatını da ortadan kaldırarak halifeliği Araplara vermek için

desiseler ihdas etmeye çalışmıştır. Halife adayları ise Mısır Hıdivi ve Mekke Şerifi idi.

Böyle bir şey gerçekleştiğinde ise doğal olarak bu makam İngilizlerin himayesine

girecekti. Bu da, İngilizlere Müslüman ülkelerde çok daha rahat hareket etme imkânı

verecek, İngiltere’ye karşı dinî kalkışmaların önü alınmış olacaktı. İngilizler bu yüzden

hilafet makamını Osmanlı Devleti’nden alarak Mısır veya Müslümanlar için önemli bir

yerde yeni bir hilafet teşkil etmek istiyorlardı

912

. İngiltere bu politika çerçevesinde

Arapları kullanarak Sultan II. Abdülhamid’in Müslümanlar üzerindeki etkisini azaltmayı

planlıyordu

913

. Blunt da İngiliz politikalarının tanziminde kullanılacak verileri elde

ediyor, çalışmalarının sonuçlarını çeşitli tezlerle destekliyordu. Onun ortaya attığı

“Ruhanî Halifelik” tezi, hilafetin Arapların hakkı olduğunu, Arapların, hilafeti

Türklerden geri aldığı takdirde onların hâkimiyetinden kurtulacaklarını ve böylece

İngilizlerin himayesinde yaşayabileceklerini içeriyordu

914

. Gladstone da Müslümanların

910 Altunay-Şam, s.235. 911 Aksun, s.354. 912 Y.PRK.MK., 7/34. 913 Durmuş, 1996: 33.

914 Çetinsaya, İngilizlerin Halifet imparatorluğu kurma amaç ve planına dair şunları der: “The

current policy of the British in this matter is to carry out their perceived intention, alongside the occupation of Egypt, to establish an Arab government in Arabia, a Sudanese government in Africa, so

halifeye bağlılıklarının İngiltere’yi zora sokabileceğini ve bunun engellenmesini

istemişti

915

. İngilizler Müslümanların hilafete bağlılıklarını zayıflatmak üzere hemen

bütün İslam beldelerinde propaganda faaliyetlerine girişmişlerdir. Bunun yanında,

özellikle zor durumda kaldığı zamanlarda, İslam halifesini doğrudan karşısına alacak

girişimlerden kaçınmışlardır

916

. Çünkü İngilizler İslam beldelerinde karşılaştıkları

sorunların üstesinden halifenin nüfuzu ile gelebileceklerini biliyorlardı. Bu yüzden

Osmanlı Devleti ile ilişkilerin gerginleşmesine meydan vermek istemiyorlardı. Sultan II.

Abdülhamid de İslam Birliği politikasında aşırıya gitmeyerek diğer devletleri

kışkırtmaktan kaçınmıştır

917

. Karşılıklı güdülen bu politikalar, Osmanlı-İngiliz

ilişkilerinin belli bir kriz düzeyine çıkmasının önüne geçmiştir. Bu da Mısır Meselesi’nin

yönetiminde orta yolcu bir politika tanzimine sebep olmuştur.

Sultan II. Abdülhamid halifelik sıfatı nedeniyle bütün Müslümanların hâmisi

görevi ve sorumluluğuyla dış politika tanzim ederken, Mısır gibi Müslümanlar için

önemli bir beldenin İngiliz işgaline uğraması dolayısıyla kendini, yönetilmesi oldukça

zor bir kriz döneminin içinde bulmuştur. Mısır’ın işgalini, Halife ve hükümdar olması

dolayısıyla göğüslemek zorunda olduğu bilinci ile hareket eden Sultan II. Abdülhamid,

1882 ila 1909 yıllarını içine alan dönemde siyasetini kendi kararlarıyla tanzim etmeye

çalışmıştır. Bu da başta Mısır Meselesi olmak üzere ortaya çıkan sorunların çözümünde

izlenen yolun onun tarafından çizildiğini göstermektedir. Sultan II. Abdülhamid Mısır’ın

işgalini, halife sıfatıyla değerlendirdiğinde, Mısır’ın işgali İslam dünyasında kaybedilen

saygınlık olarak görülmekteydi. Çünkü Müslüman bir beldenin ecnebi bir devlet

tarafından işgali, İslam’ın hâmisi sıfatını taşıyan halifenin, Müslümanları koruma ve

kollama görevini yerine getiremediği anlamını taşıdığından, hilafet kurumunun

saygınlığına çok önemli bir darbe olarak görüyordu. Halife’nin Mısır gibi Müslüman bir

beldeyi ecnebi işgalinden kurtaramaması, diğer İslam beldeleri için de ayrı bir tehlikeye

işaret etmekteydi. Çünkü Fransa Cezayir ve Tunus’u işgal altında tutuyordu. İngilizlerin

Mısır’ı işgal etmesi, Fransızlara, buralarda kalmak için meşru bir dayanak vermekteydi.

Aynı durum İtalya için geçerliydi. İtalyanların da İngilizlerle birlikte hareket etmeleri ve

separating the Caliphate [from them], and placing them completely under their own rule, like India” Gökhan Çetinsaya, “Ottoman-British Relations In Iraq And The Gulf, 1890-1908”, Turkish Review of Middle East Studies Annual, I: 15, 2004, s.153.

915 Karaca, s.450. 916 Eraslan, s.291.

İngilizlerin müsaadesi ile Zeyla’ ve Masû’a gibi yerlere askerlerini çıkarmaları,

bahsedilen tehlikeyi ortaya koyan önemli işaretlerdi

918

. İngilizlerin Mısır’daki işgali sona

erdirilmediği takdirde, diğer devletleri de işgal ettikleri yerlerden çıkarmak mümkün

olmayacaktı. Sultan II. Abdülhamid, Tacure ve Zeyla gibi stratejik önemi haiz yerleri

asla herhangi bir yabancı güce bırakmak istemiyordu

919

. Bu yüzden o, saltanatı boyunca,

İngiliz askerinin Mısır’dan tahliyesi diplomasisini sürdürmüştür. Zira bu işgal hareketi

devletin hukukuna ve Hilafet makamının haysiyetine dokunuyordu. Bu durum, 300

milyonluk İslam dünyasının, Sultan II. Abdülhamid’e itaat ve inkıyad etmeleri

gerektiğini gösterir önemli işaretlerdir

920

. Zaten Abdülhamid’in İslam Birliği

politikasının temel amacı Müslümanların birlikte hareket etmesini sağlamaktı.

IV- SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI VE MISIR