• Sonuç bulunamadı

Kuvvetler Ayrılığı İlkesine Yönelik Değerlendirmeler

Belgede Başkanlık sistemi ve Türkiye (sayfa 44-52)

1.2. Kuvvetler Ayrılığı İlkesi

1.2.3. Kuvvetler Ayrılığı İlkesine Yönelik Değerlendirmeler

Toplumların devlet tarafından yönetildiği bir mekanizmada, devlet gücünün kim veya kimler tarafından kullanılacağı hususu, yönetim şekli kadar önem arz eden bir konudur. Devlet sisteminin karmaşık yapısı, yönetimin belli bir çerçevede oluşturulması ve uyuşmazlıkların çözümü gibi yapısal işlevlerin yerine getirilmesi hususları; bir yönetim modelini ve bu modelin içinde yönetenlerin bulunmasını zorunlu kılmaktadır. İşte, kuvvetler ayrılığı ilkesi, ortaya çıkan bu sorunların bir çözümü olarak düşünülmüştür. 109

Sorunları bu şekilde çözme işlevini yerine getiren ve hükûmet sistemlerini ayırmada kriter olarak kullanılan kuvvetler ayrılığı ilkesi, dünyadaki bütün ülkeler tarafından, topluca ve hemen kabul edilen bir ilke olmamıştır. Örneğin, otoriter ve totaliter sistemler, yapısal olarak bu ilkeye karşı çıkmışlardır. Diğer çoğulcu rejimler ise, topluca karşı gelmemekle birlikte, değişik nedenlerden dolayı, eleştirel yaklaşmışlardır. Buna göre, dengeli bir kuvvetler ayrılığı sisteminin, özellikle, yürütmenin, yasamanın içinden çıktığı sistemlerde uygulanmasının çok zor olduğu ifade edilmiştir.110

107 Cengiz Gül, Karşılaştırmalı Hükûmet..., s. 39, 40.

108 Cengiz Gül, Karşılaştırmalı Hükûmet..., s. 40.

109 Akgül, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Dönüşümü ve Günümüz Demokratik Rejimlerindeki Anlamı” s. 82.

110 Pierre Pactet; Ferdinand Melin, Soucramanien, Droit Conslitulionnel, Armand Colin, 24. ed.

Paris 2005, s. 107.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi kabul edilmeden önce, devletin, bir kavram olarak ortaya çıkması ve yetkilerinin ve sorumluluklarının artması ile birlikte, hangi fonksiyonların, kimin eliyle ve hangi koşullarda yürütüleceği uzun yıllardır tartışılagelmiştir. Kuvvetler ayrılığı ilkesi, bireylerin özgürlük alanını genişletmeyeceği ve idarenin bütünlüğünün sağlanamayacağı gerekçesiyle, her ülkede ve hemen kabul edilen bir ilke olmamıştır.111

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin, çoğulcu sistemlerdeki ana yapıya uymadığı, bu nitelikteki rejimlerde, kuvvetlerin ayrılması yerine, kuvvetlerin birliğinin esas alındığı görülmektedir. Örneğin; iki partinin bulunduğu parlamenter sistemlerde, bütün kuvvetlerin yürütme organında toplandığı görülmektedir. Liberal olarak tanımlanan İngiltere’de, rejimin liberal olarak tanımlanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı olarak değil, muhalefet ve iktidar arasındaki ayrılık çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Bu ilkenin ortaya çıktığı tarihte, siyasi parti kavramının bulunmaması nedeniyle, kuvvetler ayrılığının günümüzle pek uyumlu olmadığı da ifade edilmektedir.112

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortaya atıldığı ilk dönemlerde, bugünkü anlamda siyasi partiler bulunmadığı için, Montesquieu, siyasi parti kavramını esas almadan, bu sistemi ortaya koymuştur ve değerlendirmelerini parti yapısının düşünülmediği bir paradigmada ortaya koymuştur. Bu nedenle, siyasal parti sisteminin gelişmesi sonucunda, bu ilkeye olan bakış açısında da değişiklikler olmuştur.113

Bu nedenle, ortaya konulan bu ilkenin, bugünkü sistemle tam olarak örtüşmeyeceği, meclise karşı sorumlu bir hükûmet bulunmasına rağmen, hükûmetin de meclis içindeki çoğunluktan çıkması durumunda, bu ilkenin gerçek anlamda uygulanma kabiliyetinin bulunmayacağı ve kuvvetler ayrılığının gerçek anlamda hayata geçemeyeceği ifade edilmektedir.114

111 Akgül, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Dönüşümü ve Günümüz Demokratik Rejimlerindeki Anlamı” s. 81.

112 Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınevi, 5. Baskı, İstanbul 1998, s. 392.

113 Sezginer, a.g.e., s. 27.

114 Pactet; Melin, a.g.e., s.107.

Bazı yazarlar da, hükûmet sistemlerinin esası olarak kabul edilebilecek olan kuvvetler ayrılığı ilkesinin, ilk ortaya çıktığı andaki algısının ortadan kalktığını ve bu algıda bir dönüşüm gerçekleştiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre, günümüzde, yasama ve yürütme organları arasındaki ilişkiden çok, bu iki organının karşısında yer alan yargı organının, yasama ve yürütmeye karşı ne kadar bağımsız olduğunun tartışılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu ilkenin tarihi temellerine inildiğinde, birey özgürlüklerinin, yönetenlere karşı korunması gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Yine bu ilke, günümüzde, kuvvetlerin tamamen birbirinden ayrılması anlamında değil, iktidarın farklı organlar arasında paylaşılması ve bu organlar arasında işbirliği öngörülmesi anlamında tartışılmaktadır ve zaman zaman da, her bir organ diğerine karşı üstün olarak konumlandırılabilmektedir.115

Bazı anayasalarda ise, yapılan reformlar sonucunda, kuvvetler ayrılığı benimsenmese bile, yürütme lehine bazı güçlendirmelerin yapılması suretiyle, sistemde etkin bir idare oluşturulması amaçlandığı görülmektedir.116

Örneğin; sosyalist rejimin uygulandığı sistemlerde, söz konusu erklerin ayrılığının gerçek anlamda kabul edilmemesi, diğer bazı çoğulcu sistemlerde de, sistem için gereken uyumun tam olarak sağlanamaması nedeniyle, ilke tenkit edilmiştir.117 Kuvvetler ayrılığı ilkesi, bir kuvvetin, diğer kuvveti dengelemesi veya birey özgürlüklerinin en üst düzeyde korunması esasına vurgu yaptığı ve iktidarın bölünmesi ilkesini benimsediği için, marksist sistem kaynaklı olan sosyalist rejimler, kuvvetler ayrılığına mesafeli yaklaşmışlardır. Marksist anlayış, devletin, egemen sınıfın, diğerleri üzerinde bir baskı aracı olduğunu ifade etmiştir. 118

Sosyalist rejimlerde, bireyin özgürlüklerinin genişletilmesi için, iktidarın kısıtlanması değil, tam aksine iktidarın güçlendirilmesi amaçlanır. Marksist sisteme göre, iktidarın parçalanması mümkün değildir. Ayrıca, sosyalist rejimlerde, kuvvetlerin ayrılması, söz konusu olmadığı gibi, kuvvetlerin birbirini durdurması da

115 Teziç, Anayasa Hukuku, (5. Baskı), a.g.e., s. 392.

116 Rıza Arslan, Demokratik Yönetim Sistemleri, Dora Yayınları, 1. Baskı, Bursa, 2013, s. 31.

117 Teziç, Anayasa Hukuku, (5. Baskı), a.g.e., s. 391-392.

118 Teziç, Anayasa Hukuku, (5. Baskı), a.g.e., s. 392.; Teziç, Anayasa Hukuku, 16. Baskı, s. 129-130., 471.

öngörülmemiştir. Burada, yetkilerin çoğu parlamento çatısı altında toplanmış olduğundan, bu rejimler, genelde, "konvansiyonel rejim" niteliğinde karşımıza çıkmaktadır. 119

Bu konuda yapılan diğer bir eleştiri ise, yasamanın, yürütmenin yetkilerini aşması durumunda bir fren olması konusudur. Şöyle ki, fren sistemi, ancak başkanlık sistemlerinde gerçek anlamıyla uygulanabilir. Parlamenter sistemlerde, hükûmetin, meclisteki çoğunluğu sayesinde parlamentodan istediği yasaları çıkartabileceği belirtilmektedir.120

Ayrıca, yürütmenin icraî anlamda etkin ve aktif olması nedeniyle, kuvvetler ayrılığı öngörülen bir sistem olsa bile, yürütme gücünün, diğer kuvvetlere göre, her zaman daha avantajlı olması nedeniyle, bu ilkenin gerçek anlamda etkinliği olamayacağı ifade edilmektedir.121

Bazı yazarlar da, kuvvetler ayrılığı teorisinin, siyasi olarak gerçekleri açıklayamadığını, sosyalist sistemlerde, hiç benimsenmediğini ve liberal sistemlerde ise eski önemini kaybettiğini ifade etmişlerdir.122

Bu ilke, bu yöndeki bazı eleştirilere rağmen, ilk kez, ABD Anayasasında karşımıza çıkmıştır ve bu aşamadan sonra, yine, demokrasi ile yönetilen diğer ülkelerde de tartışılan ve uygulanmaya başlayan bir kavram olarak ön planda olmuştur.123

Büyük mücadeleler sonucu gelişen ve halen uygulanan kuvvetler ayrılığı ilkesinin, eski önemini kaybettiğine dair eleştirilere katılmak mümkün değildir. Bu ilkenin, fikir olarak eskiye dair unsurları içinde barındırması, fikrin güncelliğini kaybettiği anlamına gelmeyecektir. Siyasal toplum ve demokratik anayasalar için bir temel olarak kabul edilen bu ilke, değişen yönetim anlayışı ve bireylerin artan haklı

119 Teziç, Anayasa Hukuku, (5. Baskı), a.g.e., s. 392.

120 Sezginer, a.g.e., s. 27.

121 Rıza Arslan, a.g.e., s. 31-32.

122 Teziç, Anayasa Hukuku, (5. Baskı), s. 392.

123 Akgül, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Dönüşümü ve Günümüz Demokratik Rejimlerindeki Anlamı” s. 81.

talepleri ile doğru orantılı olarak geliştirilmesi halinde, daha da önem kazanacaktır.

İnsanlar da ilk günden bugüne kadar, zaman içerisinde gelişme göstermek suretiyle, büyük işlere imza atmışlardır. Bu anlamda, eski olarak ortaya çıkan fikirler de, ana temayla bağlı kalınarak yükselebilecektir. Buna göre, kuvvetler ayrılığı ilkesi, özellikle demokrasi ile yönetilen ülkeler açısından vazgeçilmez ve korunmaya değer bir ilke olarak görülmelidir.

1.3. Kuvvet Kavramı ve Kuvvetler Arasındaki İlişki 1.3.1. Genel Olarak

Kuvvet, sözlük anlamı itibariyle, duran bir cismi hareket geçiren, hareket halindeki cismi durduran veya cismin yönünü ve hızını değiştirebilen gözle görülemeyen etkiye denir. Siyasal anlamda ise, devlet fonksiyonlarını yerine getiren ve devlet adına güç kullanan her tür siyasal mekanizma kuvvet olarak adlandırılmaktadır. Montesquieu;124 devleti; yasama (legislative), yürütme (executive) ve yargı (judicial)125 olarak üç kuvvete ayırmıştır. Bu üç erkin,

124 Yazarın tam adı için bkz; Charles de Secondat Montesquieu, baron de Charles de Secondat Montesquieu, Gonzague Truc, Considerations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur decadence.... Garnier freres, 1967. (Hekimoğlu, s. 13'ten naklen); Montesquieu (18 Ocak 1689 – 10 Şubat 1755), ‘Daha çok bilinen adıyla Montesquieu, bir Fransız politik düşünürüdür.

Kuvvetler ayrımı esasını ortaya atmıştır. 20 yıl üzerinde çalıştığı “De l'esprit des lois” adlı kitabında yasama, yürütme ve yargıyı birbirlerinden ayırmanın önemini vurgulamıştır. Bir siyaset sosyolojisi geliştiren Montesquieu, esas ününü toplum, hukuk ve yönetim tarzı konusunda gerçekleştirdiği karşılaştırmalı araştırmadan almıştır. Siyaset ve hukuk konusunda tümevarımsal ve deneysel bir yaklaşımı benimseyen filozof, olguları kaydetmek yerine anlamayı, fenomenleri konu alan karşılaştırmalı bir soruşturmayı, tarihsel gelişmenin ilkelerine ilişkin sistematik bir araştırmanın temeli yapmayı itmiştir. Siyaset konusuna, şu halde bir tarih filozofu olarak yaklaşan Montesquieu, farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin, halkın karakterine, ekonomik koşullarla iklime, vs., göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara, "yasaların ruhu" adını vermiştir. Montesquieu bu bağlamda, üç tür yönetim tarzını birbirinden ayırmış ve bu devletlere uygun düşen yönetici ilke, iklim ve topraktan söz etmiştir. Buna göre, despotizm büyük devletlere, sıcak iklimlere uygun düşer ve korkuya dayanır. Britanya örneğinde olduğu gibi, ne soğuk ve ne de sıcak olan bir iklimin hüküm sürdüğü, orta büyüklükteki devletlere uygun düşen yönetim biçimi, monarşidir; söz konusu yönetim biçimi, şan ve şerefe dayanır.

Buna karşın, soğuk iklimlere ve küçük devletlere uygun düşen rejim, demokrasidir;

demokrasinin yönetici ilkesinin erdem olduğunu öne süren Montesquieu, tüm insanlar için geçerli olan tek bir doğa yasası ve evrensel bir insan doğası olduğunu kabul eden akılcılığa şiddetle karşı çıkmış ve kuvvetler ayrılığı prensibini ortaya atmıştır.’’

(http://www.felsefe.gen.tr/filozoflar/charles_montesquieu_kimdir.asp, (E.T: 10/01/2018) 125 Cengiz Gül, Karşılaştırmalı Hükûmet..., s. 25. Atar, Türk Anayasa Hukuku, s. 177.

birbirinden ayrı olması gerektiğini, kendi alanlarında kalarak, başka bir alana müdahale etmemelerini ve her erkin kendi sorumluluk alanında faaliyet göstermesi gerektiğini savunmuştur.126

Yasama erkinin, yasa yaptığı, var olan yasaları kaldırdığı veya değiştirdiği;

yürütme erkinin, savaşa ve barışa karar verdiği, yabancı ülkelere temsilci gönderdiği, yabancı ülkelerden gelen temsilcileri kabul ettiği, içte ve dışta güvenliği sağladığı;

yargı erkinin ise, suçluları cezalandırdığı ve ortaya çıkan uyuşmazlıkları çözüme kavuşturduğu ortaya konulmuştur.127

Üç kuvvetten biri olarak ortaya çıkan yürütme kuvveti, aslında yürütme organının kudretini de belirlemektedir. Bu kuvvetin, diğer kuvvetler karşısındaki durumu ve özellikleri, kuvvetler ayrılığı kuramı ve hükûmet sistemleri kapsamında açıklanabilmektedir. Yürütme kuvvetinin ve onun en önemli organı olan Bakanlar Kurulunun konum ve işlevinin tespit edilebilmesi için; egemenlik, siyasi iktidar, meşrûiyet, siyasal rejimler, parti sistemleri, seçim sistemleri ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile hükûmet sistemleri gibi kavramlar arasındaki ilişkiyi belirlemek gerekmektedir. 128

Klasik anlayışta yargı ise, çok etkili olmayan bir kuvvet, bu kuvvetin içinde yer alan hâkimler de, kanunları uygulayan kişiler olarak görülür iken; günümüzde bu anlayıştan uzaklaşılmış ve hâkimlerin içtihatları, Anglo-Sakson hukukunda, hukuk kaynağı olarak; yorumları, kara Avrupa hukukunda, hukuk kurallarının sebebi olarak;

Anayasa Mahkemelerinin ortaya koyduğu kararlar da, “yargısal aktivizm” olarak kabul edilmektedir. İşte bu özellikler nedeniyle yargı kuvveti de, gelişen süreçte önemli bir güç olarak, yönetim sistemindeki yerini almıştır.129

Devletin, bu şekilde üç temel hukuki fonksiyonunun bulunduğu hususunda bir tartışma, bugün itibariyle yapılmamaktadır. Yasama, yürütme ve yargı olarak ifade edilen bu fonksiyonların ayrı ayrı nasıl değerlendirileceği, yapılan işlemlerin hangi kriterlere göre yasama, yürütme ve yargı işlemi olarak nitelendirilebileceği

126 Yıldız, a.g.e., s. 78.; Atar, Türk Anayasa Hukuku, s. 177-185.

127 Cassirer, a.g.e., s. 144, 146.

128 Okşar, a.g.e., s. 29.

129 Küçük, Anayasa Hukuku, s. 50-51.

hususunda öne çıkan ilk metot, yapılan işlemin mahiyetini ölçü almaktır. Maddi ölçüt olarak nitelendirilen bu metotta, hukuki işlemler, maddi mahiyetlerine göre; kural işlem, subjektif işlem ve yargı işlemi olarak üçe ayrılır. Bu üç tür işlemden birinin yapılması, devletin üç temel fonksiyonundan birinin de yerine getirilmesi anlamına gelecektir. Bu tasnif metodunda, işlemi yapan devlet organlarının değil, doğrudan işlemin mahiyetinin esas alındığı görülmektedir. Böylece, yasama; genel, sürekli, objektif ve nesnel işlemler yapmakta, yürütme ile devlet, kişisel ve hukuki durum meydana getiren bir işlem yapmakta, yargı ise; bir hukuki uyuşmazlığı çözen işlemler yapmaktadır.130

Bu tasnifin, eksik ve yetersiz kaldığını düşünenler ise, organik tasnif kriterini esas almışlardır. Fransız hukukçu, “Carre de Malberg”ın savunduğu bu görüşe göre de; devletin fonksiyonları, bu işlemleri yapan organa ve yapılış şekillerine göre tasnif edilmelidir.131 Buna göre; yasama organının yaptığı işlemler, yasama işlemi, yürütme organının işlemleri, idari işlem ve yargı organının yaptığı işlemler ise yargı işlemleridir.132 Malberg; yasama organından, kanun adı altında ve şeklinde çıkartılan her işlem, içeriği ve maddi niteliği ne olursa olsun, her zaman için kanundur ve kanun gücünü taşır. Fakat, idarenin veya yargının yaptığı bir işlem, içeriği ve niteliği itibariyle kanunlarla aynı olsa bile, kanun gücünü taşımaz, demektedir.133

Yasama ile yürütme organı arasındaki yetkilerin bu şekildeki paylaşımı, genel olarak yukarıdaki esaslara dayandırılırken; yargı, bu paylaşımın dışında tutulur. Bu bakış açısına göre, diktatörlük dönemlerinde bile, yargının kısmen de olsa bağımsız kaldığı belirtilmektedir. 134

Kuvvetlerin dağılımının fonksiyonel olarak yapıldığı bir ülkedeki hükûmet sistemi hakkındaki ipuçlarını, devletin temel fonksiyonlarını yerine getiren yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirleri ile olan ilişkilerinden çıkartabiliriz. Bu

130 Sezginer, a.g.e., s. 17.

131 Özbudun, (15. Baskı), a.g.e., s. 196.

132 Sezginer, a.g.e., s. 18.

133 Carre De, Malberg, Contribution a La Theorie Generale De L'Etat, C.1., Paris 1920, (Özbudun, (15. Baskı), a.g.e., s. 196'dan naklen)

134 Burhan Kuzu, Her Yönü İle Başkanlık Sistemi, Babı Ali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2011, s. 47.

anlamda, hükûmet sistemlerinin doğru şekilde okunabilmesi için, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve bu ilkenin getirdiği sonuçların da doğru bir şekilde analiz edilmesi gerekir.135

Aralarındaki bu manada sürekli bir ilişki bulunan kuvvetlerin, sorunlara çözüm bulması ve işleyişi kolaylaştırması hedeflenmiş ise de, zamanla; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin farklı organlar tarafından kullanılması, yöneten ve yönetilen arasındaki sorunların çözümü için yeterli olmamış, kuvvetler arasındaki güç dengesinin ne şekilde dağıtılacağı ve bu gücün kim tarafından ne kadar kullanılacağı, tartışılmaya başlanmıştır. Bu güçler arasındaki denge; tarihi, coğrafi ve kültürel bazı değişimlerle ve bu değişim sürecinde yaşanan somut uygulamalarla şekillenmiştir.136

Denge mekanizmasının unsurları olan yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri, içerik ve ağırlık itibariyle, aynı mahiyetteki kuvvetler olarak değerlendirilemez. Ancak, temel hak ve özgürlüklerin alanının genişletilmesi ve bu hak ve özgürlüklerin korunması amacıyla, yargı kuvveti, diğer kuvvetlerin yanına eklenmiştir.137 Bu kapsamda, bütün kuvvetlerin, aynı başlık altında değerlendirilmesinde de bir sakınca bulunmamaktadır. Çünkü, yapılan nitelendirmeden çok, o kuvvete ne kadar önem atfedildiği, değer taşımaktadır.138

Toplum hayatını düzene koyacak olan ve bireylerin hak ve özgürlüklerini korumayı taahhüt eden devletin bütün organlarının, gelinen bu aşamada, birey yararına ve toplum odaklı bir yönetim sergilemeleri gerekmektedir. Locke ve Montesquieu’nun üzerinde çalıştığı ve ilk toplumun oluştuğu günden bugüne kadar devam eden bu süreç, kendisini geliştirerek ilerlemektedir. Birçok devlet, tarihi birikimler ve sosyal ilişkiler kapsamında, kuvvetlerin birbiri ile olan ilişkilerini ve kuvvetler arasındaki ayrılığın ölçüsünü, kendi koşulları çerçevesinde düzenlemek ve uygulamak suretiyle yönetim sistemlerini belirlemişlerdir.

135 Karatepe, Anayasa Hukuku, s. 111.

136 Akgül, Hükümet Sistemleri Tartışması ve Türkiye Örneği, s. 2.

137 Yusuf Tekin, Başkanlık Sistemi, Kuvvetler Ayrılığı Tartışmaları, Kesit Yayınevi, Ankara, 2015, s. 205.

138 Tekin, a.g.e., s. 205.

21. Yüzyılda, kuvvetler ayrılığının varlığına dair tartışmalar zayıflamış ise de, çağdaş anayasal sistemlerin daha da geliştiği bu dönemde, bireylerin temel hakları ile birlikte, anayasalarda veya ulusal üstü belgelerde korunan diğer bütün haklarını güvence altına alacak, toplumun her bir ferdini; eğitim, ekonomi ve sosyal haklar konusunda ileri seviyelere götürecek argümanlara ihtiyaç vardır. Bu noktada, klasik kuvvetler ayrılığı tartışmalarının yerini, ayrılan bu kuvvetler arasındaki ilişkinin mahiyetinin, toplumun huzur ve güvenliğini, devletin istikrarını ve ekonomik ve sosyal yükselmeyi ne şekilde sağlayacağı gibi hususlar almıştır.

Ekonomik sorunların çoğaldığı, her alanda küresel krizlerin ortaya çıktığı ve dünya nüfusunun hızla artarak ticaret savaşlarının doğduğu bu asırda, güçlü bir yönetim şemsiyesi altında ve bireylerin de özgürlük alanlarının genişletildiği bir ortamda, “geliştirilmiş ve sürdürülebilir kuvvetler ayrılığı” ilkesinin gündemde tutulması gerekmektedir. Saf kuvvetler ayrılığı teorisi yerine, bireyi ve devleti ileri taşıyabilecek, ana unsurlarını insan haklarından alan, yan unsurlarını, büyüme ve istikrarla koruyan, köklerini de geçmişe bağlayan bir yönetim modeli ve kuvvetler ayrılığı anlayışı tasarlanmalıdır.

Bu tasarıma konu olacak kuvvetleri, yasama kuvveti, yürütme kuvveti ve yargı kuvveti başlığı altında ayrıca incelemekte yarar bulunmaktadır.

Belgede Başkanlık sistemi ve Türkiye (sayfa 44-52)