• Sonuç bulunamadı

Kurtuluş Savaşı’nın Niteliği, Milli Burjuvazi ve Sınıflar, Bağımsızlık Sorunu ve Antiemperyalizm

2. BÖLÜM 12 MART’TAN 12 EYLÜL’E SOL- SOL-SOSYALİST AKIMLARIN TÜRK DEVRİMİ

2.2. TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ, SOSYALİST DEVRİM PARTİSİ, TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ

2.2.2. Kurtuluş Savaşı’nın Niteliği, Milli Burjuvazi ve Sınıflar, Bağımsızlık Sorunu ve Antiemperyalizm

Behice Boran’a göre Batı’nın Osmanlı Devleti üzerindeki baskısı Birinci Dünya Savaşı sonrasında memleketi adeta parçalayıp çeşitli Batılı devletlere peşkeş çekme şeklini alınca çeşitli sınıfları kapsayan memleket çapında bir direnme hareketi başladı. Milli kurtuluş hareketi yer yer kendiliğinden meydana gelme bir halk hareketi görüntüsünde, Müdafa-i Hukuk ve Reddi İlhak dernekleri, “Milli Müfrezeler” kurularak belirdi. Bu dernekleri kuranlar şehir ve kasabaların orta sınıf halkı, müfrezelere kumanda edenler çoğu zaman eski ordu subaylarıydı. Daha sonra TBMM ve nizami ordu memleket idaresini ve savaşı yürütmeyi ele alınca da bu halk hareketi niteliği daha az belirgin bir derece de olsa devam etti. Askeri sivil yönetici kadro ve genellikle aydın tabaka liderlik rolündeydiler. Arkalarında orta sınıflar vardı ve savaşta köylü kentli halk dövüşüyordu.208

Boran’ın Milli Kurtuluş Savaşı’nın niteliği konusundaki tahlili iki yönlüydü. Birincisi savaşın antiemperyalist yönüne yapılan vurguydu. Savaş, Batı emperyalizmin Yunanistan’ı da kullanarak Türkiye’yi haritadan silmek istemesine karşı geliştirilen antiemperyalist bir savaştı. Bu noktada Boran’ın temel ayrımı fetih savaşları ile emperyalizme karşı direnme savaşı ayrımıydı:

“Milli Kurtuluş Savaşı, altı yüzyıllık Osmanlı tarihinde verilmiş olan öbür savaşların hepsinden ayrı nitelikte idi. Daha öncekiler ya muazzam bir imparatorluğun meydana gelmesiyle sonuçlanan istila ve fetih savaşları, ya da saha sonraları imparatorluğun savunma, çöküşü önlemem savaşlarıydı. Milli Kurtuluş Savaşı ise Misakı Milli sınırları içinde anayurdun                                                                                                                

207 Behice Boran, “Atatürkçülük Adına Bugün Tutucu Gerici Politikalar Savunuluyor”, Yürüyüş

Haftalık Siyasi Haber ve Yorum Dergisi, S:189 (21 Kasım 1978), s.16.

Türklerin bir millet olarak varlığının ve bağımsızlığın savaşı idi.”209

Boran’ın ikinci olarak belirttiği savaşın içe dönük yüzü ise bir ihtilal hareketi olmasıydı. Bu, içerde feodal güçlere indirilen darbeydi. Savaşta halkın katılımının önemli bir rolü vardı. Her burjuva demokratik devrimde olduğu gibi ülkemizde de devrime halkın yoğun bir katılımı olmuştu. Ancak buna rağmen savaşa katılan sınıfların niteliği önemliydi. Her ihtilal ve savaşın niteliği buna göre tayin edilmekteydi. Boran’a göre burjuva devrimlere önderlik eden devrimci burjuvazi emekçi halk kitlelerini peşinde sürükleyebilmek, onları mücadeleye sevk edebilmek için kendi sınıf çıkarlarını aşan, daha evrensel, daha insani, emekçi sınıflarının da çıkar ve yararını kapsayan görüşler, amaçlar ileri sürmek zorundadır. Sınıf çatışmasının yoğunlaşmadığı dönemde bizim burjuvazimizin çıkarlarıyla geniş halk kesimlerinin çıkarları büyük ölçüde örtüşmekteydi. Savaşın başarıya ulaşmasında bununla birlikte komşu bir devlette sosyalist bir devrimin gerçekleşmesi ve onunla sıkı ilişkiler kurulması bir diğer önemli etkendi.210

İkinci TİP programında da görüldüğü gibi Behice Boran Türkiye’nin kapitalistleşme sürecine büyük ölçüde girdiğini ifade ediyordu. Özellikle milli demokratik devrim-sosyalist devrim tartışmalarındaki tutumunda Türkiye’de tarihsel süreçlerin gelişimiyle ilgili fikirleri net olarak görülmektedir. Boran’a göre milli demokratik devrimciler Türkiye’nin cumhuriyet devrimleriyle birlikte içine girdiği ileri süreci abartıyorlar ona olduğundan fazla anlamlar yüklüyorlardı.211

MDD tezi özet olarak Cumhuriyet devrimleriyle birlikte devrimci dönüşümün başladığı ancak yarım kaldığı üzerinedir. Emperyalizme bağımlı yanına feodal güçleri de alan burjuva demokratik bir düzende, kapitalist gelişme sonucu yarım kalan devrimin tamamlanması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Ülkenin sosyalizme ilerleyen devrimci atılımlar yapması ancak emperyalizme karşı tam bağımsızlığın kazanılmasıyla gerçekleşecekti. Türkiye, ancak bağımsız bir ülke olduktan sonra sosyalizmin temellerinin atılabileceği bir ülke olacaktı. Emperyalizmin ülkedeki hâkimiyeti sonra erdikten ve ülkeden kovulduktan sonra feodal güçlerin etkisi yok                                                                                                                

209 A.e, s.35-36.

210 Boran, Türkiye ve Sosyalizmin Sorunları, s.35-36.

edildikten sonra aşamalı olarak sosyalist devrim gerçekleşebilecekti. Behice Boran Türkiye’nin, MDD tezini savunanların aksine burjuva demokratik ve milli demokratik devrim sürecini tamamladığını düşünüyordu. Onun devrim teorisine bakışında esas etkenler ise Kurtuluş Savaşı’nın niteliği ve Cumhuriyet iktidarının sınıfsal niteliğiydi.212

Atılgan’a göre, Behice Boran’ın Kurtuluş Savaşı’nın niteliği konusundaki temel görüşleri MDD tezini savunan kesimlerle yaptığı tarih tartışmasında izlenmelidir. Bu tartışma önemlidir. Atılgan’ın tezine göre MDD’cilerin özellikle antiemperyalizme verdikleri öncelik onun görüşlerine uymuyordu. Boran Türkiye’nin demokratik devrim sürecini geride bıraktığını, esas görevin sosyalist bir devrim yapmak olduğunu belirtiyordu. Boran’a göre Kurtuluş Savaşı, Misakı Milli sınırları içinde anayurdun Türklerin bir millet olarak varlığının ve bağımsızlığının savaşı idi. Ülkenin Birinci Dünya Savaşı sonrası parçalanmasına karşı farklı sınıfların birlikteliğinin meydana getirdiği bir direnme hareketi meydana gelmiş ve antiemperyalist bir nitelik kazanmıştı. Atılgan’ın, Boran’ın MDD’cilerden Kemalizm konusundaki görüş ayrılıklarına dair bulguları fazla zorlama olarak göze çarpmaktadır. Boran ile MDD’ciler arasında nüanslar olsa da213 o dönemin tanıkları da bu ayrımın daha çok örgütsel korumacılıktan kaynaklandığı üzerinde durmaktadır.214 Dönemin siyasal ihtiyaçları ve MDD ve Yön Hareketi’nin yarattığı güçlü siyasal etki bu akımla MDD’yi savunan kesimler arasında sanki çok ciddi bir ideolojik ayrım yaratma ihtiyacını dayatmıştır. Boran Sol Kemalizm’in yükselen etkisi karşısında YÖN hareketi ve MDD’cilerle özellikle Türkiye tarihi konusunda önemli farklılıkları olduğu izlenimini yaratmaya hassasiyet göstermiştir.

Türkiye İşçi Partisi’nin 12 Mart Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde verdiği Savunma’da ise Türkiye’nin tarihsel süreçlerine ilişkin olarak Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde kapitalistleşme sürecinin sürdüğü, geliştiği ve bir anlam ve ölçüde tamamlandığı dönemler olarak ifade edilmiştir. Cumhuriyet döneminde feodalizm-kapitalizm çelişkisi kapitalizm lehine kesin çözümlenmiştir. Feodal kalıntıların günümüze kadar sürüp gelmesi çözümün kesinliğine halel getirmez;                                                                                                                

212 Atılgan, Behice Boran, s.397.

213 Atılgan, a.g.e., 396-401.

kalıntılar zamanla zayıflayıp eriyerek süregeldi ve toplum düzenine damgasını basan artık feodal değil, kapitalist ilişkilerdir. Saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı, hukuk, yargı sistemi, eğitim, laik devlet alanlarındaki dönüşümler, tek dereceli genel seçimler, sendikal örgütlenmeler, çok partili parlamenter rejim vb. bu kesin çözümün sosyal kurumlar, üst yapı düzeyinde göze çarpan belirtileri ve perçinlenmesi olmuştur, izlenen ekonomik politika da -devletçilik dahil- genellikle kapitalist gelişmeyi, özellikle sanayileşmeyi teşvik politikası olmuştur. 1948’den itibaren tarımda kapitalist gelişme özellikle genişlemiş ve hızlanmıştır. Bu tahlillere dayanaraktır ki TİP, Türkiye'de burjuva demokratik devrimin esas itibariyle yapılmış olduğunu kabul etmiş ve bundan sonraki devrim aşamasının sosyalist devrim olacağını ileri sürmüştür.215

Behice Boran’a göre bağımsızlık davası öncelikle sosyalizm davasıdır. Boran’ın Türk devrimi değerlendirmelerinin merkezinde dönemin sosyalistleri arasındaki tartışmalara paralel olarak MDD-SD tartışmalarındaki tutum yatmaktadır. Boran, partisinin görüşünün, bağımsızlık davasının sosyalizm davası olduğunu, 2. Milli Kurtuluş Savaşı’nın ancak emekçi sınıflarının ve onun sosyalist partisinin öncülüğünde başarıya ulaşabileceği ve bunu için de Türk işçi sınıfının ve bütün emekçi kütlelerin örgütlenip politik bir güç haline getirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Türk sosyalistleri arasında ikinci görüş ise milli kurtuluş hareketinin ancak antiemperyalist ve anti-feodal bir mücadele olabileceği milli burjuvazi ve ara sınıfların önemli bir rol oynadığı, bunlarla işbirliği yapmak gerektiği, hatta bu sınıfların önderlik edebileceği sosyalizm safhasının ancak daha sonraki aşamada söz konusu olabileceğidir. Boran’a göre Türkiye’de bütün antiemperyalist güçler işbirliği ve dayanışma içinde olmalıdır. Ancak mesele antiemperyalist mücadelenin hangi sınıfların öncülüğünde, hangi sınıf ideolojisine göre yürütüleceği ve hangi sınıflarla ve ne şekilde işbirliği ve dayanışma içinde olunacağıdır.216

Boran, Türkiye’nin az gelişmiş bir ülke olduğu iddiasını kabul etmemektedir. Türkiye’de bugünkü safhada milli kurtuluş hareketinin antiemperyalist anti-feodal                                                                                                                

215 http://www.behiceboran.org/images/savunma1.pdf, 22 Şubat, 2012.

216 Behice Boran, “ Az Gelişmiş Ülkelerde Anti-Emperyalist Mücadelenin Niteliği”, Dönüşüm, S:10, 1967, s.2.

bir nitelik taşıdığı veya taşıması gerektiği görüşü, dünya sosyalist literatüründe genellikle az gelişmiş ülkeler hakkında ileri sürülen görüştür. Boran’ın görüşü; bu ülkelerin ya bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan Afrika devletleri ya da henüz bağımsızlığını kazanamamış olan ülkeler olduğu, bunlara ilişkin şablonların Türkiye’ye uymayacağı yönündedir. Boran’ın eleştirdiği sosyalistlerin görüşlerine göre milli burjuvazi önderliğinde bir antiemperyalist ve anti-feodal mücadele formülü özellikle bu tarz ülkeler ve Latin Amerika ülkeleri için doğru olabilir. Ancak Türkiye dünyada ilk milli kurtuluş savaşını vermiş, bu savaş zafere ulaşmış politik ve askeri bakımdan bağımsızlığa kavuştuktan sonra kalkınmasını ve ekonomik bağımsızlığını kazanamadığı için yeniden emperyalizmin nüfuzu altına girmiştir. Bu bakımdan Türkiye’nin “mili burjuvazinin öncülüğünde bağımsızlık mücadelesi” ve “milli burjuva devleti” safhalarından geçmiş olduğu ve burjuvazinin memleketi kalkındıramadığı, ekonomik bağımsızlığı gerçekleştiremediği, bunun için de politik bağımsızlıktan tavizler verdiği tecrübelerle sabit olmuştur. Devrime hangi sınıfın öncülük edeceği, hangi sınıf ideolojisine göre hareketin yürütüleceği meselesi, önceden teorik olarak çözümlenecek bir mesele değildir, her az gelişmiş toplumun içinde bulunduğu tarihsel gelişme şartlarına göre, sınıfsal ilişkilere, kuvvetlere ve sosyalist hareketin etkinliğine bağlıdır. Boran’a göre milli burjuvazinin emperyalizme ve feodalizme karşı mücadeleye katılma yeteneği vardır, ancak bu sınıf istikrarlı değildir. Bir yandan ilerici bir nitelik gösterirken aynı zamanda emperyalizmle uzlaşma eğilimi gösterir. Boran’a göre Türkiye’de milli pazarı yabancı tekellere karşı korumak için direnmek isteyen, bu sebeple de antiemperyalist, milli bağımsızlıktan yana olan, ikinci milli kurtuluş hareketine katılmaya yetenekli bir milli burjuvazi var olmamaktadır.217

Ülkenin özellikle 1940’lı yıllardan sonra yaşadığı ekonomik ve siyasal sorunların temel nedeni Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesinden geri dönüşte aranmalıdır. Boran dönemin Atatürkçülerini, Atatürk’ün en önemli ilkelerine sahip çıkmamakla eleştirerek Türkiye’nin NATO’ya giriş sürecine dikkat çekmektedir:

                                                                                                               

“Atatürk’ün somut ilkelerine gelindiği zaman da “Atatürkçülerin bunlara uygulamada sahip çıkmadıkları görülmektedir. Kurtuluş Savaşı ‘istiklal- i tam’ için yapılmıştı. Bir kısım yabancı şirketler bu amaçla satın alınmıştı. Atatürk istikbal konusunda çok duyarlı idi. Türkiye emperyalist kapitalist dünya ilişkileri ağı içinde kalmaya devam ettiği için ‘tam bağımsızlık’ koşulları ve durumu oluşamadı. Ama yine de Türkiye son tarihsel dönemin göreli olarak en bağımsız evresini yaşadı. Bu göreli bağımsızlık çizgisinden adım adım geri gidilirken, ‘Atatürkçülük’ şampiyonlarından hiç ses çıkmadı. NATO’ya girildi. Tüm silahlı kuvvetler NATO emrine verildi . ulusal savunma stratejisi NATO stratejisi ile özleştirildi. Yurt topraklarından parçalar askeri üs ve dinleme tesisi olarak Amerikan askeri yönetimine devredildi. Silahlı kuvvetlerinin donamımı ve eğitimi ABD’ye bağlandı. Savaş sanayinin geliştirilmesi durduruldu. Atatürkçülerden bir ses ne bir nefes! Şimdi de öyle. Amerikan ambargosuna Atatürkçülük adına tutarlı isabetli, güçlü bir direniş ve karşı koyuş olmadı. ‘aman batıdan, Amerika’dan kopmayalım’ diye durum idare edildi. Ambargo şartlı kalkınca da, hukuki dayanağı kalmamış olan üsler, konu Millet Meclisi’ne dahi getirilmeden bir hükümet kararı ile açılıverdi. ‘Atatürkçülerin’ kılı kıpırdamadı. ‘Ulusal savunma kavramı’, ‘ulusal strateji’ konuları suskunluğa itildi.”218

Boran ülkenin temel bağımlılığının emperyalizme bağımlılıktı. Ona göre Atatürk siyasal bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlığa bağlı olduğunun bilincindeydi:

“Türkiye’nin içinde bulunduğu durum ise bu ilişkiyi en görmek istemeyenlerin bile görmemezlikten gelemeyeceği bir açıklıkla ortaya çıkarmıştır. Avrupa ekonomik topluluğu ile düğün bayram edilerek girişilen ilişkilerin Türkiye ekonomisinin boynuna geçirilmiş boyunduruk olduğu iyice açığa çıkmış bulunuyor. Özel sektör mensupları ve sözcüleri dahi ulusal sanayini kösteklendiğinden söz etmekte, anlaşma hükümlerinin hiç değilse belli bir süre için tekrar taraflı olarak dondurulmasını talep etmektedirler. Ama yine de ‘batıdan kopmamak’ hesabı ağır bastığından ulusal çıkarları ekonomik bağımsızlığı koruma yönünde karalı adımlar

                                                                                                               

218 Behice Boran, “Atatürkçülük Adına Bugün Tutucu Gerici Politikalar Savunuluyor”, Yürüyüş

atılmamaktadır... Dışa bağımlı sanayi yapısı bize dıştan dayatılmış. Bağımlılık emperyalizme bağımlılık, dayatma da emperyalist odakların dayatması. Gerçek bağımlılık da bu. Şimdi uluslararası para fonu (İMF), Dünya Bankası ve diğer para kuruluşları yardım için ileri sürdükleri koşullarda bu geri, dengesiz, emperyalizme bağımlı sanayi yapısını sürdürtmek, bu niteliklerini güçlendirerek sürdürtmek istiyorlar. Borçları ertelemek, ‘taze para’ vermek için karşılığında almak istedikleri bedel bu! Bu konuda da Atatürkçülerin sesi sedası çıkmıyor. ‘Milliyetçilik’leri şahlanmıyor. Ne oldu ‘istiklali tam’ hedefi! Ekonomik zaferle ‘taçlandırılmadıkça’ askeri ve siyasi zaferin ‘payidar’ olamayacağı gerçeği.”219

Behice Boran’a göre Kurtuluş Savaşı sonrasında oluşan yönetici kadro Atatürk’ün ölümüne kadar Osmanlı derebeyliğine, emperyalizme ve dolayısıyla kapitalizme karşı başarılı bir mücadele vermiş ve ideolojik olarak varabileceği en yüksek noktaya ulaşmıştı. Devrimcilik, halkçılık, laiklik ve devletçilik ilkeleri bu mücadelenin sonucu ortaya atılmıştı. Boran’a göre bu ilkeler, kavramların gerçek anlamları incelenip tespit edilerek, birbiriyle ilişkili olarak sistemleştirilseydi, sosyalizme varacak bir ideolojik çerçeve meydana gelebilirdi:

“Halkçılık büyük çoğunluğu teşkil eden emekçi halk kitlelerinden yana, onlarla birlik olma, onların yararına ve onların katıldığı bir yönetim gerçekleştirme demek olabilir ancak. Devletçilik, devrimcilik ve halkçılık ilkeleriyle bir arada alınınca, toplumda devrimi gerçekleştiren emekçi halkın hizmetinde ve denetiminde bir iktisadi devlet politikasını ifade eden bir kavram olarak belirir. Toplumun objektif gelişme doğrultusu Milli Kurtuluş Savaşı şartları, yönetici kadroyu bu yönde itelemiş, bu ilkeleri ortaya attırmıştı. Ama bir yandan da zamanın dünya şartları ( kapitalizmin biricik hâkim ekonomi sistemi olma durumunu muhafaza edişi, sosyalizmin dünya çapında güçlü bir hareket olarak henüz belirmemiş oluşu), öbür yandan Türk toplumundan emekçi halk kitlelerinin politik bilinçsizliği, hareketsizliği ve özellikle, yönetici kadronun sınıfsal karakteri ve ilişkileri, bu ilkelerini sosyalizm doğrultusunda yorumlanıp uygulanmasını önledi.”220

                                                                                                               

219 A.e., s.16.

Boran Kemalizm’in devletçilik teorisini değerlendirirken iki nokta üzerinde durmaktaydı. Birincisi, genel çıkarlar bakımından devletlerin sorumluluk veya yarar görüşü, işleri fertlere bırakmayıp devletin kendisinin yapması. İkincisi, fertlerin yapamadığı veya yapmak istemediğini devletin üzerine almamasıdır. CHP’nin devletçiliği bu iki görüş arasında bocalamıştır, fakat önemli olan, her iki halde de, “ferdi mesai ve faaliyetin” esas alınması, devletin özel teşebbüs yerine kaim olmaması idi. Ve uygulamada devletçilik, yine toplumun sınıf yapısı ve bunu etkileri dikkate alınmadığı için, tarımda, ticarette ve sanayide varlıklı sınıfların çıkarlarına hizmet ediyordu.221

Benzer Belgeler