• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM 12 MART’TAN 12 EYLÜL’E SOL- SOL-SOSYALİST AKIMLARIN TÜRK DEVRİMİ

2.1. TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ (1971-1980)

2.1.6. TKP ve Kemalist İlkeler

kendi üzerlerine almak, 3-Temel üretim aracı olan toprağı hukuken olmasa bile fiilen ele geçirmek.”173

2.1.6. TKP ve Kemalist İlkeler

TKP’ye göre Cumhuriyet, Osmanlı geleneğinden tam bir kopuş olarak değerlendirilemez. Süreç birbirinin devamı niteliğindedir. Kemalist ideoloji Osmanlı-Türkiye hâkim sınıflarının bir sentezidir. Partiye göre Kemalist ideoloji 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin temel ilkeleri olarak kabul edilen Altı Ok ilkeleridir. Kemalist ideolojinin sentezi cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik ve inkılapçılık ilkelerinden hareketle sergilenmelidir.174

Kemalist ideoloji TKP’ye göre Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hâkim sınıf ve tabakalarının, bir toplumsal oluşumdan başka bir toplumsal oluşuma geçişlerinin belli bir anında, başta Mustafa Kemal ve yakın çevresi olmak üzere, belli bir kadroda odaklaşan ideolojik sentezidir. TKP’ye göre her ulus belirli bir burjuva bütünlüğüne ulaşma süreci yaşar. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Türkiye’ye özgü olan tarafları yalnızca ulusun kendi tarihsel gelişimine bağlı olan bir olgudur. Burjuva devrimlerinin her ülke için geçerli olan olgusal değeri Türkiye için de öyledir. Her ülkenin Marksist-Leninisti bu olguyu böyle kavramakta, bu olguyu dikkatle incelemekte ve bu olgudan kendi sınıf kavgası için dersler çıkarmaktadır. TKP’ye göre bunun yanında bu devrimleri hiçbir zaman kendi mücadelesinin bayrağı yapmamaktadır. TKP bu konuda Türkiye’deki sol akımlara da eleştiriler yöneltmiş, bazı akımların bu konuda Kemalizm’i bayraklaştırdıklarını belirtmiş, bu olgunun dikkatle incelenmesini ve işçi sınıfı mücadeleleri için dersler çıkarılması gerektiği üzerinde durmuştur. “Kemalizm’i veya burjuva devrimleri bayrak yapması gerekenler sosyalistler değil hâkim sınıf ve tabakalarıdır. Çünkü bu onların ideolojisidir, işçi sınıfının değildir” görüşü ileri sürülmektedir.175

TKP’nin cumhuriyetçilik ilkesine bakışı sosyalistlerin klasik kapitalistleşme süreci tahliliyle paralellik göstermektedir. Osmanlı hâkim sınıfları ve tabakaları                                                                                                                

173 A.e.,s.7.

174 A.e., s.37.

Batı kapitalizmi ile aradıkları işbirliği sonucu, girdikleri burjuvalaşma sürecinde, kapitalist üretim biçiminin yerleşmesine tek engel olarak yarı feodal ve dini Osmanlı devlet yapısını bulmuşlardır. Bu durumda da onlar için söz konusu olan gelişimleri engelleyen dini ve yarı feodal devletin, burjuva devleti niteliğine dönüştürülmesi olmaktaydı. Ancak Osmanlı hâkim sınıf ve tabakalarının “devlet” yapısı konusundaki düşünceleri Birinci Jön Türk Kongresi’nde görüldüğü gibi ikiye ayrılmıştır. Sivil-asker bürokratlar sınıfsal yapıları gereği sıkı sıkıya merkeziyetçi bir devlet yapısını istemişlerdi. Bunların dışındaki Osmanlı hâkim sınıfları, Prens Sabahattin’in ki, bu sıkı merkeziyetçi devlet yapısının tam antitezini savunmaktaydı.

TKP’ye göre birinci grup Ahmet Rıza’nın sözleriyle “insan ihtiyaçlarını en kolay yoldan gidermeye çalışan, egoist ve tembel bir hayvandır. Allah ve jandarma korkusu olmasa hırsızlık doğal eğilimlerine en uygun bir davranış olacaktır. Derken ikinci grup Prens Sabahattin’nin sözleriyle “Anglosakson eğitimi ile özel teşebbüsçülüğün gelişmesini, devletin fonksiyonlarının ve yetkilerinin en aza indirgenmesi gerektiğini” ileri sürdü. Bu tez ve antitez Kemalist ideolojide ise bizzat Mustafa Kemal’in sözleriyle şöyle bir senteze ulaşmıştır:

“Türk ulusunun yaratılış ve şiarına en uygun olan idare cumhuriyet idaresidir.”

“Türk Ulusu, egemenliğini, en şümullu bir surette gösteren yeni idareye kavuşuncaya kadar, daima mevcut kurumların siyasetine yabancı kalmıştır.” (1924 söylev demeçler, c. 3, s.75) 176

Sonra da cumhuriyet idaresinin neden en uygun idare olduğunu şöyle açıklamıştır:

“Demokrasi prensibinin en modern ve en akılcı uygulanmasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir.” (Prof. Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, s.73)177

Bunun yanında demokrasi anlayışını nasıl bir senteze dayandırdığını belirtmiştir:

                                                                                                               

176 Söylev Demeçler’den aktaran, A.e., s.38.

“Modern demokrasilerde ferdi özgürlükler özel bir dönem ve değer kazanmıştır. Artık, ferdi özgürlüklere, devletin ve hiçbir kimsenin karışması söz konusu olamaz. Ancak, bu kadar yüksek değer olan ferdi özgürlüğün, uygara ve demokrat bir ulusa neyi ifade ettiği özgürlük kelimesinin genel olarak düşünülen anlamı ile anlatılamaz. Bahse konu olan özgürlük sosyal ve uygar insan özgürlüğüdür. Bu nedenle ferdi özgürlüğü düşünürken her ferdin ve sonunda bütün ulusun müşterek menfaati ve devletin varoluşunu göz önünde bulundurmak gerekir. Anlaşılıyor ki ferdi özgürlük kayıtsız şartsız olamaz ötekin hak ve özgürlüğü ve ulusun müşterek menfaati ferdi özgürlüğü kısıtlar ferdi özgürlüğü kısıtlama devletin de normal görevidir. Çünkü devlet ferdi özgürlüğü sağlayan bir teşkilat olmakla beraber, aynı zamanda bütün özel faaliyetleri genel ve ulusal maksatlar için birleştirmekle yükümlüdür. (Prof. Afet İnan, Mustafa Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, s.81) En son olarak da cumhuriyetçilik ilkesini şöyle noktalamıştır: Şurası unutulmamalıdır ki, bu idare biçimi bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü biz ne Bolşevik’iz ne de komünistiz. Ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz, milliyetçi ve dinimize hürmetkarız.”178

TKP’ye göre Kemalizm’in milliyetçiliğinin kökenlerinin 1909 yılındaki Birinci Jön Türk Kongresi’ne götürmek gerekir. İttihat ve Terakki Partisi’nin içinde Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin grupları arasında gelişen iktidar mücadelesi milliyetçi ideolojinin oluşumuna katkı sağlamıştır. İktidarın ele geçirilmesinden sonra özellikle Ziya Gökalp’in etkisiyle Turancılıkta ifadesini Türk Milliyetçiliği en aşırı milliyetçilik olarak savunulmaya başlandı. TKP’ye göre bu anlayış temelde Osmanlı hâkim sınıflarını o günkü çıkarları üzerine bina edilmişti.179 Mustafa Kemal’in milliyetçilik anlayışı ise önceki milliyetçilik anlayışlarının bir sentezi biçimindeydi. Bizzat onun sözleriyle bu sentez şöyle açıklanmıştı:

“Büyük ve hayali şeyler yapmadan, yapmış gibi görünmek yüzünden, bütün dünyanın düşmanlığını, garezini, kinin bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz

                                                                                                               

178 A.e., s.37.

panislamizm yapmadık. Belki yapıyoruz dedik. Düşmanlar da yaptırmamak için bir an evvel öldürelim dediler panturanizm yapmadık yaparız yapıyoruz yapacağız dedik ve yine öldürelim dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Bütün cihane korku ve telaş veren kuruntu, bundan ibarettir. Biz böyle yapmadığımız kuruntular üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını üzerimize olan baskısını arttırmaktansa tabi hale, meşru hale dönelim, haddimiz bilelim.”

TKP’ ye göre Atatürk’ ün şu sözleri özellikle Prens Sabahattin’in tezlerine yönelik bir eleştiri barındırmaktadır:

“Millet ve memleketin menfaatleri gerektirdiği takdirde, insanlığı teşkil eden milletlerden her biri ile uygarlık gereği olan dostluk ve siyasal ilişkilerini büyük bir duyarlılıkla takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.”180 (1921 Hakimiyeti Milliye Gazetesi, 1921)

Yine Mustafa Kemal’in vardığı sonuç olarak;

“Vakıa bize milliyetçi derler fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milletlerinin gereğini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve mağrurane bir milliyetçilik değildir” denmektedir.181

TKP’ye göre bunun yanında Kemalist milliyetçilik bir yönüyle de cephesini komünizme karşı dönmüştür.

                                                                                                               

180 A.e., s.40.

“Türk milliyetçiği bütün çağdaş uluslarla bir ahenkte yürümekle birlikte türk toplumunu özle karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumayı esasa sayar. Bu nedenle, milli olmayan akımların memlekete girmesin ve yayılmasın istemez. ... Komünizm tabi olarak hudut tanımaz, halbuki biz, milli sınırları kabul ediyoruz. Sonra tam bağımsızlıktan bahsediyoruz. İhtimal komünizm kayıtsız şartsız serbestliği, kendisi için gerekli sayar. Biz bunu kabul etmiyoruz. O halde hükümetimizin siyaseti gayet belli ve açık bir siyasettir. (E.Z. Karal, Atatürk’ten Düşünceler, s.125.)182

TKP’ye göre özellikle laikleşme konusundaki adımlar Osmanlı hâkim sınıflarının temsilcisi olan İttihat ve Terakki Partisi’nin çabalarıyla olgunlaşmıştır. Bu parti sonuna kadar kapitalizmi savunan bir partidir. Dini unsurların iktidar mevkilerinden uzaklaşması adım adım İttihat Terakki iktidarı döneminde olmuştur. 1916 yılında parti kongresine sunulan şeriat ve modern kanunlar ikiliğini kaldırmak amacıyla sunulan tasarı ezici bir çoğunlukla kabul edilmiştir. İttihat ve Terakki’nin din karşısındaki kararlı tutumuna rağmen muhalefet partileri olan Ahrar ve Hürriyet ve İtilaf partileri görünüşte karşı çıkmalarına rağmen dinsel unsurlarla uzlaşan bir çizgi izlemişlerdir. Muhalefetin bu tavrına karşı genel olarak Osmanlı hâkim sınıfları laiklik konusunda büyük ölçüde ittifak halinde bulunuyorlardı. İttihat ve Terakki döneminde sembolik bir özelliği olan halifelik Kemalizm döneminde 3 mart 1924 yılında kaldırılmıştı. Kemalizm’in bundan sonra yaptığı düzenlemelerle bir yandan dinsel unsurlar temizlenmiş öte yandan burjuva hukuku ve eğitimi ile ilgili kanunlar yürürlüğe girmiştir.183

TKP özellikle 1970’lerin güncel siyasal ortamı içinde yaptığı tartışmalarla laiklik üzerine görüşlerini açıklamıştır. TKP’ye göre bu konuda dönemin cunta hareketi halkın önemli bir kesimini Kemalistler ve dinci fanatikler gibi bir ayrıma tabi tutmaktadır. Onlara göre cunta, Kemalizm sıfatının arkasına gizlenip askersel                                                                                                                

182 A.e., s.40.

diktatörlüğe uygun bir militarist-milletçi ideoloji yaymak, özellikle bu yoldan laik görüşler taşıyan bağımsızlıkçı, ilerici subayları aldatmak, orduyu ABD hizmetinde halkın üzerine sürme suçuna gerekçe uydurmak istiyordu. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda karşımızdaki düşmanın, emperyalist istilacıların bugünkü mirasçıları da ABD, Almanya, İngiliz emperyalistleri de Atatürk’ün savunucuları kesilmişler, cuntanın bu sahtekarlığını övmektedirler. Gerçi cunta kendisi, düşman olduğu müslüman emekçilerle de açıkça göğüs göğüse gelmekten korkmaktadır.

TKP, ABD ve İngiltere haber organları olan Newsweek ve BBC kanallarının yayınlarını referans göstererek onların yayınlarından böyle bir kaygılarını olmadığını vurgulamakta, Atatürk’ün sözüm ona her şeyden önce “Müslümanlık gericiliğine karşı” savaşmış olduğunu ileri sürmektedirler. Cuntayı da bu sözde “geleneği” sürdürdüğü için kutlamaktadırlar. TKP’ye göre Kemalistler dinsel gericiliğe karşıdırlar, çünkü emperyalizmin uşakları, feodal ve komprador sınıflar, ulusal kurtuluş savaşına bu dinsel gericilik bayrağı altında saldırdılar. Ama Kemalizm’in belirleyici yanının dindar çevrelere karşı savaşması olduğu savı kuşkusuz yalandır. Kemalizm, yabancı istilacıya karşı Ulusal Kurtuluş Savaşı içinde doğmuş işçi sınıfının henüz zayıf olduğu, savaşa en büyük özveriyle katılan komünist hareketin henüz yeterince güçlü bir seçenek oluşturamadığı koşullarda savaşa damgasını vuran burjuvazinin egemen politikası ve ideolojisi olmuştur. Kemalizm yurdu yabancılara teslim etmek isteyen çevrelere karşı savaş içinde gelişmiştir. Öte yandan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda komünistlerin ve Kemalistlerin yanı sıra yurdunu seven, dürüst din adamları da birlikte savaş vermişlerdir. TKP’ye göre gerek komünistlerin gerekse Kemalizm gibi burjuva ve laik nitelikte akımların dünya görüşleri, kuşkusuz dinsel bir devlet anlayışıyla bağdaşmaz. Ama bu, emperyalizme bağımlılığa karşı dindar çevrelerle bağlaşıklık olanaksızdır demek değildir. Hele özellikle günümüzde Amerikancı cuntaya karşı ortak cephede komünistler, Kemalistler ve dindar çevreler birlikte yer alabilirler ve almalıdırlar. Böylesi bir eylem birliğinin nesnel temeli vardır. Çünkü dindar çevreler içinde de yer yer bağımsızlıktan yana yönelimler ortaya çıkmaktadır. 184

                                                                                                               

184 “Kemalist ve Dindar Çevreler” Atılım, Türkiye Komünist Partisi, Merkez Komitesi Organı, (S:y) (Ekim 1980), s.4.

TKP’nin laiklik görüşü daha çok sınıfsal ve ekonomi merkezlidir. Onun ideolojik ve kuramsal yanından çok mülkiyet ilişkileri üzerindeki belirleyiciliği esas olarak öne çıkmaktadır. Laiklik tanımı şöyledir:

“Laikleşme eşittir özel mülkiyete doğru evrimleşme; ve laiklik ilkesinin kabul edilmesi, eşittir özel mülkiyetin gerçek anlamıyla yasallaştırılması formülüdür.”185

TKP laiklik anlayışında önce bazı sol çevreleri de eleştirmektedir. Ona göre kimi sol çevreler laikliğe karşı olan tutumlarında gözü kapalı bir ilericilik nitelemesi yapmak gibi bir hata yapmaktadırlar. “Soyut olarak din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması adeta bir tekerleme” haline getirilmiştir. Oysa laikliğin özü ve asıl temsil ettiği şey özel mülkiyetin yasallaştırılması ve şer’i devletin burjuva devletine dönüştürülmesidir. Bu olgu bilerek ya da bilmeyerek gizlenmiştir.

Bunun yanında iktidarın el değiştirme sürecinin kısmi bir ilerleme olarak görülmüş, ancak burjuvalaşan hâkim sınıfların dönüşümcü ve ilerlemeci nitelikleri hem üretim güçlerinin gelişmesini kısıtlayıcı ve halktan kopuk hem de tepeden inmeci olarak tanımlanmaktadır. Yani TKP devrimlerin tepeden inme özelliğini olumsuzlamakta ve kendiliğindenci bir tutumu savunmaktadır. TKP’ye göre devletin burjuvalaşma dönüşüm sürecine girmesi sınıf çatışmalarını beraberinde getirmiştir. Yarı feodal ve dini devlet yapısının tasfiye edilmesi bu sürecin tamamlanması bakımından zorunlu görülmüştür. Devletin şer’i niteliğini devamında çıkarları olan dini unsurlarla çatışma kaçınılmaz olmuş laikleşme bunu bir sonucu olarak gündeme gelmiştir.

TKP Kemalizm’in halkçılık ilkesini de yine sınıfsal bir analize oturtmak çabasındadır. TKP’ye göre Kemalizm öncesi Osmanlı hâkim sınıfları halkçılığa bakış konusunda tam anlamıyla fikirsel bir netliğe kavuşmamıştır. Onlara göre bu yapı için de bir yanda Prens Sabahattin’in aşırı öznelci, ailelerden kurulu toplum yapısı; diğer yanda ise A. Comte ve E. Durkheim’ın çizgisinden etkilenen Ziya Gökalp’in aşırı cemaatçi toplumu bulunmaktadır. Bu yapılar önerdikleri toplumsal yapıda sınıfsal çıkarları reddetseler dahi özünde belli sınıfların çıkarlarını temsil ediyorlardı. Le Play ve Prens Sabahattin tarafı sanayi devrimi sonrası oluşan sanayi                                                                                                                

burjuvazisinin gelişme dönemindeki dizginsiz liberalizmden esinlenerek aşırı bireyci gelişmiş batılı toplumları örnek almışlardır. Ziya Gökalp ise yapısal koşullarını tam olarak anlamadan bir Doğu Batı sentezi üzerine oturan ilerleme anlayışını savunan bir yapı önermiştir. Bu yapı hem geleneksel cemaatçi değerlerini koruyacak hem de uygarlığın nimetlerini alacaktı. Böylelikle bir dünya cenneti oluşacak ve bunu yaratacak olan da Durkheim’ın mesleki grupların sosyal dayanışmacılığı olacaktı.186

TKP’ye göre Kemalist Halkçılık aslında Osmanlı’daki bu görüşlerin bir sentezi biçimindeydi. Bunu Atatürk’ten bir alıntıyla şöyle kanıtlanmaya çalışılmaktadır:

“Bence bizim ulusumuz birbirinden çok farklı çıkarları olan ve bu itibarla, birbirileriyle mücadele halinde bulunan gelen çeşitli sınıflara malik değildir. Mevcut sınıflar birbirinin tamamlayıcısı niteliğindedir. ...O halde çeşitli meslek sahiplerinin çıkarları birbirleriyle kaynaşmış olduğundan, onları sınıflara ayırmak olanağı yoktur ve heyeti umumiyesi halktan ibarettir.”187

TKP özetle Kemalist halkçılığın temelindeki ideolojik yönelimin “beş parmağın beşi bir olur mu?” anlayışına dayandığını belirtmektedir. Yine Atatürk’ün CHP ile ilgili aktardıklarından yola çıkarak:

“Fırkamızın bu prensiple hedef kabul ettiği amaç sınıf mücadeleci yerine, sosyal düzeni ve dayanışmayı sağlamak ve birbirini kırmayacak surette menfaatlerde ahenk tesisi eylemektir. Menfaatler kabiliyet, bilgi ve çalışma dereceleriyle mütenasip olur..”188

TKP’ye göre Türkiye’deki kapitalizm emperyalizme bağımlı bir kapitalizmdir. Türkiye dünya kapitalist sistemi içinde orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerin alt sıralarında yer alan bir tarım-sanayi ülkesidir. Kapitalizm Türkiye’de Osmanlı döneminde, görece geç ve karmaşık koşullarda gelişmeye                                                                                                                

186 A.e., s.42.

187 A.e., s.44.

başlamış 1930’larda uygulanmaya başlanan ekonomik devletçilikle devlet kapitalizmi yerleşmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalizmin yeni sömürgeci yöntemlerle desteklediği kapitalist ilişkilerin hızlı bir gelişme içine girmesiyle feodal kalıntılar yok olmaya başlamış, iç pazar genişlemiş üretici güçler belirli ölçülerde bazı sektörlerde gelişme göstermiştir.189

TKP Kemalist dönemin devletçiliğini tahlil ederken Osmanlı toplumunun son dönemiyle ilgili önemli bir ideolojik tutumu sergilemektedir. Bu, günümüzde de tartışmaları siyasal düşünce hayatında dönem dönem kendisini gösteren jakobenizm karşıtı sivil toplumcu fikirlerdir.190 TKP’ye göre İttihat ve Terakki tepeden inmecidir. Osmanlı hâkim sınıfları içinde devlete bakışta özde bir farklılık olmamakla birlikte belli ayrımlar vardı. Bunlar Prens Sabahattin’in temsil ettiği liberal devlet anlayışıdır ki burada devlet iş âlemini destekler ve daha gevşek bir yapıya sahiptir. Cumhuriyet öncesi iktidarı elinde tutan İttihat ve Terakki yönetimi ise özellikle Milli İktisat uygulaması döneminde tepeden inmeci bir tutumla adeta yoktan bir burjuvazi imal etmeye çalışmıştır. Bu tutum Bonapartist bir tavırdır ve ülke gerçekliyle bağdaşmamaktadır. Böyle olmasına rağmen özde bu iki tez arasında çok fazla fark yoktur. Fark yalnızca devlet müdahalesinin dozajı noktasındadır.191

TKP’ye göre 1930’larda uygulanmaya başlanan ekonomide devletçilik, kapitalizmin yerleşmesi ve gelişmesinde belirleyici rol oynadı. Bu dönemde izlenen sanayileşme politikası ve Sovyetler Birliği’nin yardımlarıyla kurulan devlet sanayi işletmeleri, ulusal ekonominin temeli oldu. Kemalistlerin devletçiliği, devletin devlet sektörünü büyütme yatırımları, ulusal burjuvazinin gelişmesi, konumlarını güçlendirmesi için olanaklar yarattı.192 Ancak Kemalistlerin bu uygulamaları eninde sonunda emperyalizmle uzlaşmaya doğru giden bir seyir izledi. 1930’ların ikinci yarısında devlet ihaleleriyle güçlenen ulusal ticaret sermayesinin bir bölümü, sanayi burjuvazine dönüştü. Özel sanayi gelişmeye başladı. Aynı yıllarda, devlet bürokrasisinin üst kesimi içinde bürokratik burjuvazi oluştu. Türk burjuvazisinin üst kesimi kapitalizmi geliştirmek ve korumak için önce İngiliz, Fransız, sonra Alman emperyalizmiyle işbirliğine girdi. Kapitalistlerin İkinci Dünya Savaşı sırasındaki vurgunları da özel sermaye birikimini hızlandıran bir etmen olmuştur.193

                                                                                                               

189 Türkiye Komünist Partisi Programı, 5. Kongre Belgeleri, TKP Yay., İst., 1983, s.11. 190 Doğu Perinçek, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet, Kaynak Yay., İst., 2010.

191 Bilgi, a.g.e., s.45.

192 TKP 5. Kongre Belgeleri, “Mustafa Suphi 100. Yıl Tezleri”, TKP Yayınları, İst., 1984, s.18.

TKP’ye göre Kemalist ideolojinin inkılapçılığı kelimenin gerçek anlamı olan devrimciliği değil diğer beş ilkenin korunmasını ve bu ilkelerin sürekliliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Mustafa Kemal inkılaplarının amacını modern ve bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum yaratmak olarak belirlemiştir. TKP bu uygarlığın nasıl bir uygarlık olduğu konusunda çelişkiler olduğunu düşünmektedir.194

2.2. TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ, SOSYALİST DEVRİM PARTİSİ, TÜRKİYE

Benzer Belgeler