• Sonuç bulunamadı

İMPARATORLUĞUN SON YÜZYILLARI VE YABANCI İMPARATORİÇELER

3.6. BİZANS'IN SON YÜZYILI

3.6.6. Konstantin Dragezes'in Gelin Adayları

Konstantin Dragezes imparator olarak göreve başladığında Palaiologos hanedanının kalıcılığı acil bir önem kazanır. İki kere dul kalmıştır ve ona oğul doğuracak bir imparatoriçe bulmak için arayış hummalı bir hal alır. İlk karısı Maddalena Toco, evliliklerinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra 1429 yılı Kasım ayında ölmüş, 1441 yılında evlendiği ikinci karısı Caterina Gattilusio ise sadece birkaç ay sonra Konstantin ile birlikte bir Osmanlı filosunun bağlantıyı kesmesi nedeniyle geçici olarak mahsur kaldığı Lemnos' daki Palaiokastro'da hayatını yitirmiştir. Konstantin Dragezes, 1449 Şubat ayında hala Mistras' da iken daha öncede iletişim içinde bulunduğu Aragon ve Napoli Kralı V. Alfonso ile görüşmesi için İtalya'ya elçi

208 Norwich, (III), s. 336.

174 gönderir. İmparatorun, Portekiz kralının kızı Beatrice ile evlenmesi önerilir; ek bir öneride Pedro'nun kardeşinin Kıbrıs Kralı Lusignan'lı II. Jean'in kızıyla yani Konstantinos'un yeğeniyle evlenmesi yönündedir. Bu ikinci önerideki ittifak 1456'da Lusignanlı II. Jean'ın kızı Carlotta'nın, Portekiz Kralı Pedro'nun oğlu Coimbra Dükü Juan ile evlenmesiyle gerçekleşecekti. Konstantin Dragezes'in, Portekiz kraliyet ailesinden biriyle evlenmesi yönündeki öneriyse bilinmeyen nedenlerden ötürü gerçekleşemeyecektir.

1447'nin Ağustos ayında dönemin tanınan isimlerinden Georgios Sfrantzis, Gürcistan Krallığı ya da Trabzon İmparatorluğu ile evlilik anlaşması yapmak üzere Mistras' dan Konstantinopolis'e gönderilir. Neticede Trabzon prensesleri daha öncede Palaiologos ailesine gelin gelmiştir. Sfrantzis, Ekim 1449'da Konstantinopolis'ten ayrılarak hangi kraliyet ailesinin daha makbul bir gelin önerebileceğini görmek üzere Gürcistan ve Trabzon'u ziyaret eder. Bu yolculukta kendisine genç asilzadeler, askerler, rahipler, keşişler, tabipler, şarkıcılar ve enstrümanlarıyla birlikte müzisyenlerden oluşan bir maiyet eşlik eder. Elçiye her gelin adayının iyi ve kötü özelliklerini, gönderdiği bir ulak vasıtasıyla ulaşacak yazılı raporlarla bildirmesi emredilmiştir; böylece Konstantinos kararını verip yine ulakla gönderecektir. Ancak ulağın yolculuk ettiği geminin batması üzerine arada büyük bir iletişim kopukluğu meydana gelir. Ayrıca Gürcü Kralı George'un, ülkesinin adetleri gereği kadının erkeğe değil, erkeğin kadına drahoma vermesi gerektiğini söylemesi üzerine, Gürcistan konusu kapanır. Aynı esnada hala Karadeniz'de bulunan Sftrantzis II. Murad'ın ölüm haberini Şubat 1451'de oradayken almıştır. Bu habere çok sevinerek yeni ve genç sultanı, yani II. Mehmed' i kontrol etmenin tek yolunun, üvey annesinin XI. Konstantin ile evlenmesi olduğunu düşünmüştür. Ancak bu düşüncesi gerçeğe dönüşmeyecektir. II. Murad'ın dul karısı, Sırp Despot Corce Brankoviç'in kızı Maria yani Maria Brankoviç idi. 1436 senesinde II. Murad ile evlenmiş ve onun ölümüne kadar çocuk sahibi olmamıştır. Adrianopolis' de kocasının ölüm haberini aldığında yeni sultandan memleketine dönmek için izin ister. Ancak evliliği döneminde kendisini kafirlerin elinden kurtarması durumunda hayatı boyunca kimseyle evlenmeyeceğini ve iffet dolu

175 bir yaşam sürdüreceği konusunda Tanrıya yemin etmiştir. Bu sebeple Sfrantzis'in mantıklı görünen planı hayata geçirilemez.209

Hem hayatının hem de imparatorluğunun son dönemlerini yaşayan XI. Konstantin Dragezes'in, varis edinememe korkusuyla giriştiği imparatoriçe arama girişimleri sonuçsuz kalmıştır. O ana kadar düşünülen hiçbir imparatoriçe adayı ile görüşülememiş ve her daim bir sebepten ötürü, evlilik anlaşmaları tamamlanamamıştır. Zaten çok geçmeden bu evhamın gereksiz olduğu da gün yüzüne çıkar. Tahta oturmasının üzerinden bir sene geçmemiştir ki, II. Mehmed niyetini belli eder ve hızla Konstantinopolis kuşatmasına hazırlanır. Böylece 6 Nisan 1453 günü Bizans İmparatorluğu'nun son kuşatması başlar. 29 Mayıs 1453 Salı sabahı II. Mehmed' in muzaffer yeniçerileri, daha önce kimsenin aşamadığı Theodosius Surlarını delerek şehre girerler. Bizans İmparatorluğu'nun son hükümdarı XI. Konstantin Dragezes arkasında bir varis bırakamadan, imparatorluğuyla beraber tarih sahnesinden silinir. Onun ölümüyle beraber yüzyıllar süren Roma İmparatorluk silsilesi de son bulur ve her ne kadar II. Mehmed kendisini Roma Caesar'ı ilan etse de, artık fiiliyatta Roma ya da diğer ismiyle Bizans İmparatorluğu kalmamıştır.

209 Donald M. Nicol, Konstantinos Paleologos, çev. Efe Kurtluoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2013, s. 43-44., Steven Runciman, Konstantiniyye Düştü, çev. Derin Türkömer, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1972, s. 93., Andrıpoulou, s. 224.

176

SONUÇ

"Tarihin bilimsel bir disiplin olarak kabul edildiği 19. yüzyıldan bu yana,

kadınların tarihteki rolü, tarihçilerin kendi bakış açılarına göre farklılık gösterdi. Yakın zamanlara dek, bu tarihçilerin cinsiyetler arasındaki ilişkilere bakış açıları ataerkil toplumsal cinsiyet kalıplarının etkisi altındaydı. (Bu tutumun günümüzde belli ölçülerde değişmesinde ve tarihçilerin sorgulayıcı bir içgörü kazanmasında postmodernist ve feminist eleştirinin epey etkisi oldu) Tarihçiliği bir meslek olarak gelişiminde çok önemli bir rol oynayan pozitivist tarihçilik, bir bütün olarak gündelik yaşamı görmezlikten gelirken kadınları da yok saydı. Bu tutumun olgusal ve epistemolojik nedenleri vardı. Bir kere tarihçilik mesleği erkeklere özgü olduğu gibi, kapsadığı alanlarda erildi. Örneğin erkeklerin iktidar ve eylem alanını konu alan siyasal tarih, uzun bir süre mesleğin en ön cephesinde yer almıştı210."

Berktay'ın da belirttiği üzere modern dönem öncesi tarih yazımında kadınların yeri yoktur. Son yüzyılda gelişen tarihsel perspektiflerin ve gün yüzüne çıkan kadın haklarının bir neticesi olarak kadınlar, tarihte ve tarih yazımında kendilerine yer bulabilmişlerdir. Kadınların tarih yazımında yer edinmeleri daha önce eşi benzerinin görülmediği şekilde onları, uygarlık tarihine ortak etmiştir. Artık salt eril teorilerin ve saygınlığın yanında dişil bir teori varlığını hissettirebilmektedir. Ancak her şeyden evvel şunu belirtmek gerekir ki, yaşanan bu gelişmeler olmayan bir şeyi yoktan var etmemiştir; dişi cinsin tarih sahnesinde yer alması her daim gerçekleşmiş bir durumdur ve elde edilen bu başarı, kadınlara bu var olma hususunu gün yüzüne çıkartma fırsatı vermiştir. Ortaya konulan eserler, feminist teorinin kendisini dünyaya kanıtlaması ve her cinsiyetten insanın saygısını kazanması, kadın haklarını koruma dernekleri ve daha birçok metanın varlığı, kadınların bu fırsatı faydalı bir şekilde değerlendirdiklerinin kanıtıdır.

Yoktan var olmayan, ancak var olup kasıtlı olarak karanlıkta bırakılmaya çalışılan kadınların varlığını irdeleyen çalışmalardan biri olmayı amaçlayan bu tezde, kapsadığı alan ve zaman aralığı dahilinde Bizans kadınlarının hayatı irdelendi. Gerek sıradan bir kadın gerekse imparatoriçe olsun hemen her kesimden kadının hayatı

177 gözler önüne serildi. Yapılan araştırmalar, doğal olarak kadınların ikincil bir nesne olmadıkları sonucunu ortaya koydu. Tabi ki eril cinsin baskın olduğu bir dünya söz konusudur; fakat Bizans dünyası kadınların hemen her platformda kendisini gösterdiği bir düzene haizdi. Tezin tarihsel aralığı son dört yüzyılı ele alsa da, tarihsel perspektifin arka planını görmek ve tezin daha rahat anlaşılabilmesi için evvel örneklerin göz önüne getirilmesi iktiza ettiğinden, hem erken hem de orta Bizans dönemi kadınlarından örnekler sunuldu. Bu esnada göze çarpan olgu: Var olduğu on bir yüzyıl boyunca, imparatorluk için kadınların varlığı hiçbir zaman yadsınmamıştır. Daha da ötesi, Ortaçağ boyunca kadınların bu denli aktif olduğu başka bir coğrafya bulmakta hayli zordur.

Bizans dünyası mercek altına alındığında, kadınların hayatın merkezinde oldukları hemen anlaşılır. Buradaki "merkez" tabiri kesinlikle kadının üstünlüğünü işaret etmemektedir; ki bunu söylemek boşa çaba sarf etmektir. Bununla beraber hayatın işleyişi göz önüne getirildiğinde bir kadın evini çekip çevirmekle mesuldür: Yemek yapmak, temizlik, çarşı alışverişi, çocukların bakımı ve İncil ile diğer kutsal metinleri okuyabilmesi için gerekli olan başlangıç derslerinin verilmesi gibi temel görevleri vardır. Ancak bunlar zaten bilinen argümanlardır. Göz önünde tutulması gerek şudur: Kadınların dokumacılık yaparak ev ihtiyaçlarını karşılaması ve arta kalan ürünü satarak eve para getirmesi, evi asıl çekip çeviren kişi olarak kocasına sahip çıkması ve hem kilise hem de imparatorluk yasalarınca kutsal olarak tasvir edilen aile kurumunun ayakta tutulması görevi kadına aittir211. Toplumun yapı taşları bireylerdir ve bireyleri ayakta tutan kurum aile müessesidir. Sağlıklı bir toplumun olmazsa olmazı olan aile kurumunun hayatta kalabilmesi gibi elzem bir görevi kadınlar ifa etmişlerdir. Meselenin diğer tarafında kadına olan mecburiyet vardır. Bu mecburiyet tarih boyunca var olagelmiştir: Doğurganlık. Toplumun devam etmesi iki cinsin varlığını gerektirmektedir. Bu raddede kadının varlığı söz konusu olsa da kutsallığı söz konusu değildir. Ona kutsallık atfeden olgu ise bakireler kültünün yerini doğurganlığa bırakmasıdır. İffetini kaybetmemiş bakirelerin yerini, toplumun devamı olarak görülen annelik vasfı almıştır; bunun arkasında ise Meryem'in, Tanrının annesi olması

211 Feminist teori erkeğin iktidarını, üretim mekanizmalarına sahip olmasına bağlar. Yani ekonomik kazanç iktidarın anahtarıdır. Kilise babalarının kadının para kazanmasını, erkeğe üstünlük olarak nitelediği ve neticesinde bunu engellemeye çalıştığı düşünülürse, teorinin haklılık payının yüksek olduğu anlaşılır. Ancak modern teorinin kendisine az da olsa Bizans dünyasında yer bulabilmesi, kadınların mahiyetini daha açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

178 yatmaktadır. Üretken anne makbul ve örnek anneyi teşkil etmektedir ki, imparatorluk soyu söz konusu olduğunda bu daha da açık bir şekilde göze çarpar. İmparatorluk ailesini ilgilendiren bir örnek vermek meselenin özünü gözler önüne serecektir. Tarihte "arka planda" tutulan bir kadın olarak İmparatoriçe Irene, modern öncesi dönemde emsaline nadiren rastlanan türden biridir. İmparator naibesi olarak uzun süre yönetimi elinde tutmuş ve o dönem için dünyanın en büyük gücü olan Bizans İmparatorluğu'nu fiilen yönetmiştir. Sürekli aksedilen ezik bir kadın profilinin aksine, orduyu yönetmeye kalkışmış, senato üzerinde etki sahibi olmuş, Charlemagne' ın evlilik teklifini kimseye danışmadan kabul etme cüretinde bulunmuş ve kendi oğlunu, yani imparatoru erguvan odada kör ettirecek kadar ileriye gitmiştir. Bizans Tarihi ülkemizde ötekileştirildiği için şu anekdotu öne sürmek önemli olacaktır: 17. yüzyılın ortasında Kösem Sultan, IV. Murad'ın çocukluğu döneminde kendisine fermanlar yazdırtmış ve sadrazamlara kendi ismiyle telhisler göndermiştir212. Hem Osmanlı hem de o dönemin dünyası için çokça rastlanan bir olay değildir bu. Ayrıca bunu yapabilmesi kadınların sarayın merkezinde yer almalarını sağladığı gibi, zaman içinde ne kadar güçlendiklerini de göstermektedir. Bizans dünyasına geri döndüğümüz vakit, bir imparatoriçenin yönetime etki etme gücü vardır; fakat imparatorun varlığı buna gerek bırakmaz ve eğer imparatoriçe bir belgeyi imzalayacaksa bunu kendisine özgü "basilissa" sıfatı ile yapmak zorundadır. İmparatoriçe Irene oğlunu öldürttüğü dönemde yönetimde öylesine söz sahibi olmuştur ki, imzaladığı her fermanda imparatora özgü "basileus" sıfatını kullanmıştır. Her ne kadar ordu üzerindeki emelleri kendi sonunu getirmiş olsa da, betimlenen "sinmiş" kadın portresinde çok uzak bir görüntü vardır ve Irene, Bizans dünyası için bir istisna değildir.

Meselenin özü şudur ki, kadınlar önemsenmemiş veya itilmiş olabilirler, fakat hiçbir zaman değersiz olmamışlardır. Bizans İmparatorluğu varlığını tehdit eden birçok ülkeyle evlilik ittifakı yapmıştır. Yeri geldiğinde barbar olarak niteledikleri Moğollara ya da Türklere dahi kadınlarını vermekten geri kalmamışlardır. Konstantinos Porphyrogennetos'un öğütlediği üzere yabancılara gelin vermek bile sakıncalı bir durum olarak görülürken, içinde bulunduğu tehlikeyi bertaraf

212 Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye 1603-1656, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014, s. 271.

179 edebilmesinin tek yolu kadınlardan (porphrogenneta) geçen bir imparatorlukta, dişi cins ne kadar göz ardı edilebilir ?

Bizans dünyasının farklı arenalarında birçok kadının ismi geçer. İmparatorluğun en önemli hanedanlarından biri Komnenoslardır; ancak Anna Dalassena olmaksızın bir Komnenos hanedanı düşünmenin olanağı yoktur. Tarihin ilk büyük kadın tarihçisi olarak nitelendirilen ve eseri bin yıldır ölümsüz bir maiyet arz eden; ileri seviye Yunanca gramer ve bilgi birikimi olan kişi hiç şüphesiz Anna Komnena'dır. Bugün hala ayakta kalan ve Molla Zeyrek Camii ismini taşıyan Pantokrator Kilisesi'nin banisi Macar asıllı Irene Komnenos'dur. Dolayısıyla Bizans'dan geriye kalan her ne varsa, içerisinde bir kadının izi muhakkak görülmektedir ve her şeyden önemlisi Bizans kadınları, siyasette sahnesinde oynadıkları rol ile imparatorluğun bu kadar uzun süre ayakta kalmasının en önemli sebeplerinden biri olmuşlardır.

180

KAYNAKÇA