• Sonuç bulunamadı

2.4. KOMNENOSLARIN KÖKENİ VE İKTİDARI GETİREN KADINLAR

2.4.6. Aleksios Komnenos ve Saray Kadınları

Rütbe ve kaynak dağıtımı bunlarla sınırlı kalmadı. Kesin olarak altı çizildiği gibi Komnenoslar dönemi akrabalık ilişkilerinin her şeyin üzerinde olduğu bir devri temsil eder. Gerek aristokrat aileler arasında gerekse beynelmilel ilişkilerde Komnenos hanedanının bir numaralı siyaseti herkesi akrabalık yoluyla yanına çekmek ve tabi bunun sonucunda kaçınılmaz olarak, bunlara birtakım ihsanlarda bulunmaktı. Henry Maguire "12. yüzyılın ortalarında Komnenoslar ve onlarla akrabalıkla

bağlantılı nesiller en yüksek askeri görevlerin neredeyse yüzde doksanını işgal ettiler"

derken bariz bir realiteden bahsetmektedir.115 Nitekim Aleksios'un, Isaakios dışında kendisinden küçük iki erkek kardeşi daha vardı. Bunlardan Adrianos'a "protosebastos" unvanı verdi ve onu "megalos domestikos" (aşağı yukarı beylerbeyine denk gelen bir unvan) olarak atadı; Nikephoros'a ise "sebastos" ve donanma komutanı anlamında "droungarios" unvanı verildi. Komnenos döneminde ortaya çıkan yeni unvanlar burada

115 Maguire, s. 272.

99 daha net anlaşılır, çünkü Aleksios kız kardeşlerinin kocaları olan Melissenos ve Mikhail Taronites'e de unvanlar bahşetmişti. Zonaras bu durumu şu şekilde aktarır:

"Eş olarak, anasının pek sevgilisi olan ve Komnenosların da saygı gösterdikleri büyük kız kardeşi Anna'yı almış bulunan sonuncusunu, böyle bir rütbe de icat ederek, Panhypersebastos yaptılar. Kendisi de Botaneiates'e karşı Anadolu'da baş kaldırmış ve hala da silahı elde tutmakta olan Nikephoros Melissenos ile, onu Caesar unvanı vermekle onurlandırmak ve onun (egemen olacağı ülke bölümünün) başkenti diye Selanik'i belirlemek ve ona paralar ihsan etmek üzere, anlaşmaya vardılar.”116

Bu şekilde dağıtılan makamlar bir süre sonra sadece hısımlarına değil hısımlarının hısımlarına kadar bahşedilir hale gelmişti. Bunların sonucunda da kaçınılmaz olarak imparatorluk hazinesini tükenme noktasına geldi. Aleksios bu durum karşısında, adet olduğu üzere her sene ileri gelenlere bahşedilen ihsanların ödemesini durdurdu ve senato üyelerinin malvarlıklarını kamulaştırdı.

Bizans İmparatorluk Sarayı'nda imparatoriçe adayı üç kadın bulunmaktaydı. Birincisi aslında bu ödülü en çok hak eden isim Anna Dalassena idi. Her ne kadar despoina unvanı almışsa da basilissa unvanı alma şansıda bulunuyordu. Ancak diğer tarafta Aleksios'u evlat edinerek tahta çıkmasında önemli rol oynayan Alanialı Maria ve Dukasların gözdesi Irene Dukaina vardı. Anna Dalassena'nın evlatlarına olan güveninin tam olduğunu ve zaten devlet yönetiminde en az onlar kadar rol aldığını düşünürsek, pekala basilissa unvanını almasa da olurdu; zaten unvanı olmadığı halde bile her şeyi yapmaya muktedirdi. Irene Dukaina ile Maria meselelerine gelindiğinde, ortalık biraz karışıyordu. Aleksios'un, Irene ile evlenerek Dukasların desteğini aldığı yadsınamazdı. Ancak diğer tarafta da hepsinden evvel tahtta oturan Maria vardır. Her şey bir yana, zaman geçtikçe ve Aleksios, Irene'ye basilissa unvanını vermedikçe; ve Maria hala sarayda ikamet ettikçe, Dukas ailesi homurdanmaya başlar. Çünkü devrik basilissa olarak normal şartlarda Maria'nın sarayı terk etmesi gerekmektedir. Ayrıca Aleksios'un bir faaliyeti, halk arasında yayılan Aleksios'un Maria'dan hoşlandığı şeklindeki dedikodulara çanak tutar: Aleksios beklenmedik bir şekilde henüz çok küçük yaştaki eşini, ailesi ve caesar olan büyükbabasıile birlikte daha ufak bir saraya yerleştirmiş ve kendisi dillere destan güzellikteki Maria ile birlikte Boukoleon'da kalmıştır. Bu hareketiyle de Dukasları direkt olarak karşısına almıştır. Irene'nin

100 eniştesi Georgios Palaiologos, bir grup Komnenos yandaşı tezahüratlar sırasında kocasıyla birlikte Irene'nin adını da zikretmeyi reddettiğinde onlara "Ben böyle büyük bir zaferi sizin için değil, adını ağzınıza almadığınız Irene'nin hatırına kazandım" demiş ve donanmayı yendikten sonra da tüm denizcilerin önce Irene sonra da Aleksios'un isimleriyle tezahürat etmeleri konusunda ısrar etmiştir. En büyük problem ise kilisede yaşanmıştır. Aleksios ateşe körükle giden bir tavır sergileyerek tek kişilik bir taç giyme töreni hazırlamış ancak Patrik, sonradan görevinden azledilse bile inatla Irene'nin de taç giymesi gerektiğini söylemiş ve böylece bir hafta sonra tacına kavuşan Irene basilissa olmuştur.

Aleksios gibi zeki bir siyasinin tahta yeni çıktığı dönemde ve henüz istediği istikrar ortamını yaratmadan evvel neden böyle bir girişimde bulunduğu soru işaretidir. Kadınlara düşkün bir kişiliği olduğu bilinmektedir ve Alanialı Maria'nın eşsiz güzelliği karşısında belki de etkilenmiştir. Ancak ne olursa olsun, imparatorluğun en büyük ailelerinden birini; kaldı ki bu aile iktidar yolunda kendisini desteklemiştir, göz ardı edemezdi. Netice olarak aralarında yaşanan bu gerginliği kazanan Dukaslar olmuş ve Irene imparatoriçe olarak selamlanmıştı.117

Sıra, Alanialı Maria'nın saraydaki durumuna gelmişti. Maria, Mikhail Dukas'dan doğurduğu ve babasının daha küçücük bir çocukken ortak imparator sıfatıyla taç giydirdiği, ayrıca halen erguvan sandaletleri giydirmeyi sürdüren oğlun Porphyrogennetos Konstantinos ile birlikte Büyük Saraydan ayrılarak, Sarayburnu'nda bulunan bir konağa geçti. Bu konak, Ebdomos Manastırıyla birlikte, ikinci eşi Nikephoros Botaneiates'in altın mürekkeple mühürlenmiş fermanıyla kendisine bağışlanmıştı. Bu sayede orada evladıyla beraber sağ salim yaşıyor, bununla birlikte saraydan kendi hizmetleri için ayrılmış hizmetlilerin servisinden de yararlanmayı sürdürüyordu. Tuhaf bir şekilde ne Botaneiates ne de Aleksios Komnenos tahta geçtiklerinde Maria'nın oğlu Konstantinos'a dokunmamışlardır. Bizans standartlarına göre oldukça şanslı olan Konstantinos, imparatorluk törenlerinde erguvan giymeyi sürdürdü; kendisine biat göstergesi olarak "Yaşasın hükümdarımız Konstantinos" dendi ve mühürlü fermanları imzalama yetkisine sahipti. Ancak bir süre sonra Alanialı Maria'nın varlığı, gerek Bizans İmparatorluğu'nun içerisine girdiği cendereden gerekse Irene'nin imparatoriçe olması sebebiyle göz önünden silinmeye başladı. Bu suretle

117Komnena, s.97.,Norwich, (III), s. 40.

101 tarih sahnesinden çekilmeye karar veren Maria kılık değiştirerek rahibe elbiselerini giydi. Ardından oğlu Konstantinos'un elinden imparatorluk alametleri alındı. Zonaras burada ucu açık bir şekilde konuşarak, tüm bunların Maria'nın isteği dahilinde olup olmadığını açıklamaz. Ancak gerçek ortada durmaktadır: Aleksios tek imparatordur.118

Aleksios'un bir süreliğine de olsa iktidarı paylaştığı tek kişi annesi Anna Dalassena olmuştur. Anna Dalassena anneliğin yüksek ideolojik değerinin avantajından yararlanmak için doğru yerde olan muhtemelen son Bizanslı anneydi. Ailenin yasal reisi olarak oğullarının yaşamını yıllar boyunca etkilemişti: Oğullarının yüksek bir konuma eriştiklerinde dahi, onun yardımını istemeyi sürdürmeleri doğaldı; güven duydukları tek insandı. Anna onların planlarını paylaştı ve biçimlendirdi.Aleksios'un tahta çıkması üzerine sistem devam etti ve geniş bir sorumluluk alanı ve aslında bütün sivil yönetim Anna'ya verildi. Aya benzetilen öteki imparatorluk kadınlarının tersine Anna, Aleksios ile eşitti: Onlar tanrının ikinci ve yeni yaradılış olarak meydana getirdiği yeni, ışıklı varlıklardı.Sivil yönetimin başı olarak Anna'nın rolü, başka pek az annenin erişebileceği düpedüz doruk noktasıydı, çünkü tarihsel ve ideolojik etmenlerin bir araya gelişi onu bu konuma getirmişti.119 Anna Komnena ünlü eserinde, Anna Dalassena'nın yönetimdeki etkisini şöyle açıklamaktadır:

"Aleksios, yönetimin yürütülmesini, kendisinden çok, üstün nitelikli bir kadın olan anasının üstlenmesini arzu ediyordu, ama bu niyetini ondan hep gizlemişti, çünkü anası bunu öğrenince, -manastırda rahibelik istediği için- saraydan ayrılıp gider diye çekiniyordu. Ele alınacak işler ne olursa olsun, onun görüşünü sormadan en küçük bir şey yapmazdı; her tasarımının oluşturulmasında, anası onun sırdaşı yerinde, yardımcısı yerindeydi; işlerin yürütülmesini azar azar onun üzerine yüklüyor ve onu yönetim ortağı ediyordu; hatta zaman zaman, onun aklı ve sorunları en uygun yolda hükme bağlaması olmasaydı, devletin batıp gideceğini söylediği bile oluyordu. İşte böylece annesinin işbirliğini kazandı ve bir yandan da onun niyetlerine [manastırda rahibe olmak niyetine] engel olarak ve onu bundan caydırmağa çalışarak, onunla daha yakın bağlılık kurdu.”120

118 Zonaras, s. 163.

119 Hill, s. 84. 120 Komnena, s. 108.

102 Anna'nın iktidar üzerinde gücünü korkmadan kullandığının somut kanıtı da vardır: Dokheiariu Manastırının keşişleri 1085' de devletin vergi toplayıcısı Ksifilinos ile bir sorun yaşarlar. Ksifilinos manastırın mallarının bir bölümünü neredeyse elinden alıp devlet gelirlerine ekleyecektir. Anna, muhtemelen Aleksios saraydan uzakta, sınır boyundayken, bunu yasaklar. Aleksios geri döndüğünde annesine karşı çıkar ve Ksifilinos'a, Atuble Köyünü almasını buyurur. Keşişler paniğe kapılıp ondan ricada bulunurlar. Aleksios Komnenos fikrini değiştirir ve bir ferman imzalar; Anna'nın bir kararnamesinde bu ferman özetlenip tekrar yorumlanır. Aleksios yeniden kentten ayrılınca Anna, keşişlerin ricası üzerine 1089 Mart ayında imzalanan kararnameyi ilan eder. Ksifilinos 1089 Nisanında kendisine verilen emirleri yerine getirir ve imzaladığı bir nüshayı da keşişlere verir.121

Bizans' da makbul bir annenin hayatını İsa’ya adaması beklenirdi; bu da vaktinin büyük bir kısmını evlatları için dua etmeye ayırması anlamına gelmekteydi. Anna Dalassena ise şafak sökene kadar Tanrı’ya yalvarıyorve böylece çocukları için zaferi garantiliyordu. Philantropia denen sıfat bir imparatoriçe için en önemli erdemlerden biriydi ve Anna Dalassena gerek fakirleri gerekse kimsesizleri himaye ederek bu sıfatı sonuna kadar hak ettiğini kanıtlıyordu. Bununla beraber Anna bizzat manastırda kurmuştu: Bir erkek manastırı olduğu sanılan Kristos Pantepoptes. Manastır inşa ettirmek belki de himayeciliğin en görünür biçimiydi.

Ne kadar iyi olursa olsun oğlunun iktidarda kimseyi istemediği bir süre sonra anlaşılır. Belki de ilerledikçe çetrefilleşen Bizans siyasetinden yorulmuştur ve ikinci bir sese ihtiyacı olmadığını düşünmektedir. Neticesinde imparatorluk tarihinin en zor dönemlerinden birini geçirmektedir. Önce Türkler; ki Doğuda Selçuklu, Güneyde Çaka Bey, Kuzeyde Peçenekler, ardından Norman tehdidi ve en sonunda Haçlı Seferleri. Aleksios'un bu yüksek tempolu yönetiminde işleri maharetle yönettiği açıktır. Birçok şeyini borçlu olduğu annesini neden uzaklaştırdığını tahmin etmek zor olsa da Zonaras, Anna'nın iktidardan çekilmesini ve on birinci yüzyıl siyasetinin önemli bir kısmını bizzat yönetmiş olan bu kadının sonunu şöyle aktarmaktadır:

"İmparatorun annesi devlet yönetimini üstlenmişti ve bunu uzun süre boyunca sürdürdü; böylece o dönemde uyrukları bezdiren dertleri, çoğu kişi bu hanıma yükledi. Aslında hükümdar kendi erkinin neredeyse sadece hükümdar sıfatını taşımakla sınırlı

121 Hill, s. 167.

103

kalmasından sıkıntı duyuyordu. Ancak anasını sayıyordu ve erki ondan zorla çekip almak istemiyordu. Bu hanım oğlunun sıkıntısını fark edince belki de kendisine karşı zor kullanır ve isteği dışında feragatte bulunması durumu ortaya çıkar diye korktuğundan, saraylar külliyesini terk ederek her şeyi oğluna bıraktı; kendisinin yaptırmış bulunduğu Pantepoptes Manastırı'na sığındı. Orada hükümdarca ve saygı görerek birkaç yıl yaşadı ve ileri yaşta öldü.”122