• Sonuç bulunamadı

1.3. BİZANS SİYASETİNDE KADINLAR

1.4.1. Evlilik Töreni

Bizans İmparatorluğu'nun, Roma dünyasından miras aldığı geleneklerden biride aile yapısıdır. Ailelerde patriarkal bir düzen söz konusudur. Sıradan bir aile, aristokrat veyahut imparatorluk ailesi olması bunu değiştirmez; tıpkı Roma dünyasında olduğu gibi erkeğin baskın olduğu bir sistem vardır. Ancak ne olursa olsun ailenin başı babadır. Erkek çocuklar dahil, ailede babanın yerini tutabilecek veya onun otoritesini sarsabilecek herhangi bir kuvvet yoktur. Devlet tarafından onaylanan bu görüş baba rolündeki erkeğe ailede sınırsız bir yetki verir. Bu yetki babanın, kızının kiminle evleneceğine bile tek başına karar vermesini sağlar.

Evlilik konusu, Roma'nın değişen tinsel ideolojisine göre zaman zaman desteklenmiş zaman zamanda geri planda tutulmuştur. Roma'nın Bizans'a evirilmeye başladığı dönemde, toplum içindeki kadının değeri, bakireliği ile ölçülüyordu. Kirlenmemiş, bakireliğini yitirmemiş bir kadın, her daim temiz ve kutsal olarak kabul ediliyordu ve bunun evlilikler üzerindeki etkisini de görmek mümkündü. İlk aşamada gerçek anlamda kendini bakirelik kültüne adayan kadınlar, çileci bir yaşam tarzını benimseyerek kendilerini toplumdan soyutluyorlar ve cinsel yaşamın cezbedici dünyasından sakınmak için mümkün mertebe erkeklerin arasına çıkmıyorlardı.35 Diğer

34 Lynda Garland, Byzantine Empresses, Routledge, London, 1999, s. 126.,Aydın Usta, Sorularla

Bizansİmparatorluğu, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 128., Norwich, (II) ss. 170-174.

35"Bu dönemde kadınlar artık topluma yeni bir temele dayanarak katılmaya başladılar; kısıtlanmış, denetim altında, görülmez ve eve kapatılmış olmadan ve erkek ve diğer kadınlarla kamusal alanda etkileşime girme imkanıyla donanmış olarak. Belki de en önemlisi evlenip evlenmemeyi seçebiliyorlardı. Kutsal bakireler veya İsa'nın gelinleri olarak yaşamlar seçerek arkadaşlıklara, eğitime ve kadınlara

33 taraftan bir kadının, istemediği halde babasının onunla evlenmesi için seçtiği adama varmamasının tek yolu, kendi bakireliğini korumak amacıyla manastır hayatına başlamasıdır. Aksi takdirde evlilikten sakınabileceği başka bir yol yoktu. Bizans kadınları üzerine çalışma yapan Connor, bu konuda şu anekdotları aktarır:

"Bekarlık Hıristiyan sofuluğunun başlıca özelliklerinden biri haline gelince toplumun evliliğinin gerekliğine bakışında çok büyük bir değişim yaşandı. Genelde Adem ve Havva'nın cennetten kovuluşlarından sonra cinsel ilişkiye girdikleri düşünülürdü; dolayısıyla bekarlık iyi, evlilik ise daha aşağı ve günahkar bir durumdu. Kimi sıradan kadınlar bekarlık yaşantısını, istenmeyen evlilikten kaçmak için genç kızken seçiyorlardı; diğerleriyse çeyiz sağlayamayan anne babalarca İsa'nın gelinleri olarak veriliyorlardı. Ya manastır yaşamı süren topluluklara katılıyorlar ya da evde kalıyorlardı. Dördüncü yüzyıldan başlayarak kilise tarafından korunuyorlardı ve Hıristiyan topluluğunun gurur kaynağıydılar. Bir kutsal bakire olma kararı on altı - on yedi yaşlarındaki kızların kendilerince veya evlilik konusunu denetleyen evebeynlerince veriliyordu. Çocuk kimi zaman istenmeyen bir bebekti ve dışarıda bırakılıp ölüme terk edilmek yerine kiliseye veriliyordu36."

Yüzyıllar süren bu bakirelik kültürü tıpkı dinsel birçok figür gibi zaman içinde değişime uğrar. On birinci yüzyıl Bizans dünyasına bakıldığında, örnek davranış olarak bakireliğin yerini doğurganlığa bıraktığı görülür. Tanrının annesi sıfatıyla Meryem, doğurganlığın sembolü olarak gösterilir ve bu tutum içerisinde kadınların ilk vasfının çocuk doğurmak olduğu düşüncesi katlanarak büyür. Bir kadın ne kadar çok erkek çocuk doğurursa o kadar örnek sayılmaktaydı. Özellikle imparatorluk ailelerinde daha baskın olan bu tutum, erken dönemden oldukça ayrık bir ideoloji olarak göze çarpar. Hıristiyanlığın kadına karşı olan ikircikli tavrı burada bir kez daha ortaya çıkar ve bakirelik yerini anneliğe bırakır. Nitekim ideal eş ve ideal anne olarak gösterilen bir çok Komnenos kadını (özellikle Anna Dalassena), bu sıfatları doğurganlığı, çocuklarını yetiştirmesi ve onların önlerini açması ile kazanmıştır.

Bizans' da kızların erken yaşta evliliği ve çocuk sahibi olmaları ise oldukça yaygın bir yaşam tarzıydı. Bizans kanunları nişanlanma yaşını en erken sekiz olarak

daha önce neredeyse tümüyle yasak olan yolculuğa erişebilir duruma gelmişlerdi. Her ne kadar kadınlar üzerinde doğal olarak hala kısıtlamalar olsa da, dini olarak belirlenen bu yeni statü toplumdaki konumlarını önemli yönlerden tekrar tanımlamış oldu." (Connor, s. 36.)

34 belirlemişti. Bu yaş sınırı sonradan on iki yaşa çıkartıldı fakat bu yasa genelde göz ardı edildi. Nişanlanma beş yaşında bile olabilirdi. Evlenme yaşı kızlar için en küçük on iki, erkekler için on dört olabiliyordu fakat normal evlilik yaşı ortalama on beşti. Bu yirmi yaşa kadar çıkabiliyordu.37 Bununla beraber evliliğe karşı, kilisenin tavrı da net olmuştur. St. Paul'un "Evlenmek, yanmaktan iyidir" düsturunu takip ederek kilise her daim evliliği desteklemiştir. Çünkü kilise babaları evliliği kutsal bir kurumun meydana getirilmesi, çocukların üremesi ve fuhuştan sakınma olarak değerlendiriyorlardı.38

Evliliğe böyle bir kutsiyetin atfedilmesi, haliyle boşanma konusundaki zorlukları da beraberinde getiriyordu. Birçok sapkınlıktan uzak kalmak ve toplumun çekirdeğini oluşturan ailelerin varlığını devam ettirmesi anlamına gelen evlilik hem kilise hem de devlet yasaları tarafından destekleniyordu. Diğer taraftan boşanma mevzusunda bu iki kurum paralel bir çizgide ilerleyerek, ayrılıkları en aza indirmek derdindeydi. Ancak kilisenin boşanmaya karşı olan tutumu, devlet yasalarından daha ağırdı. Ne sebeple olursa olsun, artık tek vücut haline gelmiş olan iki bedenin ayrılmasına izin verilemezdi. Nitekim İsa' da bu konuda"ve ben size derim: Kim

zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse zina eder; boşanmış olanla evlenirse de zina eder"diyordu. Bununla beraber kilisenin evlilik sayısını

sınırladığı da göze çarpar. İlk eşin ölümü veyahut geçerli başka sebeplerle ikinci evliliklere izin verilirken, ikiden sonrası artık günah kategorisine giriyor, üç ve dördüncü evliliği yapmak, hayvanlarla cinsel ilişkiye girmek kadar aşağı sayılıyordu.39

37 İsmail Tokalak, Bizans Osmanlı Sentezi, Asi Kitap Yayınları, İstanbul, 2017, s. 521.

38"Kiliseye göre cinsel faaliyet bir erkekle bir kadının, uygun bir yaşta, kendilerinin ve evebeynlerinin onayıyla akdedilerek ve engel görülmeyerek, tek eşli bir evlilikle bir araya gelmeleri durumunda kabul edilebilir ve istenebilirdi. Bu tür birliktelik çerçevesi dışında cinsel arzu ifade edilmemeliydi; dolayısıyla evlilik dışı ilişkiler çok sayıda normatif formülasyonun konusu oldular. Demek ki evliliğin iki hedefi vardı, üreme ve cinsel arzunun tatmini. Mülkiyet intikali konusunda olduğu gibi, sonuçları siyasal ve ailevi stratejileri ilgilendiren birinci hedef nedeniyle, devlet ve kilise evlilik kurumunu denetleyebilmek için kalıcı bir çaba göstermeye yöneldi: Kiminle evlenilebilir, kaç evlilik akdine izin vardır, boşanma durumunda ne olur ? İkinci hedef normal ya da anormal, serbest ya da yasak cinsel davranışı değerlendirme ilkelerinin temel kaynağıydı." (Angeliki E. Laiou, Arzu, Aşk ve Delilik:

Bizanslıların Gözüyle Cinsel İlişkiler, Cogito 17, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015, Arzu, s. 182.) 39"İsa'nın boşanma konusunda Yahudi geleneğinden farklı tutumu, erkeğin hem poligami hem de boşanma özgürlüğüne sahip olduğu ataerkil bir toplumun nimetlerinden yararlanmayı doğal bulan kendi şakirtlerinin bile canını sıkar. İncil'e göre Ferisiler İsa'yı sınamak için her sebeple karısını boşamak caiz midir ?diye sorarlar. İsa'nın cevabı nettir: "ve ben size derim: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse zina eder; boşanmış olanla evlenirse de zina eder. (Matta 19:9) Çünkü onlar artık iki beden değil, fakat bir bedenlerdir. Şimdi Allahın birleştirdiğini insan ayırmasın." (19:6) Bunun üzerine şakirtler İsa'ya, "eğer erkeğin karısı ile hali böyle ise, evlenmek iyi değil" diye şikayette bulunurlar. (19:10) Hıristiyanlık evlilik içinde ahlaksal çifte standardı kaldırmakla birlikte cinselliği tümüyle üremeye bağlar ve kadın için tek kurtuluşu (dinsel anlamda) çocuk doğurmasında bulur." (Berktay, s. 102)

35

Genel olarak Bizanslı bir çiftin evlilik seremonileri şu şekilde aktarılır: Nişan yazılı bir anlaşmayla imzalandıktan sonra, düğün tarihi kararlaştırılır ve akrabalara davetiyeler gönderilirdi. Düğünden önceki gün gelin odasının duvarlarına değerli şeyler asılır ve ailesinin en değer verdiği malları ve eşyaları, şarkılar eşliğinde bu odaya yerleştirilirdi. Damat müzisyenlerin eşliğinde gelini almaya gelirdi. Gelin onu brokar bir giysi ve güzel işlemeli bir bluzla beklerdi; yüzü bir peçeyle örtülmüş olurdu. Damat ona yaklaştıkça yavaş yavaş peçesini kaldırırdı. Ana babası, davetliler, dostlar, meşale taşıyıcıları, şarkıcılar ve müzisyenlerle çevrili olan gelin ve damat başlarından aşağı menekşe ve gül yaprakları yağdırarak balkonlarında duran insanlarla dolu sokaklardan geçerek birlikte kiliseye doğru yürürlerdi. Kilisede tören süresince evlilik taçlarını gelinle damadın başları üzerinde tutan vaftiz evebeynleri onların arkalarında dururlardı. İmparator ailesinden gelin ve damatların başlarının üzerindeki uzun değerli kumaşların yerini evlilik taçları alırdı. Nikah yüzükleri değiş tokuş edilirdi ve on birinci yüzyıldan başlayarak düğünden önce hazırlanan evlilik anlaşması tanıklar önünde imzalanmak üzere ortaya çıkarılırdı. Törenden sonra herkes ziyafete katılmak üzere geldiği yolu izleyerek gelinin evine geri giderdi. Gece olduğunda bütün konuklar yeni evli çifte gelin odasına kadar eşlik ederlerdi; ertesi sabah onları şarkı söyleyerek uyandırmak üzere yeniden aynı yerde toplanırlardı.40

1.4.2. Drahoma

Evlilikle ilgili sözü edilmesi gereken son bir husus daha vardır. Evlenme ve nişanlanma etaplarında nasıl bir sözleşme var ise gelin, damat ve aileler arasında anlaşılması gereken son basamak drahomadır. Şu anın dünyasında çeyiz olarak geçen bu terim, Bizans dünyasında çok daha hayati bir konuydu. Drahoma'nın iki türlü önemi vardı: Birincisi, Bizans dünyası her anlamıyla eril cinsin baskın olduğu bir düzen üzerine kuruluydu ve kadınların iş hayatına girme oranı yok denecek kadar azdı;yani ekonomik olarak çoğunlukla eşine muhtaçtı. İkincisi ideal bir kadın yahut ideal bir Bizanslı annenin yerine getirmesi gereken ilk görev çocuk yetiştirmesidir. Her ne

40Tamara Talbot Rice, Bizans'ta Günlük Yaşam, çev. Bilgi Altınok, Göçebe Yayınları, İstanbul, 1998, s. 195.

36 kadar birçok konuda geri planda tutuluyor olsalar da ailenin ve çocukların çekip çevrilmesi kadının sorumluluğundaydı. Bu bağlamda hem kendi ayakları üzerinde durabilmesi hem de üzerine düşen farzları yerine getirebilmesi için kadının, erkeğin vermediği ve müdahil olamadığı bir paraya ihtiyaç vardı. Bu para evlilik gerçekleşirken kendi ailesi tarafından gelin adayına verilmekteydi. Böylece olası bir ayrılık ya da aksilik durumunda kadın aile hayatının sürdürülmesini sağlayabilecekti. Bir şekilde drahomaya ihtiyacı olmaması durumunda, bunları çocukları için ayırmakta yine kadının görevi sayılıyordu. Kağıt üstündeki antlaşmalar erkeğin, kadının drahomasına dokunamayacağını gösterse de, bu tarz olaylar sıkça meydana gelmekteydi. Erkek, tek bir şart ile, pratik hayatta kadınının drahomasından faydalanabiliyordu: Harcadığı ya da sattığı kısmını kadına geri ödemek şartıyla.

Drahomanın ikinci önemi ise evliliklerde belirleyici rol oynamasıdır. Her şeyden evvel bir baba, kızını saygın biriyle evlendirmek istiyorsa kızına yüklü miktarda drahoma hazırlamak zorundaydı. Özellikle imparatorluk ailelerinde görüldüğü üzere iki devlet arasındaki evlilik anlaşmaları yüklü miktarda değerli eşya ya da toprak anlamına geliyordu. On ikinci yüzyılda Manuel'in ilk eşinin ölümü üzerine kendisine ikinci bir eş aradığı dönemde, uygun zevceyi bulmak için yola çıkan elçiler, Kont III. Raymon'un kızı üzerine karar kılarlar. Daha sonra bu evlilik gerçekleşmemiş olsa da, Raymond'un kızının çeyizi ve evlilik hazırlıkları için on iki kadırga hazırladığı bilinmektedir. Yine Manuel'in yeğeni Theodora'nın Kudüslü III. Boudouin ile evliliğinde, çeyizi 100 bin altın sikke, düğün harcamaları için ilave 10 bin altın, yine 40 bin altın para değerinde kumaş, mücevher, halı, ipek ve değerli nesnelerden oluştu. Ayrıca servetindeki taşınmazlardan da bahsedilmektedir ve servetinin bu özelliği sadece damadın ona bir bölgeyi, Akka kentini ( St. Jean d' Acre) hediye etmesi gerçeğiyle vurgulanmış görünmektedir. Başka bir drahoma örneği on dördüncü yüzyılda göze çarpar. V. Ioannes Palaiologos bu arada Kantakuzenos'un eski düşmanı olan Cenevizlilerle birleşmiş ve kolaylıkla onların teveccüh ve yardımını sağlamıştı. Francesco Gattilusio adında, sahip olduğu iki galeriyle ganimet ve macera peşinde Ege denizinde dolaşıp duran Cenovalı bir korsan Palaiologoslu hükümdarı ecdadının tahtına çıkaracaktı. Bu hizmeti karşılığında V. Ioannes ona kız kardeşi Maria'yı zevce olarak vermeyi ve çeyiz olarak da imparatorluğun elinde kalmış adaların en önemlisi ve en büyüğü olan Lesbos'u vaat etmişti. Neticesinde 1354 kasım

37 ayında darbeciler İstanbul'a girdiler. VI. Ioannes Kantakuzenos tahttan feragate zorlanarak keşiş giysisi giydi.41