• Sonuç bulunamadı

E. İSTİHDAM TEORİLERİ: İŞSİZLİK OLGUSUNUN TEORİK

1. Klasik Okul: Klasik İstihdam Teorisi

Klasik iktisatçıların işsizlik konusundaki düşünceleri, genel denge konusundaki görüşlerinin doğal bir uzantısıdır. Bu açıdan genel denge görüşlerine paralel olarak Klasikler, pazar mekanizmasına yapılacak her türlü müdahalenin (devlet, sendika vb.) ücret ve fiyatların tam esnekliğini bozmasına yol açacağı düşüncesinden hareket

54

Genel olarak istihdam teorileri açıklanırken sadece “Klasik İstihdam Teorisi” ve “Modern İstihdam Teorisi” olmak üzere ikili ayrım belirtilmektedir. Bu çalışmada, konunun, işsizlik olgusuyla teorik temelleri ile bağdaştırılması çerçevesinde, diğer iktisadi okulları da bu ikili ayrıma ilave etmek uygun görülmektedir.

etmektedir ki, herhangi bir müdahalenin olmaması halinde, ekonomi kendiliğinden dengeye ulaşacaktır.

Klasik ekonomi, onsekizinci yüzyılın sonlarıyla ondokuzuncu yüzyılın başlarında İngiltere’de geliştirilmiş ve 1930 yılı Petrol Buhranı’na kadar iktisatçıların kabul ettiği tek temel ekonomik ilkeler bütünü olarak hüküm sürmüş ekonomik çözümleme sistemidir55. Klasik ekonomik çözümlemenin ana hedefi, özel mülkiyet düzeni üstüne kurulmuş kapitalist ekonomik sistemin işleyişini açıklamaktı.

Bir ekonomik ilkeler bütünü olarak, klasik ekonomi iki temel varsayıma dayanmaktadır. Bunlardan ilki, ne mal ve hizmet satıcılarına, ne de ekonomik kaynakların hizmetini satanlara, fiyatlar üzerinde hiçbir kontrol olanağı tanımayan sıkı bir rekabetin ekonomik düzene hakim olmasıdır56. Rekabetin toplumsal işlevi, düzenleyici rol oynamak ve mal/faktör piyasalarındaki özçıkarın serbest hareketini tüm ekonomi için beklenen sonuçlar doğurmasını sağlamaktır. Kendiliğinden ayarlanan Pazar ekonomisi kavramını ilk ortaya çıkaran iktisatçı, modern ekonomik iktisadın kurucusu Adam SMITH’tir. SMITH, “Milletlerin Zenginliği” adlı başyapıtında, her üreticinin kendi kazancı peşinde koşarken, kendi amacının bir parçası olmayan bir hedefi gerçekleştirmek için görünmez bir el tarafından idare edildiğini belirtmektedir57. Bu hedef kuşkusuz, genel refah ya da kamu çıkarını simgelemektedir.

Klasik sistemin kökenini oluşturan ikinci temel varsayım, insanın ussal bir varlık olduğudur. Klasikler için ussallık “haz (mutluluk)” ve “elem (acı)” arasındaki tercihin doğurduğu bir sorundur. Yani insan, acıdan kaçınan, haz arayan bir varlıktır. Ekonomiyle ilgili olan herkes, tüm faaliyetlerini -ussal davranarak- hazzı azamiye çıkarmak ve acıyı asgariye indirmek şeklinde düzenlemeye çalışmaktadır. Bir tüketici olarak insan, gelirin harcanmasından elde edilen tatmini azamileştirmek isterken, bir kaynak sahibi ya da girişimci olarak, elindeki mal ve kaynakların satımından elde edilen geliri en çoğa çıkarmak için çalışmaktadır.

55

Wallace C. PETERSON, Gelir İstihdam ve Ekonomik Büyüme, (Çeviren: Servet Mutlu), Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, Yayın No: 145, Eskişehir, 496 s., 1976, s. 82.

56

Bu varsayım, günümüz ders kitaplarında “serbest rekabet” olarak tanımlanan düzendir.

57

Adam SMITH, An Inquiry into the Nature and Cause of the Wealth of Nations, Canan BS., Newyork, Modern Library, 1937, s. 423.

Klasik iktisatçılara58 göre ekonomi, her zaman tam istihdam halindedir ve piyasada cari ücret seviyesinde iş isteyip de iş bulamayan işçi kitlesinin bulunması söz konusu olmaktadır. Onlara göre, bir milli ekonomide genel olarak irade dışında işsiz bulunabileceğini ve aşırı üretim krizinin doğabileceğinin kabul etmemişlerdir. Yani, çalışma arzu ve iradesine sahip olan, piyasadaki ücret seviyesinde çalışmayı kabul eden kişilerin işsiz kalması durumunun ortaya çıkması mümkün değildir. Böylece Klasik iktisatçılar, genel bir işsizlik sorununun doğabileceğini kabul etmemişlerdir.59 Bu anlayışın mantıki bir sonucu olarak, ekonomi bilimi uzun süre üretim, dolaşım(mübadele), bölüşüm ve tüketim konuları çerçevesinde incelenmiştir. Bu savın tutarlılığının belirlenebilmesi açısından, konunun temel dayanaklarını incelemek yerinde olacaktır:

58

“Klasik” kelimesi ilk kez, Modern iktisat kuramının öncüsü John Maynard Keynes tarafından, “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Kuramı” adlı ünlü eserinde; David Ricardo, John Stuard Mill, Alfred Marshall ve A. C. Pigou’yu sınıflandırmak için kullanılmış ve bunları klasik ekonomik sistemin baş temsilcileri olarak görmüştür. “Klasik İktisatçılar” deyimi ise ilk kez Karl Marx tarafından David Ricardo ve Adam Smith dahil onun öncülerini anlatmak için kullanılmıştır. John Maynard KEYNES, The Theory of Employment, Interest and Money, Newyork, Harcourt, Brace, 1936, s. 3.

59

a. Mahreçler Kanunu

Mahreçler60 Yasası, Fransız iktisatçı Jean Baqtist SAY (Lyon 1767-Paris 1832)61 tarafından geliştirilmiştir. Buna yazarın adından dolayı “Say Yasası” da denilmektedir. Bu yasaya göre, esas olan malların mübadele edilmesidir. Para sadece bir aracıdır. Şu halde, gerçek satın alma gücü, para değil, mallar tarafından temsil edilmektedir. Bir mal üretildiği zaman, yalnız bir arz yapılmış olmaz, aynı zamanda aynı miktarda bir talep de yaratılmış olmaktadır. Örneğin, bir çift çorap üretmiş olan bir kimse, yalnız bunu satmak(arz etmek) istemeyecek, aynı zamanda çoraba eş değerde diğer bir mal ya da hizmet satın almak(talep etmek) isteyecektir. Bütün diğer mallar için aynı durumun söz konusu olduğu düşünüldüğünde, piyasaya mal arz eden herkes, bir taraftan malını satmaya çalışırken, diğer taraftan eşdeğerde başka mallar almaya uğraşacak ve böylece piyasadaki arz ve talep daima birbirine eşit olacaktır. Diğer bir deyişle her mal kendi mahrecini bizzat kendisi yaratmaktadır (“Her arz kendi talebini doğurur”).

60

Mahreç kelimesi, Arapça kökenli olup “çıkış yeri, çıkak”, “boğumlanma noktası(dil bilgisi)”, “payda(matematik)” ve “satış, satış olanağı, sürüm yeri(iktisat)” anlamlarında kullanılmaktadır (TÜRK DİL KURUMU-TDK, “Güncel Türkçe Sözlük”, http://www.tdk.gov.tr, Erişim Tarihi: 12.02.2008).

61

J.B. SAY, Nantes fermanının yürürlükten kaldırılmasından sonra Cenevre’ye sığınmış Protestan bir ailenin oğludur. 19 yaşında Croydon’da bir tacirin yanında staj yaptıktan sonra Fransa’ya dönerek, sigortacı ve gazeteci olarak çalışmaya başlar. 1788’de Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı eserini okuduktan sonra iktisada merak salar. 1799’da Tribunat (Danışma Meclisi) üyesi olur ve 1803’te Traite d’economie Politique (Politik İktisat İncelemesi) adlı klasikleşen eserini yazar. Bu yapıt, uzun süre Fransa’da politik iktisat öğrenimine esin kaynağı olur. 1807 yılında, Bonaparte’ın o dönemde Fransa’da mevcut, kitlesel şekilde tüketim vergileri kullanımına dayanan mali politikayı reddeder ve Tiribunat’taki görevinden uzaklaştırılır. Pas-de-Calais ‘te bir pamuk iplikhanesinde 6 yıl çalışır ve daha sonra Athenee’de (1816), Conservatoire des arts et metiers’de (1821) ve College de France’ta (1850) Politik İktisat dersleri verir. 1828’de Cours Complet d’economie Politique (Uygulamalı Politik İktisat Dersleri) adlı -klasikleşen diğer önemli- eserini de yayımlar.

Klasik Okul’un iyimserlik akımına mensup Say’in iktisat bilimine katkıları, üç noktada özetlenebilir: 1. Değerin dayandığı ilke, “emek” değil “fayda”dır.

2. Makineleşmenin gelişmesi, geçeci bir işsizlik yaratır, ancak fiyatların düşmesini de sağlayarak üretimin genişlemesine yol açtığı için, işten çıkarılan işçilerin yeniden iş bulmalarına imkan verir. 3. Sanayileşme tehlikesizdir, çünkü, fiyat hareketleri tüketicilerin isteklerinde meydana gelen değişikliklerden müteşebbisleri zamanında haberdar ettiğinden, herhangi birkısmi tıkanma durumunda müteşebbisler üretim ile tüketim arasında çabucak bir denge kurabilmektedir.

Ekonomide esas rol, kapitalistte ya da toprak sahibinde değil; “müteşebbis”tedir ve dolayısıyla işçi ve bilgi aktif kullanıcı olmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bkz. Büyük Larousse Sözlük ve

GARBRAITH’in klasik iktisatçılar için bir yüzyıl boyunca bir inanç konusu olmuş olduğunu söylediği62 Mahreçler Yasası, aşırı üretimden dolayı yaygın ve istençsiz işsizliğin olanak dışı olduğu görüşünün biçimsel ifadesidir. Daha açık bir ifadeyle, toplam talep yetersizliğinden doğan herhangi bir istençsiz işsizlik olamaz.

Üretilen her mal satılabileceğine göre, istenmeyen malların üretimi fiyat mekanizması sayesinde önlenecek ve herkes üretimini arzu ettiği en yüksek düzeye çıkarmakta hiçbir sakınca görmemektedir. Açıktır ki, bu durumda, yani herkes arzu ettiği en yüksek üretimi yaptığı zaman, toplam ekonomik faaliyet hacmi de tam istihdam düzeyine ulaşmış olmakta63 ve dolayısıyla işsizliğe sebep olan genel üretim fazlası veya talep yetersizliği söz konusu olmamaktadır.

Klasik görüşün en etkin yazarı olan MILL, “Ekonomi Politiğin İlkeleri” adlı klasik eserinde aşırı tüketimin olanaksızlığını detaylıca incelemektedir. MILL’e göre, başkalarının üretimi için kişinin ödeme vasıtaları kendilerinin sahip olduklarından oluşmaktadır. Bütün satıcılar kaçınılmaz bir biçimde alıcıdırlar. Ülkenin satın alma gücü iki katına çıkarılabilirse, her piyasada mal arzı iki misli olur ve aynı hareketle satın alma gücü de iki misline çıkar hale gelecektir. Bütün malların değerinin düşmesi ve bunun sonucu olarak, bütün üreticilerin emeklerinin karşılığını yeterli şekilde almamaları tam bir saçmalık olacaktır.64

Dikkat edilmiş olacağı üzere, Mahreçler Yasası, kazanılan gelirlerin derhal ve tamamen harcanacakları varsayımına dayanmaktadır. Ancak, tabiidir ki, insanlar elde ettikleri gelirleri derhal ve tamamen harca(ya)maz, tersine gelirlerinin bir kısmını – genellikle para biçiminde- tasarruf ederler/etmek isterler.65 Bütün insanların bu şekilde

62

John Kenneth GALBRAITH, American Capitalism: The Concept of Countervailing Power, Houghton Mifflin, Boston, 1952, s. 22.

63

AREN, s. 17.

64

John Stuard MILL, Principle of Political Economy, Longmans, Gren, Kitap: III, Bölüm: XVI, Kesim: 1, Londra, 1936, s. 551.

65

Çünkü insanlar, 3 saikle para talep etmektedirler. Kişiler ve kurumlar, mali varlık ve servetlerinin bir kısmını para olarak yanlarında bulundurmak istemektedirler. Çünkü, servetin bir bölümünü para olarak tutmanın sağlayacağı bazı faydalar vardır. İşte, iktisadi literatürde bu yararlar göz önünde bulundurularak para talebi üç gruba ayrılmaktadır: (a)İşlem saikiyle (güdüsüyle) para talebi: Günlük alışverişlerin yapılabilmesi için tutulan para miktarıdır. (b)İhtiyat saikiyle para talebi: İlerde ortaya çıkabilecek hastalık, kaza vb. durumlar için para tutulmasını ifade etmektedir. (c)Spekülasyon saikiyle para talebi: Her an oluşabilecek karlı yatırım fırsatlarından yararlanabilmek amacıyla tutulan

davranacağı düşünüldüğünde bu yasanın geçerliliği sona ermesi kaçınılmazdır. Çünkü, bu durumda tüm piyasada aktörleri, piyasadan, satmak istediğinden daha az malı satın almak isteyeceklerdir. Bu ise, her malın, SAY’in iddia ettiği gibi, kendi değerine denk değil, fakat bundan daha az bir talep yaratması demek olacaktır. Bu durumda, piyasada toplam talep, toplam arzdan az olacak, yani genel bir talep yetersizliği ortaya çıkacaktır. Talep yetersizliği, mallarını satamayan üreticileri, üretimlerini kısmaya zorlayacaktır. Sonuç olarak, bu toplam üretim miktarını bu suretle daralması, Mahreçler Yasası işleyememesi, yani ekonomik faaliyet hacminin tam istihdam düzeyinin altına düşmesi demektir.66

b. Faiz Teorisi

Klasik istihdam teorisyenleri, Mahreçler Yasası’nın yukarıda belirttiğimiz yetersizliğini, ancak para biçiminde yapılan tasarrufların, girişimciler tarafından borç alınarak, tekrar yatırım harcamaları biçiminde piyasaya döndüklerini kanıtlamak suretiyle gidermenin mümkün olabileceğini düşünerek, bu görevin Faiz Teorisi tarafından yerine getirilebileceğini savunmuşlardır. Klasik ekonomi teorisine göre, faiz, tasarrufun yani tüketimi kısmanın karşılığıdır. Bu nedenle, tasarruf miktarı ile faiz haddi arasında fonksiyonel bir ilişki mevcuttur. Tasarruf miktarı, faiz haddine karşı esnek(elastiki)tir. Yani, tasarruf miktarı, faiz haddine bağlı olarak -doğru orantılı- artıp azalmakta ve –bireylerin (dolayısıyla ülkenin) tasarruf eğilimi sabit olduğu varsayımı altında- faiz oranlarının yükseldiğinde, tasarruf miktarı artmakta; faiz oranları düştüğünde ise tasarruf miktarı azalmaktadır. Bilgi ile ilgili bir diğer alan, doğrudan bilginin arzıyla ilgilidir. bir ifadeyle, faiz, tasarrufun arz fiyatıdır. Nasıl ki, herhangi bir malın fiyatı artınca (ya da eksilince) arzı da artar (ya da eksilirse), aynı biçimde, faiz haddi yükselince (ya da düşünce) tasarruf miktarı da artar (ya da azalır).

paradır. İşlem ve ihtiyat güdüsüyle talep edilen para, gelirin doğrusal bir fonksiyonu iken, spekülasyon saikiyle tutulan para ise, faiz oranının ters bir fonksiyonu durumundadır. Bir ekonomide bu üç nedenle tutulan toplam para miktarı, para talebini oluşturmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bkz. Nur KEYDER, Para: Teori, Politika, Uygulama, Yedinci Baskı, Bizim Büro Basımevi, 466 s.,Ankara, 2000, s. 293).

66

Klasik ekolün ünlü temsilcilerinden MARSHALL’a göre, bir kimsenin bütün geliri, mal ve hizmet alımına harcanmaktadır. Çoğu kez bir kimsenin gelirinin bir kısmını harcadığı, bir kısmını tasarruf ettiği söylenmektedir. Fakat bir kimsenin harcadığı kısımla olduğu kadar, tasarruf ettiği söylenen kısımla da mal ve hizmet satın aldığı bilinen bir ekonomik olgudur. Satın aldığı mal ve hizmetlerden satın alma anında zevk alan kişinin harcama yaptığı söylenmektedir. Kişi, gelecekte zevk alma olanakları yaratmak için, servet üretimine tahsis ettiği mal ve hizmet satın aldığı zaman ise tasarruf yapmaktadır.67

Faiz miktarı ile yatırımlar arasında ters orantı olduğu düşünüldüğünde68 faiz haddi, tasarruf ile yatırımı birbirine bağlayan bir köprü vazifesi görmekte ve tasarrufla yatırımın eşit olduğu noktada oluşmaktadır. Bu durumda, yatırımdan daha fazla yapılan bir tasarruf, faiz haddini düşürmekte ve buna bağlı olarak yatırımlar da artmaktadır. Yani hal böyle olunca, yatırımlardan daha fazla tasarruf yapılabilmesi (bir miktar gelirin harcanmadan elde kalması) olanaksızdır. Bu şekilde, Mahreçler Yasası’nın yetersiz kaldığı nokta olan genel talep yetersizliği giderilmekte ve tasarruf edilen paraların, faiz mekanizması sayesinde, -tamamen- tekrar piyasaya, yatırım harcamaları biçiminde geri dönüşeceği iddia edilmektedir.

c. Ücret Teorisi

Klasiklere göre ücret, işverenler bakımından işin marjinal verimine, işçiler bakımından ise işin marjinal zahmetine eşittir. Tam istihdam seviyesine yaklaştıkça, işin marjinal verimi, azalan verimler kanunu69 nedeniyle azalır. Buna karşılık, işin marjinal

67

Alfred MARSHALL, The PureTheory of Domestic Value, The London School of Economics and Political Science, Londra, 1949, s. 34.

68

Çünkü, normal koşullar altında -ceteris paribus- basiretli bir girişimci, elde ettiği tasarrufu, kendisine en yüksek getiriyi sağlayabilecek alanda değerlendirme eğilimdedir. Tasarrufların değerlendirilmesi sürecinde, yatırım ile faiz oranları arasında bir seçim yapılmak zorunluluğu doğmakta ve tasarruf sahibi, ilgili ekonomideki mevcut faiz oranları ve yatırım koşullarını inceleyerek bir kanıya varmaktadır. Yapılması düşünülen yatırım (dolayısıyla yaratılan istihdam olanağı), piyasadaki faiz oranından daha az (ya da yüksek) getiri sağlıyorsa, tasarruflar, faize (ya da yatırıma) dönüştürülmektedir.

69

Bir üretim biriminde, kullanılan faktörlerden birisi sabit tutulurken diğerlerinin miktarları sürekli olarak arttırıldığında; belirli bir noktadan sonra kullanılan her yeni faktör biriminin, üretime yaptığı katkının (marjinal verimi) giderek azaldığı görülecektir. Bu olaya, “azalan verimler kanunu” adı verilmektedir. Azalan Verimler Kanunu, Anne Robert Jacques TURBOT tarafından XVIII. asırda

zahmeti, istihdam seviyesi yükseldikçe artar. Klasiklere göre ücret, işin marjinal verimi ile marjinal zahmetinin eşit olduğu noktada meydana gelmektedir ki bu nokta, tanımı gereği tam istihdam seviyesidir.

Görülüyor ki, klasiklerin düşünce biçimlerine göre, çalışmak isteyen herkes, cari ücret düzeyine razı olmak koşuluyla, iş bulabilmekte yani “gayri iradi işsizlik”70 diye bir durumdan bahsedilememektedir. Eğer ekonomide herhangi bir işsiz var ise, bu durum, işsizlerin kendi verimlerinden daha fazla bir ücret talep etmelerinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ekonomik düzen herkese iş sağlamakta, fakat bazı kimseler bu hacimde bir istihdam düzeyinin gerekli kıldığı derecede düşük bir ücretle çalışmak istememekte ve dolayısıyla işsiz kalmaktadır.

Klasik ücret teorisine göre, eğer ülkede gayri iradi işsizler varsa, bundan sorumlu olan ekonomik düzen değil, fakat onun serbestçe işlemesine engel olan işçi örgütleri, sosyal sigorta mevzuatı ve genel olarak devlet müdahaleleridir. Çünkü bunlar, -yapay olarak- ücret düzeyini yüksek tutarak, iş hacminin genişlemesine ve böylece işsizliğin ortadan kalkmasına engel olmaktadırlar. Günümüzde, -bu görüşün savunduğu şekliyle-mevcut işsizlerin sadece kendi istekleriyle çalışmadıkları varsayımı mümkün görülmemekte ve sendikaların -ücret düzeyini yapay olarak yüksek tutacak kadar- güçlü olmadığı ülkelerde de gayri iradi işsizliğin bulunabileceği ve sadece ücretlerin düşürülmesi yolu ile işsizliğin tamamen önlen(ebil)mesi olanaksızdır.71

d. Klasik İstihdamda Emek Arz ve Talebi Kuramı: Denge İstihdam Düzeyi

Buraya kadar kısaca özetlemeye çalıştığımız Klasik İstihdam Teorisi emek piyasası ve savundukları tam istihdam dengesini, basit formüller üzerinden, şekil yardımıyla açıklamanın, konu bütünlüğüne fayda sağlayacağını düşünmekteyiz.72

ortaya atılmış ve RICARDO’nun etkisiyle XIX. asırda bütün klasik ekole bağlı iktisatçılar tarafından benimsenmiştir (SEYİDOĞLU, Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlük, s. 43).

70

Ayrıntılı bilgi için bkz. s. 70.

71

AREN, s. 23.

72

Klasik iktisatçıların, istihdam dengesini analiz ederken, beş temel varsayımı kullanmakta olduklarını hatırlatmak faydalı olacaktır. Bunlar;

PETERSON’a göre, klasik istihdam kuramı üç önermeden (“üç temel taştan”) oluşmaktadır: bunlardan ilki, firma ekonomisinden türetilen ve bütün ekonomiye uygulanacak şekilde genelleştirilen emek arzı ve talebi kuramıdır. İkincisi, tüm ekonomideki etkin talebe değingindir. Üçüncüsü, bir genel fiyat düzeyi kuramını içermektedir. Klasik sistemde, hem tek firmada, hem de ekonominin tümünde, istihdam düzeyi emek arz ve talebine bağlıdır.73

Klasik istihdam kuramının başlangıç noktası çıktının istihdam düzeyiyle doğru orantılı olarak değiştiği fikrini kapsayan, üretim işlevidir. Klasik istihdam kuramı, kapasite ve çıktının ana belirtenlerini, yani sermaye araçları ve doğal kaynakların nicelik-niteliklerini ve teknoloji düzeyini veri olarak almaktadır. Böylece, klasik ekonomide çıktı düzeyi, istihdam düzeyine dayanmaktadır.

Klasik emek arz ve talebi, gerçek ücretin birer işlevidir. Gerçek ücret, parasal ücretin satın alım gücü ve bu da parasal ücretle genel fiyat düzeyi arasındaki ilişkiye dayanmaktadır.

Klasik emek talebine göre, diğer şartlar aynı kalmak koşuluyla, firmanın ancak gerçek ücret düştükçe daha fazla emeği işe alınacaktır ve bunun için emek talebi, gerçek ücretin ters bir işlevidir ya da kısaca emek talebi eğrisi negatif eğime (yani, grafiksel olarak, sol yukarıdan sağ aşağıya doğru azalan) sahiptir. Bu ilişki, istihdam düzeyini yükseltmek için gerçek ücreti düşürmek gerektiği sonucunu doğurmaktadır. Gerçek * Klasik modelin temelinde ekonomik birimlerin rasyonel davrandıkları varsayımı vardır. Yani insanlar tamamen homoekonomikus olarak davranmakta; tüketiciler faydalarını, firmalar da karlarını maksimize etmeye çalışmaktadırlar.

* Tüm mal ve faktör piyasalarında tam rekabet koşulları geçerlidir.

* Ekonomi tam istihdamı kendiliğinden sağlar ve bu denge süreklilik arz eder. Diğer bir ifadeyle, ekonomideki tüm fiyatlar esnektir. Fiyat esnekliğini de piyasaların sürekli temizlenmesi biçiminde ele almak mümkündür.

* İnsanlar için para aldanımı söz konusu değildir. Alıcılar ve satıcılar nisbi fiyatlardaki değişmelere göre davranırlar. Yani teknik bir ifadeyle, insanlar, ekonomik davranışlarını, nominal (göreceli) değil, reel(gerçek) değişkenleri esas alarak gerçekleştirirler. Böylece reel değişkenler ile fiyat düzeyi birbirinden bağımsız olmaktadır.

* Ekonomide devletin rolü minimum düzeydedir.

Ayrıntılı bilgi için bkz. Önder ÖZKAZANÇ, C. Necat BERBEROĞLU, Ercan EREN, M. İlker PARASIZ ve Kemal YILDIRIM, İktisat Teorisi, Dördüncü Baskı, TC Anadolu Üniversitesi Yayını No:1456, 426 s., Eylül 2006, s. 222-223.

73

ücret ile istihdam düzeyi arasındaki ters işlevsel ilişkinin nedeni, konunun firma açısından değerlendirilmesiyle daha iyi anlaşılabilecektir. Klasik ekonomi girişimcinin karını en çoğa çıkarmaya çalıştığını varsayar; bunun için girişimci –firmasının çalışmaları için en uygun çıktı düzeyini saptamada olduğu gibi- emek kullanımında da kar maksimizasyonu ilkesiyle hareket edecektir. Emeğin en karlı kullanımında içerilen temel ilke, azalan verim (ya da gelir) ilkesidir. Azalan verimler yasasına göre, firmanın daha fazla emek birimi istihdamından doğan ek hasıla, toplam istihdam hacmi arttıkça, gitgide azalacaktır. Teknik bir ifadeyle ifade etmek gerekirse, artan istihdama karşılık, ilave emeğin marjinal fiziksel hasılası düşecektir. Bu durumda firma için önemli olan, fazla emeğin istihdamından doğan hasıladır. Bu ilave getiri, firmanın emekten elde ettiği çıktıya –yani marjinal fiziksel hasılaya- ve bu çıktıların satıldığı fiyata bağlıdır. Yani firmanın, serbest piyasa koşullarında çalıştığı varsayımı altında, tam rekabet piyasası özellikleri74 gereği, bütün çıktıların aynı fiyattan satılacak ve fakat azalan marjinal verim nedeniyle, daha fazla emek istihdam edildikçe firmanın fiziksel hasılasının değeri düşecektir.

Kar maksimizasyonu firmanın kendi iş düzeyini ek çıktı değerinin, ek çıktı maliyetine eşit olduğu noktaya göre ayarlamasını gerektirmektedir. Bu ilke istihdama uygulandığında, firmanın istihdam hacmini çalıştırdığı son emek birimlerinin

74

Bu noktada tam rekabet piyasasının genel özelliklerinin bilinmesi önem arz etmektedir. Tam rekabet piyasası, ancak ideal koşullar altında düşünülebilecek ve daha çok teorik analizlerde kullanılan -