• Sonuç bulunamadı

E. İSTİHDAM TEORİLERİ: İŞSİZLİK OLGUSUNUN TEORİK

2. Keynesyen Okul: Modern İstihdam Teorisi

Klasik istihdam kuramının intifa kaybetmesi, ekonomik düşünce sisteminde bir dönüm noktası olmuştur, çünkü bu kuram bir yüzyıldan fazla bir zaman tüm iktisatçılar tarafından genel kabul görmüştür. Çöküş, temel olarak iki etmene bağlanabilir: Büyük Buhran deneyimi ve istihdam düzeyinin belirlenmesine ilişkin almaşık yeni bir iktisadi düşüncenin ortaya çıkması.76

Amerikan ekonomisi, 1930’lara kadar ekonomiyi derinden sarsacak kadar etkili ve uzun bir buhran geçirmemekte77 ve o yıllara kadar, işsizlik ve düşen fiyat devreleri oluşumu, ekonomik sistemin -kendiliğinden- yüksek istihdam düzeyine doğru hızlı bir biçimde toparlanması ile bertaraf edilmekteydi. Amerikan ekonomisi, 1929 yılının güz döneminde hisse senedi piyasası değerlerinin şiddetli bir biçimde düşüş krizi ile başlayıp, 1940 yılındaki tam istihdamın tekrar sağlanması sürecine kadar devam eden Büyük Buhran’da, geliştirdiği iktisat politikası ile iktisadi düşünce perspektifini yeni bir boyut kazandırmıştır. On yıllık kriz süreci içinde, ciddi ve süregelen bir işsizlik (Amerika Birleşik Devletleri- ABD’de %17’nin üzerinde), ekonominin normal durumu haline gelmekte ve -klasiklerin savunduğu gibi- ekonomide otomatik olarak tam istihdamın sağlanabileceği savı geçerliliğini yitirmektedir. Eski bir kavramsal düşüncenin terk edilebilmesi için yenisinin olması gerekmektedir78 savını desteklercesine KEYNES, 1936 yılında yayımladığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel 76 PETERSON, s. 102. 77 GALBRAITH, s. 67. 78

Kuramı” adlı eseri ile Amerikan ekonomisini -ve dolayısıyla dünya ekonomisini- krizden kurtarıcı yeni iktisadi politikaları geliştirerek, Klasik İstihdam Teorisi’ni sonlandıran Modern İstihdam Teorisi’nin öncüsü olmaktadır.

a. Klasik İstihdam Kuramının Eleştirisi: Keynesçiler vs. Klasikler

KEYNES’in klasik kuramın savunduğu, emek arz ve talebinin, hem gerçek ücreti hem de istihdam düzeyini belirlediği görüşünü reddederek ilk olarak, parasal ücretler değişmemişken fiyatlarda bir artış meydana gelen bir artışın sonucu olarak, gerçek ücretlerde bir düşme olmuşsa normal olarak işçilerin emek piyasasından çekilmediklerini belirterek, emek arzının gerçek ücretlerin bir işlevi olduğunu yadsımaktadır. Ona göre, parasal ücretlerde bir düşüş olmadan, fiyatlardaki bir yükselişten kaynaklanan bir gerçek ücret düşüşü, kural olarak, cari ücret üzerinden yapılan emek arzında, fiyatlardaki yükselişten önce fiilen istihdam edilen miktarın altındaki bir düzeye düşüş getirmemektedir. Öyle olduğunu zannetmek, cari ücret düzeyinden çalışmak istedikleri halde şuanda işsiz olanların, geçinme maliyetlerinde küçük bir artış olması durumunda emek arzlarını geri çekeceklerini sanmaktır.79

KEYNES’in istihdam konusundaki eleştirilerini yoğunlaştırdığı nokta, Say Kanunu(Mahreçler Kanunu)’nun geçersizliğini kanıtlama üzerinedir. Parasal bir ekonomide, Say Kanunu kendini, parasal gelirin üretim sürecinde yaratıldığı hızla otomatik olarak harcanacağı önermesine indirgemektedir. KEYNES, klasikçiler tarafından ileri sürülen, “yaratılan gelirin hızla harcanması gerektiği” önermesinin, “bir toplumda üretim faaliyetiyle ilgili bütün unsurların elde ettikleri gelir zorunlu olarak çıktının değerine eşit olması” durumuyla karıştırdıklarını belirtmektedir.80 Başka bir ifadeyle, üretim faaliyetinden doğan çıktının bütün toplumun gelirinin kaynağı olması anlamında Say Yasası’nda bir doğruluk unsuru vardır ancak bu durum, gelirin üretilen her şeyi pazardan kaldıracak bir hızda harcandığı anlamı çıkmamaktadır. Sadeleştirmek gerekirse, KEYNES’e göre, Klasiklerin savunduğu “her arzın kendi talebini yaratacağı” savının neden-sonuç ilişkisini -talepten arza doğru- tersten değerlendirmek daha doğru

79

KEYNES, s. 12.

80

sonuçlar verecektir. Firmalar üretim kararını, beklenen talep düzeyine ya da beklenen toplam harcamalara bağlı olarak alırlar. Tüketiciler, yatırımcılar ve diğer üretim birimlerinin daha fazla harcama yapmayı planlamaları halinde firmalar da daha fazla satış yapacaklarını umacaklar, dolayısıyla daha fazla üretim yapacaklardır. Dolayısıyla, klasiklerin belirttiği gibi, arzın talebe karşılık vereceğinin aksine, talep arzı yaratmaktadır.81

Klasiklere göre, faiz oranındaki esneklikler sayesinde yatırımlarla tasarruflar arasında eşitlik sağlanmakta; böylece sızıntılar enjeksiyonlara eşitlenerek mal piyasasında tam istihdam düzeyinde eşitlik oluşmaktadır. Keynes’e göre, tasarrufları yatırımlara eşitleyebilmek için faiz oranı ayarlamaları yeterli değildir. Çünkü, hem tasarruf hem de yatırım kararında asıl etkili olan güç, faiz oranı değil gelir düzeyidir. Gelir yüksek olduğunda, tasarruf düzeyi de yüksek olacak ve faiz oranlarındaki değişikliklerin bu tasarruf kararı üzerindeki etkisi nispeten değersizleşecektir. Bu noktada Keynes, gelir ve faiz oranlarının, yatırım kararları üzerindeki bu etkisini dikkate alarak tasarrufları, sistemin pasif bir bileşeni olarak tanımlamaktadır.82 Nitekim faiz oranları yatırım kararları üzerinde etkilidir, ancak bu karar -asıl olarak- kar bekleyişleri tarafından yönetilmektedir. Firmalar, eğer satışlar düşük (yani kar az) ise, faiz oranları düşük olsa dahi, yeni yatırımlara girişmemektedirler. Faiz oranı tasarruf ve yatırım kararlarını yönlendirmede asıl güç olmadığı için, tasarrufçu ve yatırımcıların planlarını denkleştirememektedir. Sonuç olarak, hanehalkları, firmaların yatırım isteklerinden daha fazla tasarruf etmek isterlerse, ekonomideki çıktı ve istihdam düzeyi düşecek, yani kısaca artan tasarruflar ya da alan harcamalar işsizliğe neden olabilecektir.

KEYNES, ekonominin tam istihdam seviyesinde devamlı olarak dengede bulunabileceğini kabul etmemekte, bu durumun ancak bir tesadüf eseri olabileceğini savunmaktadır. Yani, ekonomide tam istihdamı sağlayabilecek toplam harcama düzeyi yetersiz olabilmektedir. Bu durumda Klasiklerin, faiz oranı ayarlamaları ve ücret-faiz esnekliklerinin işsizliği önleyebileceği şeklindeki inanışları yanlışlanmış olmaktadır.

81

Coşkun Can AKTAN, Yeni İktisat Okulları, Birinci Baskı, Seçkin Yayıncılık Sanayi ve Ticaret AŞ., Ankara, 206 s., Mart 2004, s. 11-15.

82

Nurhan YENTÜRK, “Birikimin Kaynakları ?” (Derleyenler: Ahmet Haşim KÖSE, Fikret ŞENSES ve Erinç YELDAN), İktisat Üzerine Yazılar II: İktisadi Kalkınma, Kriz ve İstikrar, Oktar Türel’e Armağan, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, ss. 463-503, 2003, s. 464.

KEYNES’e göre, sadece toplam harcama düzeyi yeterli olduğu zaman tam istihdam olanak dahilindedir. Eğer harcamalar yeterli değilse, işsizlik ortaya çıkacaktır, dolayısıyla ekonomik durumun belirlenmesinde toplam harcama ya da toplam talep düzeyine odaklanmak gerekmektedir. Yani, bir ekonomide, gelirler yüksekse, istihdam seviyesi de yüksek; gelir ve harcamalar az ise, istihdam seviyesi de düşük olacaktır.83

Modern İstihdam Kuramı, Klasik istihdam kuramına sert eleştirilen yöneltmesine rağmen, tümden gelim yönteminin doğruluğu, ekonominin daima dengeye yöneleceği ve fiyat dağılımı ile dağıtım kuramı alanında klasik analizin geçerliliğini84 kabul etmektedir.

b. Modern İstihdam Dengesi

Modern İstihdam Teorisi’nde denge, toplam arz ve toplam talep olmak üzere iki önemli kavram üzerinde temellenmekte ve dolayısıyla milli bir ekonomide istihdam seviyesi, toplam talep ve toplam arza göre belirlenmektedir. Nasıl ki, tek bir işletmenin faaliyet hacmini, üretilen malın arz ve talep durumu belirlerse, aynı biçimde bütün ekonominin faaliyet hacmi de toplam arz ve toplam talebe göre belirlenmektedir. Hiçbir işletme, üretimini toplam maliyetten daha düşük bir bedelle saymak istemez ve dolayısıyla üretim hacmini belirlerken satış olanaklarını da gözetler ve üretimini o noktada tespit eder ki, toplam maliyeti (kar dahil) toplam satış hasılatına eşit olsun.

Firmalar (müteşebbisler, girişimciler), aynı mantık silsilesini işçi istihdam ederken de uygulamaktadırlar. Girişimci, belirli bir sayıda işçi istihdam edebilmek için; işçilerin işletmeye yükledikleri giderleri, onların çalışarak meydana getirdikleri ürünlerini pazarladıkları zaman katlandıkları giderlerden daha az bir gelir elde

83

Nitekim KEYNES, bu noktada işsizlik türlerini/nedenlerini de gelir-harcama perspektifinden yorumlamakta ve yapısal ve geçici işsizlikleri bir kenara bırakıp daha çok talep yetersizliğinden doğan, devrevi işsizlik üzerinde durmanın gerekliliğini vurgulamaktadır. Ekonomide bu tip bir işsizliğin bulunma durumunu (yani ekonominin yüksek bir istihdam seviyesine ulaşmış olup olmama halini), tamamen o ekonomideki gelir ve harcama seviyesine bağlamaktadır.

84

KEYNES, bu hususu, “Çıktı hacminin klasik düşünce sistemi dışında kalan güçler tarafından belirlendiğini bir veri olarak alırsak, özellikle neyin üretileceğini, bu üretimi sağlamak için üretim faktörlerinin hangi oranlarda kullanılacağını ve nihai hasılanın bu etmenler arasında nasıl dağıtılacağını şahsi çıkarların tayin ettiğine ilişkin klasik analize karşı diyecek bir söz yoktur.”şeklinde değerlendirmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. KEYNES, s. 378-381 vd.

edeceklerini umuyorlarsa, işçi istihdam etmekten kaçınırlar. Bu nedenle, herhangi bir istihdam seviyesinde, işe alınmış olan işçilerin meydana getirdikleri üretimin, maliyet giderlerine kısaca “toplam arz fiyatı” adı verilmektedir. Başka bir ifadeyle, toplam arz fiyatı, girişimcinin o miktar istihdam sağlamasına değecek miktarda hasıla elde etme beklentisidir.85 Böyle bir şedül, çeşitli miktarlarda istihdamın yarattığı çıktının satışından doğabilecek bütün olası hasıla miktarlarına dayanarak, girişimcilerin toplam olarak arz edebilecekleri istihdam miktarını göstermektedir. Diğer taraftan, -bu arz neticesinde- firmaların herhangi bir istihdam seviyesinde çalıştırdıkları işçilerin elde etmiş oldukları ürünlerin satışından elde edilebilecek reel (gerçek) hasıla miktarı da oluşmaktadır ki, bu “toplam talep fiyatı” olarak adlandırılmaktadır. Yani, toplam arz şedülünün ekonomide belli bir miktar istihdam ya da çıktıyı uyarmak için gerekli beklenen hasılayı gösteren eğri olarak düşünüldüğü gibi, toplam talep şedülünü de ekonomideki esas harcama birimlerinin olası her gelir düzeyinde harcamaya hazır oldukları miktarı gösteren bir eğri olarak düşünmek gerekmektedir.

O halde, her istihdam seviyesine tekabül eden bir toplam arz ve toplam talep söz konusu olabilecektir. Piyasada faaliyet gösteren firmalar, herhangi bir istihdam seviyesinde elde edilecek ürünün toplam arz maliyeti, o ürünün toplam hasılatının altında olduğu sürece kar elde edeceklerdir. Bu durumda, karlarını azamileştirmek isteyen girişimciler, daha fazla sayıda işçi istihdam etmeye başlayacak ve toplam arz ile toplam talep arasında eşitlik kurulunca denge sağlanmış olacaktır. Nitekim KEYNES’e göre, toplam talep ve arz işlevi arasındaki kesişme noktası, denge istihdam hacmini vermektedir ve genel istihdam kuramının özü budur.86

Modern istihdam kuramına göre denge istihdam düzeyinin gösterildiği Şekil 4’te, toplam arz eğrisi (TA), girişimcilerin satışlardan elde etmeyi umdukları gelirlerin miktarı değiştikçe, bu ayarlamayı karşılayabilmek için istihdam edebilecekleri kişi sayısını göstermektedir. Toplam arz eğrisi, başlangıçta yavaş yükselen bir seyir izlemektedir. Çünkü, beklenen satış hasılatındaki küçük bir artış karşısında, girişimciler daha fazla miktarda işçiyi istihdam edebileceklerdir. Ancak, tam istihdama doğru yaklaştıkça, arz maliyetleri azalan verimler kanunu nedeniyle hızla düşmeye

85

KEYNES, s. 24.

86

başlayacaktır. Bu nedenle girişimciler daha az sayıda işçi istihdam etmeye başlayacaklardır. Toplam arz eğrisi, belirli bir noktadan sonra tam dikey bir hal almaktadır. Çünkü, yeterli istihdam gerçekleştirildikten sonra, satış hasılatı ne kadar artarsa artsın, istihdam seviyesi değişmeyecektir.

Şekil 4. Modern İstihdam Kuramına Göre Denge İstihdam Düzeyi

Kaynak: DİRİMTEKİN, s. 207.

Şekildeki toplam talep eğrisi (TT), girişimcilerin belirli seviyelerde işçi çalıştırmaları halinde, elde edecekleri ürüne, tüketicilerin -gerçekte- ne kadar para harcayacakları konusundaki tahminlerini göstermektedir. Eğri, tamamen toplam arz eğrisinin simetriğidir. İstihdam seviyesindeki ilk artış aşamasında, istihdam artışının sebep olacağı toplam harcama artışı çok büyük olacağı kabul edilmiş olduğu için, toplam talep eğrisi önce hızla yükselen bir seyir izlemektedir. Ancak yeterli doygunluğa ulaştıkça, şiddetle azalmaya başlayan bir hal almaktadır. Çünkü, istihdam seviyesi ve gelir miktarı arttıkça, tüketiciler belirli bir miktar tasarruf yapmaya yönelecekleri varsayımı geçerli hale gelmektedir.

Klasiklere göre, tam istihdam dengesi ancak, tam rekabet şartlarının mevcut olduğu ve müteşebbislerin karlarını azami yapacak şekilde davranmalarının mümkün olduğu ekonomide, toplam arz ile toplam talep eğrilerinin kesiştiği noktada gerçekleşmektedir. Modern istihdam teorisine göre, istihdam dengesi eksik istihdam düzeyinde de gerçekleşebilmektedir. Nitekim, şekilde belirtildiği gibi, toplam arz ve

toplam talep eğrileri, D1 noktasında yani eksik istihdam düzeyinde de

kesişebilmektedirler. Bu durumda ekonomide bir miktar işsiz bulunacak (N1N2) ve

piyasa mekanizması, bu işsizliği kendiliğinden ortadan kaldıramayacaktır. Bu durumda, ancak toplam talep seviyesi -yeterli düzeyde- yükseltilebilirse, (örneğin TTI seviyesine çıkarılabilirse), ekonomideki istihdam olanakları (ON2 kadar) arttırılabilecek ve yalnız

bu özel durumda tam istihdama ulaşılabilecektir.