• Sonuç bulunamadı

Küreselleşme Sürecinin Etkileri

BÖLÜM 1: ÜST KURULLARA GENEL BAKIŞ

1.3. Üst Kurul ve Benzeri Düzenleyici Kurumların Ortaya Çıkış Nedenleri

1.3.3. Gelişmelerine Etki Eden Faktörler

1.3.3.1. Küreselleşme Sürecinin Etkileri

Üst kurul ve benzeri düzenleyici kurumların gelişimiyle, küreselleşme süreci arasında yakın bir ilişki bulunmakla birlikte, bu kurumları bütünüyle küreselleşmenin ürünü olduğunu kabul etmek doğru bir yargı olmayacaktır. Küreselleşmenin bu kurumların gelişimleri üzerindeki etkisi, daha çok doğrudan değil dolaylı olmuştur. Küreselleşme süreciyle birlikte, serbest piyasa ekonomisini yerleştirmeyi hedefleyen liberalizmin tek ekonomik sistem haline gelmesinin bir sonucu olarak, bu kurumların (örgütlenme

modeli) ABD sınırlarının dışına çıkarak Avrupa Kıtası’na doğru yayıldığı söylenebilir. Nitekim 1980 ve1990’lı yıllarda özelleştirme uygulamalarına bağlı olarak üst kurul ve benzeri kurumların Avrupa ülkelerinde yaygınlaştığı görülmektedir (Sezen, 2003:112). Küreselleşmenin bu kurumlar üzerindeki etkilerini birçok farklı açıdan değerlendirmek mümkündür. Ayrıca küreselleşme sürecinin, üst kurul ve benzeri kurumların dünyada yaygınlaşmasına etki eden birçok faktörleri de etkilediği şüphesizdir.

Küreselleşme olgusunu farklı yönleriyle ele alıp olumlu ya da olumsuz fikir beyan edenler ve taraf durumda olanlar oldukça fazladır.12 Bu kamplaşmanın bir ucunda bulunanlara göre küreselleşme süreci, bize kendi iç dinamiklerimizle erişemeyeceğimiz bir cennetin kapılarını açarken, bu görüşün tam karşısında yer alanlara göre ise bütün fenalıkların temelinde yatan, adeta sinsice planlanmış bir tezgâh ya da emperyalizmin yeni biçimi olarak görülmekte ve lanetlenmektedir. Bu nedenle küreselleşmenin tanımı, tarihteki yeri, şimdi yaşanmakta olan küreselleşmenin özgün boyutları, kapsamı ve geleceği konusunda bir fikir birliği, bir uzlaşma henüz sağlanmış değildir (Ulagay, 2000:86).

Bununla birlikte küreselleşmeyi, sanayi toplumundan bilgi toplumuna, ulusal ekonomiden küresel ekonomiye, merkeziyetçilikten yerinden yönetime, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçişi ve değişimi ifade eden bir süreç olarak tanımlayabiliriz. Bu süreç irdelendiğinde ulus devletin, ulusal ekonomilerin ve hukuksal yapıların radikal biçimde dönüştürülmek ve yeniden yapılandırılmak istendiği fark edilmektedir. Diğer bir deyişle küreselleşmenin, siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel boyutları olup devlet ve kamu yönetimi üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır (Köse, 2003:20). Ulus devletlerin para ve maliye politikaları, giderek daha büyük oranda uluslararası para ve sermaye piyasalarındaki olaylardan etkilenmektedir (Yıldızoğlu, 1996:35–40). Burada Dünya Bankası ve IMF gibi uluslararası kuruluşların dünya ekonomisini ve ulusal ekonomileri yönlendirme, etkileme çabaları da kendini göstermektedir.

12 Küreselleşme ve Ulus Devleti ilişkileri için Bkz. Erol Manisalı, Yirmi Birinci Yüzyılda / Küresel Kıskaç / Küreselleşme,Ulus Devlet ve Türkiye, Otopsi Yayınları, 2. Basım, Haziran 2001 ve Adil Kır, küreselleşme Ulus Devletin Sonu mu?, Eylül Yayınları, Ankara, Ocak 2002.

Küreselleşme sürecine bağlı olarak, piyasaların ve rekabetin belirleyici olduğu bir ekonomik ve finansal düzende piyasa düzenleyiciliğinin giderek artan oranda bir önem kazanacağı değerlendirilmektedir (Ulagay, 2000:93). Piyasaların rekabet şartlarına uygun biçimde çalışması, özel çıkarlarla, toplumsal yararlar arasındaki hassas dengenin kurulması ve korunması ve bunlara ek olarak ulusal düzenlemelerle uluslararası kurallar ve düzenlemeler arasındaki uyumun sağlanması, üst kurul ve benzeri düzenleyici kurumların yaygınlaşmasıyla sağlanabilecektir.

1.3.3.2. Uluslararası Örgütlerin ( BM, Dünya Bankası ve IMF ) ve AB’nin Etkisi

ĐMF, AB ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların üst kurulların yaygınlaşmasını teşvik etmesinin arkasındaki temel nedenin, ülke ekonomilerinde güven duyulmayan politikacının ve yöneticilerin mümkün olduğu kadar piyasaların işleyiş düzenine özellikle finans sektörü ve bankacılık gibi ekonominin hassas alanlarına yönelik müdahalelerini azaltmak, aynı zamanda müdahale alanlarını daraltmak, diğer bir deyişle “kamu tüzel kişisi” olan devlet ile “siyasi güç” olan devlet arasında giderek artan farklılaşmanın yol açtığı sakıncaları kaldırmak olduğu ifade edilmektedir (Ünal, 2003). Buna bağlı olarak özellikle ekonomik konularda ve piyasaların düzenlenmesinde siyasi kurumlardan çok, uzmanlığı ve istikrarı ön planda olan üst kurul ve benzeri bağımsız düzenleyici kurumlar tercih edilmektedir (Salman, 2000).

Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Bankası (DB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kuruluşların ve Avrupa Birliği’nin (AB), dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de üst kurul ve benzeri düzenleyici kuruluşların kurulmasına etki ettikleri, görülmektedir. Son dönemde Türkiye tarafından IMF’ye verilen niyet mektuplarının ve Dünya Bankası ile imzalanan borç anlaşmalarının içeriği incelendiğinde, bu kurumların hangi amaçla kurulmuş oldukları daha iyi anlaşılacaktır. Bu metinlerde, “hangi sektörde hangi düzenleyici kurumların ne kadar süre içinde kurulacağı, kurucu yasaların nasıl bir içerik taşıyacağı ve bunların parlamentoda hangi tarihe kadar çıkarılacağı, ne zaman faaliyete geçecekleri, yasaların ne yönde değiştirileceği, kredilerin ödenmesinin koşulları olarak” taahhüt edildiği görülmektedir (Sezen, 2003:123).

Dünya Bankasının yapısal (SAL) ve sektörel (SECAL) uyarlama kredileriyle, krediye konu olan işlerle sınırlı olmayan, bütün bir sosyo-ekonomik yapıda değişme -uyarlama- meydana getirmeye yöneldiği görülmektedir. Dünya Bankası, yapısal uyarlama sürecini

hukuksal olarak, uluslararası kredi anlaşmaları aracılığı ile yönetmektedir. Anlaşmaların bir bölümü doğrudan hükümetler ile yapılan borç anlaşmaları, bir bölümü ise, bankanın herhangi bir kamu kurumuyla yaptığı ancak hükümetlerin garantör olarak devrede bulunduğu anlaşmalardır. Dünya Bankası ile yapılan kredi anlaşmaları, taraf ülkelerde ulusal iktisat politikalarından başlayarak toplumsal bölüşüm ilişkilerine ve kamu yönetiminin yeniden düzenlenmesine kadar, geniş bir etki alanına sahiptir. Bu geniş değiştirme gücü, anlaşmanın teknik olarak parçası olan koşullar içerisine yerleştirilmek suretiyle gerçekleştirilmektedir. Bu koşullar kimi zaman bir yasanın çıkarılmasını ya da gün-ay-yıl belirtilerek bir çalışmanın tamamlanmasını içerecek kadar özel, katı ve emredici olabilmektedir (Güler, 1996:80-82).

Türkiye, bu güne kadar Dünya Bankası ile 5 SAL (Yapısal Uyum Kredisi) ve 1985 yılından itibaren Tarım SECAL (Sektörel Yapısal Uyarlama Kredileri), 2 Mali SECAL ve enerji anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmaların ardında daha da detay içeren Proje Kredileri anlaşmaları imzalanmıştır. SAL anlaşmaları ile KĐT’lerin tasfiyesi ile bürokrasinin yeniden yapılandırılması için uygun zemin hazırlanmıştır. SECAL ve Proje Kredi anlaşmaları ile ise ilgili sektör ve kurumların modernizasyonu, teknoloji ile donatılması, geliştirilmesi ve uluslararası ticaretin işleyişine uygun duruma getirilmesi hedeflenmiştir. Türkiye’de uyarlama reformları, ikili bürokrasi yaratılarak uygulamaya geçirilmiştir. Bu sürecin tanımlayıcı özelliği, “kamusal” alandan “özel” alana geçiş şeklinde özetlenebilir. Bu süreçte, kamu yönetimi hiyerarşik yapıda parçalanma ve dağılma, geleneksel kariyer sisteminde erime ve toplumsal kalkınma sürecinde öncülü, özel sektöre terk ederek kamu gücünü bu kesime aktarma içerikli bir değişim yaşanmaktadır. Örneğin Đngiltere’de bu sürecin bir sonucu olarak, ülkede mevcut bürokrasi parçalanmış; ama aynı zamanda, genel iktisadi politikaları uygulamak üzere değil, kamu yönetiminin hemen her işlev alanında Acency ve Quango olarak adlandırdığımız alternatif yönetsel kurumlaşma yaratılmaya başlanmıştır (Güler, 1996:84-100).

II. Dünya Savaşı sonrasında, uluslararası ekonomik düzene hakim olan korumacılık, rekabetçi devalüasyonlar yerine, özünde serbestliğin yer alacağı yeni bir uluslararası ticaret, ödemeler ve para düzenine duyulan ihtiyaca bağlı olarak kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF), genel olarak sağladığı kredilerle devlet kaynaklı bütçe açıkları,

ödemeler dengesi açıkları ve ödeme güçlüklerini çözmeye çalışmıştır (Bayraktutan, 2000). IMF, muhatap devletle yaptığı stan-by anlaşmalarıyla kredi şartlarını ve geri ödeme koşullarını belirlemekte, stand-by anlaşmalarının içerisine çoğu zaman bozuk ekonomik düzeni iyileştirmek ve istikrarlı hale getirmek için yapısal bir takım iyileştirme şartlarının girdiği ve bunlar arasında üst kurulların kurulmasını isteyen maddelerin de yer aldığı görülmektedir. Türkiye ile IMF arasında yapılan anlaşmalarda bu tür yapısal değişimi içeren maddeleri görmek mümkündür. IMF ile yapılan stand-by anlaşmaları çerçevesinde verilen niyet mektuplarında hem mevcut kurulların çalışma performansları denetlenerek yapılması gerekenler belirlenmekte hem de yeni kurulların oluşturulmasıyla ilgili yasal ve yapısal düzenlemelerle ilgili taahhütlere yer verilmektedir. Avrupa Birliği'nin üye ülkeler arasında mevzuatı uyumlulaştırma çabasına bağlı olarak kurullara ilişkin yasal düzenlemelerin, büyük ölçüde yabancı ülkelerdeki örneklerinden, olduğu gibi Türkçeye çevrilerek yaşama geçirildiği anlaşılmaktadır.

Üst kurul ve benzeri bağımsız düzenleyici kurum uygulamaların yaygınlaşmasına etki eden bir diğer husus: AB’nin geliştirdiği kamu politikası araç ve uygulamalarının üye ülkeler tarafından uyarlanması ve uygulanmasıdır. AB’nin 2001 Düzenli Raporu’nda piyasa reformuyla ilgili olarak “piyasaların serbestleştirilmesi, kapsamlı ve şeffaf bir düzenleyici çerçeveyle yani özerk üst kurullarla el ele gitmelidir” ifadesi yer almaktadır (Katırcıoğlu, 2001a:15).

Đlerleyen bölümlerde üst kurulların Türkiye’deki gelişimlerinde IMF, Dünya Bankası ve AB’nin etkileri daha ayrıntılı olarak incelenecektir.