• Sonuç bulunamadı

İslamiyet Öncesi Türklerde Yazılı ve Yazılı Olmayan Kuralların

8. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİNİN BENZERLİKLERİ VE

8.4. İslamiyet Öncesi Türklerde Yazılı ve Yazılı Olmayan Kuralların

Türk hakanı; Kök-Türk Yazıtları'na göre, insanoğlunun, yani kişioğlunun hepsi üzerine hakan olarak oturmuştur. Hakan Tanrı'nın emrine göre hizmet ve adaletini tüm insanlığa paylaştırmak zorundadır. Bu durum Türk devlet geleneğinde dünyayı adalet

ile yönetme düşüncesinin büyük bir ideal haline gelerek sistemleşmesini sağlamıştır (Ergin, 2003, 33).

Türklerin iki bin yıllık bir tarih boyunca kıtaları, birçok yabancı ırk, ulus, din ve mezhep üyelerini yönetmeleri yalnız kendi güçleri ve dünya egemenliği düşüncesi ile açıklamak yetersiz kalır. Türk ulusunu dünya tarihinde devletçi, düzenleyici, disiplinli bir ulus olarak tanıtan, Türklerin yeryüzünün çeşitli kısımlarında pek çok devletler kurup, çeşitli ulusları güven içinde yönetebilmelerini sağlayan etken, güçlü bir şekilde oluşan kamu hukuku olmuştur.

İnsanların adaletli bir şekilde yönetilip yönetilmediği, onların hak ve hukukunun korunup korunmadığı ile orantılıdır. Türkçe sözlüklerde adalet kelimesi, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe anlamlarına gelmektedir. Kaşgarlı’nın eserinde ise, Törü şeklinde yazılan ve görenek, adet anlamlarında olan kelime, bu günkü anlamıyla hukuk anlamında kullanılmıştır. Köl-tegin yazıtında “Zamanı Tanrı takdir (yapar) eder, kişioğlu ölmek üzere türemiştir” cümlesi vardır ki buradaki “yasar”, yasa (yapmak, nizama koymak) kökünden oluşmuştur.

“Yasa”, çeşitli Türk lehçelerinde “kanun” “nizamname” anlamını anlatmak için kullanılır. Eski Türk yazıtlarında “töre” deyimi “kanun, düzen” anlamındadır. Bu deyim “il” kelimesiyle birlikte “devlet düzeni, kanunu” (il törüsü) anlamına gelmektedir (Ergin, 2003, 21). Kutadgu Bilig'de “törü” deyimi “kanun, düzen” anlamını verdiği gibi adalet anlamında da kullanılmıştır. Divanü Lügat-it-Türk'te de; “kanun” ve “adalet” aynı “törü” kelimesiyle anlatılmıştır. Yine Kaşgarlı’nın eserinde de, köni nenğ - düz nesne, köni er - emniyetli kimse şeklinde anlamlandırılmış olan “köni” kelimesi bu günkü anlamıyla doğru, düz, sadık ve adil anlamlarında kullanılmıştır.

Eski Türklerde devlet kavramı “İl” (el) kelimesi ile anlatılmıştır. İl'in gerçek anlamı örgütlenmiş siyasi topluluk ve devlettir. İslam öncesi Türk düşüncesinde İl kavramı örgütlenme, bağımsızlık, egemenlik kavramlarını içine alır. Egemenliğin hedefi, her yerde emniyet ve düzeni sağlamaktır. Orhun yazıtlarında, Kutluk tarafından bir ülkenin fethedildiğini veya bir halkın egemenlik altına alındığını, halk içinde barış ve güvenliğin sağlandığını anlatmaktadır (Ergin, 2003, 41).

Barış ve güvenlikten amaç Türk ilinin devamlılığı için adaletin temin edilmesi şartıdır. Bu da devlet yöneticilerinde en önemli amaç olmuştur. Türk düşüncesinde Kağan, Gök'ün yerde kendi adına tayin ettiği bir temsilcisidir (Ögel, 1982, 216–219).

Eski çağ hükümdarları yabancı kavimlere karşı yaptıkları acımasızlıkları gururla anlatır. Bunu eserleri ve yazıtları ile tarihe mal ederken, Kök-Türk yazıtlarında bu tür

öğünmeler görülmez. Bilakis sadece kendi kavminin felaket günlerinde akan kanlarını ve yığılan kemiklerini anlatır. Öldürdükleri düşmanlardan dolayı gurur duymazlar. Kök- Türk hakanları daima barışı sağlamak ve korumakla öğünür. Türkçede “il” kelimesi hem devlet, hem de devletin ilk görevi olan barış anlamına gelir ve barışın oluşturulması için görevli kimselere de “ilçi” denilir (Divitçioğlu, 2003, 46–47).

Türk düşüncesinde, evrenin düzeni iki karşıt gücün arasındaki uyumdan doğmuştur, insan bu uyuşmanın ürünüdür. İnsanların mutluluğu, dünya cennetleri ve uluslar arasındaki barışa bağlıdır. Türk amacına göre, bu doğal düzeni devam ettirmek ve mutlu olmak için ilk önce bilgili ve cesaretli olmak gerekir. Yaşam devam ettikçe bu düzeni sürdürebilmek için mutlaka bu üç özellik bulunmalıdır. Bilgili olmak, doğanın düzenini bilmek ve onu bozabilecek nedenlere karşı hazır bulunmaktır. Bizzat doğa uyuşma ve düzen olduğu için, insanların hayatında da aynı nedenle uyuşma, düzen ve barışın egemen olması gereklidir

İçinde hukuki düzeni sağlamış olan bir devleti hiçbir zaman hükümdar yalnız başına yönetmez ve yönetmemiştir. Hun devletinde olduğu gibi, diğer Türk devletlerinin yönetiminde de hükümdara yardım eden devlet içinde çeşitli görevliler vardır.

Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserini dört iyi temel üzerine kurmuştur. Bunlardan biri adalet olup doğruluk demektir. İkincisi devlet olup, mutluluk ve başarı demektir. Üçüncüsü akıl olup, bilgelik demektir. Dördüncüsü ise kabul ve sağlıktır. Adalet, hükümdarı temsil eder (Hacip, 1991, 140–170). En yüksek konum adalete verilmiştir. Devleti oluşturan, yöneten, bir arada tutan adalettir.

Hunlar devlet içinde emniyet ve güvenliğin sağlanması için ceza işlerine çok önem vermişlerdir. Suç işleyen kimseleri cezalandırmak devletin hak ve görevidir. Hunlarda, ilkel kabilelerde görülen özel intikam yerine, suçluların devlet tarafından cezalandırılması yöntemi bulunmaktadır. Kan davası yasaklanmıştır. Hunlarda suçlar ikiye ayrılmıştır. Ağır suçların cezası idamdır, hafif suçların cezası ise yüzün yaralanmasıdır. Hunlar, yargılamanın çok çabuk yapılmasına dikkat ederler. Her sanık mutlaka on gün zarfında yargılanmalıdır.

Adam öldürmenin cezası idamdır; soygun, hırsızlık ve hayvan kaçırma kesin surette yasaktır. Ele geçirilen soyguncu ve suçüstü yakalanan hırsız öldürülür, malları alınır, aile bireylerinin özgürlükleri kısıtlanır. Önemli bir tehlike ile karşılaşmadıkça ok ve yay kullanmak yasaktır. Barış zamanında başkasına kılıç çekmenin cezası da ölümdür. Yine aynı şekilde zinanın cezası da idamdır. Irza tecavüz en ağır suçlardan

biridir. İki taraf arasında uzlaşma olmazsa idamı gerektirir. Ordudan kaçanlar ve vatana ihanet edenlerin cezası da ölümdür. Hafif suçlular, on günü aşmamak üzere hapsedilir (Tutar, 2002, 871).

Ceza hukuku, özel intikam alanından çıkmış ve kamu hukuku alanına girmiştir. Yani cezayı belirtip uygulayacak olan, suçtan zarar gören kimse değil, devlettir. Ancak bazen cezanın, suçluya değil de suçlunun yakınlarına uygulandığı görülmektedir. Bu da cezanın her alanda kişiselleşmemiş olduğunu bize gösterir. Ancak o zaman oğulları, kızları ve hanımları, aile başkanının doğrudan doğruya velayeti altında olduklarından onlara ceza uygulanması, aile başkanına uygulanmış gibi sayılmıştır (Tutar, 2002, 869).

Dövme ve yaralama suçlarının cezası yalnız hayvanla ödenen tazminattır. Hırsızlıkta ise, suçlunun çaldığı eşyanın sayı ve değerde on mislini ödemesi gerekir.

Türk devletleri güçlü bir disiplinle yönetilen devletlerdir. Güvenlik, ceza kanunları sayesinde sağlanır. Tukyu döneminde ağır suçlardan olarak, vatana ihanet ve cinayet gösterilmiştir. Eski Kırgızlara ait belgelerde ağır suçlar arasında savaşta disiplinsizlik gösterme, elçilik görevini eksik yerine getirme, yetkisi olmaksızın hükümet işlerine müdahale etme de bulunmaktadır.

Uygurlar döneminde borç veren kişinin haklarının korunmasına önem verilerek bu konu ile ilgili belgeler düzenlenmiştir. Borç alıp verme belgelerinde, zamanında ödememe yahut borç alan kişinin ortadan kaybolması, ölmesi halinde, borç veren kişinin mağdur olmaması için, belgelerde borç alan kişiler, aldıkları malı nasıl ve kimler tarafından ödeneceğini bildirmişlerdir. Borç alma belgelerinde son olarak şahitlerin isimleri, borç alan kişinin imzası veya mührü bulunmaktadır. Son olarak da belgeyi yazan kişi belirtilmiştir. Belgelere göre, satıştan veya borç almadan sonra, ailenin diğer bireylerinin görevleri ortaya çıkmakta ve ailenin söz sahibi kişisinin belgelerdeki yaptırımları yerine getirmediği zaman, bu kişi veya kişiler sorumlu tutulmaktadır (Tutar, 2002, 871).

Uygurlar döneminde disiplin cezaları çok şiddetli olup özellikle, hırsızlık ve ırza geçme gibi olaylar çok ender olmuştur. Uygur Kağanı Kutluk Bilge Kağan, Tibet ve Karluk kabileleriyle yaptığı mücadelede bunları ortadan kaldırmış ve güvenliği bozmayan bölge halkını ödüllendirmiş, güvenliği bozanları ise şiddetle cezalandırmıştır.

Hazar Hakanlığı'nın başkentinde yedi baş yargıç vardır. Bunlardan Müslümanların, Hıristiyanların, Musevilerin davalarına ikişer kişi, kalan bir kişide İslavların ve diğerlerinin davalarına bakardı (Tutar, 2002, 872).

Adaleti gerçekleştirmenin şartlarından birisi, hatta en önemlisi güçlü olmaktır. Türk tarihine bakıldığında, kurulan tüm devletlerin temel düşüncesinin, Tanrı buyruğuna göre halkı adaletli bir şekilde yönetmek olduğu görülür. Bu adaletten anlaşılan, toplumun maddi ve manevi açıdan rahatlığa ulaşmış olmasıdır. Türk kağanları ulusun emniyetini ve adaleti sağlamak için, kendilerinin ve toplumun yüksek değerlere, özelliklere sahip olmasını öngörmüş ve bu değerlerin korunması için caydırıcı etkisi olan cezalar uygulamıştır. Eski Türk adalet anlayışının kaynağında cesur bir yönetim ve suçlulara net cezalar uygulanması vardır