• Sonuç bulunamadı

İslamiyet Öncesi Türklerde Kozmos ve Biçimsellik

4. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜ

4.7. İslamiyet Öncesi Türk Sanat ve Edebiyatı

4.7.1. İslamiyet Öncesi Türk Sanatı

4.7.1.2. İslamiyet Öncesi Türklerde Kozmos ve Biçimsellik

Kozmik alan ve onun biçimsel simgeciliğine ilişkin ilk Türkçe kavramların, eski kuzey Avrasya kültüründen ve M.Ö. 10 yy’da Çin'de varlığını sürdüren ilk Ön-Türk- Tibetliler oldukları sanılan bir iç Asya boyu Chou'lardan çıktığı düşünülmektedir. Türk, hatta Çin ve Doğu Asya kozmolojisi de Chou'lardan kaynaklanır. İnanışlarına ilişkin Çince yazılı kaynaklara göre Chou'lar, bir merkezin çevresinde dört ana yöne doğru

simetrik olarak yayılmış bir evren düşünürler. Dört köşeli geniş bir kara parçasının üzerini örten gök kubbe, gök tanrısının yaşam alanı olarak kabul edilen kutup yıldızının ekseni üzerinde günlük ve aylık devirlerle döner. Evreni gösteren şema, hem yersel hem de göksel düzeni birleştiren ve böylece evreni niteleyen çember içine çizili bir kareden oluşur.

Erken Türk dönemlerine ait silindir kubbeli kuzey İç Asya çadırında açıkça gösterilen kozmik simgeciliğin, muhtemelen Chou döneminde de var olduğu tahmin edilmektedir. Günümüzdeki kuzey Çin toprakları içinde kalan ve çok önceleri Çinli olmayan kuzeylilerin yurdu olan kuzey İç Asya'da evler, üçgen alınlıklı kare biçimli Çin evlerinden farklıdır. Ortalarında bir ocak, tepelerinde ise dumanın çıkması için bir deliğin bulunduğu silindir kubbeli çadıra benzeyen kulübelerdir. Chou'ların, yeryüzünün merkezinden yükselen kozmik dağı gösteren gök sunağı da aynı şekilde kare biçimindeki sıralı setler üzerine konulmuş yuvarlak bir yapıdır. Böyle bir tapınak sonraları bir bakıma kubbeli dağ olarak tanımlanmıştır (Uraz, 1992, 134).

Kozmik dağların göksel ruhlarla kutlu hükümdarların buluşma yerleri olduğu düşünülmüştür. Kut sahibi hükümdarın kenti de aynı biçimdedir. Arkeolojik bulgular, çadır biçimindeki ev örneğinde olduğu gibi, sıralı setlerin yüksek kaidelerinin varlığını doğrulamıştır. Merkezde bulunan dağ kavramının kökenleri, kesin olmayan bir biçimde Hintlilerin Sumeru dağıyla ilişkilendirilmiştir. M.Ö. 2000 yılında, Orta Asya'nın batı bölümlerinde de sıralı setlerden oluşturulmuş görkemli yapılar vardır (Esin, 2006, 119).

Her ne kadar biçimlerine ilişkin kesin tanımlar yoksa da Chou dönemi evlerinin kozmografik görünümlü olduğu belirtilmiştir. Ocak, havuz ve eşik, göksel kişileştirmeler oldukları düşüncesini uyandıran birtakım ruhlara adanmıştır.

Kozmolojik kavramlar, mimari deyimler ve bunlarla bağlantılı diyagram ve ırk, geçen zamana, yer değiştirmelere ve yeni kültürel akınlara karşın, Türk tarihi boyunca çok az değişiklik göstermiştir. Türklerin VI.-VIII yüzyıllardaki katkısı, “kerekü” veya otağ denilen çadır ve çadır biçimindeki küçük odanın eski konik tavanına ek olarak kümbeti getirmeleridir. Kurban yeri (yağışlık) aynı şekilde silindir biçimindedir (Divitçioğlu, 2005, 87).

Tarihsel Türk dönemindeki silindir biçimli kubbeli çadırın evrensel simgeciliği VI. yüzyıldan sonra tam olarak kanıtlanmıştır. 546'da, Çinlilerin Tie-le dedikleri Türk boyları, bir ilahinin günümüze kalmış bir Çince çevirisinde şöyle demişler: “Gök bir çadıra benzer, bozkırın üzerinde asılı duran” (Esin, 2006, 119).

Kök-Türk kağanlarının VI.-VIII. yüzyıllardaki tahta çıkma töreni, aynı simgeciliğin bir tekrarıdır. Dört beyin taşıdığı halının üzerinde yukarı yükseltilen evrensel hükümdar, güneşin hareketine paralel bir şekilde hükümdar çadırının etrafında dolaştırılmıştır. Kubbeli odanın konumu, eşikten tören yerine uzanan, doğu-batı ekseniyle belirlenmiştir. Ana yönler, astral yapının figürlü kavramlarıyla bağlantılıdır. Tapınak yuvarlak kurban yerinin üzerinde duran sıralı setlerin kaidesinden oluşmaya devam etmiştir. Altın olarak tanımlanan kozmik dağların (altun yış, altun kır) iki yönü vardır.

Ölümden sonra kahramanların ruhlarının altın bir bozkıra ya da dağa (altun kır) ulaştığı görülür. VI. yüzyılda büyük Türk hükümdarlarının saraylarına da yine ormanlı altun dağ denilmiştir. Kök Türk devletinin Orta Asya'ya yayılmasından (550–745) sonra, Budizm Türklerin eski inancıyla birlikte devlet dini olarak benimsenmiştir. Budist metinler tercüme edilmiş ve anıtlar dikilmiştir. Budizm, daha sonra genellikle bir devlet dini olmasa da Türkler, özellikle de Buda yasasına bağlı kalan Doğu Türkistan'ın Uygurları arasında XV. yüzyıla kadar önemli ve kültürel olarak etkili bir din olarak kalmıştır (Uraz, 1992, 78).

Budizmin nüfuzu sadece edebiyatta ve sanatta değil, Budist kozmolojinin eski Türk inanışlarıyla kaynaşmasında da gözlemlenebilir. Çin geleneğindeki ırkların kare biçimini korusalar da, Budist Türkler kozmik diyagrama mandal demişlerdir. Büyük hükümdarların yerleşim yeri ve kahramanların ruhlarının göğe yükselme yolu olan altun dağ, Budist Uygur edebiyatında yıldızlarla ilgili tanrıların makamı ya da sarayı olarak görülen ve genellikle Hint tanrılarıyla özdeş tutulan, Hintlilerin Sumeru'sunun yerini alır.

Terminolojide Hint etkisi ağır basarken, kozmografik mimari Türk geleneğine daha sadık kalmıştır. Bu konuda Budist yöntemde etrafı duvarlarla kapatılmış kutsal emanetler korunağı özelliğini her zaman yansıtmayan, tavanı çadır perdelerindeki işlemelerle süslü, delikli, içi oyuk silindir biçimli kubbeli çadır şekli Türk stüpa örneği olarak verilebilir (Esin, 2006, 122).

Eski gök tapınağının, üzerinde kubbeli bir odacığın yer aldığı piramit biçimli yapıdan oluşan kubbeli dağ biçimi, VI-VIII yüzyıllarda Türk hükümdarların yerleşim yerlerlerine de yayılmıştır. Dokuz bölüme ayrılmış böyle bir saray (dokuz, göğün sayısal simgesiydi) Türkiye Türklerinin yakın ataları olan Oğuz Türklerinin ülkesi kuzeybatı Türkistan'da da vardır. Benzer bir yapı, gökteki kozmografik tapınak

kavramlarını, Budacıların Sumeru'su ile birleştirmiş gibi görünen bir Uygur Budacı resminde daha büyük ölçekte tasvir edilmiştir (Divitçioğlu, 2005, 104).

Kutup yıldızının ekseniyle (altun kaz-guk), gök tanrının eviyle ve Büyükayı'nın (Yetiken) birbirine bağlı yedi yıldızıyla özdeşleştirilmiş gök kubbe, sekiz bölümlü bir kavisle gösterilir. Merkezdeki dağ, gökyüzünün sayısal simgesini tekrar vurgulayan dokuz sıralı setlerden oluşur. Tepesinde gök sunağı olabilecek kubbeli çadır benzeri yapı ya da bir stüpa, ışık saçan gök cisimlerine ait piktogramlarla çevrelenmiştir. Tavanında yıldız piktogramları olan diğer bu tür kubbeli odacıklar, Türkçe Budist metinlerde Hint tanrılarıyla birleştirilen yıldız tanrılarına adanmış olması muhtemel alçak setler üzerine simetrik bir şekilde yerleştirilmiştir (Esin, 2006, 119–120).

Türklerin evren anlayışı, hiçbir zaman değişmemiştir. İnaçların değişmesiyle sadece biçimsel değişikliklere uğramıştır. Yapısal olarak aynı kalan bu anlayış, inanç, evren algılaması, sanatsal yaratıcılık zincirinin parçası olarak kendini göstermiştir. Ülke yönetiminde, savaş taktiklerinde dahi bu evren algılayışı egemendir. Kabul ettiği dinleri de bu algı temellerine oturtan Türkler, Orta Asya’da insan yaşamının ilkelerini belirleyen düşünce sisteminin oluşumuna büyük katkıda bulunmuşlardır.