• Sonuç bulunamadı

9. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLET GELENEĞİNDEN

10.2. Öneriler

Ö.1. Günümüzde Türk kültürü ile ilgili doğrudan çalışmalar başlamıştır. Orta

Asya tarihi boyunca Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde arkeolojik çalışmalar arttırılmalıdır. Türk araştırmacılar, yabancı ön yargılı araştırmalara bağlı kalarak Türk kültürünü oluşturan etkenleri göz ardı etmişlerdir.

Ö.2. Benzer yaşam tarzı gösteren tüm uluslar Türk kabul edilmiştir. Bu hata,

özellikle aynı bölgede yaşayan Moğollarla daha çok yaşanmıştır. Uygurlardan sonra, Moğolların Türkleşme durumu söz konusu olmasına rağmen, bu durumun ayrı bir araştırma konusu olarak incelenmesi daha uygundur. Türklük kavramının, Türkçe konuşan boylarla ilişkilendirilmesi daha sağlıklı sonuçlar elde edilmesini sağlayacaktır.

Ö.3. Türklerle aynı bölgede yaşayan ulusların kaynakları, kabul edilmelidir ki,

olamayan kültürler için, Türk kültürünün tanımlanması yetersiz ve yanlış olmuştur. Türkçe yazılı kaynakların bulunması, bu durumu ortadan kaldıracaktır.

Ö.4. Türk adının anlamı efsanelere, Çin, Bizans ve Arap kaynaklarına

dayandırılmıştır. Her bir kaynağın yazarı farklı kültürel bölgelerle, farklı zamanlarda temas kurmuş olması nedeniyle ayrı ayrı anlamlar vermiştir. Türk adının nasıl alındığı veya ne anlama geldiği çok önemli görünmemektedir. Destansal zorlamaların Türk adına zarar verdiği bile düşünülebilir. Yaklaşım Türk kültürü olmalıdır. Türk kültürünün oluşum ve etkilerinin incelenmesi, ortaya çıkartılması daha bilimsel yararlar sağlayacaktır.

Ö.5. Halk kavramın geniş düşünülmesi, ortak yaşama arzusunun göstergesidir.

Irkçı yaklaşım bulunmamaktadır. Bu durum genelde araştırmacılar için dünya egemenliği düşüncesine dayandırılsa da, temel bakış dünyasal ve bölgesel barıştır. Halkın güven ve barış içinde yaşama arzusu gerçek düşüncedir.

Ö.6. İslamiyet öncesi Türklerde hükümdarının hukuki bir kimlik kazanabilmesi

için halk ve devletin ileri gelenleri tarafından kabul edilmesi gerekmektedir. Hiçbir monarşide görülmeyen bu özellik, Türk halkının devlet yönetimiyle ne kadar iç içe olduğunun göstergesidir. Egemenlik hakkı her ne kadar, hükümdar ailesine de ait olsa, hükümdar adayının egemen olabilmesi için bunu hak etmesi gerekmektedir.

Ö.7. Türklerde yönetici, halkçı bir yönetim göstermek zorundadır. Halkın

ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamayan yönetici, elindeki egemen olma araçlarına rağmen değiştirilmektedir. Kendi çıkarlarını ön plana alan yönetici varlığını sürdürememektedir. Günümüz yöneticileri için iyi bir örnektir. Yönetici varlığını ve egemenliğini halka borçludur. Halkın düşüncesini yok sayan yönetici hem devletin, hem de kendi varlığının sonunu getirebilir.

Ö.8. Ülke, halkın ve devletin varlığını sürdürebildiği sürece vardır. Bulunulann

bölge hem güvenlik, hem de coğrafi koşullar bakımından uygun olmalıdır. Devlet ve halk varlığını devam ettirebilmek için daha uygun bölgelere geçebilmektedir. Türkler, bölgesinin huzurunu barışını sağlayabildiği sürece bulundukları bölgelerde tutunmuşlardır. Artık karşılaştıkları bölgeler yeterli imkân sağlayamıyorsa, yeni ülke topraklarına göçmüş ve o bölgeleri ülke olarak kabul etmişlerdir. Günümüzde uygun olan, yeterli imkân sağlayan ülkemizde iç ve dış barışın sağlanması ile istikrarlı yaşam sürdürülmelidir.

Ö.9. Hükümdar ve yöneticiler devlet topraklarını malı gibi değerlendirmemelidir.

topraklarına, sahibi gibi davranırsa, ülkeyi oluşturan halk baskı altında ezilir, varlığını sürdüremez. Halkın hükümdar için değil, hükümdarın halk için var olduğu kabul edilmelidir.

Ö.10. Ülke ve devletin varlığı tam bağımsızlıkla olasıdır. Bağımsızlığını

kaybeden uluslar köle durumundadır. Türkler diğer uluslardan farklı olarak, bağımsızlığını kaybedeceklerini düşündükleri zaman, topluca onu korumaya çalışmışlardır. Günümüz yöneticileri Türk halkının bu özelliğini göz önünde bulundurmalıdır.

Ö.11. Türk evren düşüncesi tüm uygulamalarda görülmektedir. Toprak ve su zor

kazanılan bir unsurdur. Bu unsurlar varlığın devamı için zorunludur. Bu nedenle kutsal kabul edilir. Kazanılırken, elde tutulurken yapılan savaşlarda çok insan ölmüştür. Kaybedilmesi, hem varlığın devamını tehlikeye sokmakta, hem de ölen insanlara saygısızlık kabul edilmektedir. Benzer durum günümüz için de geçerlidir. Türkiye Cumhuriyetinin her karış toprağı kutsal kabul edilmelidir.

Ö.12. Sadece iç barışın sağlanması devletin devamlılığı için yeterli olmamaktadır.

Bölgesel barışın sağlanması, aynı bölgede bulunan ülkelerin de iç barışının olması, devletin devamlılığı için zorunludur. Türkler, bu özelliği ile her zaman bölgesel emniyet ve barışa önem vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti de sorunlu bölgelerinin tam ortasında bulunmaktadır. Bölgesel barışı sağlayamadığı sürece kendi iç barışını da sağlayamayacaktır.

Ö.13. Türk evren anlayışının bir parçası olan bölgeleri renklere ayırmak ve isim

vermek yönetimsel kolaylıklar sağlamıştır. Yönetsel bazı uygulamalrda (teknik ve idari vb) bu yöntemden yararlanılmalıdır.

Ö.14. Ülkenin ve dünyanın çadır olarak kabul edilmesi Türk inançlarının bir

bölümünü oluşturmaktadır. İnançla birlikte, ortak ve dayanışmacı yaşam geleneğinin temelini oluşturmaktadır. Çadır içinde olan tüm sorunlar, çadır halkını ilgilendirmektedir. Bireysel ve benmerkezci yaşam kabul edilmemiştir. Kolektif bir yaşam biçimi, tüm toplumun dolayısıyla bireyin yaşamını devam ettirmesini sağlamaktadır. Örnek alınabilinecek bir özelliktir. Türkiye’de kolektif ve toplumcu bir düşüncenin oluşturulması, bireylerin de yararına olacaktır.

Ö.15. Türkçe özgün bir dil görünümündedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar

da bunu kanıtlamaktadır. Türk kültürünün karanlıkta kalmış parçalarının gün ışığına çıkartılması için, araştırmacılar tarafından dil konusunda özgün çalışmalar yapılmalıdır.

Bu çalışmaların, tamamıyla Türk araştırmacılar tarafından yapılması daha uygun olacaktır.

Ö.16. Ön Türkçe tamamen Türkçe bilmeyen yabancı bilim adamları tarafından

çözümlenmiştir. Çözümlenen metinlerin anlamı, hatta doğru okunduğu bile belirsizdir. Tüm Türkçe metinlerin tekrar gözden geçirilip çözümlenmesi, Orta Asya’daki araştırmaların devam ettirilmesi, bu konudaki çelişkileri ortadan kaldıracaktır.

Ö.17. Şu anki Türk kültürünün nerdeyse tamamını oluşturan, Batı Türkçesinin

yazı diline geçmemesi mantıklı görünmemektedir. Çok büyük devletler kuran batı Türklerinin bu başarısını yazısız yapması olası görünmemektedir. Bu konuda da tarihçilerin ve araştırmacıların yeni ve derin çalışmalar yapması gerekmektedir.

Ö.18. Kültürlerin birbirleriyle karşılaşması, büyük kültürel gelişmelere neden

olmaktadır. Yüzyıllarca değişik kültürleri bir arada tutan Türk kültürü, bölgesinin en etkileyici kültürü olmuştur. Aynı yapıyı bu günde sürdüren Türk kültürü, daha çok gelişme potansiyeline sahiptir. Günümüzde Uygurlar gibi kültür emperyalizmi yapan uluslar bulunmaktadır. Türk ulusu potansiyelini harekete geçirerek bu durumdan kurtulup, öz yapısını korumalıdır.

Ö.19. Türk devletlerinin oluşumu, “birlikte yaşama” arzusu ve hayatta kalabilme

mücadelesidir. Ortak yaşama arzusu, Türkiye Cumhuriyetinin de itici kuvveti olmalıdır. Küreselleşme adı altında dayatılmaya çalışılan ayrılıkçı düşünceler ülkenin geleceğini tehlikeye düşürmektedir. Parçalanmış, küçük parçalara ayrılmış ülkeler çok uluslu şirketlerin oyuncağı olmaktadır. Ortak hareket edebilme gücü bu durumu engelleyecektir.

Ö.20. Türk boyları ile ilgili tüm kaynaklar Çin günlükleridir. Yazılı kaynakların

yabancı dilde olması ve yaşayan halkın yazmaması çelişkili durumlar ortaya çıkarmaktadır. Yapılan ticarete, yaşam şekillerine göre adlandırılan bu boyların Türk oldukları bile şüphelidir. Bu konuda da tarihçilerimize büyük görevler düşmektedir.

Ö.21. Coğrafi nedenlerden dolayı yapılan göç, göçebe yaşamın işareti değildir.

Daha uygun yaşam alanlarına giden topluluklara göçmen denir. Zorunluluktan dolayı yapılmış, ulusça yapılan kontrollü bir eylemdir. Türkler için göçebe yerine göçmen deyiminin kullanılması uygun olacaktır.

Ö.22. Ulusça yapılan göç eylemi düzenli ve çok ayrıntılı planlanmış örgütlü bir

eylemdir. Bu büyük toplulukların göç hareketlerinin, yetersiz örgütlenme ve yetersiz liderlikle yapılması mümkün değildir. Türk devletinin aileden, devletin en üstüne kadar

yapılandırılan örgütlenme ve yönetme gücü Türklerin liderliklerini geliştirmiştir. Bu nedenle kontrolsüz, ümmet düşünceli yapılandırmalar Türklere uygun değildir.

Ö.23. Dünyanın dört bir yanına, daha uygun yaşam alanı bulma düşüncesi ile

yapılan göçler, tüm kültürlerin şekillenmesine etkide bulunmuştur. Kuzey Amerika’da, Avustralya kültürlerinde, hatta dillerinde Türk kültürünü bulmak olasıdır. Son yapılan araştırmalar bu durumu kanıtlar derecededir. Bu araştırmaların daha da geliştirilmesi ve bilimsel hale getirilmesi daha uygun olacaktır. Kültürel etkileşim siyasi şekillenmelere neden olmuştur. Eşitlikçi, özgür bireyler yetiştiren Türkler, tüm kültürlere ilham kaynağı olmuştur.

Ö.24. Türklerin mücadeleci ve hareketli yaşam şekli ordularına yansımıştır.

Örgütlenme kültürü aileden başlayarak tüm siyasal yapıyı oluşturmuştur. Tüm yapılanma eş zamanlı olarak ordunun yapılanmasını oluşturmuştur. Güçlü kültürlerin oluşturulması, yanı sıra güçlü orduların bulundurulması günümüz için de gereklidir. Türkler bu geleneği günümüzdeki güçlü ordusuyla devam ettirmektedir. Kurtuluş savaşı örneği, dünyada eşi benzeri olmayan bir kahramanlık belgesidir. Bağımsızlığının tehlikeye düşmesi durumunda aynı kararlılığı Türk ulusu gösterebilecek güçtedir.

Ö.25. İslamiyet öncesi ve sonrası dünyaya barış getiren Türk ordusu, diğer

ordulara her zaman örnek oluşturmuştur ve oluşturmalıdır.

Ö.26. Kültürel emperyalizm Uygurlarla birlikte ortaya çıkmıştır. Tüm Asya’nın

kontrolünü kültürleri ile yapan Uygurlar, Moğollarla bu kültürü Avrupa’ya kadar yaymıştır. Günümüzde de bundan çıkarılacak dersler olmalıdır.

Ö.27. Türklerin diğer inançlara açık ve hoşgörülü olması, birlikte yaşamaları bu

gün bile başarılamayan bir yönetsel zaferdir. Devlet yönetiminin inançlarla şekillendirilmesi, halk gözünde kabul edilme ve itaat edilme isteğidir. Bu gün kadar inançlara hoş görüsüyle tanınan Türkler, bazı grupların çıkarları nedeniyle iç karışıklıklara yol açan, hoş görü eksikliği göze çarpmaktadır. Amaç birlikte yaşama değil, birbirini kontrol edebilme isteğidir.

Ö.28. Türk devletlerinin oluşturan boylar öncelikli olarak kan bağının oluşturduğu

topluluklar olarak ortaya çıkmıştır. Boyların ortak kültürü paylaşan topluluklara doğru örgütlenmesi, ihtiyaçlarla birlikte ortak yaşamın topluma daha yararlı olacağı düşüncesinin eseridir. Toplumcu düşünce, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel görevi olmalıdır. Türk halkı toplumcu düşünce ışığında, sosyal eşitliğin ve adaletin ihtiyacı sonucu bir araya gelmiştir.

Ö.29. İmkânları kısıtlı bir ortamda yaşayan Türkler, hükümdardan çobana kadar

eşit bir toplum oluşturmuşlardır. Kaynakların yetersizliği sınıf farklılıklarının oluşmasını engellemiştir. Sınıf farklılaşması çok sonraları ortaya çıkmıştır. Daha çok pay beklentisi içindeki gruplar, Çinlilerin de teşvikiyle sınıflaşmaya neden olmuş, ekonomik olarak ön plana çıkmışlardır. Lüks tüketim isteği ve bu isteklerini karşılamak için toplumcu düşünceleri terk eden bazı Türk boyları, bu isteklerini karşılayacak kaynaklara ve eylemlere yönelmiştir. Bu hareketler de devletlerin sonunu hazırlamıştır. Benzer durum günümüz için de geçerlidir. Daha çok ekonomik çıkar peşinde olan bazı kesimler, her türlü yolu denemektedir. Eşit toplum yapısını kaybeden uluslar, parçalanabilmektedir.

Ö.30. Çevresinde bulunan devletlerin iç kargaşaları, Türkiye’nin de iç huzurunu

bozmaktadır. İstikrarlı bir Türkiye için, çevresindeki yönetim yapısı bozulmuş devletlerin yapılandırılmasında daha aktif rol oynamalıdır.

Ö.31. İslamiyet öncesi Türklerde iktidar, tanrının görevlendirdiği kabul edilen

adaya verilmektedir. Bu görevlendirme veraset yolu ile değil devlet yönetiminde en başarılı olan hükümdar adayına yapılmaktadır. Aynı şekilde başarısız hükümdarlar değiştirilmektedir. Bugün için örnek alınacak bir özelliktir. Seçim öncesi halka yapacağı hizmetleri anlatan siyasi liderler, en uygun hizmetleri vaat edene göre devlet başkanlığına gelmektedir. Fakat iktidara geldikten sonra çıkar gruplarına hizmet etmektedir. Halk gözünde başarısız olmaktadır. Başarısızlığını kabul etmeyen siyasi lider bir dahaki seçimlere kadar koltuğunu bırakmamaktadır. Öyle siyasi kültür oluşturulmalı ki, siyasetçi yapabileceklerini savunarak iktidara gelmeli, başaramadığı takdirde, zamana bağlı kalmaksızın iktidarı bırakmalı veya halk tarafından başkasına verilebilmelidir. Demokrasi Türk insanı için en uygun yönetim şeklidir. Demokrasi tüm varlığıyla işler halde olmalıdır.

Ö.32. Türklerde egemenlik evrensel bir görüştür. Barışın, adaletin ve eşit bir

toplumun oluşturulabilmesi için egemenlik şarttır.

Ö.33. İslamiyet öncesi her ne kadar hükümdar son karar alıcı makamda olsa da,

meclisin varlığına ihtiyaç duymuştur. Meclis doğrudan bu iş için görevlendirilmiş kişilerin oluşturduğu kurum olmasa da, devletin ileri gelenleri ve boy liderlerinden oluşturulmuş bir danışma meclisi yapısındadır. Çoğu zaman halkın da dâhil edildiği karar alma aracı ya da hükümdarın kararını onaylayıcı bir kurum olmuştur. Dikkat edilecek özelliği, doğrudan halkın da bulunması ve düşüncelerini ifade edebilmesi, o zaman için tüm dünyaya örnek olabilecek bir olaydır. Günümüzde demokratik bir yolla

seçilmiş bir meclis zaten halkın sesi konumundadır. Demokratik olarak oluşturulmuş tüm kurumların işlevsel olması Türkiye için en ihtiyaç duyulan eylemdir.

Ö.34. İslamiyet öncesi Türklerde hükümdar öncelikli olarak töreyi oluşturmuştur.

Töre, anayasa kimliğindedir. Devlet işleyişinden sosyal yaşama kadar her şeyi kapsamaktadır. Töre, keyfi yönetim oluşturulmasını engellemekte, toplumsal düzeni sağlamaktadır. Belirgin özelliği, toplumun her kesimini, hatta hükümdarı bile bu sınırlamalar içine almasıdır. Günümüze uyarlanırsa, hukukun üstünlüğü ön planda olmalıdır. Hukukun olması temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayacaktır.

Ö.35. Devletin tüm kurumlarının işlerliğinin devamı esas olmalıdır. Günümüzde

devletin yasama, yürütme, yargı organları eşit ve birbirine üstünlük sağlayamayacak durumda olmalı ve birbirini denetleyebilmelidir.

Ö.36. Yöneticinin yönetim yeteneklerinin yanı sıra, kişisel özellikleri de önemli

olmuştur. Zor koşullarda örnek olabilecek yapıya sahip olmalıdır. Bozkırda iyi bir savaşçı olması, cesur olması ve diğer erdemlere sahip olması hükümdarın yöneticiliğini tamamlamaktadır.

Ö.37. Hatunların yönetime doğrudan olmasa da katılması İslamiyet öncesi

Türklerde sık görülen durumdur. Hatunların bu yetkiyi öncelikli olarak hükümdar eşi olmasından dolayı, ikinci olarak gelecekteki hükümdarın annesi olması nedeniyle almaktadır. Genelde temsil yetkisi olası görünmektedir. Bu yetkilerin sınırlı olması uygun görünmektedir. Günümüzde de Türk kadını geçmişte olduğu gibi erkeklerle eşit ve birinci sınıf yurttaş olarak söz ve karar sahibi olabilmelidir.

Ö.38. İslamiyet öncesi Türk devletlerindeki yönetimin başarısı, hükümdar

adaylarının, yönetim kademelerinde doğrudan çalışmış olmasındandır. Geleceğin hükümdarı ya bir boylar topluluğunun başında ya da ordunun başındadır. Tanrının hangi adaya kut verdiği bu yönetim kademelerindeki başarılarına göre belli olmaktadır. Hükümdar adayı hem halkı yakından tanımakta hem de yönetim becerisini geliştirebilmektedir. Günümüzde böyle “çekirdekten yetişme” geleneği görülmemektedir. Parti tabanına veya destek verecek gruplara yeterli yarar sağlayan partisi içinde yükselmekte, aynı vaatleri iktidara gelmek için halka vererek hiçbir devlet tecrübesi olmadan yöneticiliğe gelebilmektedir. Bu durumun engellenebilmesinin en kalıcı yolu, demokratik yapının ve araçların halk tarafından bilinmesi ve kullanılabilmesi, bu bilinci verebilecek sivil toplum örgütlerinin kurulmasıdır.

Ö.39. İslamiyet öncesi ve sonrası tüm benzer devletlerde benzer uygulamalar

görülmektedir. Türklerde hükümdarın ilahlaştırılmaması geleneği benzerlerinden daha uygar görünüm vermektedir.

Ö.40. Ekonomi tarihin her döneminde önemli olmuştur. Günümüzde ekonomik

güç, askeri gücün ötesine geçmiş diğer devletlerin kontrol aracı olmuştur. Ancak sağlam ekonomileri olan devletler bağımsızlıklarını sürdürebilmektedir. Bu durumu göz ardı eden devletler diğer ekonomisi güçlü devletlerin pazarı haline gelmektedir.

Ö.41. Günümüz yöneticileri, kişisel beklentileri üzerine yönetime istekli

olmaktadırlar. Yöneticiler hizmet etmek ve topluma yararlı olma konularını sadece yöneticiliğe getirilene kadar gündemde tutmakta ve iktidarın ele geçirilmesi ile asıl amaçlarını uygulamaya başlamaktadırlar. Bunu önlemek için yönetime aday olan kişilerin, tüm kişisel varlıkları doğrudan hazineye aktarılmalıdır. Yönetici adayların halk tarafından yeterince tanınması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Ö.42. Benzer durum günümüz içinde geçerlidir. Toplum içinde daha fazla kazanç

beklentisi olan kesimler her türlü sermaye grubuyla işbirliğine girmektedir. Toplumsal refah veya yarar hiçbir zaman düşünülmemektedir. Toplumsal yararı düşünmeyen tüm yönetici ve kesimler kontrol altında tutulmalıdır.

Ö.43. Türkiye Cumhuriyetinde yönetici adayları belli kesimleri kontrol ederek,

iktidara gelmektedir. Bu davranışlarını iktidardayken de sürdürmekte, yönetim şekli “çoğunluğun diktatoryası” haline gelmektedir. İktidardaki yönetici gruba, tüm toplumun yöneticisi olduğunu hatırlatacak ve tüm topluma hizmet etmesi için zorlayacak olan devlet kurumlarının ve sivil toplum örgütlerinin daha güçlü hale getirilmesi gerekmektedir.

Ö.44. Günümüzde toplumu bir arada tutan yeni çimontalar aranmakta, bu yeni

birleştirici unsurlar, birleştirmekten çok kutuplaşmaya yol açmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş amacı bellidir. Bu da birlikte yaşama isteğidir. Yeni etkenler aranması yerine zaten var olan unsurların güçlendirilmesi toplumsal uzlaşmayı tekrar oluşturacaktır.

Ö.45. Sosyal adaletin sağlanması devletin en önemli görevi olmalıdır. Güçlünün

ayakta kaldığı kapitalist sistemlerde, üretim araçlarına sahip olamayanlar köle statüsündedir. Devlet gelirin eşit ve adaletli paylaştırmalı, çalışan kesim daha ön planda tutulmalıdır. Çalışamayacak durumda olanları ise sosyal düzenin bir parçası olarak, devletin sahiplenmesi gerekir.