• Sonuç bulunamadı

İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

4. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK KÜLTÜRÜ

4.7. İslamiyet Öncesi Türk Sanat ve Edebiyatı

4.7.2. İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı

İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000'li 3000'li yıllardan başlayarak, Türklerin İslamiyeti kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Kök-Türklere ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.

Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu ortadadır. Tüm ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde dinsel törenlerde üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.

Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır. İslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili, sekizli, on ikili ölçülere rastlanır. Kafiye önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür. İslamiyet öncesi Türk şiirinin dili Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille anlatırlar. Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en çok işlenen konulardır (Sertkaya, 2006, 43).

Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır. İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan gibi adlar verilmiştir. Kaşgarlı Mahmud'un Divanü Lûgat-it Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri; Aprın Çor Tegin, Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya Tu-tung'dur.

İslamiyet öncesi Türk şiirinin şairi bilinen ilk örnekleri Uygurlarda görülmektedir. Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü kahramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü, öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir. Edebi eserlerin çoğunluğunu dini eserler oluşturmuştur (Sertkaya, 2006, 44).

Eski Türk şiirinin en küçük nazım birimi beyitlerdir. Beyitler de her biri bir dizede analtılmış iki paralel düşüncenin, sanatlı bir biçimde işlendiği iki dizenin birleştirilmesiyle oluşmuşlardır. Türk atasözleri, orijinal fallarla birlikte Türk şiirinin oluşumuna kaynaklık etmişlerdir. Türk şiirinin genel nazım birimi sayılan dörtlükler de iki beyitin birleşmesinden ortaya çıkmışlardır. Türk şiirinde yararlanılan uyum unsurlarının dörtlüklerdeki tekrarı nedeniyle böyle bir sonuca varılır.

Maniheist Türk çevresinden günümüze, Budist çevreye göre daha az sayıda şiir ulaşmıştır. Bir kısmı çeviri bir kısmı da orijinal olan bu manzumelerin hepsi “bas ~ basık” denen ilahilerdir. “Bas ~ basık” Soğdcadan alıntı bir sözdür, “kög” sözü de “şarkı” anlamıyla birlikte “ilahi” karşılığında kullanılmıştır. Bu ilahilerin çoğu “dua” ve “methiye, övgü” olarak yazılmışlardır. Gerçekten her iki söz de Maniheist Türkçe metinlerde “alqıs” (iyilik, dua) ve “ögdir” (övgü, methiye) sözleri ile birlikte “aqıs

basık”, “kög ögdir” olarak geçmiştir. Bu çevrede “şiir, manzume, nazım” için kullanılan genel sözlerden biri “taqşut”tur. Budist çevrede “şiir, manzume, nazım” için yaygın olarak kullanılan söz “qosuy” olmuştur. Budist çevrede “taqşut” sözü de aynı anlamla kullanılmıştır (Pilancı, 1998, 33).

Türk edebi çevresinin bildiğimiz en eski şairlerinden biri Aprın Çor Tegin'dir. Onun iki şiiri de “kög”dür. Bunlardan biri Maniye bir övgü iken, diğeri edebiyatta ilk Türk “lirik” şiir örneği olarak kabul edilir. Bu çevreye ait “Tan Tanrısı ilahisi”, “Parlak Güçlü Bilge Tanrı İlahisi” , “başka bir Türkçe ilahi” başlığı altında sunulan ilahi, cehennem tasviri yapan eksik ilahi, bu çevrenin bilinen şiir örnekleri arasındadır. Aynı çevreye ait en uzun şiir, sistemli olarak başkafiye ve dörtlükler halinde yazılmış olan, “Mani İçin Büyük İlahi”dir. Bu çevreden İranca bir Mani metni arasında bir “Hükümdar Övgüsü” de bulunmaktadır (Özönder, 2002, 489).

Budist Türk çevresine ait şiirler daha çok Budizmi öğretmek amacıyla yazılmış dini eserlerdir. Budist Türk çevresinden bugün hem dini hem de din dışı zengin bir edebiyat bulunmaktadır. Yazmaların çoğu Soğd yazısından geliştirilmiş Uygur alfabesi ile yazılmışlardır. Türk Budist edebiyatının büyük bir bölümü Çince, Tibetçe, Sanskritçe, Toharca ve Soğdcadan yapılmış çevirilerdir. Az sayıda telif eser de vardır. Çeviri eserlerin büyük kısmı, Çinceden yapılmış olanlardır. Tibetçeden çevrilmiş on altı metin bulunmaktadır. Dokuz adet doğrudan Sanskritçeden çevrilmiş eser vardır. Üç eser Toharca orijinallerinden çevrilmiştir. Hangi dilden çevrildiği belirlenemeyen metinler de bulunmaktadır (Pilancı, 1998, 34).

Günah çıkarma metinleri, Budistlerin günahlarından arınması, sonraki doğumlarında da tövbe etmeye alışabilmeleri için hazırlanmış metinlerdir. Bu metinlerde yalnızca işlenmiş günahlar değil, geçmiş doğumlarda işlenmiş olduğu sanılan veya sonraki doğumlarda işlenebilecek günahlar sayılır. Tövbekâr yalnızca kendisi için değil, tüm canlı varlıklar için günahlarından arınmayı diler. Budist Türk çevresinden, düz yazı ile yazılmış tövbe duaları yanında, şiir düzeninde tövbe duaları da vardır (Özönder, 2002, 490).

Destanlar, eski çağlarda müziğe eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri olan destanlarda, olağanüstü olayların, doğaüstü kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra, eski çağ insanlarının inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri, ulusların özlemleri ve düşleri de dile getirilir. Destanlar insanların olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden dolayı kuşaktan kuşağa yayılmıştır.

İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olaylarını anlamakta güçlük çektiler. Her olay onlara önce Tanrıyı düşündürdü. Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar, kasırgalar, susuzluklar Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her doğa olayını korkuyla karışık bir hayranlıkla izlemişlerdir (Pilancı, 1998, 35).

Zengin bir hayal dünyası olan ilk insanlar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine anlatmışlardır. Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında yayılarak ortak bir eser haline gelmiştir. Destanları anlatan her yeni ağız, destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş güzelliği de katmıştır. Destanlar, başlangıçta manzum oldukları ve ezgiyle söylendikleri için halk dilinde uzun süre yaşayabilmiştir. Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini koruyarak köklü bir destan geleneğinin oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan gelenekleri zenginleşen ulusların, destan şairleri yetişmiştir.

Bir ulusun destan sahibi olabilmesi için, ulus halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile, efsaneler, destanlar yaratmaya elverişli olması, o ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar, değişik coğrafi çevrelere dağılmalar gibi halkın gönlünde ve kafasında nesiller boyu yaşayacak önemli olayların yaşanmış olması gerekir (Pilancı, 1998, 35).

Destanların oluşumu için gerekli olan bu şartlar, Türk tarihinde fazlasıyla görülür. Çok zengin olduğu bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde edilmektedir. Türk destanlarının bir kısmı, Türk ve yabancı araştırmacılar tarafından halk ağzından derlenmiştir. Bir kısmına Batılı kaynaklarda rastlanırken, bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından çeşitli dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve yazılarla kaleme alınmıştır. Destanların büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Eski İran ve Yunan destanları ile Türk destanları arasında benzerlikler bulunmaktadır. Destan dönemi yaşayan uluslar arasındaki bu tür alışverişler doğaldır.

Destanlar tarih, düşünce ve sanat bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır, düşünce ve sanata kaynak oluştururlar. Bilimsel tarih araştırmaları yanında, tarihi olaylar karşısında halkın duygu ve düşüncelerini yansıtırlar. Destan kahramanlarının doğaüstü özellikler göstermesi, olayların olağanüstülüklerle anlatılması, destanların gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anlatımlarındaki olağanüstü özellikler ayıklandığında, ulusların tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardır. Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayalleri;

güzel sanatları; aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışları Türk destanlarında bulunabilmiştir (Pilancı, 1998, 36).

Sav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır.

Sagular da savlar gibi eski Türklerin yaşam biçimlerinden doğan sözlü ürünlerdir. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ töreni”, bu törenlerde söylenen şiirlere “sagu” adı verilmiştir. Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan acıyı dile getiren bu şiirler, bir tür ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda, geniş doğa tasvirlerine rastlanır.

Eski Türkler totemlerinin etini yemezlerdi. Yılda bir kez, belli dönemlerde, “sığır töreni” adı verilen kutsal av törenlerinde, onu kurban ederek yerlerdi. “Şölen” adı verilen bu toplu ziyafetlerde ve zafer ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların erkekleri biraraya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoğunlukla aşk, doğa ve yiğitlik konularını işleyen şiirlere “koşuk” adı verilir. Genellikle kendi başına bütünlüğü olan, dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar, manilere ve koşmalara kaynak olmuştur.

İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü ürünleri olan destanların, savların, saguların ve koşukların büyük bir kısmı zaman içinde kaybolmuştur. Bu ürünler eski çağlarda, Türkler arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı sağlayan en önemli etkenlerdir. Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar, dans ve müzik ustalıkları gibi büyücü-doktor görevini de üstlenmişlerdir. Törenlerde dans ederken, sazlarıyla da destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da büyüleriyle engellemeye çalışmışlar, hastaları iyileştirme görevi de üstlenmişlerdir (Pilancı, 1998, 37).

Yazılı edebiyat genelde dinsel yapı üzerine kurulmuştur. Mani dini ve Budizm dini dönemleri en verimli dönemlerini yaşamıştır. Maniheist bir Türk topluluğunun oluşmasının ilk resmi temeli, Maniheizmin M.S. 762'de Ötüken Uygur Kağanlığında, Bögü Kağan tarafından devlet dini olarak kabulüyle atılmıştır. Bu resmi tarih, Maniheist Türk edebiyatının da doğuş tarihidir. Doğu Türkistan'da bulunmuş Maniheist Türklere ait yazmaların bir bölümü bu bölgeye göçten önceki dönemde, yani 840'tan önce daha Ötüken'de iken yazılmıştır. Yine Turfan koleksiyonu içinde bulunan Maniheist yazısı ile Soğdca yazmalardan bir bölümü Türkler tarafından yazdırılmıştır. Bu yazmalar içinde

en önemlisi Maynamag adlı 825–832 yılları arasında düzenlenmiş bir ilahiler derlemesidir (Tekin, 1992, 70–72).

Maniheist Türkler arasında kullanılmış iki temel alfabe vardır: Mani alfabesi ve Uygur alfabesi. Mani alfabesi, Maniheist Türkler arasında daha sonra yerini Uygur alfabesine tamamen terk etmiştir. Maniheist Türk edebiyatının ürünleri arasında öyküler, dini metinler, Maniheistlerin uyacakları kuralları anlatan metinler ve bir Mani manastırı yönetmeliği, tövbe duaları, dua ve ilahiler kalmıştır (Özönder, 2002, 492).

Dini öğretiye ait metinler arasındaki “iki yıltız nom” (İki Kök Kitabı)nın, Maninin yazdığı yedi kitaptan biri olan, Şabuhragan olduğu sanılmaktadır. Bu çevreden soru cevap yöntemiyle hazırlanmış, öğreti kitapları da kalmıştır. Türkçe olarak Maniheizmin dini kurallarını anlatan metin parçaları ile manastır yönetimine ait metinler de bulunmaktadır.

Tövbe duaları metinleri içinde en önemlisi, hem Mani hem de Uygur harfli çok sayıda yazma çeşidi bulunan Huastvanift'ürdür. On beş bölümden oluşan eser, Maniheist dini kuralların çiğnenmesinden doğmuş olabilecek günahlardan kurtulmak için edilen duaları içerir (Özönder, 2002, 495).

Kültürleri oluşturan ana etken dil ve bu dille oluşturulan eserlerdir. Yazının ve dilin resmi yazışmalarda kullanılması ancak yönetim yapısı hakkında bilgi verir. Dilin edebi şekilde kullanımı kültürler hakkında bilgi verdiği gibi, yaşam şekli, sosyal hayat, insan ilişkileri, toplum hayatından bireyin hayatına kadar tüm her şey hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir.

Türklerin, edebiyat geçmişi çok eski olmasına rağmen, yazılı kaynaklara ulaşılamaması, yeterince bilgi elde edilememesine yol açmaktadır. Türk devletlerinde tüm kültür mirasının bir birlerine devredilmesine rağmen, yazılı kaynakların olmaması doğru görünmemektedir. Yoğun mücadele geçmişine sahip Türkler, mücadelenin kaybedildiği dönemlerde, yazılı eserler yok edilmiş olabilir. Bununla birlikte, köklü yaşam şekli değişikleri zamanlarında, örneğin din değişikliği dönemlerinde bir önceki dönemin eserlerin yok edilmesi rastlanılan bir durumdur.

Yoğun bir destan, şiir kültürü oluşturan Türklerin şaşırtıcı büyüklükte bir mitolojik kültürü vardır. Sadece yazı kültürünün başlaması ile tüm bunların oluşturulması olası görünmemektedir.